Etrûş direnişinin yıl dönümü: Aynı iradeyle direneceğiz

1995 Etrûş saldırısının yıl dönümünde konuşan Maxmûrlular, Türk devleti ve KDP’nin Maxmûr’a saldırılarının askeri saldırılara dönüşebileceğine işaret ederek, “Teslim olmayacağız. Yaşamımızı savunacağız. Kürt kamuoyu direnişimizi sahiplenmelidir" dedi.

Bugün yaklaşık 15 bin mültecinin yaşadığı Şehit Rûstem Mülteci Kampı (Maxmûr Kampı), 2014’teki DAİŞ saldırıları ardından üç yıldan beri yine Türkiye, KDP, DAİŞ tehdidi altında. 

Türk devleti 2017 Aralık’tan bu yana kampa defalarca hava saldırısı düzenledi. KDP ise iki yılı aşkın bir süredir yeniden Maxmûr halkına ambargo uyguluyor. 

Türk devletinin koruculuk dayatmaları ve köy yakmaları nedeniyle 1994 yılında Kuzey Kürdistan’dan Güney Kürdistan’a göç etmek zorunda kalan Maxmûrlular, burada da Türk devleti ve KDP baskıları nedeniyle 7 kez kamp değiştirdiler. Fakat KDP’nin baskı ve katliamlarıyla ilk kez 1995 yılında Geliyê Qiyametê ve Etrûş kamplarında yüz yüze kaldılar. 

Etrûş ve Geliyê Qiyametê kamplarında KDP eliyle birçok kişi kurşunlanarak katledildi. Öte yandan Birleşmiş Milletler (BM) ve KDP’nin ambargosu nedeniyle açlıktan yaşamını yitiren çocuklar oldu. 15 binin üzerinde büyükbaş ve küçükbaş hayvan telef edildi veya el konuldu. 27 yıllık süreçte 63 Maxmûrlu KDP eliyle katledilirken, 1998 yılında BM tarafından resmi düzeyde Mülteci Kampı olarak tanınan Mexmûr Kampı üzerindeki KDP’nin ambargosu ve Türk devletinin saldırıları sürüyor.

27 yıldır koruculuk ve teslimiyet dayatmalarına direnen Maxmûr Mülteci Kampı halkı, KDP’nin çıplak baskı ve katliamlarıyla ilk karşılaştıkları Qeliyê Qiyametê ve Etrûş Kampı’nda yaşananları ve KDP’nin 13 Eylül 1995’de Etrûş’ta yaptığı katliamı anlattı. 

‘MÜLTECİ STATÜSÜNE RAĞMEN HEP SALDIRIYA UĞRADIK’

Maxmur Halk Meclisi Divanı Üyesi Hazım Kar, babasının Kürt Özgürlük Mücadelesine gönül vermesi nedeniyle 1986 yılından itibaren ailesiyle birlikte Türk devletinin baskılarına ve işkencelerine maruz kalır. Şırnak’ta önce yayladaki evleri, daha sonra ise köydeki evleri yakılan Kar ve ailesi, 1992 yılında gittikleri Cizre’de de aynı baskılara uğrar. 1994 yılında köy yakma ve koruculuk dayatmalarının yaygınlaşması nedeniyle Cizre’den Cudi Dağı’na vurup Güney Kürdistan’a göç eden aileler içerisinde yer alırlar.

Hazım Kar, Kuzey Kürdistan’ın Botan ve Hakkari alanlarından göç eden yaklaşık 16-17 bin kişinin, Güney Kürdistan’da ilk başta Heftanîn’de birbirine yakın olan iki kampa yerleştiğini hatırlattı.

