Karayılan: Rojava Devrimi ebediyen yaşayacaktır

Murat Karayılan: Şu anda saldırı tehditleri altında olsa da Rojava Devrimi ebediyen yaşayacaktır. Devrimci halk savaşı yönteminin detayları üzerinde ayrıntılı durup, inanç ve iradeyle savaşırlarsa Türk devletine gerekli cevabı vereceklerine inanıyoruz.

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, ANF’ye verdiği röportajın ikinci bölümünde NATO’nun Türk devletinin katliamcı-soykırımcı siyasetine destek vermekten vazgeçmesini istedi. İsveç’in de Palme cinayeti sonrası yaşananlardan dolayı özür dileyeceğine Kürt karşıtı bu siyasete destek verdiğini belirten Karayılan, Türkiye’nin Suriye’den çıkartılmadığı sürece DAİŞ’in bitirilemeyeceğine dikkat çekti.

Bugünkü değerlendirmesinde Kürt gençlerine Kuzey'deki eyaletlerde gerillaya katılma çağrısı da yapan PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan; Madrid’deki NATO zirvesinde varılan mutabakat, Erdoğan-Putin-Reisi görüşmesi, Türkiye’nin işgal ettiği bölgede DAİŞ çetebaşının öldürülmesi, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin ilan ettiği seferberlik ve 15 Temmuz darbe girişimi sonrası devreye konulan konsept konularında sorularımıza şu yanıtları verdi:

 

Geçtiğimiz günlerde Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üyeliği çerçevesinde çokça tartışmalar yaşandı. NATO’nun Türk devletiyle yaptığı anlaşmayı ve Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı devreye konulan konsept hakkında ne söyleyebilirsiniz?

Doğru, birçok tartışma yaşandı. Bu konuyu çok kapsamlı, detaylarına girerek değerlendirmek istemiyorum ancak şunları belirtebilirim. Esasında Lozan Antlaşması Avrupalı güçlerin öncülüğünde yapıldı. Lozan Antlaşması, Kürt halkının inkar edilmesi anlaşmasıdır. Antlaşmadan bu yana 99 yıl geçti. Bu zaman zarfında Kürdistan’da birçok katliam ve büyük trajediler yaşandı. Bunların hepsinde bu anlaşmanın rolü vardı. Çünkü Kürt halkı bölgedeki en eski ve tarih sahibi bir halk olmasına rağmen yok sayıldı ve inkar edildi. Bu da Kürdistan’da katliam ve soykırım siyaseti yürütebilmeleri açısından sömürgeci güçlerin elini güçlendirdi.

Şimdi hem Madrid’de yapılan NATO toplantısı hem de İsveç ve Finlandiya konusunda yürütülen tartışmalar aslında Lozan Anlaşması’nın onayı olmuş oldu. Yani ikinci bir Lozan gibi oldu. Halbuki bu Kürt halkına büyük bir haksızlıktır. Bu bir vicdansızlıktır. Türk devleti yüz yıla yakındır Kürdistan’da hep devlet terörü yürütüyor, katliamlar yapıyor. Yine de onayladılar. Yani Türk devleti orada Kürdistan’da yürüttüğü soykırım siyasetini onaylatmak istedi. Bu çerçevede Türk devletinin Kürdistan’da işlediği suçlarda NATO’nun ve Avrupalı devletlerin rolü vardır.

Zaten Türk devleti bize karşı sürekli NATO silahlarını kullanıyor. Bu anlamda da destekleri vardır, bu bir hakikattir. Bugün Kürdistan’da bize karşı taktik nükleer silahlar kullanılıyor. Türkiye’ye ait taktik nükleer silah yoktur; NATO bu silahları vermektedir. Biz şimdi gerçekten anlamak istiyoruz; NATO Genel Sekreteri’nin bundan haberi var mı yok mu? Bu silahların Türk devleti tarafından Kürdistan Özgürlük Gerillasına karşı kullanılmasını onaylamış mı onaylamamış mı? Bunun açığa çıkması gerekmektedir. Eğer kendisini sorumlu görüyorsa, bu konuda gerçek neyse açığa çıkartmalıdır. Türk devleti NATO’ya yaslanıyor ve Kürt halkına karşı suç işliyor. Katliamlar yapıyor. Yasaklanmış silahlar kullanıyor. Zaten bu anlaşmadan önce de bir kez söylemiştim ama basın pek dikkate almadı, gündemleşmedi; Türk devleti veto hakkını kullanma meselesinde esasen iki noktayı hedefledi. Birincisi; bize karşı yasaklanmış kimyasal silahları kullanmayı istedi, bu konuda kendilerinden onay alarak herkesi sessizleştirmeyi arzuladı. Çünkü bu konuda en çok ses çıkaranlar İskandinavya ülkeleriydi. Yani onları sessizleştirmek, NATO’ya da bu durumu onaylatmak istedi. İkincisi; Türk devletine dönük kimi ambargolar vardı. Özellikle keşif uçağıyla ilgili hassas denilebilecek teknolojik ürünleri elde edebilmek için bu ambargoların kalkması gerekiyordu. AKP-MHP rejiminin ikinci esas amacı da buydu. Şimdi o anlaşmanın imzalanması, vb. çerçevede öyle çok bir şey elde edememiştir ama bu belirttiğim konularda onay almıştır. Bu bir hakikattir.

