Kürt’ün özgür ve eşit temellerde bir statü kazanmasının TC’nin en büyük kabusu olduğunu vurgulayan KJK Koordinasyon Üyesi Hêvî Nûda, “Her gün bu kabusu görüyor, kabusu sona erdirmek için de elinden ne geliyorsa ardına koymuyor” dedi.
KJK Koordinasyon Üyesi Hêvî Nûda, ANF’nin sorularını yanıtladı. Söyleşinin ikinci bölümü şöyle:
Medya Savunma Alanları’nda kimyasal silah kullanımına karşı sessizlik var, caydırıcı bir tepki oluşmuyor. OPCW, kimyasal kullanıldığına dönük kanıtları incelemeyi dahi kabul etmedi. Toplum ne yapmalı, özellikle demokratik, sosyalist, duyarlı kesimlere çağrınız var mı?
Kimyasal silah kullanımı meselesi çok ama çok ciddi bir konudur. Sadece dağdaki gerillayı ya da sadece Kürtleri ilgilendiren bir konu da değildir. Önü alınmaz, durdurulmazsa, bölge halkları ve dünya insanlığı açısından da çok ciddi tahripkar sonuçları olacaktır.
Kimyasal silah kullanımı, sözüm ona uluslararası savaş hukuku içerisinde suç olarak tanımlanmış, yasaklanmış bir durumdur. ABD’nin bu gerekçeyle Irak’ı işgal ettiği, Saddam’ı yargıladığı en bilinen örneğidir. Yine Suriye’de Esat rejimine karşı tavır içine girmenin ana sebeplerinden biri, rejimin muhaliflere karşı kimyasal silah kullandığı iddiası olmuştur. İran hala nükleer silah yapma çabası içinde diye, ambargoyla karşı karşıyadır. 20. yüzyıl tarihi içinde ve günümüzde verilecek epey örnekler var şüphesiz. Esas belirtmek istediğimiz, kimyasal ve nükleer silahlar çağımızda hegemon güç olmanın temel silahıdır, bunun etrafında katliamlar yapıp göz korkutarak diğer güç alternatifleri etkisiz hale getirilmek istenir. Tabii bu konuda uluslararası hukukun yargılama standardı, emperyalist çıkarlara göre şekillenmektedir. Esasta uluslararası hegemon güçler, kimyasal ve nükleer silaha karşı değildir, onlar için önemli olan bu silahın kimin elinde olduğu, kendi çıkarlarına hizmet edip etmediğidir. Bu açıdan Türk faşist devletinin Medya Savunma Alanları’nda kullandığı kimyasal silahlar, taktik nükleer silahlar tamamen savaş suçu olup uluslararası hukuka, toplum ve insanlık ahlakına aykırıdır. Bir parantez açarak da belirtmeliyiz ki; Türk sömürgeci ordusunun bu silahları kullanması, aynı zamanda taktik tükenmişliğini ve mevcut savaş tekniğinin gerillaya güç getirmediğini ispatlamaktadır. Fakat sorunun esası, Türk faşizminin Kürt soykırım politikalarını kimyasal-taktik nükleer silahlar ile tamamlamak istemesi ve uluslararası güçlerin de buna göz yumarak desteklerini ortaya koymasıdır.
