'Mezar nöbeti de tutarız'

Medeniyetler Beşiğinde Yakınlarını Kaybeden Ailelerle Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (MEBYA-DER) Eşbaşkanı Şeyhmus Karadağ, gerekirse mezarlıklarda nöbet tutacaklarını söyledi.

Türk devletinin HPG gerillalarının mezarlarına dönük gerçekleştirdiği saldırılara tepkiler sürüyor.

Türk devletinin Kürtlerin cenaze ve mezarlarına dönük saldırıları, bir kirli savaş yöntemi olarak geçmişe dayanıyor. Özellikle HPG gerillalarının cenazelerini teşhir ederek işkence etme ve mezar taşlarını kırmaları, son yıllarda artış gösterdi. Garzan Mezarlığı'ndan 19 Aralık 2017’de 267 HPG gerillasının cenazeleri iş makineleriyle çıkarılıp İstanbul Adli Tıp Kurumu’na (ATK) gönderildi. 262 cenazenin 2 yıl boyunca tutulduğu ATK'den 13 Aralık 2019’a kadar 10 aileye cenazeleri teslim edildi. 252 cenaze ise halen orada tutuluyor.

Şırnak'ta öz yönetim direnişleri döneminde Hacı Lokman Birlik'in, Muş'un Varto ilçesinde HPG gerillası Ekin Wan’ın cenazelerine yapıldığı gibi işkenceden de kaçınılmıyor.

Mezarlara dönük saldırıların ardı arkası kesilmiyor. Ramazan ayında bile sürüyor. Geçen hafta içi Amed'in Silvan, Van'ın Erciş ilçelerinde ve Muş'un merkeze bağlı köylerinde mezarlara saldırıldı. Kimi aileler ve köy muhtarları da karakollardan aranarak gidip kendi çocuklarının mezarlar taşlarını kırmaları istendi. Kırılan mezar taşlarının fotoğraflanıp karakoldaki askerlere gönderilmesi de eklendi.

Medeniyetler Beşiğinde Yakınlarını Kaybeden Ailelerle Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (MEBYA-DER) Eşbaşkanı Şeyhmus Karadağ, İnsan Hakları Derneği (İHD) Amed Şube Başkanı Av. Abdullah Zeytun ve Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) üyesi Av. Muhittin Muğuç, konuyla ilgili ANF'ye konuştu.

MEBYA-DER: ÖZEL SAVAŞ KONSEPTİ

MEBYA-DER Eşbaşkanı Şeyhmus Karadağ, Türk devletinin aslında bu saldırılarla Kürt halkına, insanlığa karşı hangi noktada durduğunu alenen gösterdiğini belirterek, bir özel savaş konseptinin devrede olduğuna dikkat çekti. Yıldırma ve korkutma politikasının yürütüldüğünü ifade eden Karadağ, şunları kaydetti: "Bu saldırılarla 'Ölünüze sahip çıkmayı da sizlere yasaklıyoruz' diyorlar. Bırakın demokratik hakları talep etmeyi, insani değerleri talep etmeyi de baskılayarak toplumu tamamen sessiz kalmaya zorluyorlar. Ekonomik krizi ve siyasal çıkmazı, Kürt halkına karşı yürüttükleri kirli savaşla kapatmaya çalışıyorlar. Toplumun refleksini ölçüyorlar. 'Bir tepki yoksa bunu daha ileri bir boyuta götürebilir miyiz' düşüncesi hakim onlarda."

BİR İNSANLIK SORUNUDUR

Ölü gömme ve mezara saygının hukuksal bir hak olmanın ötesinde toplumsal değerlerin bir gereği olduğunu söyleyen Karadağ, "Bunu hak ile izah edemezsiniz. Bu sadece bir ailenin ya da kurumun sorunu da değildir. Bir insanlık sorunudur. Vicdan ve ahlak sorunudur. Devlet bu uygulamalarla insanlık değerlerinin karşıtı bir pozisyonda kendini konumlandırıyor. Kürt halkı üzerinde ‘Çöktürme Planı’ uygulanıyor. Bu saldırıları Maxmûr ve Zinî Wertê'ye dönük saldırılardan da ayrı düşünmemek gerekir. Tüm bu saldırıların aynı zamana denk getirilmesi de bunu gösteriyor. Komple bir saldırı konsepti var" şeklinde konuştu.

