Bayık: Seçimlerde herkes Erdoğan ve AKP şahsında dersini almıştır

Cemil Bayık: Seçim sonuçları Türkiye'deki siyaset anlayışında önemli değişikliklere yol açacaktır. 7 Haziran sadece bir HDP başarısı değildir, aynı zamanda Türkiye'deki siyaset tarzının değişmesinde de bir dönüm noktası olacaktır.

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, seçim sonuçları, koalisyon tartışmaları, çözüm süreci ve son gelişmeleri ANF’ye değerlendirdi. Bayık, “Kuşkusuz seçim sonuçları Türkiye'deki siyaset anlayışında önemli değişikliklere yol açacaktır. 7 Haziran sadece bir HDP başarısı değildir, aynı zamanda Türkiye'deki siyaset tarzının değişmesinde de bir dönüm noktası olacaktır. Bundan sonra otoriter, kibirli zihniyetlerin Türkiye siyasetinde yer almaları çok zor olacaktır. Herkes Erdoğan ve AKP şahsında dersini almıştır” dedi.

Seçim sonuçlarının Hareketleri açısından da önemli etkileri olduğunun altını çizen Cemil Bayık, “Bütün Kürt halkı HDP'ye kendini temsil etme hakkını vermiştir. Bu aynı zamanda Önder Apo'nun ve Kürt Özgürlük Hareketi'nin Kürtleri temsil ettiğinin de dünyaya ilanıdır… Seçim sonuçları Kürt sorununun demokratik temelde çözümü eğilimini de ortaya çıkarmıştır. Demokratik çözüm eğilimine güç vermiştir. Hareketimiz Kürt sorununun Türkiye'nin demokratikleşmesi temelinde çözülmesi konusunda tutumunu ve yaklaşımını bundan sonra da sürdürecektir. HDP projesinin bu temelde daha etkili hale gelmesi açısından üzerine düşen sorumluluğu yerine getirecektir” diye konuştu.

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık sorularımıza şu yanıtları verdi:

7 Haziran’da Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da yapılan genel seçim sonuçlarının ortaya çıkardığı tablo gelecek için ne ifade ediyor?

7 Haziran seçimlerinin tarihi bir seçim olduğunu seçimden önce herkes söylemekteydi. Nitekim seçim kampanyasının sertliği, daha önce Türkiye'de görülmemiş biçimde Cumhurbaşkanının da seçim kampanyasına AKP lehine katılması bu seçimin Türkiye açısından da bir dönüm noktası olduğunu ortaya koyuyordu. Bu seçim, Türkiye daha otoriter bir ülke haline mi gelecek, yoksa Erdoğan şahsında AKP'nin otoriter hegemonik politikasına dur denilerek demokratikleşme doğrultusunda mı ilerlenecek, bunu belirleyecekti. Nitekim Türkiye halkları bunu hissettiğinden otoriterleşme ve yeni bir hegemonik sistem yaratma eğilimine dur dediler. Böylelikle Erdoğan’ın ve AKP'nin Türkiye'yi dışarıda ve içeride çatışmalara dayalı maceralara sürüklemesinin önüne geçilmiş oldu.

Seçimden önce zaman zaman söylenildiği gibi Tayyip Erdoğan ve AKP bir güç zehirlenmesine uğramıştı. Gerçekten de Erdoğan şahsında tarihte görüldüğü gibi insanları büyük olumsuzluklara sürükleyen, kendisini de çok kötü durumlara düşüren kibrin zirveleşmesi yaşanıyordu. 7 Haziran seçiminde bu otoriterleşmeye, bu kibre, bu her şeyi ben bilirim diyen otoriter yaklaşıma dur denilmiştir. Halkların özgürlük ve demokrasi bilinci, AKP'nin bu politikasını kabul etmediğini, Türkiye'nin otoriterleşmeyle değil de demokratikleşmeyle istikrara ve barışa kavuşacağını ortaya koymuştur.