Yerleşilen Biharê ve Şeraniş kampları çevresinin sürekli Türk devleti tarafından bombalandığını ifade eden Hazım Kar, başlarından geçenleri şöyle anlattı:

“Saldırılardan dolayı Bêsivê Kampı’na geçtik, ancak orada da saldırdılar. 29 günlük açlık grevimiz sonucu BM bizi Kürt mülteciler olarak resmen tanısa da Türk devletinin saldırı ve tehditleri durmadı. Buradan da Güney sınırları içinde üçüncü kez göç yoluna düştük ve Geliyê Qiyametê Kampı’na geldik. Geliyê Qiyametê, Duhok’a bağlıydı ve Garê’ye yakındı. O sürece kadar KDP bize hep Türk devletinin kendisine baskı yaptığını söylüyordu. Hep saldıran Türk devletiydi. Ama Geliyê Qiyamete’ye gelince KDP saldırıları da başladı. KDP, Türk devletiyle birlikte PKK’ye karşı ‘Çelik Operasyonu’ adını verdiği ihanet savaşını başlatmasıyla kampımıza yönelik de baskılarını artırdı. Bize ‘siz PKK’ye yardım ediyorsunuz’ diyorlardı.”

‘KDP’NİN DİREKT ZULMÜYLE KARŞILAŞTIK'

Şırnak’a bağlı Uludere’nin Hilal köyünden olan Sadık Guyi, PKK militanı Etrûş’ta şehit düşen Jiyan’ın (Zeynep Erdem) şehadet yıl dönümü vesilesiyle tüm devrim şehitlerini anarak, “Ben Güney Kürdistan’a geçmeden önce Türk devletinin baskıları nedeniyle İç Anadolu şehirlerine göç etmek zorunda kaldım. Fakat baskılar ve köy yakmalar daha da kitleselleşince Güney Kürdistan’a göç edenlerin yanına geçtim. Ben Güney’e ulaştığımda, halkın bir kısmı hala Besivê Kampı’ndaydı, bir kısmı ise Geliyê Qiyametê’ye getirilmişti. KDP, halkın hepsinin bir arada olmasını istemiyordu. Çünkü halkın birbiriyle bağının daha da artacağını düşünüyordu.

1995 yılbaşına yakındı. Halkın bir kısmını getirip Etrûş ovasına yerleştirdiler. O zaman halen maddi durumumuz kötü değildi. Halkın büyük bir bölümünün hayvanları vardı. Bu, KDP’nin dikkatini çok çekiyordu. O zamana kadar tüm saldırılar Türk devletinin saldırıları olarak gelişiyor, böyle tanımlanıyordu. Ama artık Türkiye sınırından epey uzaklaşmıştık. BM’nin siyasi mülteci statüsü de devreye girmişti. Fakat bu kamplarda Kürt mülteciler olarak artık KDP’nin direkt zulmüyle karşı karşıya kaldık” dedi.

‘KDP HAYVANLARIMIZI ÇALIYOR, İNSANLARIMIZI KATLEDİYORDU’

Sadık Guyi, Geliyê Qiyametê ve Ertûş kamplarının tümden KDP denetimi ve güvenliği altında olduğunu ifade ederek, şöyle devam etti: “Her iki kampın etrafını da tutmuşlardı. Aramızda araçla 45 dakika kadar bir mesafe vardı. Her iki kamptan çıkış ve girişlerimiz KDP’nin denetimindeydi. İstediklerinin çıkıp gelmesine izin veriyorlardı, istemediklerine ise izin vermiyorlardı. 

İlk olarak Etrûş Kampı çevresinde Levent Ziravîgî ile Abdullah ve Şiwêd köyünden olan Yunus’u şehit ettiklerini hatırlıyorum. KDP’liler hayvanlarımızı çalıyordu, kadınlara hakaret ediyordu. O nedenle her gün kampın çevresine nöbetçilerimizi çıkarırdık. Bu arkadaşlarımız da nöbetleri sırasında KDP’lilerin suikastları sonucu şehit edildiler.”

BM VE KDP BİRLİKTE AMBARGO UYGULADI

KDP’nin başlangıçta tüm mültecilerin Geliyê Qiyametê Kampı’na yerleşmesine izin vermediğini ama sonra tam tersine bir politika izlediğine dikkat çekerek, “Bêsivê’den yeniden göç etmek zorunda kalan halkın neredeyse yarısı, KDP’nin bu politikası nedeniyle Etrûş ovasına geçmek zorunda kaldı. Orada kampımızı kurduk. Bizi bilinçli olarak iki kampa ayırmışlardı. Bir arada kalmamızı istemiyorlardı. 