GEREKİRSE NÖBET TUTARIZ

Kurum olarak her değere saldırının karşısında olacaklarının altını çizen Karadaş, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bunu her türlü yol ve yöntemle teşhir ediyoruz, etmeye de devam edeceğiz. Bir süre önce sosyal medyada kurum öncülüğünde ‘MezarımDeğerimdir Dokunma' adında bir çalışma yürütüldü. Duyarlılık oluşturmaya çalışıyoruz. Koronavirüsü salgınından dolayı fazla hareket etme alanımız yok ama gerekirse tekrardan mezarların başında nöbet tutarız. Ailelerle diyalog halindeyiz. Biliyorsunuz, mezar aynı zamanda dini bir hassasiyet içeriyor. Onun için dini kurum ve temsilcileriyle ne yapılır üzerinde tartışmalarımız var.

SALDIRILARA SESSİZ KALMAYACAĞIZ

Ne olursa olsun bu saldırılara sessiz kalmayacağız. İktidarın kendi kirli politikalarını çocuklarımızın mezarları üzerinde yürütmesine izin vermeyeceğiz. Diğer kurum, sanatçı, akademisyen, aydın, dini kanaat önderleri ve siyasi partiler de bu durum karşısında tepki göstermeli. Biz kurum olarak hem hukuki sürecin işletilmesinde takipçi olacağız hem de ailelerle dayanışma içinde olacağız."

AİLELER İLE İLETİŞİM HALİNDEYİZ

Aileler ile iletişim halinde olduklarını söyleyen Karadağ, "Aileler mezarlara saldırı olunca derneği arıyor. Destek talebinde bulunuyorlar. Kimi aileler de 'Allah belalarını versin. Ne yapabiliriz ki?' diyor. Yani hukuki bir sonuç alınacağına inanmıyorlar ama biz de diyoruz ki, her türlü yöntemi deneyelim. Suç duyurusunda bulununca kayıtlara geçiyor. Yarın öbür gün hem iç hukukta hem de uluslararası hukukta takibi yapılabilir. Bunlar hepsi belge oluyor ve tarihe geçiyor. Geçmişte çokça yapılan insanlık dışı uygulamalara ilişkin çoğu zamanında gerekli başvurular yapılmadığı için şimdi de bir şey yapılamıyor. Bu, bir yol ise onu da denemek gerekir" şeklinde konuştu.

DİYANET NE DÜŞÜNÜYOR?

Mezarlıklara saldırıların tükenmişliğin göstergesi olduğunu savunan Karadağ, şunları dile getirdi: “Yani bir mezarı ailenin gözleri önünde parçalamak ya da ailenin kendi eliyle yıktırmasına neden olmak ne ile izah edilebilir? Sosyal bilimciler, ilahiyatçılar bu konuyu nasıl değerlendiriyor açıkçası biz de çok merak ediyoruz? Bir mezardan ne istenebilir ki? Yarın öbür gün hiçbirimiz birbirimizin yüzüne bakamayız. Aile, kendi çocuğunun mezarını yıkarak yıllarca onun psikolojik ağırlığı altına kalacak. Bunu yaptıranlara karşı tepki azalmayacak. Aksine öfke birikecek. Bu öfke patladığında hiç kimse altından kalkamaz. Çok merak ediyoruz, Diyanet Başkanlığı bu konuda ne düşünüyor acaba? Bunun dini açıklamasını nasıl yapıyorlar? Demokratik kamuoyuna da seslenmek istiyoruz; Yeni saldırı duyumları geliyor. Eğer güçlü bir tepki gösterilemezse durum çok daha vahim bir hal alabilir.”