Kuşkusuz bu seçimin en başarılı partisi HDP’dir. HDP belki oy oranı itibariyle Türkiye'nin en büyük partisi olmamıştır. HDP, mevcut durumda hala en büyük parti değildir, ama 7 Haziran seçimlerinde Türkiye açısından yeni şeyler söyleyen, Türkiye'nin geleceği açısından halklara umut veren tek parti HDP olmuştur. AKP zaten daha fazla otoriterleşmek isteyen hegemonik, otoriter bir parti olarak tüm Türkiye'ye hükmetmeyi, Türkiye'yi yeni Türkiye olarak tanımladığı kendi zihniyetinde şekillendirmeyi hedefliyordu. Bununla aslında Türkiye'de 90 yıldır süren hegemonik otoriter zihniyeti yeni bir hegemonik anlayışla daha da kurumsallaşmış faşist bir ülke haline getirmek istiyordu. CHP hala eski politikalarında ısrar ediyordu. Kadrolarında ve söylemlerinde kısmi bir olumlu değişiklik yaşansa da, temel sorunlarda CHP'de köklü değişiklikler yaratacak, Türkiye'nin demokratikleşmesi ve özgürleşmesine hamle yaptıracak herhangi bir politika değişikliği gerçekleşmemişti. MHP ise zihniyeti ve karakteri belli olan ırkçı, milliyetçi bir partidir. Türk-İslam sentezini esas alan, Türkiye'deki herkesi Türk gören, bu konuda herhangi bir esneme de göstermeyen bir karaktere sahip olarak Türkiye'nin geleceği açısından oynayacağı olumlu bir rolü yoktur. İşte bu gerçekler HDP'nin Türkiye'nin geleceğini belirleyen bir parti olarak bu seçimden başarıyla çıkmasını sağlamıştır.

HDP TÜRKİYE’NİN KARA KADERİNİ KIRMIŞTIR

HDP çok şey değiştirmiştir. Her şeyden önce amiyane deyimle Türkiye'nin makus talihini, ya da kara kaderini kırmıştır. Demokrasi güçleri bir araya gelemez, sol güçler bir araya gelemez, Türkiye'nin farklı etnik ve dinsel toplulukları bir araya gelip demokrasi mücadelesini yükseltemezler; dolayısıyla Türkiye otoriter, hegemonik, baskıcı, tek tipçi rejimlere mahkumdur anlayışı, algısı vardı. HDP seçimdeki başarısıyla bu algıyı yerle bir etmiştir. Türkiye'de 90 yıldır yürütülen demokrasi ve Özgürlük Mücadelesini ve bu mücadelenin yarattığı birikimleri bir araya getirmeyi başarmıştır. Özgürlük ve demokrasi isteyen tüm toplulukları bir araya getirmeyi başarmıştır. Türkiye'de bütün farklı etnik ve inanç topluluklarını yok ederek tek bir etnisiteye ve inanca dayalı kara kadere son vermiştir.

1960’ların sonundan başlayarak 1980’lere kadar solun, sosyalistlerin Türkiye'de gerçekten de bir örgütlü gücü, yükselişi vardı. 12 Eylül faşizmi bir daha belini doğrultamayacak düzeyde sol güçlerin üzerine gitmiş, tırpanlamış ve ezmişti. 12 Eylül faşizmi Kürt Özgürlük Hareketi'ni de ezerek kökünü kazımak istemiş, ancak bunu başaramamıştı. Kürt Özgürlük Hareketi 12 Eylül karşısında ayakta kaldığı gibi, o günden bugüne Türkiye'deki sol güçleri, sosyalist güçleri, demokrasi güçlerini, tüm özgürlükçü güçleri bir araya getirme çabası içinde de olmuştu.

