PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, şimdiye kadar Türk devletinin kullandığı 5 çeşit kimyasal silah tespit ettiklerini açıkladı; başlıca hammaddesi Tabun olan sinir gazı, Klorini barındıran boğucu gaz, yakıcı gaz olan Sülfür Mustant, hafıza kaybına ve dönemsel felce neden olan gaz, son olarak da toplumsal gösterilere karşı da kullanılan biber gazı.
Yoğun teknik, hava kuvvetlerinin yoğunluğu ve tüm savaş unsurlarının kullanılmasının yanı sıra devşirilen KDP desteğine kimyasal silah da eklenmesine rağmen direnişin devam ettiğini belirten Karayılan, son kullandıkları kimyasala karşı da artık tedbir geliştirmeye başladıklarını söyledi.
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, PKK’nin kuruluş yıl dönümü vesilesiyle Stêrk TV’nin Özel Program’ında soruları yanıtladı. Söyleşinin ikinci bölümünü paylaşıyoruz:
BU DÖNEM, YENİ BİR DÖNEMDİR
Türk ordusu savaşta tekniği yoğun olarak kullanıyor ve bunun propagandasını da yapıyor. Kullanılan bu yoğun tekniğe karşın güçlerinizin Werxelê, Girê Sor ve Zendûra başta olmak üzere sergilediği direnişi nasıl açıklıyorsunuz?
Her şeyden önce bu direnişin kolaylıkla sağlanmadığını belirtmek gerekiyor. Emek ve kanla bu direniş gelişiyor. Gerilla dört yıldır yeniden yapılanma dönemindedir. Aynı zamanda coğrafyada mevzileniyor. Yani uzun bir zamandır hazırlıklar yapıyor. Karar aldığımız her şeyi aynı zamanda tam olarak uyguladığımızı belirtemeyiz. Bu son yılda, yani 2021’de yeniden yapılanma alanındaki hazırlıklarımız kapsamında küçük birimlerle büyük güçlere karşı savaşabilecek uzman-profesyonel askeri performansı yakalama, yine yer altı, yer üstü ve havadan savaşın türlü yöntemlerle yürütülmesi temelindeki yeni taktik çıkışların hepsi, bir emek ve tecrübe temelinde oluşmaktadır.
Gerilla olarak 38 yıllık, Parti olarak 43 yıllık bir tecrübe vardır. Gerilla bu hazırlıkları bu temelde geliştirdi ve bu taktik yenilenmenin yanı sıra yeni savaş yöntemleri ve Apocu fedai ruh birlikte hiç kimsenin beklemediği büyük sonuçlar ortaya çıkardı. Başta Şoreş Beytüşşebap öncülüğünde gelişen Garê direnişi; ardından Serhat Giravî ve Sarya yoldaşların öncülüğündeki Mamreşo direnişi; sonrasında Rêber ve Hêjar yoldaşların öncülüğünde hem yer üstünde hem de tünellerde gelişen Zendûra direnişi; sonrasında Botan ve Zinarîn yoldaşlar öncülüğünde gelişen Girê Sor direnişi ve en son olarak Cumali ve Çavrê yoldaşlar öncülüğünde Werxelê yamaçlarında gelişen direniş gerçekten sıradan değildir. Düşman bu direniş sürecinde yeni şeylerle karşı karşıya kaldı. Onun için şaşırdı. Evdeki hesabı çarşıya uymadı. Bunun için bir iç savaş çıkarmak amacıyla KDP’yi devreye koymak istedi; bu çerçevede bazı olaylar yaşandı. Yine çok çeşitli yöntemleri uygulayarak sonuç almak istediler ama bunların hiçbiri sonuç almadı. Doğrusu yeni taktik yöntem ve fedai duruşa dayalı doğru öncülük, bu dönemde belli bir düzeyde gelişti.
Özellikle en son Botan Başkale ve Zinarîn arkadaşların öncülüğünde bir tepede düşmana karşı 77 gün boyunca sürdürülen direnişin değerlendirilebilecek birçok yanı vardır. Derslerle doludur. Tabii bu, gerilla mücadelesi ve direniş ruhunda bir düzeyi ifade etmektedir. Bu dönem, yeni bir dönemdir.
Ardından gelişen Werxelê direnişi ise bir tarih yazmıştır. Mesela düşman, ‘uçakla vururuz; onları kaçırtırız ve yenilirler’ diyordu. Uçakla vurdular olmadı. Sonrasında ‘kimyasalla vuralım, kimse kalmaz’ dediler. Çünkü ‘88’de Saddam kimyasal kullanınca Güney Kürdistan’ın hemen hemen tamamının boşaldığını biliyorlardı. Onlar bunu da göz önünde bulundurarak, ‘biz vuralım, kimse kalmaz’ dediler.
WERXELÊ’NİN 135 GÜNÜ
Werxelê direnişinden bir örnek verebilirim: Başlangıçta Werxelê’de yüksek sayıda bir arkadaş grubu vardı. Bu arkadaşlar bir süre orada savaş yürüttükten sonra Karargah müdahale etti ve bu sayının çok olduğunu belirterek, sayıyı azaltmalarını söyledi. Arkadaşlar sayıyı azalttılar ve hemen hemen yarıya indirdiler ve bu temelde 120. güne kadar direnişi devam ettirdiler. Bu arkadaşlar sürekli dışarıya çıkıyorlar, düşmana vuruyorlar, düşman üzerindeki silahlara ve tonla patlayıcıya el koyuyor ve içeriye getiriyorlardı. Sonrasında tabii ki düşmana karşı kullanıyorlardı. Yani orası, bütün etrafında savaşların yürütüldüğü bir kale haline geldi. Orada düşman arkadaşlara karşı çeşitli kimyasal silahlar kullanıyordu. Tabii burada arkadaşların nasıl tedbirlerinin olduğunu belirtmeme gerek yok. Fakat sonrasında düşman tahminlerimize göre farklı bir ülkeden yeni bir çeşit bir kimyasal silah getirdi ve onu kullandı. O silahı kullandıktan sonra Cumali ve Çavrê yoldaşlar da dahil toplam 10 arkadaş şehit düştü.