İSVEÇ ÖZÜR DİLEYECEĞİ YERDE SOYKIRIM SİYASETİNİ ONAYLADI

Burada şuna da değinmek gerekir; ‘İskandinavya demokrasisi’ diye bir kavram var. Bu, orada böyle bir kültürün olduğuna işarettir. Bunun başını çeken temel devletler de İsveç ve Finlandiya idi. Ancak bu ülkeler doğrusu demokrasi prensiplerini değil, kendi çıkarlarını korumuşlardır. Halbuki özellikle İsveç Kürt halkına karşı borçludur. 30 yıl boyunca “Olof Palme’yi PKK öldürdü” iddiaları altında Kürtlerin hepsini töhmet altında tuttu ve zor durumda bıraktı. Bunları yapmalarına rağmen özür dileyecekleri yerde Türk devletinin soykırım siyasetine karşı sessiz kaldılar ve onayladılar. Bu, onlar açısından bir ayıptır. Gerçekten hiç iyi bir pozisyon ortaya çıkmadı. Bu, onların demokrasi prensiplerinde o kadar da kararlı ve ısrarlı olmadıklarını gösterdi. Olof Palme’nin mücadeleci gerçekliği karşısında gösterilen bu duruş çok düşük bir seviyede kaldı. Bu da bu anlaşmanın ortaya çıkardığı farklı bir yandır.

Esas olarak Kürt halkının, Kürt varlığının, Kürdistan özgürlük kurumlarının Türk devletine dönük herhangi bir tehlike olma durumları söz konusu değildir. Yani Türk devleti, ona dönük tehlikeler olduğu yönünde şüphelerinin olduğunu belirtiyor ama tehlike olarak Kürt varlığından bahsediyor. NATO “biz sadece askeri bir kurum değiliz; aynı zamanda demokratik değerleri de savunuyoruz” gibi ifadeler kullanıyor. Şayet öyleyse o zaman Türk devletine “Sizin terörist olarak göstermeye çalıştıklarınız Kürt halkıdır ve Kürt halkı bir hakikattir; haklarını verin; siyasi çözümü sağlayın” diyebilirdi ama demedi. Neden? Çünkü bu onların çıkarlarına terstir; hesapları vardır. Halbuki Kürt halkı DAİŞ’e karşı savaşta ve genel olarak da Ortadoğu’da demokrasi bayrağının temsil edilmesinde önemli bir rol oynuyor. Ama onların Kürt halkına dönük yaklaşımları, saygısızca ve inkarcıdır. Nankördürler yani.

DERSİM KATLİAMINDA KIZILHAÇ ÇADIR GÖNDERMİŞTİ

Yine sürekli “Biz Türkiye’nin kaygılarını anlıyoruz” diyorlar. Nedir Türkiye’nin kaygısı? Öyle bir şey yok. Onlar Kürtleri öldürmek istiyorlar, Kürtlere karşı terör siyaseti yürütmek istiyorlar. Örneğin Rojava Kürdistanı’nın Türk devletine dönük bir tehlikesi yoktur. Tersine Türkiye’nin kendisi onlara dönük bir tehlikedir. Yine genel Kürt halkı olarak biz Türkiye’ye dönük bir tehlike değiliz. Tam tersine, Türkiye bize dönük bir tehlikedir. Ama Türk devleti NATO üyeliğini kullanıyor ve haklıyı haksız göstermeye çalışıyor. Bu NATO ülkeleri de buna çanak tutuyor. Nasıl ki Dersim’de katliam yapıp 70 bin civarında insanımızı şehit ettikten sonra -ki bu artık tüm kesimler tarafından kabul gören bir şey- o zaman Kızılhaç gibi uluslararası kurumlar Türkiye’ye çadır ve farklı yardımlar gönderiyorlar; “Türkler, dağdaki yabani insanları medenileştiriyor; biz de Türkiye’ye destek olalım” diyorlarsa, bugün de yaşanan gelişmeler aynı durumu ifade ediyor. Şimdi sivillere saldırıyor, onları öldürüyor; bugün de bunları o SİHA’larla yapıyorlar.

Örneğin şu anda her gün Rojava ve Kuzey Doğu Suriye’ye dönük bombardımanlar var. Her gün Başûr’a saldırıyorlar. Ancak kimse ona bu şiddeti niye yürüttüğünü sormuyor; “Kürt meselesi toplumsal bir sorundur ve siyasi olarak çözülmesi gerekir. Niye sen siyasi çözüm değil de ölüm istiyorsun?” demiyor. Kürt meselesini ölümle çözmek isteyen biz değiliz, Türk devletidir. Türk devleti şiddetle, ölümlerle Kürtleri ortadan kaldırmayı ve bu biçimde sorunu çözmek istiyor. NATO, bu tehlikeli kan emici siyaseti onaylamıştır. Bu NATO için bir utanç durumudur. Vicdansızlık, merhametsizliktir. Kürt halkına karşı bir haksızlıktır, burası önemlidir.