GERİLLANIN DİRENİŞİ, İNSANLIĞA ÇAĞRIDIR
Uluslararası güçler, bölgesel güçler ve ezilen halklar bilmelidir ki, Türk faşist devletinin gerillaya karşı kullandığı kimyasal-taktik nükleer silahlar, bugünle ve Kürdistan dağlarıyla sınırlı kalmayacaktır. Gerilla, çok büyük bir irade, fedakarlık ve taktik-teknik uzmanlıkla olağanüstü direniyor. Bu, öyle propaganda için söylenmiyor. Adı üstünde; kimyasal silah. Senin iraden dışında seni etkisiz hale getirebilir. Bu nedenle gerillanın bu süreçteki direnişi tarif edilmesi zor, olağanüstü bir iradeyle gelişmektedir. Gerilla, büyük bir insanlık ve özgürlük bilinciyle direniyor, savaşıyor. Türk faşizmi açısından ise bu savaşmak değildir, tamamen savaşmadan zafer yaratma kurnazlığını, fırsatçılığını geliştiriyor. Savaşın da bir tanımı, içeriği, oluşan bir hafızası vardır. Türk faşizminin saldırısı, savaşın bilinen tanımlarını da aşmakta, savaş kavramını tamamen kanunsuz, ölçüsüz, sınırsız, kirli bir hale dönüştürmektedir. Daha kötüsü bunu normalleştirmekte, meşrulaştırmaktadır. Bu durum, insanlık açısından çok büyük bir tehlikedir. İşte gerillamız, çağın faşizmine karşı olağanüstü bir iradeyle insanlık değerlerini savunmakta; özgürlük, eşitlik, adalet, sevgi arkadaşlık, yurtseverlik, doğa sevgisi gibi değerleri savunmaktadır. Gerillanın bu mücadelesi, herkesi mücadeleyi ve yine bu insani değerleri yükseltmeye çağrıdır. Vicdanı olan herkesin bu çağrıyı duyması ve bu çağrıya katılması; bu insanlık dışı kimyasal taktik nükleer silah kullanımını engelleyen bir toplumsal eylemliliği, gücü geliştirmesi gerekir.
MUTLAKA ÖNÜNE GEÇMEK GEREKİR
Bugün Türk faşizmine ses çıkarılmayıp önü alınmazsa bölgesel hegemonik amaçları açısından Arap, Süryani, Ermeni, Çerkes, Laz ve diğer halklara; ezilen sınıflara, mezheplere, kadınlara; tüm farklılıklara karşı rahatlıkla kullanacaktır. Bugün dağda kullanıyorsa yarın şehirlerde kullanacaktır. Biz Türk devletinin hegemonik hırsları için nasıl vahşetler yapabileceğini, DAİŞ’le ortaklıklarında çok iyi gördük. Yakın zamandır, hafızalardadır. Türk devleti olmadan DAİŞ güçlenemez, bu kadar kendini bölgede etkili hale getiremezdi. O zaman bu kimyasal silah kullanımının mutlaka önüne geçmek gerekir. Hiçbir biçimde kabul etmeyip her yerden buna karşı ses yükseltmek ve ortaklaştırmak gerekir. Bu konuda duyarlı kesimlerden, yurtseverlerden, dostlardan, devrimci-demokrat kesimlerden oluşan bölgesel ve uluslararası insiyatifler oluşturulabilir, buna karşı evrensel ve etkili eylemsellikler geliştirilebilir. OPCW başta olmak üzere uluslararası ilgili kurumlar üzerinde baskı oluşturulmalı, harekete geçmeleri sağlanmalıdır. Bu anlamda OPCW önünde nöbet tutarak eylem yapmaya başlayan bir gerilla yakınının tutumu gerçekten çok anlamlıdır. Bu eylemi selamlıyor ve Avrupa’daki halkımızı aynı zamanda bu eylemi sahiplenme ve güçlendirmeye çağırıyoruz.
KİMYASAL SİLAH NORMAL GÖRÜLEMEZ
Herkes çok iyi bilmelidir ki; kimyasal silah kullanımı normal değildir. Bunu meşrulaştırmak, faşist hegemon güçlere geleceğimizi şimdiden teslim etmek demektir. Bu kontrolsüz güç engellenmezse kimsenin geleceği garantide olamaz. Engellenemez ve üstelik de normalleştirilirse çocuklarımızın, kadınların, erkeklerin, toplumun ve doğanın geleceği büyük tehlike altında demektir. Bu nedenle sorun sadece gerillayı sahiplenme değildir, hem gerillayı sahiplenmek ve hem de yarınlarımızı, toplum ve doğa yaşamını garantiye alma görevi söz konusudur. Bu saldırılara karşı geniş çerçeveden bakmak ve bu silahla birlikte Türk faşizminin vb. faşist oluşumların tehlikesini görerek günümüzde önüne geçmek insanlık görevi olmaktadır. Biz başta kadınlar olmak üzere, tüm duyarlı insanlığı buna karşı mücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz.