Kuşkusuz bu çabaların belli olumlu sonuçları olmuştu, ama istenen sonuca ulaşmamıştı. Sol güçlerin, sol demokratların, sosyalistlerin, Türkiye'nin demokratikleşmesinden yana olan tüm güçlerin birleşmesi gerçekleştirilememişti. Bu durumda kültürel soykırımcı baskıcı egemen güçlerin on yıllarca iktidarlarını sürdürmelerine yol açmıştı. 2002’de AKP'nin iktidar olmasının nedeni de sol güçlerin birleşmemesi, sol demokrat bir seçeneğin ortaya çıkmamasıydı. AKP demagojik olarak demokrasi ve özgürlüklerden söz etmiş, demokrasi güçlerinin yarattığı boşluk ortamında 2002 seçimlerinde iktidara gelmişti. Eğer sol demokrat bir alternatif olsaydı AKP'nin 2002’de tek başına iktidara gelmesi mümkün değildi. Hatta o günün koşulları sol demokratların güçlü bir hamle yapması için çok büyük bir zemin sunuyordu. Ama sol ve sosyalizmin 12 Eylül darbesinin ağır sillesini yemesi, yine derin güçlerin sol ve sosyalistlerin bir daha buluşmaması için, birleşmemesi için özel ve psikolojik bir savaş yürütmeleri sol güçlerin bir araya gelmesini engellemiş, bu nedenle de 2002 seçimlerinde AKP çok rahat bir biçimde iktidara gelmişti.

HDP, AKP’NİN YENİ HEGEMONYA PEŞİNDE KOŞAN İKTİDARINA SON VERMİŞTİR

Türkiye tarihinde AKP kadar rahat iktidar olan başka bir partiye rastlanmamıştır. Aslında AKP herhangi bir rakip olmadığı için seçimi kazanmıştır. Eğer ciddi bir rakibi olsaydı ne tek başına Hükümet olabilirdi, ne de Türkiye siyasetinde bu düzeyde etkili hale gelebilirdi. 2002 seçiminde Türkiye halkları demokrasi istiyordu, özgürlük istiyordu. Yirmi yıllık savaş sürecinde sadece Kürt halkı üzerinde baskı kurulmamış, Türkiye halkları üzerinde de büyük bir baskı yapılmış, bir cendere kurulmuştu. Bu açıdan 2002 seçimlerinde Önder Apo'nun çağrısıyla Kürt Özgürlük Hareketi'nin silahlı güçlerini Türkiye sınırları dışına çektiği, ateşkes ve çatışmasızlığı sağladığı ortamda halklar baskıların son bularak özgür ve demokratik yaşamın gelişmesini ve yirmi yıllık süren kirli savaşta bütün kaynakların savaşa akması sonucu ortaya çıkan yoksullaşmanın ortadan kaldırılmasını istiyordu. Bunu en iyi yapabilecek de sol demokrat güçlerdi. Ama sol demokrat güçler bir araya gelemediği için, derin güçler CHP eliyle sol güçleri kontrol etme, bir araya gelmesini engelleme yoluna gittiği için AKP seçimleri kazanmış, 13 yıldır Özgürlük Hareketi dışında önünde ciddi bir engel görmeden Türkiye'yi yönetmiştir. Ancak bu seçimlerle birlikte tüm demokrasi güçlerinin birleşmesi, sosyalistlerin, solun, tüm sol demokratların bir araya gelmesi, Kürtler ve Aleviler başta olmak üzere tüm diğer etnik ve inançsal toplulukların demokratik ulus anlayışı temelinde HDP çatısı altında buluşarak bir demokrasi ittifakını, demokrasi güçlerinin birliğini ortaya çıkarması AKP'nin yeni hegemonya peşinde koşan otoriter iktidarına son vermiştir.

