Direniş alanına dönüşen Kurojahro

Kurojahro’ya sadece “mekap ve gerillanın sabrı” dayanabilir. Orada kalan gerillanın çelikten bir iradesi, cıvadan akışkan bir temposu ve dünyayı kalbine sığdıran bir yüreği oluyor.

Bir gerilla konuşurken yazıldı bu yazı. Karşımda duran ve sislerin beyazlığında kaybolan Kurojahro’nun heybetine bakarken kelime kendi kendini yürüttü ve yazıldı bu yazı. O zaman hafızalarda okuduğum tek dilek “Dağılsın sisler, gerilla doğsun üstüne, gerilla doğsun üstüne ki, Güneş doğsun üzerine ve gün doğsun” şeklindeydi. 

Yoldaşlarının ne büyük savaşlar verdiğini, nasıl direndiklerini anlatıyordu bir gerilla. Gerilla Devrim, Kurojahro’yu anlatmaya başlarken gözleri baştan sona gerilla dolan silsileye dalıp dalıp gidiyordu. Gerilla Devrim’in anlatımı, beni 1997’ye götürdü. Türk devletinin “Çekiç Harekatı” olarak andığı, 2 helikopterin düşürüldüğü, 200’e yakın askerin öldürüldüğü, 338 askerin yaralandığı saldırıyı hatırlattı. Dört yaşındaydım o zaman. Ne gerilla biliyorum ne de savaş. Ne faşizmi tanıyorum ne insanı. Ben dört yaşındayken, her şeyden kopuk bir mekanda havayı soluyorken, dört gerilla, özgür yaşamamız adına 1997’de KDP’nin ihanetiyle işgalcilerin sızdığı Kurojahro’ya konumlanan askerleri vurmak için harekete geçmişti. Belki dört yaşındayken anlatsalar siz de inanmazsınız, ancak dağ başındaki gerillanın yaratıcılığı ve zorluk karşısındaki direnişini gördüğünüzde inanmayan gözünüzü çıkartacak kadar inandırıcı oluyor. İşte şimdi yine Kurojahro, yine işgalci bir ordu, yine namus rüzgarından yoksun KDP çizgisi ve yine gerilla. Kendini tepeden tırnağa yenileyen, taktiğine yaratıcılığını katan, duygusunu veren Kürdistan özgürlük gerillası. Ve bir kavga olan Kurojahro direnişi.

Kurojahro, herkesin hakkında şimdiye kadar bir şeyler yazdığı, anlattığı, ifade ettiği, söyleyip hissettiği Zap’ın en hakim dağı. Geniş mi geniş silsilesi boyunca gerillanın yeşeremeyen her ağaç yerine konumlandığı bir dağ. Özgürlük savaşçıları, ‘Kurojahro’ diyor ama ‘Kurê Jaro’ olarak biliniyor. Gerillanın hemen hemen birçok dağa kendi deyimiyle isim vermesi oradaki yaşam koşulları ve hisleriyle ilgilidir. Var olanı değil, kendi ortak akıl ve duygularıyla verdikleri isimler oluyor genelde. Diğer bir adı da ‘Link Dağı’dır. Güneyinde Derelok, Şêladizê ve Suri kasabaları; kuzeyinde, hemen altında Şoreş Tepesi, karşısında Şikefta Birîndara; doğusunda Barzan mıntıkası; batısında ise onu Bahar Tepesi’nden çok keskin bir şekilde ayıran ve kıvrılarak akan Zap (Zê) suyu var. Stratejik öneme sahip bir dağ. Oldukça yüksek, geniş, çıplak ve kayalık, zirvede büyük ve sadece belli yerlerinde suyu oldukça az olan bir dağ. Gerillanın anlatımıyla burada gerillacılık yapmak hem çok zor hem de muazzam dayanıklılık istiyor. Kurojahro’ya sadece “mekap ve gerillanın sabrı” dayanabilir. O yüzden orada kalan gerillanın çelikten bir iradesi, cıvadan akışkan bir temposu ve dünyayı kalbine sığdıran bir yüreği oluyor. Ağaç hemen hemen hiç yok zirvesinde. Kar eritilerek su edinilir. Hatta o yüzden orada çay içmenin bile tadını sadece oradaki gerilla bilebilir. Kurojahro’da Rûmet Kobanê ile birlikte şehit olan gerilla Mizgîn Ronahî’nin, “gerilla ceylan gibidir, asker ne bilsin burada yürümeyi” deyişi bunun en büyük özetiydi.

Bir kavgayken bir direniş alanına dönüştü Kurojahro. Bağrına Mizgîn Ronahî'yi, Mizgîn Botan’ı, Navdar Mazî’yi, Rêdûr Kobanê’yi, Rûmet Kobanê’yi aldı. Kurojahro direniyor. Taşını, toprağına bombalayan işgalcilere karşı direniyor. Her zılgıt bir çığlığa, her türkü bir isyana, her eylem bir zafere dönüşüyor.