Daha sonra KDP ve Türkiye’nin ‘Çelik Operasyonu’ başlayınca Geliyê Qiyametê’deki halka, Etrûş’a geçmeyi dayattılar. ‘Siz burada PKK’lilere yardım ediyorsunuz’ diyorlardı. Biz de Botanlıyız, doğayı severiz. Geliyê Qiyametê Garê’ye yakındır, coğrafyası güzeldir; bu nedenle halk o güzel coğrafyadan ayrılıp Etrûş ovasında yerleşmek istemiyordu.  Bu nedenle Birleşmiş Milletler ve KDP, Geliyê Qiyametê üzerinde ambargo uygulamaya başladı. BM artık hiçbir yardımda bulunmuyordu. KDP de herşeyin geçişini engelliyordu. Geliyê Qiyametê kuşatılmıştı. Böylece 3 ay ambargo altında kaldık, ta ki Etrûş Kampı’na gelinceye kadar. KDP de kamp etrafındaki kuşatmasını çok sıkı tuttu” dedi.

‘AÇLIK VE SALDIRILAR İRADEMİZİ KIRAMADI’

BM’nin erzak ve ilaç ambargosunu, KDP’nin kuşatmasını 16-17 yaşlarındayken Geliyê Qiyametê Kampı’nda yaşayan Hazim Kar, bu süreci ve her iki kamp sakinlerinin direnişini şöyle anlattı: “Ambargoyla birlikte erzağımız kalmadı. KDP’den kurtarabildiğimiz hayvanlarımızı da günlük olarak kesip halka dağıtıyorduk. Yiyecek başka bir şey yoktu. Eti kaynatıyorduk ama ete katacak tuzumuz bile yoktu. Ağaçlardaki palamutları toplayıp ezip un yapıyorduk. Bunlardan çocuklar aç kalmasın diye biraz ekmek elde ediyorduk. İrademizi kırmak için bizi açlıkla terbiye etmeye çalışıyorlardı ama biz teslim olmuyorduk.  Geliyê Qiyametê’deki halk ablukaya alınınca Etrûş’takiler de bize yardım için harekete geçti. Geceleri kamptan gizlice kaçarak, bize 10’ar kilo şeker, un gibi gıdalar getiriyorlardı. Çünkü açlık çocukları çok zorluyordu. KDP fark edince yollara pusu attı. O süreçte birkaç insanımızı da bu şekilde şehit ettiler. Piling Mijinî de bunlardan biriydi. Yine açlıktan şehit düşen çocuklar oldu. 

Etrûş Kampı’nda yaşayanlar bize yardımcı olamayınca BM’nin kendilerine gönderdiği erzağı almayarak protesto etti. ‘Bizim insanlarımızı orada aç bırakıyorsunuz, bize erzak getiriyorsunuz. Biz kabul etmiyoruz’ diyorlardı. Her iki kampta da böyle bir direniş vardı. Etrûş Kampı’ndaki insanlarımızın biz aç olduğumuz için kendilerine verilen erzağı kabul etmemeleri bizi çok etkilemişti. İrademizi daha da güçlendirmişti. Öyle güçlü bir irade ve inanç vardı ki, o süreçte yaşadıklarımızı anlatsak ciltlerce kitap olur.”

‘KDP NİŞANCILARI JİYAN ARKADAŞI VURUP HALKI TARADI’

KDP bu süreçte 13 Eylül 1995 günü, Geliyê Qiyametê’ye uygulanan ambargo ve saldırıları protesto etmek için basın açıklaması yapan Etrûş Kampı sakinlerine ateş açarak bir katliam yapmak istedi. Bu saldırıda ARGK gerillası Zeynep Erdem (Jiyan) şehit düştü, 13 sivil de yaralandı. 