BU BİRLİK KORUNURSA DEMOKRATİK DEVRİM GERÇEKLEŞİR

Bu başarı yeni bir durum ortaya çıkardığı gibi, Türkiye'nin geleceğinin nereye doğru evrileceğini de ortaya koymaktadır. Eğer demokrasi güçleri bu birliğini korur, daha da geliştirirlerse, Türkiye'deki demokrasi mücadelesinin demokratik devrimle tamamlanarak Türkiye'nin demokratikleşmesi, tüm farklı kimliklerin kendilik olarak demokratik Türkiye içinde özgür ve demokratik yaşamlarını sağlamaları gerçekleşecektir. Bu seçimlerin ortaya çıkardığı tablo açısından en önemli gördüğümüz nokta budur. Yoksa seçim tablosunun esas görüntüsü AKP şu kadar oy almış, CHP şu kadar oy almış, MHP şu kadar oy almış değildir. Bu seçimin ortaya çıkardığı en önemli sonuç, demokrasi ve özgürlükçü güçlerin bir araya gelerek ortak hareket ettiğinde başarılı olacağının kanıtlanmasıdır. Bu başarı yeni başarıları da beraberinde getirecektir. Bu başarı üzerinden demokrasi güçlerinin ayağa kalkışı, sol güçlerinin ayağa kalkışı, farklı etnik ve dinsel toplulukların kendi kimliğiyle ayağa kalkışı ve var olmaları gerçeği görünür hale gelecektir. Böylece Türkiye artık solun ezilmiş olduğu, tüm etnik ve dinsel farklılıkların da ötekileştirildiği bir Türkiye olmaktan çıkarak sol demokratların öncülüğünde ve belirleyiciliğinde bütün farklılıkların kendilik olarak özgür ve demokratik olarak yaşayacağı bir demokratik ulus, bir demokratik Türkiye gerçeğine doğru yönelim olacaktır.

AKP'nin 13 yıllık iktidarı boyunca Kürt sorununa yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?

AKP'nin iktidara gelirken demokrasi ve özgürlükten söz ettiğini biliyoruz. Öte yandan CHP'nin 2002 seçimlerinde klasik politikaları bırakmaması vardı. MHP’nin zaten ırkçı, milliyetçi karakteri nedeniyle iktidara alternatif olması mümkün değildi. DEHAP da birlikte hareket ettiği çeşitli sol gruplarla barajı aşamayınca diğerlerine göre daha demokrat görünen AKP birinci parti olmuştu. AKP iktidara geldikten sonra Kürt Özgürlük Hareketi defalarca dilinde tüy bitercesine “barış barış” diyerek “adım at” çağrısı yapmış, ancak AKP Hükümeti kılını kıpırdatmamış, Kürt sorununun çözümü için hiçbir adım atmamıştır. AKP'nin bu tutumu karşısında 1 Haziran 2004 gerilla hamlesi gerçekleştirilmiştir. Gerillanın giderek etkinliğinin artması karşısında AKP diğer hükümetler gibi ayakta kalamayacağını, varlığını sürdüremeyeceğini görerek Kürtlere karşı yeni bir politika içine girmiştir. Bir zamanlar Demirel, Çiller ve Mesut Yılmaz’ın yaptığı gibi Erdoğan da Kürt sorununda yeni bir yaklaşım ortaya koymak zorunda kalmıştır. 2005 yazında Amed’te “Kürt sorunu vardır, bu aynı zamanda benim de sorunumdur” demiştir. Bu yaklaşım, demokratik karakterinden ya da bir çözüm projesi olmasından ileri gelmemiştir. Çünkü daha iki yıl önce “düşünmezseniz Kürt sorunu yoktur” diyen biriydi.

AKP silahlı güçlerin, gerilla güçlerinin Türkiye sınırları dışına çıktığı çatışmasızlık ortamında iktidara gelmişti. AKP de devletin çeşitli kesimleri gibi “Önderlikleri yakalandı, PKK tasfiye oldu” düşüncesindeydi. Bu yönüyle iktidara gelirken ne bir çözüm projesi, ne de bir savaş planlaması bulunuyordu. Kürt Özgürlük Hareketi çözümsüzlük karşısında mücadeleyi yükseltince ne çözüm politikası ne de savaş planlaması olan AKP şaşkın bir duruma düştü. Kürtlere karşı diğer Hükümetler gibi hemen bir savaş politikası yürütecek durumda değildi. Buna ne hazırlığı vardı ne de yürütecek gücü. Hemen savaşa girmesi durumunda kendisinin de iktidardan düşeceğini biliyordu. Çünkü özgürlüklerden, demokrasiden söz ederek iktidara gelmişti. Bu nedenle Kürt sorunu benim de sorunumdur diyerek Kürtlerin kendine karşı tutum değiştirmesini ve bu temelde Özgürlük Hareketi'nin yürüttüğü mücadeleyi engelleme politikasına yönelmiştir.