Peki geri kalan arkadaşlar ne yaptılar? ‘Bize takviye gönderin, devam edelim’ dediler. Özellikle erzak, vb. sorunları olduğu için o tür şeyler istediler. Arkadaşlarla bağlantı vardı. Bu arkadaşlar, ‘komutanlarımız, arkadaşlarımız şehit düştü; biz de çıkalım gidelim’ demediler. Devam etmek istediler. Arkadaşlar da takviye etmek istediler; velhasıl olmadı ama 15 gün de bu arkadaşlar direndiler ve toplam 135 gün direniş sürdü. Sonra oranın karargahı müdahale etti ve ‘orası rolünü oynadı, oradan çekilin’ diye talimat verdi. Yani o zamana kadar da oradan çıkma imkanı zaten vardı ama oradaki arkadaşlar o talimattan sonra çıktılar. Yine bazı arkadaşlar zarar gördüler ama arkadaşlar sağlam bir şekilde çıktı. Burada böyle bir kararlılık ve bir ruh vardır. Kararlı bir duruş vardır. Bu nasıl izah edilebilir; bilemiyorum. Ne kadar izah etsek de eksik kalacaktır. Arkadaşlar normal raporlarını sunuyor; insan rapordan etkileniyor.
Cumali arkadaş Çorum’da büyüyen bir arkadaştı. Üniversite okumuştu. Bilinçli bir insandı. Mesela şimdi bazı yazıları var; insan onun ne kadar derin bir kişi olduğunu görebiliyor. Entelektüeldi. 19 yıldır bu çalışmalar içerisindeydi. Özel Kuvvetler üyesiydi, yani fedaiydi. Avaşîn’de gelişen direnişin tamamında rolü vardı. Sonrasında Werxelê’de gelişen direnişe bizzat öncülük yaptı ve yürüttü. Şehit düşmeden önce Karargah’taki arkadaşlar Cumali arkadaşla konuşuyor; “durumunuz nedir; inisiyatif sizindir; isterseniz pozisyon değiştirin; geri çekilin” diyor. Cumali arkadaş ise “hayır, biz Türk devletini burada kafese koymuşuz, bırakmayız; onları burada yeneceğiz” diyor. Bu kararlılıkla kendisini ve yoldaşlarını yetiştiriyor. Çok büyük bir ruh ve çok güzel bir duruş temelinde oradaki yiğitlik yaşanıyor. Bu biçimde direniş yürüyor.
BİR AYA YAKIN BOŞ YERLE SAVAŞTILAR
Şimdi belki ‘düşman yenildi’ deyince insana çok rahat geliyor, Ama nasıl yenildi! Çok büyük zorluklar ve zahmet altında, büyük emeklerle orada yıllarca hazırlık yapıldı. Bu temelde düşman PKK’nin kolay lokma olmadığını bir kez daha öğrenmiş oldu. Yani öyle PKK’lilerin olduğu bir yere hemen gelip girmek kolay değil. PKK’nin bir mevzisini almak için en az bir yıl gerekiyor. Hangi silahları kullanırlarsa kullansınlar. Kaldı ki zaten bu savaş sürecinde her türlü silahı kullandılar. En savaşçı güçlerini getirdiler. Onlar yapamadılar, gittiler çeteleri getirdiler. Kürt çeteler yoluyla sonuç almak istediler. Affedersiniz; en tecrübeli köpeklerini getirdiler ve kafalarına kamera takarak sonuç almak istediler. Her yöntemi denediler ama yapamadılar. Biz arkadaşları çektik ama ona rağmen bir aya yakın süre orada boş yere savaştılar.
2 TÜRK ORDUSU DA GELSE YENERİZ
Bu savaştığımız yerlerde öyle büyük kayıplar vermedik. Mesela Werxelê’de 120. güne kadar kaybımız bir tek kişidir ve düşman çok sayıda ölü vermiştir. Bunun için biz savaşacağız; buna gücümüz vardır. Biz bu düşmanı yenebiliriz. Biz Zagros-Behdînan-Botan bölgesinde bu düşmanı yeneceğiz. Bunun göstergesi bu yılki pratiğimizdir. Biz laf olsun diye bunları konuşmuyoruz. Savaş meydanından bunları belirtiyoruz. Elimiz taşın altındayken bunları söylüyoruz.
Biz şimdi kırdık; bundan sonra daha da kıracağız. Çünkü çıkarttığımız bazı sonuçlar vardır. Yürüttüğümüz bu direniş bizim için yeniydi. Her yeni yöntem geliştikçe, daha yeni dersler aldık, ne yaparsak, nasıl başaracağımızı anladık. Mesela Cumali arkadaş gilin şehit düştüğü yöntemi, bundan sonra düşman defalarca da kullansa, biz kayıp vermeyiz. Onun da tedbirini bulmuş durumdayız. Yani biz kendimiz bazı tedbirler alabiliriz.
Kısacası, bu yılki savaşın ortaya çıkardığı çok büyük tecrübeler vardır. Şimdi biz bu tecrübeleri tüm yoldaşlarımıza mal etmek istiyoruz. Bunun için gerekli olan faaliyetleri yürütüyoruz ve kendimizi sürekli yeniliyoruz. Öyle ki 2 tane Türk ordusu da gelse yine de yeneceğimizi düşünüyoruz. Kendimize bu kadar güveniyoruz.
