Türkiye’nin bir yol ayrımında olduğuna dikkat çeken Serhat Eren, “Bu savaşı sonlandıracak büyük bir şans ve kişi var. Çağrımız, Sayın Öcalan'ın fiziki özgürlüğünün sağlanarak diyalog sürecinin başlamasıdır” dedi.
Kürt Halk Önderi Önder Abdullah Öcalan’a dönük gerçekleştirilen Uluslararası Komplo’nun üzerinden 25 yıl geçti. İmralı Adası’nda rehin tutulan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a 25 yıldır ağır tecrit uygulanarak toplumla bağı koparılmak isteniyor. Aynı şekilde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan şahsında Ortadoğu halklarına da tecrit uygulanıyor. İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi’nde tutulan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a dönük mutlak tecridin kaldırılması ve Kürt sorununun demokratik çözümü için Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün sağlanması talebiyle Kurdistan kentlerinde ‘Büyük Özgürlük Yürüyüşü’ başlatılıyor. Demokratik Toplum Kongresi (DTK), Demokratik Bölgeler Partisi (DBP), DEM Parti ve birçok sivil toplum örgütünün öncülüğünde 1 Şubat’ta başlayacak yürüyüş, Uluslararası Komplo’nun yıl dönümü olan 15 Şubat’ta sonlandırılacak.
Uluslararası Komployu ve tecridi ANF'ye değerlendiren DEM Parti Amed Milletvekili Serhat Eren, Abdullah Öcalan üzerinde gerçekleşen Uluslararası Komplo'nun tarihsel ve toplumsal nedenleri olduğunu belirtti. Eren, “Bilindiği üzere 1'nci Dünya Savaşı'nın sonunda Kürtlerin yaşadığı coğrafya hegemonik güçler tarafından dört parçaya bölündü ve Kürtler dört ayrı ülkenin egemenliği altında tutulup parçalandılar. İnşa edilen Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulduğu tarihten bugüne kadar yüz yıldır neredeyse Kürtleri tamamen asimile etmek, kültürel soykırıma tabi tutmak, Kürtleri tamamen tasfiye etmek ve yok etmek için sistematik bir politika izliyor. Kürtler, tarihsel süre içerisinde hep tecrit edildiler. Halk olmalarından kaynaklı bütün temel hak ve özgürlükleri sürekli bir şekilde tecrit altında tutuldular ve soykırımdan geçirildiler" dedi.
ULUSLARARASI KOMPLO KÜRTLERİN KAZANIMLARINA SALDIRIDIR
Tarih boyunca devletin uyguladığı imha ve asimilasyon politikalarına karşı Kürtlerin direniş gösterdiğini de söyleyen Eren, şunları aktardı: "Bu direniş kuşkusuz Şêx Saîdlerden tutun Dersim, Zîlan, Agirî ve Koçgirî isyanlarına kadar sürdü. Kürtlerin bu direnişleri çok kanlı bir şekilde bastırıldı. Kürtlerin bu yok edilme politikalarına karşı mücadelesi her zaman için devam etti. 90'lı yıllarda tam da yok edilmek istenen bir halk, küllerinden yeniden doğdu. Kürtler 90'lı yıllara kadar ortaya koyduğu mücadeleyle ulusal ve uluslararası ölçekte bir düzey kazandı. Kürtler artık Ortadoğu’nun politikalarını belirleyen bir halk haline geldi. Ortaya koymuş oldukları mücadele dört parçaya bağlı oldukları devlet ve de uluslararası güçler tarafından 'tehlike' olarak görüldü. Çünkü Kürtler, Ortadoğu’da yaşayan bütün haklar için geleceği, umudu yeniden yaratan ve halkları bir arada ama eşit koşullarda yaşama olanağını ortaya koyan bir model yarattılar. Bu modelin en büyük aktörü, kuşkusuz Sayın Abdullah Öcalan'dır. Hegomonik güçler kendi çıkarları gereği Kürtleri tamamen tasfiye edecek bir yola girerek Uluslararası Komplo’ya başvurdular. Sayın Öcalan'ın Ortadoğu hakları için ortaya koyduğu özgürlükçü paradigma nedeniyle hegomonik güçler tarafından istenmeyen kişi olarak ilan edildi. Bu komplonun temel hedefi, Kürtlerin elde ettiği kazanımlara ve ortaya koyduğu mücadeleye yönelik bir saldırıdır."
