Heval Şükrü’yü uğurlarken...

Mezarında özgürlük çiçeklerinin açacağı topraklara doğru yol alıyor, Heval Şükrü. Yitirdiklerimizin intikamı alınacak mutlaka ve sokaklarımız, dağlarımız, evimiz özgürlüğün ruhuyla bezenecek.

Serhat'ın öte yakasında İran’ın işgaline mahkûm edilen Kürdistan zozanlarında işgalciler ve işgalciler karşısında özgürlük kavgası veren Kürdistan çocukları... Zozanların üzerinde kasvetli bir ağırlık var. İşgalciler ava çıkmışlar. Silah sesleri yankılanıyor yükseklerde. Bir evladını daha veriyor özgürlük kavgasında halkımız. Vurulduğu yerde günlerce yatıyor evlatları. Varamıyor kimse yanına, ta ki işgalciler inlerine geri çekilene kadar. Varıp buluyorlar, getiriyorlar. Ocaklarının tam ortasına, yüreklerinin ta içine yapıyorlar evlatlarının toprağa can olacağı yeri. Kimseler bilmesin akbabalar üşüşmesin diye çadırın içine kazılıyor mezar... Düşman gözlere hiçbir şey hissettirmeden bir mevsim birlikte yaşıyorlar çadırda. Yeniden zozanlara yol alınan bahar, ilk koştukları yer canlarını gömdükleri yer ve gördükleri gerillanın mezarında açan üç gül; sarı, kırmızı, yeşil... Mucize denir ya, hiçbir şey mucize değil özgürlük kavgasında. Sıradan bir Kürt ailesinde, bir kız çocuğunun şahitliğinde yaşanıyor her şey. Yıllar geçiyor, başka evlatlar gelip geçiyor, gelip savaşıyor zozanlarda. Kız çocuğu büyüyor. Özgürlüğün kolay olmadığını öğrenerek büyüyor. Ve özgürlüğe adıyor yaşamını. Şimdi bu çocukla oturmuş Heval Şükrü’nün cenazesine katılamamanın yükünü paylaşıyoruz sessizce.

1995 yılında, Kürdistan’ın asi zozanlarından birinde o gerillanın başucunda yolları kesişiyor. O zamanlar daha bir çocuk. Elinden tutuyor Heval Şükrü’nün ve üzerinde sarı, kırmızı, yeşil güller yeşeren toprağa götürüyor. Orada özgür Kürdistan’a can olan gerillayı nasıl defnettiklerini anlatıyor usulca... Adeta bir emaneti teslim eder gibi. Heybesi dolu Heval Şükrü’nün de, neler yaşamamış, ne kahramanlıklara şahitlik etmemişti ki! Anlatıyor, anlatıyor. Heybe hiç boşalmıyor. Özgürlük yolunda düşenleri anlatıyor. Amed’i anlatıyor. Rêber Apo’yu anlatıyor. Sonra bir daha yolu düşüyor o zozanlara. Başka bir hikayenin ilk sayfaları yazılıyor. Küçük kız ilk adımlarını atıyor Kürdistan’ın evlatlarıyla, sırlarını taşıyor küçücük ayaklarıyla bir zomdan diğerine.

ÖZGÜRLÜK YOLUNDA BULUŞMA

Sene 2020. Yıllar geçmiş, zamana özgürlük aşkı, direniş, mücadele, yaralarıyla çıktığı onca savaş ve yüzlerce arkadaşın şehadeti yüklenmiş. 25 yıl sonra başka bir şehirde, Kürdistan’ın başka bir parçasında asi zozanların kız çocuğuyla Heval Şükrü’nün yolları kesişiyor tekrar. Tesadüf değil yollarını kesiştiren, özgürlük ceminde bir olmanın inadıyla yola revan olmanın büyüsü... Artık ikisi de heval. Her biri yüklendiği sorumluluğu hakkıyla yerine getirmenin kaygısında. Beni tanıdın mı, diyor... Hayır, tanımıyor. Mezarında üç gül açan gerillayı ve küçücük ayaklarıyla kuryelik yaptığı zozanları hatırlatıyor. Tanıyor. Sımsıkı sarılıyor devrimin yükünün erken büyüttüğü bu genç kadına. Artık 64 yaşında, biraz daha yaşlanmış, biraz daha duygusallaşmış. Ama hiçbir şey eksilmemiş devrime, özgürlüğe olan inancından. Heybesi her zaman olduğu gibi dolu. Ve yaşama sımsıkıya bağlı. Mecazen değil gerçekten bağlı. En son hastalandığında bütün doktorları şaşırtıp çıkmamış mıydı haftalarca kaldığı yoğun bakımdan... Dağlarda değil de şehirde, sokak ortasında yürürken, dört kurşunla sırtından vurularak şehit düşeceğini hiç hayal etmemişti muhtemelen, defnettiği yüzlerce şehidin hikayesini heybesine doldurduğu 15 yıl boyunca.
Elini tuttuğu, mücadeleyi anlattığı kaç çocukla, kaç gençle yolları sonra mücadele saflarında birleşti, bilmiyorum. Ben sizi sormasam siz hiç beni sormuyorsunuz, diye tatlı sitemleriyle takıldığı hevallerini takip etmeyi bırakmayacak, özgür Kürdistan aşkıyla parlayan gözleri hep üzerimizde olacak, biliyorum. Tıpkı binlerce şehidin gözleri gibi, onun da gözleri yeminimiz olacak, umudumuz olacak, silahımız olacak... Şimdi mezarında özgürlük çiçeklerinin açacağı topraklara doğru yol alıyor Heval Şükrü. O zozanların küçük kuryesi, bugün hevalinin binlerin şahitliğiyle toprakla buluşması için koşturuyor. O konuşuyor ben dinliyorum yüreğimde özgürlük tutkusuyla yola düşenlerin hiç bir zaman bitmeyeceğinin onuruyla, yeminiyle asla düşmeyeceğimin ve öfkesiyle bir hevalimizi daha yitirmenin...

EVİMİZİ AYAKTA TUTANLAR...

Hüzün var mı, var. Yanı başımızda 90 yaşında bir kadın, hüznümüzü avutmaya çalışıyor... Kürdün isyanla, ihanetle, işbirlikçilikle, direnişle, katliamla, göçle dolu son yüzyılının şahidi, Kürtlerin yönetimindeki bir Kürt şehrinde bir Kürt evladının Türkler tarafından katledilebilmesini anlamaya çalışıyor. Anlaşılması güç çünkü... Kendi evimizde arkadan vurulmayı, yabancı muamelesi görmeyi kabul edecek bir yürek yok. Evimiz ülkemiz. Ve bugün ülkemiz işgal altında. Evin yanarsa nereye gidersin, diye soruyor, hâlâ Baas karakollarında işkenceyle katledilen annesinin ve dökemediği gözyaşlarının intikamını almak için yaşayan başka bir Kürt. İşgalin ağırlığını, katledilen annelerin, babaların, çocukların, gençlerin öfkesini yüreğinde taşımayan  ya işbirlikçi ya ihanetçi oluyor bu topraklarda. İşgalin ağırlığını her an yüreğinde taşıyan Kürdün intikam duygusudur bugün evimizi hâlâ ayakta tutan. Özgür yaşam için bedel vermekten korkmayan bu halkın evlatlarıdır evimizi ayakta tutan. Bütün yitirdiklerimizin intikamı alınacak mutlaka ve sokaklarımız, dağlarımız, evimiz özgürlüğün ruhuyla bezenecek. Sözümüzdür yaşama.