Kızıl bir silahşör Zeyno!

Gerilla Zeynep Amanos, sadece mermi sıkmıyordu düşmanına, yaralı olan yoldaşlarını da peşinden sürükleyerek kurtarma derdindeydi. Ona göre bir savaşçı son anına kadar yaşamı savunmalıydı.

Kuşandı beline evrenin en güzel dengesini sağlayan yeşil kuşağını… Kılıcına son bir kez daha baktı ve beklediği anın bu olduğuna karar kılarak gözlerini hedefe dikti. Belinden yavaşça ve sakince çıkarttı kılıcını. Bir kez daha bileğine baktı, bu kez daha da sıktı yumruğunu ve iyice kavradı kılıcı. İleriye baktı, en ilerisine tepenin, en yükseğine. Son bir kez daha Heftanin’e baktı. En derin ilk nefesini aldı.

Sarı başakların ortaya koyduğu örgüsünü açtı ve rüzgara yön verdi saçlarıyla. Gökyüzünü andıran derinlik ve mavilikteki gözleri de, tüm doğaya odaklanan kulakları da, kılıcı kavrayan elleri de farkındaydı ne yaptığının. O bu topraklarda ki ne ilk savaşçıydı ne de son savaşçı. Ne ilk kılıç çekendi puştluğa, namertliğe ve kalleşe ne de son. Ölümsüzlük iksirini içmeye yeminli ne ilk gerillaydı ne de son. Kendini, yarın için yaşayacak olan özgür çocuklara ne ilk adayandı ne son adayacak olandı. Ne kanımızla kızıllaşan topraklar, ne savaşımımızla yeşil kalan ağaçlar, ne de bedel veriyoruz diye düşünmeden özgürce öten kuşlar ne de tepenin yamacında bekleyen gerilla yoldaşları biraz sonrayı tahmin edemiyordu.

Yılların asalet kokan bir varlığı; Heftanin’in Kartal Tepesin’ de, yılların çürümüşlük ve ihanet kokan işgalcilerine, toprak düşmanlarına, adalet düşmanlarına, ahlakın ve vicdanın düşmanlarıyla karşı karşıyaydı. Yüreğine ferman vermiş, göğsünün tam üzerine cesaret nişanesi olan PKK’nin kızıl rozetini takmıştı. Savaşan o değildi. Savaşacak olan yüzyılın derin öfkesiydi. Yürümeye başladı ve sıktı kılıcını. Bir silahşor yürüdü Heftanin’in Kartal Tepesinde, ölmeye gelen işgalci Türk Ordusunun askerlerinin üzerine.

Acımak yoktu, merhamet yoktu, zayıflık yoktu, gözyaşı yoktu, duygusallık yoktu. Çünkü burası Kürdistan ülkesiydi. Uğruna ölebilecek kadar çok sevdiğimiz bir yaşamı yarattığımız yerdi. Burada ne zayıflığa ne de duygusallığa yer vardı. Burası Heftanin’ de bir cengin tam ortasıydı. Ve ceng meydanında; lanetin ve kutsallığın kavga ettiği toprakların doğurduğu, sevginin güçlendirdiği, PKK’nin yetiştirdiği, özgürlüğün ruh verdiği bir kadın yeniden doğdu. Kartal Tepesinde kızıl bir silahşor oldu Zeyno.

Topağın kızıllığına sürdü kılıcını ve iki eliyle kavradı. Önce kendi avucunu kanattı. Ve akıttığı o kutsal kanını sürdü alnına. Yoldaşlarının canını almaya gelenlerle tek tek savaştı Zeyno. Tek tek tüm hepsinin yüzlerini gördü de öyle değdi kılıcı işgalcilerin boynuna. Tek tek hesaplaştı onların çürümüş etten ibaret olan yürekleriyle. Zaman, Tanrı dışında bir şey değildi şimdi. Ve zamanı yok etmişti. Ortada sadece an kalmıştı.

Gerilla Zeynep Amanos, sadece mermi sıkmıyordu düşmanına, yaralı olan yoldaşlarını da peşinden sürükleyerek kurtarma derdindeydi. Ona göre bir savaşçı son anına kadar yaşamı savunmalıydı, yaşamda ısrarcı olmalıydı ve an’ ı geldiğinde bağrını ölümsüzlüğe sonuna kadar açıp kendini uğruna savaştığı toprağa feda etmeliydi. Kızıllıklar içinde kalan yoldaşlarını kurtarma peşinde, kendisinden akan kanın farkında bile değildi. Öyleydi ya, yaralar daha sıcakken inletmez kimsenin bedenini. O yüzden yaralandığının hiç farkına varmadı gerilla Zeynep ve bir Tanrıça bereketinde aldı tüm yoldaşlarını bağrına. O yeşil şutıki ile sildi tek tek kanlarını.

İşgalciler, 11 Temmuz günü yenilmiş bir şekilde tepeden inemediler, çünkü hepsi Gerilla Zeynep ve yoldaşlarının kılıçlarıyla kanları yere dökülmüş ve çürümüş bedenleri Kürdistan toprağına serilmişti. Ve Kartal Tepesi, gerilla Zeynep, Gerilla Evin, Şoreş, Gever, ve Hozan’ın direnişine sonuna kadar açtı gözlerini.

Düştü kılıcı elinden Zeynep’in, bir şövalye asilliğinde bağrını yırtarcasına bağırdı en yüksekten tüm Heftanin güzelliğine; “Biji, Biji Serok Apo!” dedi. Ve örttü o sapsarı saçlarıyla, yoldaşlarının yeniden yeşillenmeye aday olan bedenlerini.

Ve zaman; yeni tarza bürünen gerillanın kadınca rengiyle direnmeye bıraktı kendini.