TÜRKİYE’YE KARŞI DENETİM VE YAPTIRIM MEKANİZMASI HAREKETE GEÇMİYOR
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a uygulanan mutlak tecrit üzerinden Uluslararası Komplo’nun devam ettiğini ifade eden Eren, şöyle devam etti: "Sayın Öcalan, mutlak tecrit koşullarına rağmen demokratik siyaseti, müzakereyi, onurlu bir barışı savunan ve Ortadoğu haklarının bir arada yaşamasının mümkün olacağını orta koyan çok değerli fikirlerini paylaştı bütün dünyayla. Dolayısıyla bu fikirlerin kendisi bile tehlikeli olmaya devam etti. Hegemonik güçlerin arzuladığı şey şuydu; diktatörlükler oluşacak ve bu diktatörlükler hegemonik güçlere bağlı olarak halkları ezecek, sömürecek ve bu şekilde Ortadoğu’yu kontrol altına tutacaklar. Abdullah Öcalan, ulus devletleri değil halklar için umut olan ve halkların bir arada yaşayabileceği formülü ortaya koyduğu için bu Uluslararası Komplo devam etmeye başladı. Ulusal ve uluslararası hukukun tamamen denklem dışında bırakıldığı bir İmralı rejimiyle karşı karşıyayız. Dünyanın hiçbir yerinde buna benzer bir örnek yoktur. Sayın Öcalan'a üzerinde uygulanan tecride baktığımızda, tamamen ulusal ve uluslararası hukuk denklem dışında bırakıldığı ve hukuk dışı sistemle adeta bir yönetim rejimine dönüşmüş bir durumla karşı karşıyayız. Bütün bunlara rağmen dünyada ve özellikle Avrupa'da demokrasinin kalesi olarak kendilerini görenler bütün bu sürece sessiz kalabiliyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin infazla ilgili 2014'te Abdullah Öcalan'a ilişkin verdiği kararda, 'Türkiye kendi iç hukukunda bir düzenleme yapmak zorundadır. Hiçbir insan yaşamı boyunca cezaevinde tutulamaz, her bir insanın bir gün dışarıya çıkma umudunu taşıyor olması gerekiyor' şeklinde kararı olmasına rağmen Türkiye bu kararı tanımadığını ve infazla ilgili düzenleme yapacağını söylüyor. Buna karşı Avrupa'nın sessiz kalıyor oluşu Uluslararası Komplo’nun devam ettiğini ortaya koyuyor. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi, Sayın Öcalan'a dair 'Derhal avukatıyla görüşme olanağının yaratılması gerekiyor' şeklindeki tedbir kararını Türkiye tanımıyor ama buna karşı denetim ve yaptırım mekanizması harekete geçmiyor."
HUKUK DEVRE DIŞI BIRAKILDIĞI BİR İMRALI REJİMİYLE KARŞI KARŞIYAYIZ
Söz konusu Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan olunca Türkiye’de hukukun devre dışı bırakıldığını belirten Eren, "Hukukun devre dışı bırakıldığı bir İmralı rejimiyle karşı karşıyayız. Dolayısıyla bütün dünyanın seyirci kalması, sessiz kalması adeta bu politikaları onaylaması ve Sayın Öcalan'ın ortaya koyduğu özgürlükçü paradigmanın Ortadoğu’da halkların barışını önceleyen bir paradigma olduğu içindir. Bu tam da Ortadoğu'yu savaşın merkezi haline getiren hegemonik güçlerin aslında o oyununu bozan, halklar lehine o oyunun karşında duran bir paradigma olduğu için Sayın Öcalan nefessiz bırakılmak isteniyor, sesinin halklara ulaşması engelleniyor. Bakın, dünyanın birçok yerinde savaşlar devam ediyor. Birinci ve ikinci Dünya Savaşı'ndan sonra 100 milyonu aşkın insan öldü, 6 milyon çocuk engelli kaldı, 2 milyon çocuk ise yaşamını yitirdi. Özellikle 90'lı yıllarda yaşanan savaşlarda ölen insanların yüzde 90'ının sivil olduğu kayıtlara geçti. 90'lı yıllardan sonra savaşın merkezi Ortadoğu ve Kurdistan oldu. Bugün Rojava’da bir yandan Türkiye'nin saldırıları, bir yandan DAİŞ'in saldırıları, öte yandan faşist Suriye rejimin saldırılarına karşı Rojava’daki Kürtler üçüncü yol siyasetiyle kendilerini ayakta tutmaya çalışıyor. Aslında Rojava bölgesinde Kürtler bir katliamdan geçirilmek isteniyor. Türkiye, özellikle 2015 yılından beridir tamamen siyasal alanı tasfiye etmeye, tamamen Kürtlerin siyasette özne olma halini sonlandırmak istiyor. Sayın Öcalan, ‘barışı başlatmak gerekiyor’ diyor. Olması gereken onurlu bir barış, demokratik bir siyasettir. Bu bütün Türkiye halklarına kazandıran bir politikadır. Sayın Öcalan, birlikte yaşamanın formülünü ısrarla dile getiriyor” şeklinde konuştu.