Basın açıklamasında yer alan ve bu saldırının canlı tanığı olan Salih Guyî, o anları anlattı: Geliyê Qiyametê’yi tümden kuşatmışlardı. Halkın üzerine taciz atışı yaptılar. Bazı çadırlar alev aldı ve yangın yayıldı. O zaman 70-80 çadır yanmıştı. Biz Etrûş Kampı’ndakiler olarak KDP’nin bu saldırısını duyunca harekete geçtik. Basın açıklaması yaparak KDP’nin bu saldırılarını durdurmasını, Geliyê Qiyametê üzerindeki ambargo ve kuşatmayı kaldırmasını istiyorduk. Etrûş Kampı’ndaki herkes  saldırıyı duymuş ve toplanmıştı.

İlkin ilkokul öğrencileri sıraya geçti. Heval Jiyan da onların hemen arkasında, en öndeydi. Hep birlikte KDP’nin kontrol noktasına doğru yürümeye başladık. Ama Etrûş Kalesi kampa hakim bir noktadaydı. Kampta küçük bir hareketlilik olsa hemen fark edip buna göre hazırlık yapıyorlardı. Bizi farkettikten sonra kontrol noktası önüne bir KDP müfrezesi yollamışlardı. raya yaklaştığımızda KDP birliğinin nişancıları Heval Jiyan’ı hedef aldı. Heval Jiyan orda şehit oldu. O’nu vurduktan sonra direkt halkın üzerine ateş açtılar. Birçok kişi yaralandı. Halk, şehit ve yaralılarını kaldırmak zorunda kaldı, bundan dolayı yürüyüşe son verildi.”

‘BİRLEŞİNCE KARAKOLLARLA KUŞATIP KATLİAMLARINI ARTIRDILAR’

Geliyê Qiyametê Kampı^nda yaşayan halkın da Etrûş Kampı^na geçmesi ardından KDP’nin kampın etrafında yaklaşık 27 karakol kurarak, baskıları artırdığını ifade eden Salih Guyi, “Ondan önce de baskı vardı; hayvanlarımızı ve eşyalarımızı talan ediyorlardı. Ama kampların birleşmesi ve karakolların kurulması ardından hayvanlarımızı talan etmeyi artırdılar. Örneğin, bir çocuğun ayağındaki ayakkabıyı çıkarıp alıyorlar, ‘bu bizim çocuklarımızın olsun’ diyorlardı. Mesela bir kadın hayvanlarına ot toplamak için biraz kampın dışına çıktığında hakaret ediyorlardı. Topladığı otu elinden alıp atıyorlardı. 

O süreçte artık öyle bir hale gelmişti ki erkekler kampın birazcık dışına bile çıkamıyorlardı. Gördüklerinde vuruyorlardı. 

KDP’nin kendisi de Kürt olmasına rağmen alenen düşmanlık yapıyordu. O süreçte kampımızdan bazı çobanları, hayvanlarını otlatırken vurarak şehit düşürdüler. Ahmet Şiwedî, Ahmet Hilalî, Medeni Hilalî, Mehmet Tahir Hilali ve ismini hatırlayamadığım iki köylüyü daha kampın yakınında şehit düşürdüler. Bunlar KDP eliyle şehit düşürülen, Etrûş kampında kalan Botanlı mültecilerdi. Hasan, Salih, Abdo’yu da vurmuşlardı. Ama onlar yaralı olarak kampa ulaştılar.  

TÜRK BASINI, ‘ETRÛŞ CUMHURİYETİ’  MANŞETİ ATIYORDU

Hazım Kar ise, her iki kamp Etrûş Kampı’nda birleştirilince KDP’nin tüm kuşatma ve saldırılarına rağmen sistemlerini daha da güçlendirdiklerine dikkat çekerek, bu durumun Türk devleti ve KDP’yi çok rahatsız ettiğini dile getirdi. Hazım Kar, “Geliyê Qiyametê ve Etrûş kamplarında çocuklarımız için okul kurmuştuk. BM de bize defter kalem getiriyordu. Yine toplumsal bir örgütlülüğümüz vardı.

