Hakikatin ayrılmazlığı

Aklımda hala o ana ve yağmura şükreden o güzel gerilla var. Kim ayırabilir şimdi bu iki hakikati birbirinden. Bu tarih bilincini veren kimdi? Kimdi, bu toprağı sevdiren ve özgürlük inancını aşılayan?

İlk yağmur damlası tam da gerillanın namlusunun üzerine düştü. Hadi kalk “yürüme zamanı” der gibiydi damla. Yanımdaki uzun örüklü, güzel kadın gerillanın söylediği şu cümle beni de harekete geçirdi: “Damlalara bak, kovun şu alçakları şu güzelim dağlardan diye sesleniyor bize” dedi.

Bahar yağmuruna çok güven olmaz ama yine de damlayı fırsata çevirmek gerekir. Küçük bir konserve ve bir parça ekmek alıyoruz çantaya. Oysa Heftanin meyvelerle dolu bir alan ama şimdi köylüler bile bahçelerine sebzelerini toplamak için gidemiyor. Korktuklarından değil, bombardımandan sebze ve meyve kalmadığı için.

Gerilla ile vedalaşıyoruz. Önümüzde daha uzunca bir yol var. Yorulmadan aynı öfkeyle yürümeli. Gün batmak üzere, geceler uzadı. Gecelerin uzamasına en çok gerilla seviniyor. Daha çok eylem yapacağı, düşmanına kabus olacağı için. Şilane köyüne vardık. Şilane köyü, Keşan alanında. Zaxo ilçesinin Batufa nahiyesine bağlı bir köy. Heftanin cennetinden sadece küçük bir parça. Yaşlı bir ana dağların yamacında bir bahçe kurmuş kendine, domates ekmiş. Ana da bahçenin kenarında oturmuş, çürük ve yananlarını ayıklıyor. 'Yananlar' ifadesi olmadı, işgalciler tarafından yakılanları. Küçük yeşilliğin içinde yeşil fasulyeye benzeyen ve ananın “bu lobiktir” dediği riz sebze gördük. Lobik, uzun ince ve yeşil bir sebze. Tıpkı yeşil fasulye gibi. Güney halkı çok sever, geçiminin bir kısmını onu satarak yapar. Tutamadım kendimi ve yanına oturdum. “Üşümüyor musun biraz yağmur var” dedim. Bana gülümsedi ve “sen daha doğmadan ben bu topraklarda yüzlerce gerilla gördüm, tecrübem senin yaşın kadar” der gibi baktı. Sabah koyunları sağdım, bereket biraz yağdı, baktım teyyare de (keşif) yok ben de dedim bahçeye gideyim sebzemi toplarım, hepsi çürümüş, yanmışlar. Hey gidi bu topraklar ne gördü ne görmedi. Bir iki domates bir şey olmaz” diye devam etti. Yanına çömelip “fotoğrafını çekebilir miyim?” diye sorunca hemen yüzünü kapattı. Gerilla çekindiği için fotoğraf çekmiyor, Güney halkı da basına konuştuğu için KDP onu yakalayacak, ceza verecek diye tedbirli davranıyor. Anne devam ediyor: “Nice yiğit götürdüler buralardan, birçoğunu sêdara (idama) götürdüler. Elleri kelepçeli, kelepçeyi öptü yiğitler ve biz Kürdistan’ın damatlarıyız, deyip ölüme gittiler. Son istekleri, anne babalarını görmek değildi; görmek, koklamak istedikleri sadece bir parça Kürdistan toprağıydı. Şimdi bu toprağı sevenleri de öldürüyorlar. Sen bilmezsin daha gençsin ama ne yiğitler geçti buradan ne yiğitler gitti. Bitmez kızım PKK, bitmez. Bunlar burada yapamaz giderler.” dedi.

İşgalci Türk ordusunu kastederek eliyle Koordine Tepesi’ni gösteriyordu. Bahar yağmuru işte, durdu çoktan. Annenin elbisesinin içinde bir demir parçası vardı. Domateslerin içine koymuştu. “O nedir ki” der gibi bakınca anladı herhalde ve başladı gülmeye ve “Ew parçe Saroxeye ye (roket) alıp eve koyacağım, bahçenin içerisindeydi, çocuklarıma göstereceğim, bilsinler kim nasıl bombaladı bizleri” dedi ve kalkıp gitti. Anne gidince biz de tekrar yola koyulduk.

Şilane köyünü çıkışına geldik neredeyse. Aklımda hala o ana ve yağmura şükreden o güzel gerilla var. Kim ayırabilir şimdi bu iki hakikati birbirinden. Bu tarih bilincini veren kimdi? Kimdi, bu toprağı sevdiren ve özgürlük inancını aşılayan?

Yol uzun…yağmur durdu. Gelişini herkese müjdeledi. Gerilla sıvadı kolları artık, çünkü Heftanin sonbahara “merhaba" dedi.