Yaşamlarını namluya sürdüler

Kemal Pir ve arkadaşları için artık direnişin bir diğer adı ölümdü. Başka biçimde direnmek ve sonuç almak mümkün değildi. Direnişçiler yaşamlarını namluya sürüp düşmana sıktı.

Amed, hem Kürtler hem de devlet açısından da en önemli merkezdir. Kolordu Komutanlığının merkezi orada olduğu için askeri cezaevi ve mahkeme de oluşturulmuştu. Cuntanın en büyük hedeflerinden biri Kürt Hareketi’ni ve uyanışını bertaraf etmek, bir daha dirilmeyecek şekilde mezara gömmekti. Bu amaçla PKK öncülerinin içinde olduğu, büyük bir kadro ve sempatizan gücünün toplandığı Diyarbakır Zindanı pilot bölge seçildi.

Cezaevindeki PKK yapısı teslim alınır, itirafçı yapılırsa Kürt halkının varlığı oradaki beton duvarlara, mezara gömülmüş olacaktı. Hedefleri ve hesapları büyüktü. Üzerine yürüdükleri güç ise çıplak bedenleri ve inançları dışında elinde hiçbir şey olmayan tutsaklardı. Karşı karşıya gelen bu güçler arasında inanılmaz, tarifsiz bir güç dengesizliği vardı. Faşist generaller, dünya gericiliğinin, NATO ve ABD’nin desteğini almış, Türkiye toplumunu bastırıp sindirmiş, önlerinde hiçbir engel kalmamıştı. Bütün basın, bürokrasi, devletin olanakları ellerindeydi. Tutsaklar ise ağır bir tecrit altında insani ve doğal bütün ihtiyaçları da kendilerine karşı bir silah olarak kullanılarak saldırıya uğradı. Kürtlerin varlığı, yaşama gücü ve iradesi ile Türk ırkçılığı ve yok edici gücü, final maçı gibi karşı karşıyaydılar.

SİYASETEN YOK ETMEK İSTEDİ

Cuntacı katiller, tutsakları fiziken yok etmek yerine siyaseten yok etmek istediler. Ellerindeki yüzlerce, binlerce silahsız insanı kolayca öldürebilirlerdi ama bu ilerisi için tepkilerin ve direnişlerin gerekçesi olabilirdi. Onun yerine varlığını inkâr eden, inançları ve düşüncelerini terk etmiş, düşmanına övgü dizen insanlar, siyaseten daha karlı ve kullanışlıydı. İtirafçı olmuş, halkına ve özüne ihanet etmiş tipleri bir mikrobu bünyeye salar gibi toplumun içine salarsan daha çürütücü rol oynar. Devlet bunun üzerine büyük bir korku ve boyun eğmeyi topluma dayatır. ''Güvendikleriniz, arkalarından gittiğiniz insanlar devletin gücü karşısında nasıl hizaya geldiler, mum gibi oldular, görün'' diye toplumu ağır bir saldırı altında tutar.

KIBRIS EKİBİ GETİRİLDİ

Türk devleti, bu büyük planla Diyarbakır Cezaevi’ne saldırdı. Saldırıların daha kapsamlı ve sistematik biçim kazanması, Kolordu Komutanı Kemal Yamak'ın Kıbrıs'tan getirilmesiyle oldu. Kemal Yamak, Özel Harp Dairesi Başkanlığı da yapmış, acımasız, tam bir soykırımcıydı. Yine Kıbrıs'ta Rum esirlere karşı bütün suçları işlemiş Yüzbaşı Esat Oktay ve ekibini de beraberinde getirmişti.

İÇİ BOŞ VARLIK İSTİYORLARDI

Esat Oktay'ın ekibinin de Şubat 1981 sonlarında gelmesiyle birlikte Diyarbakır Zindanı sistematik bir işkence merkezine döndü. İşkenceleri ve yaratılan ortamı anlatmakta kullandığımız kavramlar, genellikle yetersiz kalıyor. Oradaki tutsaklar genellikle 'Vahşet' olarak tanımlıyorlar. Tam bir fabrika sistemi kurulmuştu. Oldukça sistematik, istikrarlı ve aralıksız; ayrıca yaşamı ilgilendiren, biyolojik varlık da dahil her şey işkence konusuydu. İnsanların inançlarını, sağlığını, değer yargılarını, çevresini, insanı insan yapan ne varsa hepsini yıkıp içi boş bir varlık bırakmak istiyorlardı. Var olmak, yaşama karşı bir silaha dönüştürülmüştü. Ya buna karşı direneceksin ya da kendin olmaktan çıkacaksın.