Kamplar, KDP ve BM’nin zoruyla birleştirildi, saldırılar attı. Ama biz pes etmedik. Bu defa belediyemizi, meclisimizi ve iç sorunları çözmesi için bir komite kurduk. Okullarımız eğitime devam etti. Özsavunma güçlerimizi oluşturduk, nöbet tutuyorlardı. O zaman hatırlıyorum, Namık Durukan gelmişti. Bazı yazılar yazmıştı. Etrûş Kampı’ndaki sistemimiz, Türkiye’de ‘Etrûş Cumhuriyeti’ olarak yansıtılıyordu. KDP bununla birlikte üzerimizdeki baskıyı artırdı” diye konuştu. 

KDP’NİN POLİTİKALARI DEĞİŞMEDİ

Mcxmûrluların Etrûş’tan sonra bu kez de KDP’nin baskı ve katliamları nedeniyle göçtü. 1996 sonbaharında Etrûş Kampı’nı bırakarak, buradan dördüncü kampları olan Ninova’ya göç etti. 

Hazım Kar, 1996’da KNK’nin bütün çabalarına rağmen, KDP’nin Türk devletiyle anlaştığını ve Etrûş Kampı’nı kuşatarak halkı Türk devletine teslim etmeye hazırlandığını söyledi. 

Kar, devamla şöyle konuştu: “Bize ya ‘kamp dağılacak ya da Türkiye’ye teslim edilecek’ diye dayatmaya başladılar. Bunun üzerine ne yapacağımızı tartıştık. Bir gecede gruplar halinde Irak’a doğru olan Ninova Kampı’na geçtik. Tabii o süreçte bir kısım mülteci halk bizden ayrıldı.  Oradan şimdi de halen varlığını koruyan Girê Gewrê, Hasenekê gibi KDP’nin birkaç kampına geçtiler.

Bizi Türk devletine teslim etmeyi başaramadılar. Etrûş Kampı’ndaki halkı, KDP’nin kamplarına dağıtmak istiyorlardı. Teslimiyeti kabul etmemiz halinde hiçbir irademizin kalmayacağını biliyorduk. KDP bizden ne isterse ona göre yaşamak zorunda kalacaktık. Bu nedenle Ninova’ya gidip orada kamp kurduk. Ninova’da aynı saldırılar, kuşatma ve ambargolarla yüz yüze kaldık. KDP yine insanlarımızı şehit düşürdü. Hatta bazı insanlarımızın kafasını kestiler. Bu politikalar bugüne kadar da sürdürülüyor.

‘DİRENMEKTEN VAZGEÇMEYECEĞİZ

Salih Guyi, KDP’nin, koruculaşmayı kabul etmeyen Botanlıların Güney Kürdistan’daki 7’nci ve son kampı Mahmur’a yönelik son birkaç yılda saldırılarını yoğunlaştırdığını ifade ederek, “Türk devleti halkı korkutmak ve kampı dağıtmak için 3 yıldır hava saldırısı yapıyor. KDP de iki yıldan fazladır ambargo uyguluyor ve Hewlêr’e gidiş gelişlere izin vermiyor. Hastalarımız oluyor, ihtiyaçlarımız oluyor. Ama halk mecburen kaçak yollardan veya rüşvet vererek gidiyor. Son dönemde ise kuşatmayı  büyüttüler, Kerkük tarafını da kapatıyorlar. Yani ideolojik, psikolojik savaş ve kuşatmaları yanında bu gidişat, kampa yönelik bir askeri saldırı da geliştireceklerini düşündürtüyor. Biz direneceğiz. Kürdistan kamuoyu da Mahmur direnişini sahiplenmeli. Geçmişte olduğu gibi katliamları izlemekle yetinen BM de, artık bu saldırılara tavır almazsa tarih karşısında sorumlu tutulacağını görmeli” dedi.

Hazım Kar ise son olarak, “26-27 yıldır tüm saldırılara karşı nasıl direndik ve irade gösterdiysek, bugün de aynı iradeye sahibiz. Teslim olmayacağız. Onurumuzu, sistemimizi ve yaşamımızı savunacağız. Kürt Özgürlük Hareketini her zaman sahipleneceğiz. Çünkü bu mücadelenin sahipleri bizleriz ve mücadelemize inanıyoruz” diye konuştu.