BİZ ARAZİ HAKİMİYETİNİ BIRAKMAYIZ
Şimdi burada tabii Cumali ve Botan arkadaş gibi kişiliklerin rolü çok büyüktür. Nerede komutan doğru öncülük yapmışsa, arkadaşlarla yoldaşlık ruhunu yürütmüşse, oradaki her arkadaşın bir general olduğunu gördük. Aynen böyledir. Girê Sor’da da böyle oldu, Werxelê’de de böyle oldu, Zendûra’da da böyle oldu. Tabii bunlar uzun süren direnişlerdir. Yani bu bağlılık, bu ruh ve arazide kaybolan, dağılan, derinleşen, yine araziyi genişliğine kullanarak düşmanı atlatan bu yeni taktik çerçeve yenilmez. Mesela şimdi Avaşîn’de yine biz varız. Düşman etkisizdir. Belki bazı yerleri almış olabilirler ama buralarda da yerinden hareket edememektedirler. Yani böyledir; biz arazi hakimiyetini bırakmayız. Bu yeni bir yöntemdir. Belki kimse böyle olacağını ummuyordu ama hakikat bu şekilde ortaya çıktı.
KADIN GERİLLALARIN BÜYÜK ROLÜ
Burada birkaç şeye daha değinmek istiyorum. Öncelikle değinmek istediğim husus, kadın arkadaşların direnişidir. Doğrusu, şimdi 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü sürecindeyiz. Herhalde en dikkat çeken, önemli ve tarihi kadın direnişi, bugün YJA Star saflarında, Kürdistan dağlarında gerçekleşiyor. Mesela en son Çavrê ve Zinarîn yoldaşların öncülüğünde gelişen Girê Sor ve Werxelê direnişlerinde gerçekten kadın arkadaşlar çok önemli bir rol oynadı. Her anlamda birbirini tamamlama, öncülük yapma, fedai bir ruhla yaşamı gürleştirme ve güçlendirme temelinde direnişi geliştirme, çok üst bir düzeyi ifade ediyor. Çok saygıdeğer bir şeydir. Yani asıl mücadele budur.
Şüphesiz kadına yönelik şiddete karşı verilen her türden mücadeleyi selamlıyoruz ancak dağların doruklarında verilen mücadelenin çok dikkat çeken yanları vardır. Kadın iradesinin nasıl yükseldiğini, hiçbir anlamda erkekten geri kalan bir yanı olmadığını hatta bir çok anlamda daha da güçlü olduğunu ve daha da fazla rol oynayabileceği ortaya çıktı. Bu mücadelede kadın arkadaşlar tarihi ve önemli bir rol oynadılar. Bu rol, Önder Apo’nun kadın özgürlüğü ve kadın özgürlük çizgisi konusunda geliştirdiği fikirleri doğrulamaktadır.
KARTAL TEPESİ’NDEKİ SİVEREKLİ
Yine bu savaş sürecinde çok çeşitli yiğitlikler ortaya çıkmıştır. Mesela Kartal Tepesi’nde bir savaş yaşandı. Aslında orası için arkadaşların kararı, orada savaşı uzatmamak, 1-2 gün savaştıktan sonra arazide gerilla hareket tarzını esas almak yönündeydi. Yine de oradaki arkadaşlar uzun savaştılar; 5 gün sürdü. Orada yanılmıyorsam ikinci gün düşman, hafıza kaybına neden olan ve bayıltan kimyasal kullanıyor. Bir cephede Yılmaz Siverek arkadaş düşüyor. Bu tür saldırılarda düşen kişi el ve ayaklarını hareket ettirebiliyor ama yürüyemiyor ve hareket edemiyor. Yine silah kullanamıyor. Yani takatsiz kalıyor ve bilincini yitiriyor. İşte Yılmaz arkadaş o sırada düşmanın yaklaştığını görüyor ve sağ olarak düşmanın eline geçmemek için kendi silahıyla kendi kendini şehit ediyor. İşte bu bir duruştur. Yılmaz Siverek kimdir? Bu arkadaşın gerçek adı Mikail Şenateş’tir. Bucak aşiretinden bir kişidir. Bucak aşireti tanınmaktadır. Birçok yurtseveri barındıran bir aşirettir. Ancak aşiret reislerinin öncülüğünde bize karşı da çok savaşmışlardır. Bu arkadaş da böyle bir aileden gelmektedir. Kendisi Muş’ta üniversite okuyor, Sosyal Bilgiler Öğretmenliği bölümünü bitiriyor ve ardından devrime katılıyor. Düşman onu esir almak için yanına gelirken, düşmanın onu esir almasına fırsat vermiyor, kendi kendini şehit ediyor. Bu çok onurlu bir duruştur. Bu bir kahramanlıktır. Üniversite okumuş, bitirmiş, öğretmen olmuş, dağ başlarına gelmiş bir arkadaştır. Üç yıl önce dağa gelmiştir; 2018’de katılmıştır. Yani bu tür şeyler gerçekten çok değerli ve onurlu duruşlar olarak mücadele tarihine mal olmaktadır. Buradan Bucak aşiretine ve aşiretin gençlerine çağrıda bulunmak istiyorum: Yılmaz Siverek arkadaşı kendilerine örnek almalılar. Yılmaz arkadaş bilinçsiz bir insan değildi; bilinçli ve vicdanlı bir insandı. Vicdanı tahammül etmediği için gerilla saflarına geldi ve gerilla saflarında da onurlu-şerefli bir duruş gösterip bu şekilde şehadete ulaştı.
İLGİLİ KURUMLAR VE GÜNEY SESSİZ KALDI
Türk ordusu gerillaya karşı kimyasal silah kullanıyor. Hareket olarak çağrılarınız olmasına rağmen neden dünya buna karşı sessiz?