DEVLET YENİLİYOR, TERSİNE ÇEVİRMEYE ÇALIŞIYOR
Vietnam savaşının sonuçlarını iyi gören 56. ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, “Gerilla kaybetmediği sürece kazanır, geleneksel güç ise kazanmadığı sürece kaybeder” diyerek, aslında gerilla gerçeğinin yenilmezliğini çok çarpıcı ifade etmiştir. Bugün Kürdistan’da Apocu gerilla da 38. yılında en ağır saldırılara rağmen kaybetmeyerek, yenilmezliğini ve başarısını ortaya koymuştur. Geleneksel devlet ordu güçleri ise 38 yıllık başarısızlığını onursuzca kimyasal ve nükleer taktik silahlarla örtmeye çalışmakta, yenilgisini tersine çevirmeye çalışmaktadır. 38. yılında HPG ve YJA Star gerillasının yenilmezliği, halkımızın onurlu yükselen başkaldırısı ile buluşmalı, zaferin önü tam olarak açılmalıdır. Bugün en fazla buna ihtiyaç vardır.
Türk devleti son haftada bile Mexmûr, Kifrî, Şengal ve Rojava’da da saldırılarını arttırdı, şehadetler yaşandı. Rojava’da çocuk eğitim merkezi bile bombalandı ve dört genç kız katledildi. QSD’nin misilleme eylemleri de oluyor. Türk devleti, ne yapamaya çalışıyor, Kürdistanlılar nasıl bir tavır göstermeli?
Türk faşist devleti, kısa zaman dilimi içinde Kifrî, Mexmûr ve Şengal’e (Rojava’ya günlük olarak) saldırılar gerçekleştirdi. Bu saldırılarda çok değerli insanlarımızı, yurtseverlerimizi yitirdik. Öncü yurtseverlerimizden Mexmûr’da Ebuzeyd Abdullah ve Kifrî’de Süheyl Xurşîd Ezîz şehit düştü. Şehit Ebuzeyd yıllarca bu mücadele için emek vermiş, mütevazice ve cesaretle katılmış, gönülden bu hareketle yürümüş örnek bir yurtseverdir. Mexmûr halkının onurlu direnişinin öncülerindendir. Türk devleti, ‘90’lı yılların ve yine 2015 DAİŞ katliamlarının yarım bıraktıklarını tamamlama amacıyla saldırmış ve özel hedeflemiştir. Yine Kifrî’de şehit düşen Süheyl Xurşîd Ezîz de Soran halkımızın mücadele gücünü, onurunu temsil eden bir öncümüzdür. O da özel hedeflenerek Soran halkının direniş ve örgütlenme gücü yok edilmek istenmiştir. Aynı günlerde Şengal’e dönük gerçekleşen saldırı da TC’nin DAİŞ’in yarım bıraktığını tamamlama hedefidir. Bunlar çok açık ve net gerçeklerdir. Bilmeliyiz ki; her saldırı soykırım amaçlıdır, özgür Kürt’ün inkarını ve teslimiyetini dayatmaktadır. Ancak bu çağ, Kürt’ün örgütlenme, mücadele ve özgürleşerek kazanma çağıdır. Bu anlamda her saldırıya karşı örgütlü mücadeleyle karşılık vermek, 21. yüzyılın soykırım politikalarını boşa çıkarmak ve özgürleşerek kazanmak anlamına gelmektedir. Bu saldırılar karşılıksız kalmayacaktır. Düşmanın dayattığı bu öncüsüz ve örgütsüz bırakmaya, ihanet ve teslimiyete karşı her yerden örgütlü bir cevap verilecek ve düşman politikaları boşa çıkarılacaktır.