NATO ARTIK BU SOYKIRIMCI SİYASETE ORTAK OLMASIN

Çağrımız şudur: Yeter artık! Bu NATO ülkeleri, Avrupa, Amerika Türk devletinin bu katliamcı-soykırımcı siyasetine artık destek olmamalı, ortak olmamalıdır. Ne hakla Türk devletine destek oluyorsunuz? Kirli çıkarlarınız için birçok şeyi harcıyorsunuz. Bunu yapmayın. Biz sizden bir şey beklemiyoruz; biz sadece bu toprakların eski bir halkı olarak bizim de tüm halklar gibi özgür yaşamaya hakkımız olduğunu belirtiyoruz. Başka da kimseden bir şey istemiyoruz. O zaman halkımıza yönelen zulme destek olmamalısınız. Umudumuz ve beklentimiz tüm NATO güçlerinin insani, hukuki ve ahlaki bir yanı olmayan, çıkara dayalı bu siyaseti bırakmasıdır.

Bu ayın 19’unda Tahran’da Putin, Erdoğan ve İran Cumhurbaşkanı Reisi’nin katılacağı bir toplantı gerçekleşecek. Sizce bu toplantının asıl hedefi nedir ve Türk devleti neler talep edecek?

Türk devletinin ne isteyeceği belli. Zira AKP-MHP, rejimlerinin varlığını; Kürt halkı ile Kürt Özgürlük Mücadelesinin bitirilmesinde görüyor. Şüphesiz Tayyip Erdoğan bu toplantıda da hem Rojava’ya yapmak istedikleri saldırı için önlerinin açılmasını hem Başûr ile diğer yerlere yönelik saldırılar konusunda destek isteyecek. Böyle olacağı aşikardır, çünkü bu devlet gece-gündüz bu konuda kafa yoruyor. Çocuklar için açacağı bir ilkokulu bile bu temelde ele alıyor, düşünüyor. Hangi çalışmayı yürütürse yürütsün, ister askeri, ister siyasi, ister diplomasi olsun bütün çalışmaların esasında Kürtler var. Bunu herkesin bilmesi gerekiyor. Bu, öyle sıradan bir düşman değil. Bundan dolayı bütün diplomatik çalışmalarının esası Kürt düşmanlığıdır. Bir başka nokta da şu; Osmanlı’dan bu yana, hatta 180 yıldan bu yana; Mîr Mihemed Rewanduzî ve Mîr Bedirxan Begê Botanî’den bu yana Kürt davasını hezimete uğratıyorlar. Sürekli batılı ve doğulu güçler; Rusya ve Avrupa arasında  oynayarak, bunların desteğini alarak Kürt davasını bastırdılar. Cumhuriyetin kuruluşunda da bu böyledir, hem Sovyetlerin hem batılı güçlerin desteğini, bu durum Osmanlılar zamanında da böyleydi, şimdi de böyledir. Bu siyasetin tarihi bir geçmişi vardır. Türkiye jeopolitik konumunu kullanarak her iki taraftan da destek ve imkanlar peşinde, bu şekilde de Kürde karşı güçlü biçimde gardını almak istiyor.

Her ne kadar bize göre aldıkları bütün destek öyle istedikleri gibi de yürümeyecek ama NATO’dan belli bir düzeyde destek aldılar, şimdi de İran ile Rusya’dan da destek almak istiyorlar. Aynı desteği buradan alacaklarını düşünmüyorum. Neden? Çünkü Türk devletinin Suriye üzerinde kendi hesapları, planları var. Aynı zamanda Suriye ve Irak’ı işgal etmek istiyor. Biraz daha işgal etse, buraları Misak-ı Milli diye himayesine alacak. Türkiye ve İran arasındaki rekabetin 600 yıllık bir geçmişi var, İran kolay kolay bu planı onaylamayacaktır, çünkü aralarındaki bu rekabet hala devam ediyor. Zira İran bölgede güçlü bir devlet olmak istiyor, aynı şeyi Türkiye de istiyor. Bundan dolayı İran, Rojava’yı işgale veya Misak-ı Milli’ye onay vermeyecektir. Til Rifet ve Minbic gibi yerleri almak istiyorlar, şayet bu yerleri işgal ederlerse Halep kuşatma altına alınmış olacak, bunu Rusya da istemeyecek. Çünkü bu durum Suriye’ye de haksızlık olacak. Her ne kadar NATO üyesi Türkiye’nin kime hizmet ettiğini bilse de belki Rusya Türkiye ile pazarlıklar yapabilir, biz böyle düşünüyoruz, çünkü Türkiye’ye de ihtiyacı var. Rusya’nın başka da sorunları vardır, tüm bunlardan dolayı onlarla pazarlıklar yapabilir. Fakat bana kalırsa istedikleri şeyleri orada elde edemeyecek, bunun zayıf bir olasılığı var. Biz Kürt halkı olarak kendi öz gücümüz dışında hiçbir şeye bel bağlamamalıyız ve her türlü gelişmeye de hazır olmalıyız. Yani bunları orada, bunları konuşacaklar. Kısacası Türkiye orada istediği sonuçları elde edemeyecek, belki bazı sonuçlar elde edebilirler, fakat arzu ettikleri gibi olmayacak.