HALKLARA UMUT OLACAK TEK KİŞİ SAYIN ÖCALAN’DIR
Türkiye’nin tarihsel süreç içerisinde iki önemli kavşaktan geçtiğini söyleyen Serhat Eren, “Türkiye ve Türkiye halkları iki büyük çözüm fırsatını kaçırdı. Biri 1921'de Anayasa süreci, diğeri ise 2015'te Dolmabahçe Mutabakatı. Bu iki tarihi fırsatın kaçmış olmasının Türkiye halklarına çok büyük bir bedeli oldu. Sayın Öcalan'la 2019'da yapılan görüşmede, 'Ben bir haftada bu savaşı, bu çatışma ihtimalini ortadan kaldırabilir ve bir çözüm üretebilirim' dedi. Bakın Mandela ilk yakalandığı zaman ‘bundan sonra görüşmeleri benimle yapmayın, benimle görüşülecek bir şey yok’ demişti. Mandela, 27 yıl boyunca cezaevinde kaldı ve çıktığında bıraktığı yerden devam ederek bir barışı gerçekleştirdi. İşte bugün Türkiye’de bütün bu süreci örecek, Mandela'nın o tarihte oynamış olduğu rolü Türkiye’de bugün oynayabilecek tek kişi Sayın Öcalan'dır. Abdullah Öcalan bu ülkede bir barışı gerçekleştirebilir. Türkiye halklarına umut olacak süreci başlatacak tek aktör, Sayın Öcalan'dır" ifadelerini kullandı.
BU SAVAŞI BİTİRECEK BİR ŞANS VE BİR KİŞİ VAR
Kürtlerin son 20 yıldır barış adına defalarca çözüm iradesi ortaya koyduğunu hatırlatan Eren, şunlara dikkat çekti: "Bu çözüm iradesini ortaya koyan Sayın Öcalan ve Kürtlere karşı tek bir yanıt gelmedi. Neden cevap gelmedi biliyor musunuz? Çünkü müzakere süreçleri kimlerin savaştan yana, kimlerin barış ve çözümden yana olduğunu ortaya çıkarıyor. Eğer bir müzakere süreci başlasaydı, günün sonunda hangi güçlerin çözümden yana hangi güçlerin savaştan yana olduğu çok net bir şekilde ortaya çıkacaktı. Devletin kendisi bunu bildiği için böylesi bir müzakere sürecine girmekten kaçtı. AKP ve MHP iktidarının kendi yöntemlerini pekiştirmek için ihtiyaç duydukları tek şey, Sayın Öcalan'ın sesini kısmak ve fikirlerinin hem Kürt, hem Ortadoğu hem de Dünya halklarıyla buluşmasını engellemek ve tamamen savaş politikaları endeksli çözüm getirmektir. Çözümün savaşta olmadığını artık hepimiz çok iyi biliyoruz. Türkiye bir yol ayrımında. Yanı başımızda bir üçüncü dünya savaşı var. Öyle veya böyle Türkiye bu sürecin içinde olacak. Türkiye için bu durum kaçınılmazdır. Dolayısıyla tamamen darmadağın olacak bir ülkedense bütün halkların bir arada eşit, özgür birey ve eşit haklara sahip oluğu bir yurttaş esas alınmalıdır. Bunun tek yolu Sayın Öcalan'la görüşmektir. Bu tecrit kaldırılmadığı sürece Türkiye bu üçüncü dünya savaşında karşısında en büyük tehlikeyle karşı karşıya olan bir ülkedir. Ya Kürtlerle bir araya gelerek Sayın Öcalan'ın özgürlüğünü sağlayacak bir karar alır ve bu meseleyi çözer ya da yüzyıldır sürdürdüğü bu savaş kendisini ya parçalar ya da yok eder. Artık yeter diyoruz. Bu savaşı sonlandıracak büyük bir şans ve kişi var. Tek çağrımız, Sayın Öcalan'ın fiziki özgürlüğünün sağlanarak diyalog sürecinin başlamasıdır" diye belitti.
ÖZGÜRLÜK YÜRÜYÜŞÜ’NE KATILIM ÇAĞIRISI
Tecridin sonlandırılmasına yönelik başlatılan kampanyaya da değinen DEM Parti Milletvekili Eren, konuşmasını şu ifadelerle sonlandırdı: " Bütün cezaevlerinde başlatılan bir açlık grevi var. Aynı zamanda dışarıda da Adalet Nöbeti tutan annelerimiz var. Bu açlık grevlerinin temel amaçlarından biri, Kürt sorununun demokratik çözümü ve Sayın Öcalan'ın fiziki özgürlüğüdür. Ya bu sorun çözülür ya da bu sorunu yüz yıldır öteleyen Cumhuriyetin kendisi çözülür. Açlık grevleriyle başlayan bu süreç sadece Türkiye’de değil dünyada buna ilişkin mücadeleler sürüyor. Bir yandan birçok uluslararası kurum ve kuruluş, yazar, aydın, sanatçı ve Türkiye’de bini aşkın hukukçu Sayın Öcalan'ın üzerindeki tecridin kalması ve fiziki özgürlüğüne sahip olması için mücadeleye devam ediyor. Herkesi 1 Şubat’ta başlayacak ve 15 Şubat’a kadar sürecek 'Büyük Özgürlük Yürüyüşü’ne katılmaya çağırıyorum. Bu meselenin kaygısını taşıyan, hisseden, bunun acısını kendi içinde yaşayan bütün bu ülkenin dinamiklerini bu yürüyüşe davet ediyoruz. Sayın Öcalan özgürlüğüne kavuşana kadar, Kürt sorununa demokratik bir barış umudu doğana kadar mücadelemiz devam edecektir."