O SİLAHI ALMAK LAZIMDI

Tutsaklar, Mart 1981’de ölüm orucuna girdi. Açlık grevleri, fiili direnişler hepsi denendi, ancak bentlerini yıkmış zulüm, tutsakların üzerine gelmeye devam ediyordu. Direnişin bir diğer adı ölümdü. Başka biçimde direnmek ve sonuç almak mümkün değildi. Bir yerde insan yaşamı silaha dönmüşse, o silahı kullananın elinden almak gerekir. O kural tanımaz düşmana ''Yaşamımı alabilirsin ama inançlarımı ve düşüncelerimi asla'' demek zorundasın. Diyarbakır Zindanı’nda tarihe geçen direnişler, işte bu söylemin yansımalarıydı. Direnişçiler yaşamlarını namluya sürüp düşmana sıktılar. ''Bedenlerimiz senin olsun ama yüreğimiz ve beynimiz arkadaşlarımızın ve halkımızındır'' dediler. Mademki yaşam ve varlık, bir karşı silaha çevrilmişti, o zaman bu silahı ırkçı zalimlerin elinden almak gerekiyordu. Bir nevi canlarını bir mermi gibi namluya sürerek düşmanın üzerine attılar.

ÖNDER APO’NUN YOL ARKADAŞLARI

Bu düşünce ve ruh büyüklüğünü gösteren, yenilmez iradeyi temsil eden Önder Apo’nun yol arkadaşları ve öğrencileri olan Mazlum Doğan, M. Hayri Durmuş, Kemal Pir, Akif Yılmaz, Ali Çiçek oldu. Ardından bedenlerini ateşe veren Dörtler oldu. Bu çatışmanın ve direnişin en kapsamlısı ve sonuçları en büyük olanı ise 14 Temmuz 1982’deki büyük ölüm orucuydu. Mehmet Hayri Durmuş, 14 Temmuz’da mahkemede yaptığı açıklamayla eylemi başlattı. Konuşma oldukça kısa ve özlüydü, ancak tarihsel anlamı, öngörüsü ve sorumluluk duygusu çok büyüktü. Hepimizi tarihsel mücadeleye ve sorumluluğa davet eden bir bilinç kaynağı olarak halen güncelliğini koruyor. 14 Temmuz’da başlayan büyük ölüm orucu eylemi, Eylül’deki şahadetlerin sonucunda başarıya ulaştı. 7 Eylül’de Kemal Pir, 12 Eylül’de M. Hayri Durmuş, 15 Eylül’de Akif Yılmaz ve 17 Eylül’de ise Ali Çiçek şahadete ulaştı.

YENİLMEZ RUHUN ZİRVESİ

14 Temmuz direnişi, devrimci iradenin, yenilmez ruhun zirvesini temsil etti. Sonunda yenilen ve ihanet-itiraf politikalarından vazgeçmek durumunda kalan 12 Eylül cuntası oldu. Vahşetin ve ırkçılığın sembolü olan Esat Oktay, Diyarbakır’dan kovuldu. Süreç cezaevinde tersine çevrildi. Tutsaklarda umut, güven ve örgütlenme isteği yeniden canlandı. Devlet cezaevinde kimseyi itirafçı olmaya zorlayamadı, itirafı kabul edenlerin bir kısmı da geri döndü. Cuntacılar kocaman bir ülkeyi teslim almışlardı ama onlara göre bir avuç tutsak teslim alınamadı. Bu direniş iradesi, hem bütün halka hem de devrimcilere, PKK kadrolarına büyük bir ilham kaynağı oldu. Düşmanın avucunda ve hiçbir olanağı olmadığı halde mücadele edilip direniliyorsa dışarıda neden olmasın? Dışarıdakilerin olanağı daha fazladır. Ayrıca PKK militanlığı ideolojik ve teorik iddiayı aşarak pratikte sınandı, varlığı ve yenilmezliği ispatlandı. En üst düzeyde adanma, fedai tarzı bir bağlılık ve militanlık PKK’nin militan ölçüsü oldu. Günümüze kadar süren fedai çizgisinin temelleri böyle atıldı ve militanlık böyle şekillendi.