TÜRKİYE SURİYE’DEN ÇIKARILMADIĞI SÜRECE DAİŞ BİTMEZ

Bu arada bir kez daha DAİŞ çetelerinin bir yöneticisi Türk devletinin kontrolündeki bölgede öldürüldü. Bu hususta neler söyleyebilirsiniz?

Bu, başlı başına önemli bir konudur. Biz Türk devletinin DAİŞ’i desteklediğini söylüyoruz. Özellikle de Erdoğan ve Türk istihbaratı MİT DAİŞ ile temas halindedir, eskiden de temas halindeydi ve şimdi de bu ilişki devam ediyor. İkisinin arasında gizli ve derin bir ilişki var. Girê Spî ve Reqa DAİŞ’in elinde olduğunda, duyduğum kadarıyla bu durumu Amerikalı yetkililer de tespit ettiler. Çünkü onlar da bazı tartışmalarda “Şayet biz Girê Sipî ve Reqa arasındaki bağlantıyı, yani Türk devleti ile DAİŞ arasındaki bağlantıyı kesmezsek DAİŞ zayıflamaz” diyorlar. Zaten o zaman YPG –o dönemki adı YPG’ydi- Til Ebyad’ı (Girê Spî) özgürleştirdi ve Kobanê’ye ulaşarak Cizre bölgesi birleşti. Hatırlarsanız buna çok tepki gösterdiler. Türkiye bu adımdan sonra Rojava ve genel olarak da Kürt düşmanlığı yaptı. İşte o dönem Amerikalılar bu tespiti yapmışlardı, şimdi de bu gerçeği herkesin gördüğünü düşünüyorum. Bütün istihbaratlar, koalisyon güçleri, herkes bu gerçeği biliyor fakat seslerini çıkarmıyorlar. AKP, Türk MİT’inin DAİŞ ile işbirliği, ilişkisi var. Şu ana kadar öldürülen üç liderlerinin Türk devleti ve MİT’in hakimiyeti altındaki bölgede ev kurup yaşamaları tesadüf müdür? Bırakın evinin olması hiç kimsenin orada bir gün yaşaması bile mümkün değildir. Biz biliyoruz, orada her şey MİT’in kontrolü altındadır. Bütün giriş çıkışlar! Ama bunlar gidip orada ev alıyorlar, iş güç sahibi oluyorlar ve karargah kuruyorlar. Bu durum bile Türkiye ve DAİŞ’in nasıl iç içe olduğunun ispatıdır.

Diğer taraftan yakalanan birçok kişi karargahlarının Türkiye’nin işgali altındaki bölgede bulunduğunu itiraf ettiler. Bu gerçek bile Türkiye’nin Efrîn ile Suriye’de işgal edilen diğer bölgelerden çıkartılmadığı sürece DAİŞ’in zayıflamayacağını açıkça gösteriyor. Bu, kesinlikle böyledir, tartışma götürmez. Peki koalisyon güçleri bunu görmüyor mu? Bence görüyorlar. İşte bu durum insanda şüphe uyandırıyor. Gerçekten de bu güçler DAİŞ’in bitmesini istiyorlar mı? Eğer istiyorlar önce Türkiye’ye yönelmeliler. Örneğin ABD neden Türkiye’nin gelip Serêkaniyê ve Til Ebyad’ı (Girê Spî) almasına izin verdi? İşte bu yerler DAİŞ’in üsleri haline geldi, DAİŞ’in kendisini yeniden toparlamanın yerleri oldular. Burada çelişkiler var ve insan şüpheye düşüyor. Bizim için gün gibi ortada olan ise bunların birbirleriyle ilişkilerinin bulunması, Türkiye önce onların eliyle Rojava’yı tasfiye etmek istedi, şimdi kendisi bunu yapmaya çalışıyor.