Doğru; egemen güçler babında bir sessizlik vardır ama insan haklarını savunan kesimler ve demokratik çevreler içerisinde belli bir gündem olma durumu da vardır. Bir çaba söz konusudur. Bu anlamda bu kimyasal kullanımı konusu belli bir düzeyde gündeme girdi ancak sorumlular, sorumluluklarına sahip çıkmadı. Mesela sorumlu güçler vardır. Türk devleti NATO üyesidir ve onlara dayanarak bu kadar suçu işlemektedir ama buna karşı sessizdirler. Yine bu uygulamaların Güney Kürdistan’da gerçekleşmesinden dolayı Federe Kürdistan Hükümeti ve Parlamentosu’ndan tepki göstermeleri yönünde beklentimiz vardı. Yani birisi çıksaydı ve ‘burası bizim topraklarımızdır; siz burada kimyasal kullanıyorsunuz’ deseydi. Gerçekten bu konuda beklentimiz vardı, ancak bir tek şey belirtebilirim; Türk devletinin bu kimyasal silah kullanması konusunda Güney Kürdistan kurumları sınıfta kalmıştır. Bir ses bile çıkaramadılar.
HALKI KORKUTUP GÖÇERTMEK İSTEDİ
Tam bilemiyoruz ama halktan da kimi insanların etkilendiği ve hastanelerde tedavi olduğu belirtilmektedir. Tabii biz bunu yalnızca basından duymuşuz. Fakat özellikle Metîna bölgesinde Hiror mıntıkasında köy etraflarını çok vurdular. Bir ara bize Avrupa’dan bilgi geldi ve ‘bölge halkının, arkadaşların köyün etrafında olduğu için köyün etrafının çok vurulduğunu belirttiğini’ ilettiler. Biz de arkadaşlara bilgi verdik; ‘eğer siz oralara yakınsanız oralardan uzaklaşın; bölge halkı böyle söylemiş’ dedik. Arkadaşlar da ‘tamam’ diyerek, tedbirini alacaklarını belirtti. Ancak gerekli tedbirler alındıktan sonra da düşman yine Hiror köyünün etrafını vurmaya devam etti. Anladık ki düşman arkadaşlar için vurmuyor; düşman köylüleri korkutmak ve göç ettirmek için vuruyor. O köyden bazı köylülerin gazlardan etkilendiğini duyduk; tam olarak bilemiyoruz ama düşman bize karşı birebir kimyasal gaz kullanıyor. Tünellere atıyor, vadilere atıyor, kapalı alanlara atıyor; her yerde kullanıyor ama dediğim gibi kimse de öyle gözle görülür bir tepki göstermedi.
TÜRK ORDUSUNUN KULLANDIĞI 5 KİMYASAL
Size karşı kullanılan silahlar hakkında bilgi verebilir misiniz?
Şimdiye kadar tespit edebildiğimiz kadarıyla düşman bize karşı 5 çeşit kimyasal silah kullanmaktadır:
* Bunlardan birisi sinir gazıdır. Yani insanın sinir hücrelerini dondurarak, hareketsiz kalmasına neden oluyor ve kısa sürede insanın yaşamını yitirmesini sağlıyor. Bu gazın başlıca maddesine Tabun denilmektedir. Bu silah kullanılınca ekseri meyve kokusu geliyor, ancak zaman zaman da hiç koku gelmiyor.
* Kullandıkları ikinci silah ise insanı boğmaktadır. Bu silah Kloropin gazını barındırmaktadır. Bu gaza Green Cross da denilmektedir. Bu formülasyonu önce Almanlar I. Dünya Savaşı sırasında geliştiriyorlar. Daha o zamandan itibaren Türklerin elinde vardır. Belki şimdi Türkler kendi başlarına da yapıyor olabilir ama tabii ki Almanlarla ortak bir şekilde yapıyor olma ihtimalleri de vardır. Bu silahın esas menşei Almanya’dır. Bu silah, kullanıldığı yerde etki alanındaki insanları boğmaktadır.
* Diğer gaz, yakıcı gazdır. Bu gaz insanı yakmakta ve kurutmaktadır. Nereye atıyorsan orayı ateş sarmaktadır. Bunun kimyasal adı da Sülfür Mustant’tır. Bu da Alman yapımıdır. Bir diğer adı Yellow Cross’dur. Bu da kullanıldığı zaman sarı bir renk almaktadır. Ancak kullanıldığı her alanı yakmaktadır.
* Kullandıkları diğer bir gaz, insanı halsiz düşürmekte, hafıza kaybına neden olmakta ve bayıltmaktadır. İnsan takatsiz kalmakta, dönemsel felç geçirmektedir. Kartal Tepesi örneğinde olduğu gibi, bu gazı birçok yerde kullanmaktadırlar.
* Beşincisi ise biber gazıdır. Yani şu an toplumsal olaylarda kullandıkları gazlardır. Tabii ki dar bir alanda veya bir tünelde kullanıldığında insanın orada yaşama koşulları kalmamaktadır. Yani bu da öldürücü bir gaz olmaktadır.
Şimdi Hulusi Akar bu gazları kullandıklarını reddetmekte ve ‘yalnızca biber gazı kullanıyoruz’ demektedir. Yalan söylemektedir. Şimdiye kadar tespit edebildiğimiz bu 5 maddeyi de bize karşı kullanmaktadırlar.
Türk devleti Rojava’yı da yeni işgal saldırısıyla tehdit ediyor. En son Qamişlo’da değerli yurtsever Yusif Gulo ve iki torunu katledildi. Bu saldırıdan yola çıkarak, Türk devletinin amaçları ve Rojava’daki direniş sürecine ilişkin neler söyleyebilirsiniz?