PKK MİLİTANININ TEMELİ VE ÖZÜ

Kürdistan’da hiçbir kazanım kendiliğinden ve kolay olmadı. Hep büyük bedeller ödenerek, mücadele edilerek kazanıldı. En zor koşullarda, yurt dışına çıkan kadroları toparlayıp örgütlemede Önderliğe en büyük destek yine bu arkadaşların bağlılığıyla sağlandı. Büyük bir bilinç, müthiş bir emek, Önderliğin olağanüstü çalışma temposuyla Kemal, Mazlum ve Hayri gibi insanların eşsiz sadakati, sözü ve eylemiyle bir olan PKK’li militanın temeli ve özünü oluşturdu. Bu öz ve temel sağlam olduğu için 40 yılı aşkın kesintisiz büyük bir direniş tarihi yaratıldı. Kürdistan tarihinde böylesine uzun, aralıksız, nesilden nesile devredilen bir mücadele ve örgüt örneği yoktur. Bu anlamda da PKK birçok ilki yaratmayı başaran bir harekettir.

DOĞRU TANINMALI, ÖRNEK ALINMALI

İnsan, unutulmuş bir halktan veya kendine güveni kaybetmiş bir çevreden de gelse kendi özünü kavrar ve gerçeğin bilincine ulaşırsa bütün zorlukların ve engellerin üstesinden gelebilir. İnsanda büyük bir güç ve enerji vardır. Yeter ki bu doğru işletilsin ve bir hedefe yöneltilsin. Sıradan, bilinmeyen, tanınmayan çevrelerden ve ailelerden gelen insanlar, tarihin akışını değiştirebilir, tarihe yön veren eylemlerin öncüsü olabilir. 14 Temmuz’un kahramanları da belirttiğimiz gibi hepimizin içinden geldiği toplumdan gelmişlerdi. Eğer bu insanlar doğru tanınır, özellikleri bilinir ve örnek alınırsa burada güçlenmiş bireyler ve yenilmez bir toplum çıkar. Kürdistan gençliğinin en önemli görevlerinden biri, bu bilinci edinerek kendi halkını yenilmez kılmak için harekete geçip öncülük etmektir. Unutmayalım ki PKK’nin kendisi ve öncülük ettiği devrim bir grup devrimci aydın gençlik tarafından oluşturulmuştur. Onlarca yıldır NATO’nun en büyük ordularından biri olan Türk ordusuna karşı savaşan HPG de bir gençlik örgütüdür. Çünkü savaşanların tümü gençlerden oluşuyor. Düzenden en kolay kopan, adalet ve özgürlüğe en yakın olan kesim gençliktir. Erkeği ve kadınıyla gençlik, toplumun öncüsü ve dinamosudur.

HİÇBİRİ 30 YAŞINA GİRMEMİŞTİ

Unutmayalım ki; Kemal ve Hayriler, Apocu grup oluşturulduğunda, PKK kurulduğunda ve şahadete gittiklerinde henüz gençtiler. Hiçbiri 30 yaşına girmemişti. Ali Çiçek şahadete gittiğinde henüz 22 yaşına giriyordu. Bu açıdan kişilik özelliklerine biraz değinmekte yarar var. Onları unutmamak ve Kürdistan halkına tanıtıp mal etmek aynı zamanda bizim için bir borç ve görevdir. Onlar büyük bir güç ve moral kaynağıydılar. Kürdistan gençliğinin ve halkının bu kaynaktan nasibini alma ve güç toplama hakkı vardır.