DAİŞ’İ BİTİRENLER TEKER TEKER ŞEHİT EDİLİYOR

Bakar mısınız; Türkiye daha önce DAİŞ’e karşı savaşmış bütün komutanları öldürmek için onların peşine düşmüş. Bununla DAİŞ’in intikamını almak istiyor. Örneğin Mam Zeki, Seyit Hesen, Komutan Zerdeşt, Komutan Dijwar Feqîr; tüm bu isimler Êzidî halkımızın öncüleriydiler, kendileri ve aileleri DAİŞ’in katliamlarıyla yüz yüze kaldı ve bunlar DAİŞ’e karşı savaştılar. Şimdi Türkiye bunların peşine düştü, bunları şehit etti ve diğerlerine de yönelmek istiyor, aynı durum Rojava ve bizim için de geçerli. DAİŞ’in bitirilmesinde kim belirleyici rol oynadı? Rêber Apo’nun fikirleri rol oynamadı mı? Seferberlik ilan eden Rêber Apo değil miydi? Rojava ve Bakur’dan (Kuzey Kürdistan) gençler DAİŞ ile savaşa katılıp şehit düşmediler mi? Bu temelde Şengal, Maxmur ve Kerkük’e müdahale etmedik mi? Rêber Apo’nun çağrısıyla Kobanê’ye destek vermedik mi? Şimdi Rêber Apo işkence sistemi altında. Peki bu sistem ABD ve Avrupa devletlerinden uzak mı? Hayır. Onların da bununla bağlantısı olduğunu biliyoruz. İmralı zindanı sadece Türk devletinin midir? Hayır, bu zindanın uluslararası bir boyutu da var. Bunlar değil miydi Serok Apo’yu Türkiye’ye verenler? Orada (İmralı) olan-biten her şey de onların bilgisi dahilinde cereyan ediyor. DAİŞ’in imparatorluk kurmasını engelleyen bütün isimler Türkiye’nin hedefindeler, şimdi bu büyük haksızlık değil midir? NATO da DAİŞ ile Mücadele Koalisyonu da, diğerleri de, hiç kimse sesini çıkarmıyor, hatta Türkiye’nin önünü açıyorlar. Bunlar çelişkili mevzular. Fakat bu iki gücün; Türkiye ve DAİŞ’in işbirliği halinde olması aşikardır. Türkiye’nin kontrolü altında DAİŞ yeniden toparlanıyor, istirahat ediyor ve kendisini yeniden örgütlüyor, halklara karşı iki güç birlikte savaş yürütüyor. Bu gerçeği artık hiç kimse örtbas edemez.

KUZEY VE DOĞU SURİYE DEVRİMCİ HALK SAVAŞI VERMELİ

Rojava Devrimi 10’uncu yılına girdi, fakat bu yılda da Türkiye’nin Rojava üzerindeki tehditleri sürüyor. Saldırı tehditlerine karşı Demokratik Özerk Yönetim de olağanüstü hal ilan etti. Bu konulardaki görüşleriniz nedir?

Başta Rojava Devrimi’ni, böyle bir devrimin ortaya çıkmasını Kürt halkına, Arap halkına, Asuri-Süryani halkına, Ermeni halkına ve diğer bütün topluluklara kutluyorum. Her ne kadar Rojava Devrimi ilk başta kansız biçimde gerçekleşmiş olsa da daha sonra çok saldırıya uğradı. Düşmanın saldırıları gelişti ve buna karşı da büyük bir direniş, savaş ortaya çıktı, büyük bir cesaret sergilendi ve 11 binden fazla şehit verildi. Rojava Devrimi ile Kuzey ve Doğu Suriye Yönetimi’nin bütün şehitlerini Şîlan Kobanê, Xebat Dêrik, Gelhat Gabar, Arîn Mîrkan, Ferhad Şiblî yoldaşların şahsında anıyorum. Onların anıları Rojava Devrimi’nin şahsında yaşıyor. Her ne kadar şu anda saldırı tehditleri altında olsa da Rojava Devrimi kalıcı olacak ve ebediyen yaşayacaktır. Çünkü Rojava Devrimi geçtiğimiz 10 yıllık süreçte birçok aşamadan geçti, birçok saldırıyla yüz yüze kaldı fakat çok önemli gelişmelere de imza attı. Siyasi, askeri ve toplumsal alanlarda dikkat çekici başarılar elde etti. Her şeyden önce onlar ilk darbeyi; imparatorluk kurmak isteyen DAİŞ’i devletine vurdu. DAİŞ insanlık için olduğu kadar bölge için de büyük bir tehlikeydi. Fakat QSD ve Rojava Devrimi bu tehlikeyle göğüs göğüse gelerek DAİŞ’i hezimete uğrattı, DAİŞ’in başkentini özgürleştirdi ve Arap halkını onların esaretinden kurtardı.

Ayrıca savaşın ortasında kendi sistemini de kurması gurur kaynağıdır. Rojava’da kurulan sistemin birçok dikkat çekici; bölge, hatta dünya için örnek olabilecekler yönleri vardır. İlki; demokratik ulus sistemidir. Yani ulus devlete alternatif olarak demokratik ulus geliştirildi. Gördüğünüz gibi şu ana kadar Kürtler, Araplar, Çerkesler, Asuri-Süryaniler, Türkmenler, Ermeniler hep birlikte bir ulus kuruyorlar, demokratik bir ulus kuruyorlar. Birçok kişi “Türkiye gelip Serêkaniyê’yi alırsa belki bu ittifak dağılır” diyordu, ancak tam tersine bu ittifak daha da perçinleşti, güçlendi. Öyle görünüyor bunlar birbirlerini daha güçlü tutacaklar. Bu yeni bir ulustur ve aslında bütün dünyaya da örnektir. Dar ulusçuluk öldürmeyi, kan dökülmesini, ırkçılığı ve zulmü ortaya çıkarıyor. Bu, doğru bir yol değildir, kötülüktür. Demokratik ulus ise halkların kardeşliğini, halklar arasındaki barışı, güzelliği, birbirini kabul etmeyi, çok renkliliği, zenginliği ve demokrasiyi temsil ediyor. Bundan dolayı herkes için çok önemli ilginç bir örnektir. Diğer bir yönü de Kuzey ve Doğu Suriye Devrimi kadın devrimi olarak gelişti. Kadın sistemi ve eşbaşkanlık sistemi gelişti. Bu da bütün dünya için örnek olabilecek yeni bir sistemdir. Demokrasi ancak kadın ve erkek eşitliği temelinde, kadın özgürlüğü temelinde inşa edilir. Bunun gelişimi kendisiyle beraber demokratik bir toplumu da inşa eder, demokratik ulus da böylelikle tamamlanmış olur. Kadının öncülüğü bu anlamıyla önemli bir rol oynuyor. Rojava Devrimi’nin daha birçok yönünü sayabiliriz, fakat bu yönleri askeri başarılarla birlikte önemli gelişmedir. Bundan dolayı komşu devletler, özellikle de Türk devleti ona düşmanlık besliyor. Çünkü yapısını ve demokrasisini kendisine tehlike olarak görüyor. İçinde Kürt kimliğinin kabulü de var, zira demokratik ulusta bütün kimlikler özgürdür. Bu durum onu Türk devleti hedefi haline getirmiş.