Öncelikle değerli insan, büyük yurtsever Yusif Gulo ve torunları Mazlum ile Muhammed’i saygı ve minnetle anıyorum. Değerli ailemize, yine Qamişlo-Hileliyê halkına ve tüm Kürdistan halkına başsağlığı diliyorum. Allah rahmet eylesin. Kürt halkına büyük emek vermiş bir insandı. Ömrünün 60 yılını halkına hizmetle geçirdi. Tüm Kürdistan halkına ait bir insandı. Kürdistanî birçok hareket için çalışmalar yürütmüştü. Önder Apo’nun düşünceleriyle tanıştıktan sonra inandı, bağlandı ve çok sağlam bir dost oldu.
YUSIF GULO GİBİ YURTSEVERLER AZDIR
Yusif Gulo gibi bir fikre inanıp da her şeyini ona sunan, evini, çocuklarını, akrabalarını ve de kendisini hizmete adayan yurtsever insanlar Kürdistan’da vardır ama azdır. Mesela iki oğlu şehittir. Özellikle Mustafa arkadaş -ki Yusif Gulo’yla birlikte şehit düşen Mazlum arkadaşın babasıdır- Rojava’nın ilk katılımlarındandır. Katıldığı zaman ‘ben ev bark sahibiyim, çocuklarım var’ demedi; Garzan’a gitti, orada savaştı ve şehit düştü. Bu şahadetten sonra Yusuf arkadaş aileyi daha da fazla teşvik etti; elini daha fazla taşın altına koydu. Yani böylesi büyük bir kişiliktir. Gerçekten böylesi onurlu bir yurtseverlik geliştirdi. Dolu dolu yaşadı. Hem aileye öncülük etti hem de Hileliyê’de, Qamişlo’da ve tüm Rojava’da yurtseverliğiyle tanınıyordu.
TÜRK DEVLETİ TERÖRİST BİR DEVLETTİR
Bizim için şüphesiz bir kayıptır. Doğrusu, silahsız insanlarımız, böyle arabalarda şehit düştüğü zaman insanın çok zoruna gidiyor. Biz savaş alanında şehitler veriyoruz, o kadar zorumuza gitmiyor ama böylesi alçakça yöntemlerle verilen şehadetler çok zorumuza gidiyor. Yani nasıl ki Paris’te Sakine arkadaş ve beraberindeki arkadaşlar öyle alçakça bir yöntemle katledildiğinde çok zorumuza gitmişse, şimdi Qamişlo’da 82 yaşındaki bir insanın arabada böyle alçakça bir yöntemle şehit edilmesi de gerçekten insanın zoruna gidiyor.
Bu, aynı zamanda Türk devletinin gerçekliğini ortaya koyuyor. Terörist bir devlettir. Bu pratiğiyle suçüstü yakalanmıştır. O kadar korkaktırlar ki, halen üstlenmiş değiller. Bakın, her gün o kadar Kürt öldürdüğünü söylüyor ama madem öyle neden Hileliyê’yi üslenmiyor! Çünkü o da bunun suç olduğunu, bunun bir terörist uygulama olduğunu biliyor. Biz böylesi saldırılarla Yusif Gulo gibi tanınmış yurtseverlerin hedeflenmesiyle, onların özgür Kürt’ü ortadan kaldırmak istediklerini iyi biliyoruz.
KORKAK VE KOMPLOCU BİR DÜŞMAN
Onlar Kürt halkı üzerinde soykırım siyaseti yürütmek istiyor. Bu saldırı, bu gerçekliği açığa çıkartmaktadır. Tüm yurtsever halkımız ve Kürt siyaseti bundan sonuç çıkarmalıdır. Nasıl korkak ve komplocu bir düşman karşısında olduğumuzu ve bunların kökümüzü nasıl kazımak istedikleri görülmelidir. Bu düşman böyle bir düşmandır. Onlar bu uygulamalarla Kürt toplumu üzerine korku salmak istiyorlar. Hayır, biz bunlardan cesaret alıyoruz. İntikam almak için hareket ediyoruz. Herkes bu olayı ve bu acı şehadeti böyle ele almalı. Acımızı bu düşmana karşı kin ve nefrete dönüştürmeli, mücadele gücü haline getirmeliyiz. Halkımızın da bu konuya böyle yaklaşacağına ve böyle hareket edeceğine inanıyorum. Yani bu eylem terörist bir eylemdir; Yusif Gulo ve torunları şahsında Kürt halkı hedeflenmiş, Kürdistan Özgürlük Hareketi hedeflenmiştir. Biz bunu biliyoruz; bunun için de bu olay yerde kalmayacak, şüphesiz hesabı sorulacaktır.
Bu eylemde şüphesiz orada kendini garantör güç olarak gösteren ABD ve Rusya gibi devletlerin de sorumluluğu vardır. Türkler bakıyor ki, bu güçler herhangi bir şey yapmıyor, hava sahası zaten Türklere açıktır ve o da Kürt halkına karşı bu tür eylemlere başvuruyor.
Tabii ki onların da sorumlulukları vardır ama biz de kendi sorumluluğumuzu görmeliyiz ve çok daha güçlü tedbirler almalıyız. Nasıl bu vahşi saldırıların önünü alabiliriz, nasıl kendimizi örgütleyebilir; çok daha ileri bir mücadele yürütebiliriz ki, bunların hesabını sorabilelim; Yusif, Mazlum ve Muhammedlerin anısını yaşatabilelim.