MEHMET HAYRİ DURMUŞ

Bingöl’de kendi halinde bir ailede doğup büyümüş, liseyi bitirdikten sonra Ankara’ya okumaya gitmiş ve Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne kayıt olmuştur. O dönem üniversitelere gitmek herkese nasip olmuyor, gidenler adeta imtiyazlı sayılıyordu. Ankara’da Önder Apo ile tanışıyor ve gruba dahil oluyor. Hayri bu genç yaşlarında da oldukça sakin, olgun ve yapıcı bir kişiliğe sahipti. Dinlemeyi bilen, sabırlı ve yüksek kavrayışı olan bir kişilikti. Bulunduğu ortama hızla adapte olan, adeta orada doğup büyümüş, oranın kültürünü almış birisi gibi davranma yeteneğine sahip. Bütün bu olumlu özelliklerinin ötesinde pratik zekası oldukça yüksek biriydi. Söz ve teori yanında pratikle bağını kuran yüksek kavrayışlıydı. Yaşam disiplini, ciddiyeti, olgunluğu insanı cezbedecek, kendine hayran bırakacak düzeydeydi. Şahadetine kadar onunla olan, onunla çalışan bütün arkadaşları ve çevresi içinde kırdığı, incittiği kimse yoktur. Görüşlerini çok net ve herkesin kavrayacağı, anlayacağı bir dille anlatırdı. Her zaman çözüme odaklanır, el attığı sorunları çözerdi, yarım yamalak bırakmaz, oraya buraya havale etmez ve başkalarını uğraştırmazdı. Anlatılması kolay olmayan bir sorumluluk duygusu vardı. Bunun için bütün arkadaşların güvenini kazanmış, gerçek anlamda bir güven kaynağıydı. Hangi bölgeye gitse, hangi çalışmaya katılsa oradakilerin hepsi adeta sırtını dağa dayamış gibi kendini güvende hissederdi. Biliyorlar ki; Hayri aklı ve gücü yettiği oranda onlara destek olacak, sorunlarını çözmek için çalışacak, yüklerini hafifletecekti. Bu açıdan etrafında her zaman büyük sevgi ve saygı uyandırmıştır. Örneğin cezaevinde 40-50 yaşındaki insanlar, yurtseverler, saygı gereği ona Hayri Abi diyorlardı. Toplum geleneğinde biliniyor, insanlar kendilerinden büyük olan ve saygı duyulanlara ‘abi’ diye hitap ediyor.

Gerek Ankara’da gerekse Kürdistan’a döndüğünde zamanın tümünü katıldığı mücadeleye adar. Başka bir çevresi ve yaşam arayışı olmamıştır. Beyniyle, ruhuyla, yaşamıyla adeta bir devrimci olarak doğmuş gibi devrime katılmıştır. Özü sözü bir, berrak bir su gibi oldukça net partiye ve devrime katılması vardı. Teorik olarak kendisini geliştirmiş, ifade ve yazma yeteneği güçlü, parlak bir zeka, devrim için gerekli olan her konuda kendini hazırlayan ve katılan biriydi. Etkili bir propagandacı, ikna yeteneği yüksek olan bir örgütleyici, işleri yürütüp yönetecek usta bir pratikçiliği vardı. Devrimin tüm çalışmalarına öncülük düzeyinde katılabilecek istek ve kapasitesi yanında oldukça mütevazi, doğal bir insandı. Kaprisleri, kariyerist, yetkici anlayışları kendisine yakıştırmayan ve yaklaştırmayan bir devrimciydi. Arkadaş sevgisi ve bağlılığı sınır tanımazdı. Diyarbakır Zindanı’nda arkadaşlar işkence gördüklerinde kahroluyordu. Halbuki kendisi de aynı işkenceleri görüyordu. Büyük üzüntü ve kederini, “Halkın en iyi çocuklarını toplayıp devrime kattık ama gözümüzün önünde bu zulme uğruyorlar, bir şey yapamıyoruz” şeklinde dile getiriyordu. İşte bu sorumluluk, sevgi ve bağlılıktan kaynaklı en zorlu ölümü seçerek, parti ve halkına karşı sorumluluğu yerine getiriyordu. Ölüm orucunun son günlerinde büyük bir sorumluluk örneği göstererek, Hareketin geleceğini hep düşündü ve en az insan kaybıyla eylemin nasıl başarılacağını bir vasiyet tarzında söyledi. Biliyordu, onlar şehit olmadan cuntacılar hiçbir adım atmazlardı, ancak ölümlerden sonra bir diyalog olabilirdi. Nitekim öyle de oldu. Hayri, şunu söyledi: “Bütün cezaevi için bu aşamada talepleri biraz zor kabul ederler, çünkü kitle eyleme katılmamış, sadece bir grup kadro üzerinden yürüyor. Bu açıdan 35. Koğuş -hücredekiler- için işkence yapmayı bırakır ve siyasi savunma yapmalarına izin verilirse ölüm orucu bırakabilir. Daha fazla kadro kaybı olmasın.”