Onlar tüm bu gelişmeleri olağan şartlarda değil, savaş ortamında elde ettiler. Bir yandan savaştılar, diğer yandan da kendilerini inşa ettiler, halklar arasındaki ilişki düzeltti, bir sistem ortaya çıktı. Bu önemli ve tarihi bir olaydır. Her türlü saldırıya karşı ayakta kalabileceğini düşündüğümüz güçlü bir temeli vardır. Türk devleti bu devrimi tehdit ediyor, Tahran’daki toplantıda da bunu yeniden gündeme getirecektir. Fakat şunu söyleyebilirim, duyduğum kadarıyla Özerk Yönetim seferberlik ilan etti, bu önemlidir. Bu karar devrimci halk savaşına göre kendilerini hazırladıklarını gösteriyor, bence bu çerçeveyi esas alırlarsa kesinlikle başarılı olacaklar. Yani halk ve savaşçılar, Kuzey ve Doğu Suriye’deki bütün topluluklar birbirlerini tutmalı, böyle olursa hiçbir güç onları yenemez.

(Gülerek) Diğer yandan merak etmesinler; Türk devleti en seçkin güçlerini, enerjisini Medya Savunma Alanları’nda harcadı, onlar burada takatsiz hale getirildi, bundan dolayı orada öyle çok savaşabileceklerine inanmıyorum. Kendilerine güvensinler, birbirlerine güvensinler, devrimci halk savaşı yönteminin detayları üzerinde ayrıntılı durup, inanç ve iradeyle savaşırlarsa Türk devletine gerekli cevabı vereceklerine, halkların Türk devletinin el uzatmasına gerekli cevabı verip başarı olacaklarına inanıyoruz. Oradaki halkımız bu güçlü birliktelikle kesinlikle zafer elde edecektir. Bu temelde Kuzey ve Doğu Suriye’deki bütün halklara başarı dileklerinde bulunuyorum.

HDP BİR GÜÇ HALİNE GELDİĞİ İÇİN ONLARI KORKUTUYOR

Geçtiğimiz günlerde Süleyman Soylu bir Türk kanalında HDP hakkında konuştu. Sizin HDP Eşbaşkanı Pervin Buldan’a kaset halinde talimat gönderdiğinizi iddia etti. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

Şimdi Türk devleti, özellikle de AKP-MHP hükümeti Kürdistan’da soykırım siyasetini hakim kılmak istiyor. Bunun için faşist rejim Türkiye ve Kürdistan’da halkların kimlik mücadelesini özellikle de Kürt halkının kimlik mücadelesini yürüten herkesi terörist ve örgüt üyesi olarak lanse ediyor. Hatta sadece Kürtler değil, Türkiyeli sol, sosyalist, demokrasi yanlısı, Kürt halkına özgürlük isteyen kesimleri de aynı çerçeveye koyup hepsini hedefliyor, onları da tasfiye etmek istiyor. Neden? Çünkü bunları önünde engel olarak görüyor. Önceden, mesela 90’lı yıllarda, hatta 90’lardan sonra da bir dönem “silah bıraksınlar, ovaya insinler ve siyasi yollardan Kürt kimlik mücadelesini yürütsünler” diyorlardı. Şimdi özellikle AKP-MHP döneminde hem dağ yani gerilla güçlerini hedefliyorlar hem de siyaset alanını hedefliyorlar. Çünkü Kürdistan’da soykırım siyasetini esas alıyorlar ve hiçbir şey bırakmak istemiyorlar. Kürt özgürlük davasını savunan Türkiye solu ve sosyalist hareketleri de hedef alıyorlar. Faşizm şimdi bu biçimde kendini kalıcılaştırmak istiyor. Yani Kürdistan özgürlük mücadelesi ve Türkiyeli demokratik-sosyalist çevrelerin tasfiyesi temelinde rejimini kalıcılaştıracak. Tüm çabası bu temeldedir ve buna göre özel bir savaş yürütüyor.