ROJAVA’DA GERİ ÇEKİLME GÜNDEMDEN ÇIKARILMALI
Şimdi sorduğunuz soruya ilişkin; bilgimize göre, belli bir düzeyde Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye güçlerinin de yoğunlaşması vardır. Eğer böyle yoğunlaşmaları varsa, inanıyoruz ki Efrîn, Serêkaniyê ve Girê Spî olayları bir kez daha tekrar etmeyecektir. Bu sefer Türklerin müdahalesine gerekli yanıtı vereceklerdir. Bunun için bir tek savaşçıların ve halkın kendine güvenmesi, birbirlerini terk etmemesi ve yalnız bırakmaması gerekmektedir. Rojava’da hem savaşçıların hem de halkın, geri çekilmeyi gündeminden çıkarması gerekiyor. Derinleşme ve yayılma esas alınmalı, bu şekilde direniş yöntemleri yürütülmeli. Eğer böyle bir tarz yürütürlerse, yine özellikle Güney Kürdistan’daki Avaşîn, Zap ve Metîna’da gerçekleşen tecrübeden de biraz istifade ederlerse sonuç alabilirler. Şüphesiz coğrafya aynı değildir; yöntemler farklıdır fakat bu devletin hava saldırılarını nasıl boşa çıkarabileceğin ve onları nasıl tıkatabileceğin bellidir. Bunun için bu tecrübelerden de faydalanırlarsa kazanabileceklerini düşünüyoruz.
Şimdi Rojava güçleri ve tüm Kuzey ve Doğu Suriye güçleri bu gerçekliği görmeli. Çözümü geliştirebilmek ve irade olabilmek için Türkiye’nin müdahalelerine karşı kendilerini savunabilmeli. Yani kendisini savunamayan bir güç, devletlere ‘gelin beni koruyun’ derse kimse o güce hiçbir hak vermez. Eğer Türkiye’nin müdahalelerine karşı savaşır ve savunursa, o zaman Şam’la da çözüm geliştirebilirler. Yani kendilerini çözüm iradesi haline getirmek için kendilerini işgalci devletlerin saldırılarından koruyabilmeleri gerekiyor. Bunun için gerekli olan askeri güçleri, belli bir düzeyde tecrübeleri ve de yurtsever halkları vardır. Burada yalnızca gerekli olan şey, Kürt, Arap, Asuri-Süryani ve diğer halkların omuz omuza vermesi, birbirini bırakmaması ve iradeli bir şekilde durmasıdır. Eğer böyle olursa kazanacaklarına inanıyoruz ve önce yaşanan şeylerin tekrarlanmayacağını umuyoruz.
Türk devleti neden tekrar bunu gündemini aldı ve bir süredir söz etmiyor?
Bunlar daha önceden de belirttiğim gibi aslında Güney’de bir çıkış yapmak, şov yaparak seçimlere gitmek istediler. Türkiye halkı için yaşam şu an bir kriz halindedir ve açlık içerisindedir. Şovenizm dalgasını arttırarak, saldırıları geliştirerek ‘bir zafer elde ettim’ demeye ihtiyacı var. Şimdi Güney’de bunu yapamadığını görünce, bu sefer de Rojava’da yapmak istedi. Rojava da aynı yöntemle karşısında durursa yenilirler. Yani Rojava direnişi de aynı zamanda Türk faşizminin yenildiği ve Türkiye’de demokrasinin gelişmesine vesile olan, Kürt sorununun çözüm fırsatının sunulduğu bir direniş olabilir. Orada yaşanacak direnişin böylesi önemli sonuçları olacaktır. Bu bilinmelidir.
GELİRSE ÖLECEĞİ GÖSTERİLMELİ
Hiç unutmamalıyız ki; en büyük irade halktır. Sadece halkın iradesini doğru yöntemlerle güç haline getirebilmeliyiz ve devreye koyabilmeliyiz. Eğer ki Rojava’nın öncüleri bunda başarılı olurlarsa, savaşın ve direnişin sonucunda da başarılı olacaklardır. Bu konuda umut ve inanç güçlü olmalı. Ve şimdi basına yansıdığı kadarıyla da güçlü bir direnişin gelişme zemini vardır. Soğukkanlı olmalıdırlar ve gerçekten orada Türk devletine bir ders vermelidirler. Türk sömürgeciliğinin bir derse ihtiyacı vardır. Yani ne zaman isterse Kürtlere vuramamalı! Ona, eğer gelirse öleceği gösterilmeli, bunun mesajı verilmelidir. Bu denilmeli ve buna göre hazırlık yapılmalıdır. Bunun için gerekli olan silah da vardır, toprak da vardır, halk da vardır. Yalnızca Devrimci Halk Savaşı temelinde yaklaşırlarsa kazanacaklardır. İnancımız bu yönlüdür.
TÜRK DEVLETİ KÜRTLERİN STATÜSÜNE KARŞIDIR
Türk Savunma Bakanı Hulusi Akar, “Türkiye içinde ve Türkiye dışında Kürdistan adında bir coğrafya yoktur” dedi. Buna rağmen KDP’nin TC ile işbirliğini nasıl görmek gerekiyor, KDP yetkilileri bu gerçeği görmüyor mu?
Şimdi bu gerçeği görüyorlar mı görmüyorlar mı, aslında kendilerine sorulmalı. Yalnız şu gerçek var ki; Türk devleti Kürt halkının bütün kazanımlarına karşıdır ve hiçbir yerde Kürtlerin statü sahibi olmasını istememektedir. Örneğin; 1975’te yapılan Cezayir Antlaşması, Irak ve İran devletleri arasında olmuştur ama bu anlaşmanın üçüncü ve gizli bir tarafı da Türk devletiydi. İşte şimdi, o zamanki Türk generallerin hatıratlarından ve o döneme ait belgelerden Türk devletinin o zaman her iki devletin de yanına gittiğini ve ‘bu otonominin ortadan kalkması gerekiyor’ dediğini biliyoruz. Yani Türkiye’nin de rolü vardır ama o zaman PKK henüz kurulmamıştı.