Güven ve sorumluluk bilincini etkili biçimde dile getireceği için Kemal Pir arkadaşın örneğini de verelim. Kemal, Hayri için “Bizden görüş istemenize ve başka bir şeye gerek yoktur. Hayri hepimiz yerine düşünüyor” diyordu. Evet, görüldüğü gibi Ankara’da katıldığı ilk günden şehadete ulaştığı güne kadar çok istikrarlı, her zaman güven, bağlılık ve sevgi kaynağı olmuştur. Cezaevinde de PKK’den olsun ya da olmasın diğer örgütlerin, herkesin saygı duyduğu, güvendiği ve iyi ilişkiler içinde olduğu bir arkadaştı. Aslında sorumluluk duygusunun ne kadar büyük olduğunu mahkemedeki son sözünde de en iyisini yine kendisi ifade etmişti. Gençliğini, hayatını en zor ölüm biçimiyle arkadaşlarına ve halkına veriyor, buna rağmen “ölürsem, mezar taşıma halkına karşı borçlu gitti yazın’’ diyen, derya yürekli bir devrimciydi.

KEMAL PİR

Kemal Pir, Gümüşhaneliydi. Tipik bir Karadeniz ailesinden. Ailesi emekçi, babası Almanya’ya işçi olarak gitmiş birisi. O da üniversite okumaya gittiğinde devrimci gençlik çalışmalarına katılıyor ve Önder Apo ile tanışıyor. Tanıştığı günden son nefesini verdiği güne kadar büyük bir arkadaşlık örneği ve devrimci militan kişiliğini sergiliyor. Kemal, Kürdistan’ı görmemiş, Kürtçe bilmiyor. Ankara’da faşistlere karşı mücadelede en etkili insanlardan birisidir. Kemal denince büyük bir propaganda ve ajitasyon, ele avuca sığmaz, zapt edilmez, atak bir eylemci ve büyük bir cesaret, moral kaynağı akla gelir. Kemal konuştuğunda, propaganda yaptığında etrafındakilere öyle bir güven ve his veriyordu ki sanki dağ, taş, canlı-cansız her şey harekete geçmiş, devrim ha bugün ha yarın olacakmış gibiydi. Teori düzeyi ve kavrayışı yüksek, ifade gücü keskin, bütün tartışma ve propagandayı etkili bir devrimci eylem olarak görürdü. Yaptığı her şeyi bir devrimci yaşam ve eylem biçimi olarak ele alırdı. Kemal’de devrim dışında bir arayış, bir duruş, bir ilişki bulunamazdı. Teorik olarak hayat boşluğu kabul etmez, diyoruz. Eğer devrim bu boşluğu doldurmazsa karşı taraf doldururdu. Kemal de her yönüyle devrimle dolu bir insandı. Sezgisi, algılaması ve yaşam tarzı, devrim ihtiyacına göre oldukça gelişkindi. Kalbi buna göre çarpıyordu. Ruhunun kabul ve ret ölçüleri devrime göre oluyordu. Hangi testten ve taramadan geçirilirse geçirilsin Kemal’de devrimden, sosyalizmden ve özgürlükten öte bir şey bulunamazdı.