Öte yandan Türk asker-sivil bürokrasisi de Kürt Özgürlük Hareketi'nin yeniden bir gerilla hamlesi yapması karşısında Hükümeti sıkıştırarak bir savaş içine sokmaya çalışmışlardır. Ancak AKP Hükümeti bir savaş politikası yürütecek durumda olmadığından, hem Kürtleri, hem de asker-sivil bürokrasiyi idare eden bir politika yürütmüştür. Ancak uzun süre böyle her iki tarafı da idare eden bir politika yürütmesi mümkün değildi. Bir taraftan Özgürlük Hareketi'nin mücadelesi, diğer taraftan asker-sivil bürokrasinin sıkıştırması karşısında yeni politikalara yönelmek zorundaydı. Nitekim 2007’de Yaşar Büyükanıt’la anlaşarak Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı savaşı yürütme çerçevesinde AKP iktidarda kalmış, Abdullah Gül de Cumhurbaşkanı seçilmişti. 2007’de şiddetli bir savaş kararı verilmiş, bu savaşı yürütmek için de Amerika’ya gidilmiş, Amerika’da Bush’un desteği alınmıştı. Hem siyasi hem de teknik destek alınarak Kürt Özgürlük Hareketi'nin etkisizleştirilerek tasfiye edilmesi hedeflenmiştir. Tabii ki bu desteği alırken bu desteğin karşılığı olarak da o güne kadar tanımadıkları Güney Kürdistan federasyonunu tanımak zorunda kalmışlardır. Bu teknik destek sonucu Medya Savunma Alanlarına hava saldırıları yapılmış, böylelikle teknik olarak kendilerine avantajlar sağladıkları bir savaş yürütmüşlerdir. 2007 sonundan başlayarak hava saldırıları yaptıkları gibi, 2008’in Şubat’ında HPG Anakarargahı’nın bulunduğu Zap alanına bir imha operasyonu yöneltmişlerdir. Ancak bırakalım sonuç almayı, büyük bir bozgunla geri dönmek zorunda kalmışlardır.

Bu durum, savaşla Kürt Özgürlük Hareketi'nin tasfiye edilemeyeceğini bir daha ortaya koymuştur. Bu çerçevede Yaşar Büyükanıt’tan sonra Genelkurmay Başkanı olacak İlker Başbuğ’la bir özel savaş politikası yürütme konusunda uzlaşmışlardır. Dil ve kültür alanında bazı yumuşamalar yapma çerçevesinde Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı bir özel savaş yürütülerek tasfiye politikası izlenecektir. İşte 2008’den bu yana AKP'nin sanki Kürt sorununda çözüm için bir şeyler yapacakmış gibi bir yaklaşım ortaya koyarak Kürt Özgürlük Hareketi'ni zamana yayılmış özel bir savaşla tasfiye etme politikası izlemesi bu temelde yürürlüğe konulmuştur. Sadece askeri güçleriyle sonuç alamayacaklarını anladıkları için böyle bir özel savaşı yürütmenin örtüsü olarak Kürt sorununda bir şeyler yapacakmış, adımlar atacakmış beklentisi yaratmıştır. Bunun için bu yıllarda zorunlu olarak kırıntı düzeyinde diyebileceğimiz kimi yumuşamalar yaparak bu özel savaş politikasını, yani demokrasi güçlerini, Kürt halkını ve toplumu aldatma politikasını sürdürmüşlerdir.