KÜRT’ÜN STATÜSÜ, TC’NİN KABUSUDUR
Rojava için ise, TC’nin niye buraya bu kadar saldırdığı herkes tarafından çok iyi bilinmektedir. Kürt’ün özgür ve eşit temellerde bir statü kazanması, TC’nin en büyük kabusudur. Her gün bu kabusu görüyor, kabusu sona erdirmek için de elinden ne geliyorsa ardına bırakmıyor. Sözde Kuzey-Doğu Suriye’ye saldırması için ‘uluslararası güçler izin vermiyor’ deniliyor, ancak bu savaş değil de nedir? Hemen her gün Kürt, Arap, Süryani halklarının yaşadığı topraklara SİHA, havan-obüs saldırıları gerçekleşiyor. Bu saldırılarda onlarca çocuk, kadın, erkek, yaşlı-genç insanlar ölüyor. Zaten en son da çocuk yaştaki genç kızların eğitim merkezlerine açıktan saldırdılar ve orada dört gencimiz şehit düştü, 11 genç yaralandı.
Kendilerini eğiten gencecik kız çocuklarından korkan bir faşist sistem var. Kendini eğiten, özgürleştiren, öz savunmasını yapabilen, örgütlenen kadından duyduğu korku var. YPJ şahsında özgürleşen kadının gücünü tüm dünya gördü. Şimdi DAİŞ’in yenilmesiyle yarım kalan bu özgürlük iradesini, sistemini yok etme projesini, canla başla yerine getirmeye çalışıyor. Rojava’daki kadın iradesini, toplum iradesini bu biçimiyle sindirmeye, geri adım attırmaya çalışıyorlar.
Bu bir savaştır, kelimelerle oynamaya, toplumu, insanlığı kandırmaya gerek yok. Uluslararası güçler suskunluklarıyla suç ortaklıkları görülmesin diye, ‘savaş yok’ diyor, ancak fiilen Türk devletinin başlattığı bir savaş vardır. Kuzey-Doğu Suriye halkları bunu iyi görmeli ve böyle tanımlamalıdır. Bir savaş hali var, o zaman bu savaş haline göre toplum kendi yaşamını, gününü ve geleceğini örgütlemelidir. Devrimci halk savaşının gereklerine göre donanmalı, Türk devletinin savaşına karşı örgütlü mücadelesini, öz savunma savaşını yükseltmelidir. Olası saldırılardan korunmak için köylerde, şehirlerde savunma yerleri oluşturulmalı, açık savaş durumuna göre savaş mevzileri yapılmalı, ekonomi, gündelik hayat, etkinlikler, birçok şey bu ilan edilmemiş savaş durumuna göre yeniden örgütlenmelidir.
Özellikle genç kadınlar, dört genç kadının ve katledilen tüm kadınların intikamını alma, özgür genç kadınlar yaratma hedefi üzerinden coşkuyla, aşkla kendilerini geliştirmeli, özgürleştirmeli, devrimin garantisi rolünü layıkıyla oynamalıdır. Bu güzel dört kadın şehide ve yine son şehitlerden olan YPJ komutanlarından Jiyan Tolhildan ve arkadaşlarına layık olan, onlara cevap veren bir amaçla kadın devrimine katılmalıdırlar. Bizler de KJK olarak kadın devrimini daha büyütme ve sistemini güçlendirme temelinde bu büyük şehitlere cevap olacağımızı belirtmek istiyoruz. Rojava kadın devrimi buna layık bir devrimdir, kadın devriminin zaferini yaratmıştır, bunu süreklileştirmek ise biz devrimci kadınların en büyük sorumluluğudur.