Yine Türk devleti ile Saddam arasında yapılan bir anlaşmayla istenilmesi halinde Türkiye’nin 5 km içeriye girebileceği konusunda mutabık olunmuştur. Bu anlaşmanın yapıldığı zaman da PKK Güney’de yoktu; pêşmerge vardı.
1983’te de Türk devleti Güney Kürdistan’a yönelik saldırı gerçekleştirdi, dönemsel bir operasyon yaptı. O zaman PKK Türk devletine karşı savaş ilan etmemişti. Bunu pêşmergeye karşı geliştirmişti.
Yani Türk devleti Kürtlerin tüm statüsüne karşıdır. Bu bir gerçektir. Ancak ’92 yılında Türk devleti bizim karşımızda çok daraldı. ‘Ya vur kurtul, ya ver kurtul’ noktasına geldiler. Bu noktada Güney Kürdistan’da da yaşanan gelişmeler sonucu bir yönetim kurulması durumu vardı. Türk devleti bunu bir tek şartla kabul edeceğini belirtti. Neydi o? PKK’ye karşı savaşılmasıydı. ABD araya girdi ve bu biçimde Güneyli güçler ile Türk devletinin ilişkisi gelişti.
TÜRK HÜKÜMETİ KÜRT DÜŞMANLIĞI ÜZERİNE KURULMUŞ
Önder Apo’nun uluslararası bir komployla esir alınmasının ardından biz savaşı durdurunca Türk devleti Güney Kürdistan ile olan ilişkilerini gittikçe zayıflattı ve 2003’e gelindiğinde bölgesel hükümet kurulunca bunu kendisi açısından bir kırmızı çizgi olarak gördü ve ilişkileri tamamen kesti. Bu da ta 2008 ‘deki Zap operasyonuna kadar sürdü. 2009’a gelince tekrardan kırmızı çizgisini kaldırdı, bölgesel hükümet ve KDP ile tekrardan ilişki kurdu. Bunlar gerçeklerdir. Şimdi bazı Güneyli yetkililer, “PKK olmazsa Türk devleti Güney Kürdistan’a veya Rojava’ya saldırmaz” diyor. Tabii bu tartışmalı hususlardır. Çünkü gerçeklik farklıdır. Türkiye’de şimdi AKP-MHP-Ergenekon ittifakı temelinde kurulmuş olan mevcut hükümet, Kürtlerin statüsünü ortadan kaldırmak üzere kurulmuş olan bir hükümettir. Yani sadece Kuzey Kürtlerine değil, bütün Kürtlere karşı kurulmuştur. Buna rağmen sizin de belirttiğiniz gibi özellikle KDP yetkilileri bunu görmezden geliyor ve “PKK olmasaydı, Türkler Güney’e saldırmazdı” diyor.
FEDERE KÜRDİSTAN BAŞBAKANI’NA SORULSUN
Sizin dediğiniz olayın dikkat çekici yanları vardır. Doğru; Hulusi Akar, bütçe görüşmelerinde o sözleri kullandı. İşte HDP’li bir parlamenter Kürdistan’dan bahsetti; o da kalktı Kürdistan diye bir coğrafyanın olmadığını söyledi. Ardından farklı bir parlamenter, “Güney Kürdistan, Irak Kürdistanı da var; buna ne diyorsunuz?” diye sordu. Buna da “ne Türkiye içinde ne de Türkiye dışında Kürdistan diye bir coğrafya var” dedi.
Çok ilginç; aynı gün, yani 16 Kasım günü Federe Kürdistan Başbakanı da Duhok’taki bir panelde konuştu; “Rojava Kürdistanı PKK’den uzaklaşırsa Türkler saldırmaz” dedi. Yani bu konuşmalar aynı gün yapıldı. Peki şimdi Başbakan, Hulusi Akar’ın bu sözlerine karşı ne diyecek? Bir çelişkidir yani. Gerçekler göz önündedir. Gerçeklik nedir? Gerçeklik, bu AKP-MHP hükümetinin bütün Kürtlere karşı olmasıdır. Özellikle de Hulusi Akar, Çerkes olmasına rağmen Çerkesliği de inkar etmiş ve bir tek özelliği vardır; o da Kürt düşmanlığı yapmasıdır. O bir Kürt düşmanıdır. Biz bunu Cizre’de de, daha bir çok yerde de gördük. Bu açığa çıkmıştır.
Yani gerçeklik böyledir ve bu sorunun Federe Kürdistan Hükümeti yetkililerine sorulması gerekir. Türk devleti Kürtlerin bütün kazanımlarını ellerinden almak için şimdi PKK’yi gerekçe olarak gösteriyor. Partimiz onların ve kapitalist modernitenin ‘terör listesi’nde olduğu için bunları söylüyorlar. Esas olarak tüm Kürtlere karşıdırlar. Yani onlar şimdi Rojava’nın statüsüne de karşıdır. PKK’nin orada herhangi bir mevziisi yoktur ama orada da Kürtlerin statüsünü ortadan kaldırmak istemektedirler. Esas mesele budur.