Bu özel savaş politikasının boşa çıkarılması ve AKP'nin bu seçimde hezimete uğramasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kürt Özgürlük Hareketi bu özel savaşı gördüğünden, bu özel savaşı teşhir etme, boşa çıkarma politikasına yönelmiştir. Kürt Özgürlük Hareketi'nin Oslo’daki görüşmeleri, Önder Apo'nun İmralı’da yürüttüğü diyaloglar ve gösterdiği politik tutum, eğer olabiliyorsa devlete adım attırmak, ama bu olmuyorsa AKP'nin, Türk devletinin yürüttüğü özel savaşı, zamana yayılmış tasfiye politikasını boşa çıkarma amaçlı gerçekleşmiştir. 2008’den bu yana bazen şiddetli savaş biçiminde ortaya çıksa da, Kürt Özgürlük Hareketi’yle AKP arasında büyük bir siyasal mücadele sürmüştür. AKP yürüttüğü özel savaşla Kürt Özgürlük Hareketi'ni etkisizleştirme, tasfiye etme politikası izlerken, Önder Apo ve Kürt Özgürlük Hareketi ise toplumu, siyasi güçleri ve devleti Kürt sorununun çözümüne hazırlama, Kürt sorununun çözümüne yatkın hale getirme çabası içinde olmuştur. Yakın zamana kadar yürüyen siyasal mücadelenin karakteri esas olarak bu şekildedir.

Önder Apo ve Kürt Özgürlük Hareketi ateşkesler yaparak, çatışmasızlık sağlayarak, ön açıcı politik adımlar atarak sürekli Kürt sorununun çözümünden yana olduğunu göstermiş, Kürt sorununun nasıl çözüleceği konusunu kamuoyunun gündemine koymuştur. Türkiye'nin Kürt sorununu çözmeden demokratikleşemeyeceğini, istikrar ve barışa kavuşamayacağını, sadece içeride değil, dışarıda bile Türk devletinin barış ve istikrara kavuşması için Kürt sorununun çözümünün kaçınılmaz olduğunu ortaya koyan yaklaşımını sürdürmüştür. Kürt sorununun çözümünü de demokratikleşme ve Türkiye'nin siyasal birliği içinde Kürt halkının kendi kimliği ve kültürüyle özgürce yaşaması temelinde gerçekleşebileceğini her fırsatta vurgulamıştır. Bu gerçeklik, Türkiye toplumunda kabul görmüştür. Türkiye toplumu da Kürt sorununun çözümünü ister hale gelmiştir. AKP bu gerçeği gördüğü için “demokratik açılım” ve “çözüm süreçleri”nden söz ederek Kürt sorununu çözecekmiş beklentisini yaratma temelinde seçimlerde başarılı olmayı hedeflemiştir. Seçimlerde AKP'nin başarısının altında yatan en temel etken, çatışmasızlığın var olduğu ortamda Kürt sorununu çözeceği beklentisi yaratmasıdır.

AKP’NİN GERÇEK YÜZÜ ORTAYA ÇIKARILMIŞ VE TAMAMEN DEŞİFRE OLMUŞTUR

Kürt Özgürlük Hareketi de AKP'nin bu gerçek yüzünü açığa çıkarmak için AKP'yi ve devleti çözüme zorlayan, çözüm zeminine çeken, adım attırmaya çalışan bir politika izlemiştir. Sonuç itibariyle Önder Apo'nun ve Hareketimizin izlediği politika karşısında AKP'nin ve devletin bir çözüm politikası olmadığı ortaya çıkmıştır. 2013 ve 2015 Newrozlarında Önder Apo'nun ortaya koyduğu çözüm manifestoları, yine Önder Apo'nun demokratik müzakere taslağını hazırlayıp AKP'ye ve kamuoyuna sunması, en son AKP Hükümetiyle on maddelik demokratikleşme deklarasyonu üzerinde mutabakat sağlanması, bunun Dolmabahçe Sarayında tüm kamuoyuna deklare edilmesi AKP'nin gerçek yüzünün açığa çıkmasına vesile olmuştur. Zaten yıllardır çözeceğim diyerek, adım atacağım diyerek halkı oyalayan, ama adım atmayan, halkı oyalayıp adım atmadığı gibi sürekli halk üzerinde baskı yapan, siyasal soykırım operasyonlarıyla binlerce insanı zindanlara atan, her mitingde bir iki genci, yurtseveri katleden, bu yönüyle Kürt halkına karşı saldırıları durdurmayan AKP hükümetinin bu politikası Erdoğan’ın Kürt sorunu da yok, taraf da yok, masa da yok, izleme heyeti de yok demesiyle tamamen deşifre olmuştur.