ARDINDAKİ KÖTÜLÜĞA AKIL ERMİYOR

İHD Amed Şube Başkanı Av. Abdullah Zeytun ise mezarlıkların tahrip edilerek isimlerin, yazılamaların silinmesi, yıkılmasının hukuki norm, toplumsal inanç ve değerler ile hiçbir koşulda izahatı olmayacağı gibi tahrip düşüncesinin ardındaki kötülüğe akıl sır erdirmenin mümkün olmadığını vurguladı. Av. Zeytun, şöyle konuştu: "Adli ve idari kurum yetkililerinin yaşamını yitirenin kimliği, statüsü ne olursa olsun cenazeye müdahale kararı vermesi hukuken mümkün olmamakla birlikte gerçekleşebilecek böylesi bir saldırıyı soruşturması gerekiyor. Türkiye hukukundaki düzenlemeleri esas alırsak dahi, kişinin maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkından, kişinin hatırasına hakaret, yakınlarının yas tutma hakkına, gömme ve gömülme hakkına kadar kanuna açıkça eylemler olduğunu ifade etmek gerekiyor. Kaldı ki yaşamını yitiren kişinin manevi anlamda yakınları üzerinde temsil ettiği değerleri hakkın bir parçası olduğunu düşündüğümüzde, böylesi tahrip ile yakınları üzerinde bıraktığı elemin uluslararası sözleşmelerde düzenlenen kötü muameleme yasağı ihlaline yol açmaktadır."

CENEVRE SÖZLEŞMESİ'NİN KESİN HÜKMÜ

Türkiye'nin de tarafı olduğu uluslararası sözleşmeleri hatırlatan Av. Zeytun, şu bilgileri verdi: "İnsancıl hukukun en önemli ve temel dayanaklarından olan ve Türkiye tarafından da kabul edilen Cenevre Sözleşmelerinin ortak 3. Maddesi’nde 'Silahlı çatışma hali ve sonrasında kişilerin maddi ve manevi bütünlüklerinin, değerlerin korunması hakkı'na dair düzenlemeleri içerir. Hakeza uluslararası olmayan silahlı çatışmalarda uygulanabilir uluslararası hukuka göre ise mezarlık alanları ile ölenlerle ilgili tarafların ölüye saygıyı ve onur çerçevesinde muamele tavsiyeleri, Türkiye açısından da bağlayıcıdır. Bu hususta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Akpınar/Türkiye kararında, silahlı çatışma sonrasında öldürülmüş kişinin cenazesine yapılan müdahalenin, ölen kişinin yakınları üzerinde meydana getirdiği manevi üzüntü ile sözleşmenin 3. Maddesi’nde düzenlenen insanlık dışı muamele yasağı kapsamında olduğunu belirterek ihlal kararı vermiştir."

TÜRKİYE'YE YAPTIRIMLAR UYGULANABİLİR

Türk devletinin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere aykırı davranmasından kaynaklı yaptırımlara tabi kalabileceğini söyleyen Av. Zeytun, şu değerlendirmelerde bulundu: "Taraf olunan uluslararası sözleşmelerde, taraf devlet yaşamını yitirenlerin manevi değerlerini, hatırasına saygıyı ve yakınlarının yasa saygı hakkını korumakla yükümlü kılmıştır. Şikayet sahibi aile veya kurumlar, insancıl hukuk ve değerler bakımından ağır ihlal olan eylemin ulusal yargı mekanizmaları ile şikayet konusu yapılabilir, iç hukuk etkisiz kalındığında da uluslararası hukuki yollarını tüketmelidir. İnsancıl hukuku esas alan uluslararası sözleşmelerin yükümlülüklerini denetleyecek denetim organları (BM İnsan Hakları Komitesi, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi) denetimin gerektirdiği hukuki, siyasal, ekonomik yaptırımları söz konusudur."

ÖHD: HUKUKİ DESTEK VERMEYE HAZIRIZ

ÖHD üyesi Av. Muhittin Muğuç da ailelerin başvurucu olmaları durumunda yaşanacak hukuki sürece ilişkin konuşarak, şunları söyledi: "Hukuki süreç, suç duyurusu şeklinde yapılabilir. Ailelerin başvuru yapmaları durumunda gerekli tüm destek kendilerine mutlaka sağlanacaktır. İç hukuk mekanizmalarından olumlu bir sonucun alınmaması durumun uluslararası ceza mahkemelerine başvuru yaparak sürecin gidişatı noktasında ısrarcı olmak gerekiyor. Er ya da geç bir sonucun alınması kaçınılmaz olacaktır. Ayrıca ÖHD olarak, gömülme hakkının ve devamı olan yas hakkının bir yasal düzene kavuşması için hukuki çalışma ve raporlama da yapabiliriz."