Şengal’e saldırılar sürerken KDP’nin denetimindeki Êzidî kamplarında da bazı saldırılar gerçekleşiyor. Son günlerde bu kamplardan birinde bir baba ve kızı katledildi. KDP’nin, halkı zorla kamplarda tutmasındaki amaç nedir, saldırılar bu kadar artarken kamptaki Êzidîler nasıl bir yol izlemeli?
KDP alanında bir baba ve küçük kız çocuğuna dönük saldırıya baktığımızda, Bakur’da son olarak gelişen Firdevs Babat saldırısına benzer izler görüyoruz. O küçük kız da Firdevs gibi tecavüze ve işkenceye tabi tutulmuş ve ardından öldürülmüştü. Kaç gün arandıktan sonra cenazesine ulaşıldı. Şimdi bu cinayetleri sıradan ele almak mümkün değil. Bir kişinin cinsel sapıklığı veya düşkünlüğüyle ya da babasıyla bir anlaşmazlık nedeniyle açıklamak akıl karı değildir.
Burada da faşist özel savaşın kadını öldürme tarzıyla karşı karşıyayız. Bu tarz öldürme, kadını ve toplumu dehşete düşürüp teslim alma tarzıdır. Bu nedenle bireysel saldırılarla açıklanamaz, sistemseldir ve teslim almaya dayalı bir saldırıdır. Êzidî halkının iradesini teslim alma saldırısıdır. İşbirlikçi ihanetçiliği sadece üst politik alanla sınırlı ele almamak gerekir, bu işbirlikçilik topluma ve kadına karşı uygulanan saldırı biçimlerinde de etkileşime, benzeşmeye götürmektedir. Türk faşist devleti akıl hocasıdır. Toplumu nasıl teslim almak gerekir, bu konuda deneyim ve tecrübelerini işbirliği yaptığı KDP gibi güçlere de aktarmakta, uygulamaya koymaktadır. KDP’nin kadın cinayetlerine ilişkin haber yasağı getirmesi, bu konuyla bağlantılı ele alınmalıdır. Giderek Güney Kürdistan’da, Êzidî yurdunda kadın cinayetleri normalleştirilmek, hesapsız bırakılmak istenmektedir. Bunun kadın kırımı ve bununla bağlantılı toplum kırımı olduğu, aynı zamanda Kürt soykırımına hizmet ettiği çok açıktır. Bu nedenle başta Êzidî halkımız ve kadınları olmak üzere tüm Güneyli kadınlar ve halkımız çok duyarlı olmalı, asla bu kırım politikalarının normalleşmesine, hesapsız kalmasına izin vermemeli. Özellikle de Êzidî halkımız, bu coğrafyanın ortak toplum hafızasıdır, özgür kadın hafızası burada gizlidir. Êzidî halkımız, DAİŞ sonrası Şengal’de özgür ve eşit yaşama fırsatını yakalamış, bunun için büyük bedelleri göze almıştır, almaktadır. Kendisine ait olan ve kendisini asıl koruyacak olan demokratik özerklik sistemini sahiplenmektedir. Bu çok onurlu tutum ve davranışı, Türk devleti ve iş birlikçi-ihanetçi KDP kabul etmemekte, bu özgürlüğü köleliğe, direnişi teslimiyete çekmek için elinden gelen tüm kirli yöntemleri uygulamaya koymaktadır. Êzidî halkımız, analarımız, kadınlarımız, bu binbir hileli özel savaş yöntemlerini iyi görmeli, okumalı ve buna karşı çok ciddi bir örgütlülük içinde olmalıdır. Yine KDP alanlarındaki bu kamplarda kalanlar, bu kamplardan ayrılıp Şengal’e, kendi öz kimliğine-yurduna dönüş yapmalıdırlar. Kendileri için en güvenlikli ve doğru olanı budur, insan en rahat ve huzurlu yaşamı kendi yurdunda yaşar.