Tabii ki sadece Erdoğan’ın son söyledikleri bu özel savaş gerçeğinin deşifre olmasına neden olmamıştır. Son yıllarda hep demokratikleşme ve çözüm beklentisi yaratıp adım atmaması, aksine halk üzerinde baskı ve terör uygulaması zaten AKP'ye karşı büyük tepkiler ortaya çıkarmıştı. Gezi Direnişinde halka çok sert yaklaşması da Türkiye toplumunda teşhir olmasını sağlamıştı. Kobanê’de süren tarihi direnişte açıkça IŞİD’ten yana olması, Kobanê niye bu kadar önemlidir, Kobanê’ye neden sahipleniliyor diyerek öfkelenmesi, bunlar yetmiyormuş gibi IŞİD’in saldırıları artınca halkın, Kürtlerin, bütün demokrasi güçlerinin, dünyanın gözüne bakarak “işte Kobanê de düştü düşecek” demesi, Erdoğan şahsında AKP Hükümetinin maskesini indirmiş, cilasını döküp boyasını silerek esas karakterini ortaya çıkarmıştır.

AKP'nin bu seçimde hezimete uğramasının esas nedeni, Kürdistan'da bir çözüm politikası olmaması, çözümden söz edip beklenti yaratıp çözümsüzlükte ısrar etmesidir. Kürt halkına, Kürt halkının Özgürlük Mücadelesine karşı zamana yayılmış bir tasfiye politikası izlemesi ve bunun anlaşılması AKP'nin Kürdistan'da hezimete uğramasının en temel etkenidir. Kürt halkı ve AKP'ye o güne kadar oy verenler, AKP'nin beklenti yaratan, aldatan, oyalayarak Kürt sorununu çözümsüz bırakan politikasına gereken cevabı vermişlerdir. Kürt halkının aldatılamayacağını, oyalanamayacağını, Kürt halkının değerleriyle alay edilemeyeceğini başta Erdoğan olmak üzere AKP Hükümetine göstermişlerdir.

AKP'ye oy veren Kürtler de Önder Apo'nun, PKK'nin AKP'ye çözüm için her türlü fırsatı sunduğunu ve bunun değerlendirilmediğini görmesi sonucu AKP saflarını terk ederek HDP’ye yönelmişlerdir.

HDP'nin başarısı sadece AKP karşıtlığı ve oluşan fırsatların sonucu mudur, yoksa HDP projesinin bir sonucu mudur?