TÜRKİYE İLE ORTAKLIK SONA ERMELİ
Bu programda, bu konuyla ilgili olarak umutlu konuşmak isterdim. “Belki Kürtler arası sorunlar iyiye gider” demek isterdim. Ancak maalesef elimde bunu söylememi gerektirecek bir şey yoktur. Türk devletinin saldırıları doğru; şimdi kırıldı ama Türkiye’yle yapılan ortaklıklar kabul edilemez; bu artık sona ermeli. Şimdi Türklerle yapılan anlaşmalar çerçevesinde güçlerimize karşı pusular atılıyor. Gördünüz, iki kere Xelîfan’da yalnızca yolda giden gruplarımız pusuya düştüler ve şehadete ulaştılar. Orada şehit düşen arkadaşlarımızın hepsi seçkin kadrolardı. Örneğin; Tolhildan arkadaş. Tirbêspiyêli bir arkadaştı. Bir öğrenciydi. Gençliğinde hareketimize katılmıştı. 22 yıldır hareketimizin içerisinde bir çok yerde savaşa katılmış, mücadele yürütmüştü. Özel Kuvvet Üyesi bir kişiydi. Her daim fedai eylem için hazırdı. Hakeza Serdem arkadaş da öyleydi. O da Özel Kuvvetler üyesi olan genç ve seçkin bir arkadaştı.
KDP GÜÇLERİNİN ŞEHİT ETTİĞİ GERİLLALAR
Mesela o arkadaşlar içerisinde Şoreş Mardin arkadaş vardı. Şoreş arkadaş Behdînan’dan Karadeniz’e kadar gitmiş, Samsun’da Türk devletine karşı savaşmıştı. Sonrasında dönüp geldi ama bu sefer de DAİŞ’e karşı savaşmak için Rojava’ya geçti. Sonra orada DAİŞ’le savaşırken bir gözünden yaralandı ve gözünü kaybetti. Avrupa’ya gitti tedavi gördü. Tedavisi bitince Avrupa’dakiler, ‘burada kal, burada çalış’ diyorlar ama o ‘hayır, ben gideceğim’ diyor ve Kandil’e geliyor. Kandil’e gelince, oradaki arkadaşlar da ‘burada kal, eğitim gör’ diyorlar ama o, ‘hayır, Behdînan’da savaş var; gidip Türk devletine karşı savaşacağım” diyor ve yola çıkıyor. İşte bu yolculuktayken Xelîfan civarlarında pusuya düşürülüyor ve pusuda şehit ediliyor.
Brûsk arkadaş da yurtsever bir ailedendir ve iki kardeşi şehittir. Hakeza Şoreş Hakkari arkadaş da aynı şekilde. Axîn arkadaş Mizuri aşiretinden olan genç bir arkadaştır. Saflarımızda kendini yetiştirmiş ve silah kullanımında hakimiyetini sağlamıştı. Silahlar üzerine arkadaşları eğitiyor, onlara ders veriyordu. Ancak aşiretinin diyarlarına geliyor ve oradan Kürdistan’ı savunmak istiyor; bunun için Xakurkê’den yola çıkıyor ama o da şehit düşüyor.
Yani bu insanlar Kürt’tür. Amaçları yalnızca halkına hizmet etmektir. Peki bu insanları böyle pusularda şehit etmek günah değil midir! Vicdan buna nasıl tahammül edebilir! Bunlara artık bir son verilmelidir. Bu tür şeyler artık olmamalıdır. Bu insanların hepsi seçkin kadrolardır. Aynı şekilde bir önceki grup olan Serwer arkadaşların grubu da böyleydi. Yani bu arkadaşlar askeri olmayan bir yerde pusu kurularak şehit edilmişlerdir. Şimdi bunlardan önce yaşanmış olan olaylar da vardır. O olaylar biraz da kontrol dışında, ani karşılaşmalarla gelişen olaylardı. Ancak Xelîfan’daki bu iki olay planlı bir şekilde yapılmıştır. Bunun için de kabul edilemez; insanın Kürtlük adına kabul edebileceği bir şey değildir.
Şimdi bu konuda Sêmalka’da eylem yapan ve çocuklarının cenazelerini isteyen analar var. Tüm o analara selam ve saygılarımı sunuyorum. Doğrusu, bu bizim eksikliğimizdir; yani Kürt siyasetinde yaşanan tıkanıklığı aşmamız ve analarımızın çocuklarının cenazelerini istemelerine, çadırlar açmalarına ve eylem yapmak zorunda kalmalarına yol vermememiz gerekirdi. Bu konuda bizim sorumluluğumuz vardır. O analar karşısında özeleştirimizi veriyoruz. Hem Sêmalka’da hem de Silopi’de sınıra kadar gelen analar şahsında, gerçekten analara karşı sorumluluklarımız vardır ve kendilerine bir kez daha saygılarımızı sunuyoruz.
Tabii bizden istenen bu sorunları çözmemizdir. Ne zamana kadar Kürt Kürt’ü öldürecek! Neden böyledir? 21. yüzyılda yaşıyoruz. Bu yüzyılda dünya alem sorunlarını diyalogla çözüyor. Ayrıca bizlerin arasında öyle ağır bir sorun da yoktur. Sorun nedir? Sorun Türk sömürgeciliğinin teşvikleridir. Yani sömürgeciliğin oyunlarına gelmemeliyiz. Buna bir son vermeliyiz. Bu konuda tek bir şey söyleyebilirim: Bu asırda Kürt’ün Kürt’le savaşı bizim için ayıptır, utançtır. Hiç kimse bunun için çabalamamalı, bu yöntemlere başvurmamalı ve bunlara bir son vermelidir. Beklentimiz budur.
Tabii bu nasıl ve nereye gidecek, bilemiyoruz. Çünkü şu anda mesela bir çok yerde pusular devam etmektedir. Bu pusularda da tıpkı Xelîfan’daki gibi nerede arkadaşları görürlerse onlara ateş açacaklar. Eğer ki şimdiye kadar olmamışsa bu, bizim arkadaşları durdurmuş olmamızdan dolayıdır. Bundan dolayı olmuyor. Yani böylesi kritik ve hassas bir durum vardır. Aslında tehlikelidir. Biz bunun kapsamlı bir savaşa dönüşmemesi için çabalıyoruz ve olmayacağını umuyoruz.