Bu çerçevede HDP’den de korkuyorlar. Neden? HDP ilk kez Kürdistan halkının özgürlük mücadelesi ile Türkiye sosyalist hareketinin önemli bir kısmını birleştirdi. Türk devleti eskiden beri bundan çok korkuyordu. Şimdi HDP’de bu birleşti ve bir güç halini aldı. Bunun için bir büyüme yaşadı. Bu nedenle HDP’yi küçültmek ve marjinalleştirmek istiyorlar, belki tümden ortadan kaldıramazlar ama yüzde 10’un altına düşürmeyi çok istiyorlardı. Ancak bunu da başaramadılar. Bunun için HDP’ye dönük saldırıları yoğunlaştı.

HDP KENDİSİNİ YÖNETİME ADAY GÖRMELİ

Bu konuda görüldüğü kadarıyla yasal bir demokrasi hareketi olarak HDP’nin de belli düzeyde bir direnişi vardır. Baskılara ve saldırılara karşı kendini savundu; prensiplerini korudu. Belli bir toparlanma yaşadığı da görülüyor; son kongresi de bunu gösteriyordu. Fakat bence HDP, her şeyden önce kendisi kendi önündeki barajları kaldırmalı. Yani her şeyden önce kendileri kendi önlerine bir baraj koyuyorlar. Örneğin “Anketlere göre yüzde 12-15 arası oy alıyoruz” diyorlar. Kendi önlerine böyle barajlar koymamalılar. Esas potansiyelleri çok daha fazladır. Yüzde 20, 25, hatta daha fazla vardır. Benim görüşüme göre kendilerini yönetime aday görmeliler. Böyle çok daha güçlü ve inançlı bir biçimde hareket etmeliler.

Onların çalışmaları bellidir; yasal-demokratik-siyasi çalışma yürütüyorlar. Türk devleti sürekli PKK’yle bir oldukları, vb. şeyler iddia ediyorlar. Böyle bir şey yoktur; bunların hepsi yalandır. Bakıyorsun; cesaretli bir çıkış yapan bir milletvekili oluyor; hemen onun için ‘örgüt üyesi’ diyorlar. Mesela kadın hareketi korkusuzca mücadele yürütüyor; aynı şekilde üzerlerine gidiyorlar. Yani Türk devleti hep bu temelde siyasi bir soykırım yürütüyor ve HDP’ye dönük sürekli bir özel savaş geliştiriyor.

EĞER VARSA SOYLU O KASETİ YAYINLASIN

Sorunuzda belirttiğiniz sözler ise aynı bu temel üzerinden söylenen sözlerdir. Süleyman Soylu yalan söylüyor. Bu konuda şunu söylemek istiyorum; Eğer Süleyman Soylu, yalancı bir şarlatan ve iftiracı değilse, buyursun o konuşmasında benim Pervin Buldan’a gönderdiğimi iddia ettiği kaseti yayınlasın. Sayın Pervin Buldan HDP’nin eşbaşkanıdır; bir rol ve misyonu vardır. Kürt halkının yasal demokratik özgürlük mücadelesinde yeri olan bir insandır. Böyle iddialarla onun üzerinde baskı yapmak ve özel bir savaş yürütmek için iftira atıyorlar. Eğer öyle değilse kaseti sunsun.

Şunu da belirtmek gerekiyor ki, sadece bu yalan değildir; bu kapsamda belirttikleri her şey yalandır. Yalan ve dolanlar üzerinden HDP’yi daraltmak ve hatta kapatmak istiyorlar. İşte Kobanê davası, vb. şeyler adı altında bunların hepsini yürütüyorlar. Bütün bu yalanlarla Türkiye’deki demokrasi ve sosyalizm mücadelesini alt etmek istiyorlar. Hedefleri budur. Bunun için bir kez daha açıkça söylüyorum; öyle bir şey yoktur; öyle değilse, kameralar karşısında açıkça konuşan bir bakandır; yine kameralar karşısında o dediği kaseti göstersin. Eğer bunu yapmazsa o bir şarlatandır, bir yalancıdır, bir iftiracıdır.

Türkiye’de 15 Temmuz 2016’da bir darbe girişimi yaşandı, sonrasında da AKP-MHP bir soykırım konsepti geliştirdi. Bu darbe girişimini ve bu altı yıllık süreci nasıl ele alıyorsunuz?