Önderlikle olağanüstü bir bağlılık ve arkadaşlık ilişkisi kurmuştu. Devrime öncülük edecek kapasite ve ciddiyeti onda bulduğuna inanıyordu. Kemal gibi büyük bir militan herkesin ardından gitmez. Kürdistan’a ilk dönenlerden ve zorlu görevleri üstlenen öncü bir Apocuydu. Yoğun eylemlilik ve hareketli yapısı nedeniyle iki defa tutuklanmıştı. Ankara’da bir aramada tutuklandı, Ordu’nun bir ilçesine cezaevine gönderildi. Büyük bir cezası yoktu ama tahliye beklemeden firar etti. Yine Maraş bölgesini örgütleyen ve harekete geçiren birisiydi ve o bölgede yakalandı. Urfa’daki cezaevinden yine firar etti. Filistin’e gidip eğitim gören ve ülkeye müdahale amaçlı gönderilen ve büyük komutan özellikleri olan bir insandı. Ağır işkencelere rağmen adı dışında düşmana hiçbir şey vermeyen bir direnişçiydi. Faaliyet yürüttüğü bütün alanlarda, cezaevi de dahil bütün arkadaşlarda, onu gören, tanıyan herkeste saygınlık ve güven uyandıran biriydi. İşkenceci Esat Oktay ve mahkemedeki hakimler dahil herkesin daha çok dikkate aldığı, ona göre yaklaştığı biriydi. Mahkemede hakim ona “sen Kürt değilsin, bunların içinde ne işin var” diye sordu. O da “ben bu harekette devrimi görüyorum, Ortadoğu federasyonunun kurulacağına inanıyorum” diye cevap verdi. Bütün o faşist şartlanmalara rağmen cezaevi personelinin de ona alttan altta bir hayranlık ve sempati duyduğunu söyleyebiliriz. Belirgin ve etkileyici bir kişiliği vardı. Büyük bir eylemci, ajitatör ve propagandacı, devrimci, zor görevlerin insanı olarak hazır ve nazırdı. Partinin elinde adeta bir devrim kılıcıydı. Koparıcı, sonuç alıcı, olmazı ve engeli tanımayan bir militandı.

AKİF YILMAZ

Akif Yılmaz, Kars’ın bir köyünde doğmuş, oldukça yoksul bir ailede büyümüştü. Emekle yoğrulmuş, emekçi karakteri edinmiş, oldukça doğal, mütevazi ve olgun bir arkadaştı. Devrimci gençliğin örgütlendiği, canlandığı dönemde katılmış, Amed’in örgütlenmesinde görevliyken yakalanmıştı. Hem bölgedeki faaliyetlerinde hem de halkla ilişkilerinde o da ciddiyetiyle, olgunluğu ve disipliniyle benimsenen, kabul gören bir insandı. Hareketin verdiği bütün görevleri inanarak, benimseyerek içten yerine getirmeye çalışan biriydi. Akif’te abartma, sağa-sola çekiştirme, muğlaklaştırma tutumu ve üslubu yoktu. Görev seçmez, verilen işi küçüğüne-büyüğüne, kolayına-zoruna bakmadan yerine getirirdi. Okuyan, araştıran, kendisini geliştirmeyi iş edinen bir militandı. İşkencelerde, zindan cehenneminde inançlarını ve kişiliğini korumayı her şeyin önünde tuttu. Kişisel kaygılara yer vermedi. Mahkeme kürsülerinde sömürgeciliği yargıladı, PKK ve Kürdistan devrimini savundu. Arkadaşlar arasında mütevaziliği, sakinliği ve özverisiyle sevilen, sayılan birisiydi. 14 Temmuz eylemi açıklandığında hücresindeydi. Akşam mahkeme dönüşü eylemi duyunca sabah kapıları açmaya gelen gardiyanlara ölüm orucuna katılacağını bildirdi ve tereddütsüz katıldı. Eylem süresinde de diğer öncü kadrolar gibi hiçbir yakınma belirtisi göstermedi. Gönül rahatlığıyla, isteyerek, yapılması gerektiğine inanarak eylemi şahadetle sonlandırdı. Serhat’ın doğal emekçi insanının aydınlanmış ve örgütlenmiş bileşimiydi.