Evet, Türkiye’de bir darbe oldu fakat hangi darbe? Özünde Türk devleti, Erdoğan’ın eliyle Dolmabahçe Mutabakatı’nın reddederek Kürtlere yönelik katliamlar geliştirme kararı aldı. O dönem devlet içindeki sağ, sol, milliyetçi, Türk-İslamcı, bütün kanatlar İttihat-Terakki çerçevesinde bir araya geldi. Fethullahçılar bunun dışında bırakıldı, onlar da bunu görüp bir şeyler yapmaya kalkıştılar ancak bunlar da bunu fark etti ve tuzak kurmak istediler. Fethullahçılar hareket geçince de yöneldiler ve onları tasfiye ettiler. Esasında darbeye karşı darbe gerçekleştirdiler. “Bu Allah’ın bir lütfudur” diyen Tayyip Erdoğan değil miydi? Zaten bir darbe yapmak istiyorlardı ve bu da onlar için vesile oldu. 20 Temmuz’da da bu süreci tamamladılar, sistemlerini soykırım üzerine inşa ederek ve yeni bir konseptle harekete geçtiler. Dikkat ederseniz bir ay sonra, 26 Ağustos 2016’da bu konseptin startını verdiler. Önce Cerablus’a saldırdılar, 5 gün sonra da Etruş’a; Güney Kürdistan’a saldırılar başladı.

Yeni konseptin bir girişimi olarak Fethullahçıların üzerine gidip onları ezdiler, hepsini linç ettiler. Aslında bunlar bir dönem ortaktılar, bir plan çerçevesinde Fethullahçıların harekete geçtiklerini görünce de tuzağa çekip onlara yöneldiler. Onlara yönelik de vahşi bir yönelim içinde oldular. Fakat özünde Kürt halkına ve Kürdistan Özgürlük Hareketi’ne yönelik bir savaş yürütmek için bu konsepti geliştirdiler.

GENÇLER KUZEYDEKİ EYALETLERDE GERİLLAYA ULAŞABİLİR

Son olarak şunu söylemek istiyorum; Şimdi bizler bu soykırım konseptine karşı 6 yıldır direniyoruz, Rêber Apo 6 yıldır İmralı’da direniyor. Zindanda olan arkadaşlarımız üzerinde bir zülüm var, bütün arkadaşlara yöneliyorlar. Cezaları biten arkadaşları bile serbest bırakmıyorlar, bu durum neden ortaya çıktı, neden böyle yapıyorlar? Neden 90’larda bile böyle bir durum yokken, şimdi bunu yapıyorlar? Çünkü şimdi yeni bir siyaset; Kürt halkını soykırımdan geçirme ve Türkiye devrimci hareketini bir kez daha tasfiye etme konsepti var. Bundan dolayı bütün zindanlarda böyle bir zulüm ve İmralı’da da böyle derin bir sistem yürütüyorlar. Aynı şekilde de bize yönelik bu konsept çerçevesinde 6 yıldır bir yönelim içerisindeler. Ondan 1 önce 2015’ten bu yana bir savaş yürütülüyordu fakat 2016’dan bu yana bu konsept çerçevesinde bir savaş söz konusudur.

Onlar bu savaşta bizi hızlıca tasfiye etmeyi amaçladılar, “2017 Nisan’ına kadar PKK kalmayacak, hiç kimse PKK’yi ağzına alamayacak” diyen Süleyman Soylu değil miydi? Buna daha 2016’da söyledi ve tarih olarak da bir sonraki Nisan ayını verdi. Hala aynı konsepti yürüyorlar ve aynı sözleri sarf ediyorlar. Ancak onlar başarılı olamadılar, halkımız, hareketimiz başarılı oldu, Rêber Apo’nun çizgisi bir kez daha başarılı oldu. Diğer taraftan kendimizi kandırmamalıyız, bu süreç hala devam ediyor. Şu anda Erdoğan-Ergenekon rejimi yıkılmakla karşı karşıyadır. Son bir şans olarak devletin bütün imkanlarıyla; ellerindeki bütün silahlarla, yasaklı bütün silahlarla, işbirlikçi Kürtlerin ve küresel güçlerin desteğiyle hareketimize bir darbe vurmak istiyorlar. Ancak şimdi iş işten geçti. Zap, Metîna ve Avaşîn’de ortaya çıkan direniş aslında onlara gerekli yanıtı verdi ve onların asla başarılı olamayacağını gösterdi. Şüphesiz burada bizim de bazı eksikliklerimiz var, halk boyutunda eksikliklerimiz var, diğer eyaletler daha güçlü ve daha gür olmalı, burada eksiklikler bulunuyor. Özellikle Kürt gençlik mücadelesi, kadın mücadelesi ve genel olarak toplumsal mücadelenin daha da güçlenmesi, büyümesi gerekir. Zap, Metîna ve Avaşîn aynı zamanda herkes için bir çağrıdır, örneğin gençlere bir çağrıdır. Gençlerin bu çağrıyı doğru ele alıp katılmaları gerekir. Her Kürt genci bugün Kuzey Kürdistan’da yurt dışına çıkamayabilir fakat eyaletlerde gerillaya ulaşabilir. Bulunduğu yerde de özgürlük ve demokrasi mücadelesini günümüzün olanaklarına göre yürütüp, mücadeleyi daha da büyütebilir. Her zamankinden daha fazla bugün Rêber Apo’nun çizgisi etrafında kendimizi örgütleyip birlik olmalıyız. Bu tarihi dönemde özgürlük ve demokrasinin zaferini garanti altına almak için herkes sorumluluklarını sahip çıkmalı. Şayet böyle bir yaklaşım olursa kesinlikle zafer bizim, Kürdistan halkının, halkların olacaktır.