ALİ ÇİÇEK

Ali Çiçek, içlerinde en genç olan Apocuydu. O da Hilvan ve Urfa’da büyümüş, yaşamış, emeğin ve toprağın insanı olan bir aileden geliyordu. Devrimci çalışmaların bölgede gelişmeye başladığı bir zamanda zorbalığa ve baskıya olan öfkesi ve tepkisiyle mücadeleye ilgi duydu, hiç tereddüt etmeden katıldı. Karakteri ve arayışıyla devrimle çok rahat bir buluşma ve kaynaşma sağladı. Erken yaşta Adana’daki cezaevinde Kemal Pir’le birlikte kaldı. Bu onun için büyük bir dönüm noktası oldu. Kemal’le birlikte yaşama, tartışma eğitim şansına kavuştu.

Kemal’e büyük bir hayranlığı ve bağlılığı vardı. Kendisine hep örnek olarak almaya çalışıyordu. Yaşından umulmayan bir olgunluktaydı. Son derece ciddi, devrimci bir terbiye edinmiş, çalışkan ve mütevazi bir kişiliğe sahipti. O genç yaşta bu kadar meziyeti bir araya toplamak ve şahsında yaşanır kılmak herkesin yapabileceği bir şey değildir. Emekçi ve olgun olduğu kadar cesur ve atak, eylemci özellikleri de çok öndeydi. Urfa’da faşistlere, Hilvan’da feodallere karşı mücadelenin yılmaz bir militanıydı. Bu anlamda gözünü budaktan sakınmaz, hiçbir fedakarlıktan geri durmazdı. Mütevazi kişiliği ve yaşamdaki tutarlılığı yanında yokluklardan ve zorluklardan hiç yakınmaz, bunları dikkate bile almazdı. Esas yoğunlaşması hep mücadele üzerindeydi. İnsanlara karşı büyük bir sevgiyle dolu ama düşmana karşı da bir öfke yanardağıydı. Her an patlamaya hazırdı. Yapıcı kişiliği, saygılı oluşu çevresinde büyük bir sevgi ve saygı yaratmıştı. Arkadaşları içinde güvenin ve fedakarlığın örneği gibiydi. Bu açıdan Ali gittiği her yerde sevildi, saygı gördü. Sorguda, zindanda gerçek bir militan duruşun sahibi oldu. Eğilen, bükülen, kırılan biri değildi. Düşman karşısında yaydan fırlatmaya hazır bir ok gibiydi. Bütün direnişlere en önde katılır, arkadaşların onu biraz kollamasına ise itiraz ederdi. Bu kişiliği ve militan özelliğinden ötürü Hayri Durmuş onun için “Kürdistan gençliğinin kızıl yıldızı” diye tanımlama yaptı. Hayri hiç kimse için böyle bir tanımlama yapmamıştı. Nasıl ki cezaevindeki vahşet için “Kürdistan Vietnamlaşıyor, bu insan çığlıklarını unutmayın” diye bir belirleme yapmışsa, Ali Çiçek için de gençliğin ve devrimin sembolü tanımlamasını yaptı. Ali’deki katılım ve meziyetler çok az insanda bulunabilir. O genç yaşta bu kadar tarihsel ve ağır bir sürece göğüs germek, buna anlam vermek ve bu uğurda en zorlu ölümü göğüslemek açık ki herkesin yapacağı bir şey değildir. Demek ki insan inanır ve irade ortaya koyarsa genç olmak engel değildir. Ölüm orucuna katılmak için mahkemede kalkıp kürsüye gitti ve “PKK bize direnmeyi öğretti. Bunu tam yapamadım. Ama bundan sonra suç işlemeyeceğim ve ben de ölüm orucuna katılıyorum” dedi. Kürdistan ve PKK tarihinde en zor şartlarda bir döneme damgasını vurmuş 14 Temmuz eyleminin kahramanlarından biri genç Ali Çiçek’tir. 38 yıldır Kürdistan gerillasında çok sayıda insan Ali Çiçek ismini aldı. Onu tanıyıp ilham alanlar oldu. Onun adına gençlik akademileri kuruldu ve parti tarihinde zindan direnişlerinde hep adı anıldı. Bunu hak etmişti. Hiçbir kaygı gütmeyen, kendini halkına ve mücadelesine adamış büyük bir gençlik önderiydi.