Kuşkusuz bu başarının gerçekleşmesinde birçok etken var. Tek bir etkenin bu başarıyı getirdiğini söylemek gerçeği görmemek olur. Bütün etkenleri bir araya getirerek başarıyı sağlatan HDP projesidir. HDP’nin demokratik ulus projesidir. HDP'nin tüm etnik ve dinsel farklılıkları, tüm sosyal farklılıkları bir araya getiren ve onların kendi olarak özgür ve demokratik yaşamını sağlama zihniyetidir. Tabii ki tüm bunları da sol demokrat bir anlayışla gerçekleştirme yaklaşımı HDP'nin başarısının temelidir. HDP, halktan, ezilenlerden yana bir partidir. Halktan, ezilenden yana olmak demek, sol demokrat bir parti olmak demektir. Sol demokratlık etnik ve dinsel, inançsal, sosyal, kültürel, cins olarak tüm ezilenlerin özgür ve demokratik yaşamasını sağlama zihniyeti, ideolojisi, teorisi, politikası ve projesine sahip olmaktır. Sol olmanın karakteri buradan ileri gelmektedir. HDP projesinin karakteri tabii ki soldur, ama herhangi bir sol değildir. Geçmişteki tüm deneyimlerden ders çıkararak, tüm insanlık tarihinin irdelenmesi sonucu ortaya çıkan bir demokratik ulus yaklaşımı, bir demokratik toplum anlayışı, demokratik topluma ve demokratik ulusa dayalı bir demokrasi anlayışı HDP’nin ideolojik ve teorik zihniyeti olmaktadır. Başarısı böyle bir ideolojik-politik çerçeve ve bunun siyasal, toplumsal, kültürel, ekonomik bir proje ortaya koymasıyla gerçekleşmiştir. Bu açıdan HDP'nin başarısını tek tek etkenlere bağlamak yerine, bütün bu etkenleri bir araya getiren, bütün bu etkenlerin bir ideoloji ve politika doğrultusunda projeye kavuşturan karakterinde görmek gerekmektedir.

BU ÇİZGİ ÖNDER APO’NUN ÇİZGİSİDİR

Tabii ki bu çizgi esas olarak Önder Apo'nun çizgisidir; Önder Apo'nun demokratik topluma dayalı özgür ve demokratik yaşam projesini ifade etmektedir. Önder Apo, klasik partilerle toplumların özgür ve demokratik yaşama kavuşamayacağını ortaya koymuştur. Bu açıdan bütün toplulukların kendilik olarak örgütlenmesi, örgütlü topluluk olarak demokratik toplum haline gelmesini özgür ve demokratik yaşamın esası olarak görmüştür. Bunun için de bütün farklı siyasal görüşlerin, sosyal grupların, etnik ve dinsel toplulukların kendi örgütlülüğüyle katıldığı HDK projesini önermiştir. Böyle bir demokratik topluma dayalı, Halkların Demokratik Kongresi üzerinden de bir partileşmeye gidilmesi perspektifini ortaya koymuştur.

Bu projenin ideolojik özü de, kurumlaşması da demokratiktir. Hiç kimseyi eritmeyen, tek tipleştirmeyen bir toplum projesidir. Siyasal çizgisi demokratik ulus ve demokratik topluma dayalı demokratik devrim programını ifade etmektedir. Bu açıdan sosyalistler başta olmak üzere tüm sol demokratlar Türkiye siyasetinde rol alabilecek, Türkiye siyasetine müdahale edebilecek bir duruma gelmek için HDK ve HDP çatısı altında bir araya gelmişlerdir. Diğer yandan Aleviler, Êzîdîler, Süryaniler, Ermeniler, Çerkezler, Azeriler ve diğer bütün ötekileştirilmiş etnik ve inançsal topluluklar HDP projesiyle özgür ve demokratik yaşama kavuşacaklarını görmüşlerdir. O güne kadarki ulus-devlet projesinin ezerek yok etmek istediği tüm topluluklar demokratik ulus anlayışına sahip HDP çatısı altında kendilik olabilecekleri ve HDP çatısı altında yürütülebilecek mücadeleyle özgür ve demokratik yaşama kavuşacaklarına inanmışlar ve bu projenin etrafında toplanmışlardır. Kadınlar HDP'yi kendi partileri olarak görmüşlerdir. Çünkü HDP çizgisi kadın eksenli demokratik ekolojik toplum yaratma çizgisidir. Kadınların tarihteki toplumcu özgürlükçü karakteri, hak, adalet, eşitlikçi karakteri HDP’nin temel ruhu olarak benimsenmiştir. Kadınlar da ezilen, ötekileştirilen bir cins olarak kendi özgür ve demokratik yaşamlarını bu karakterdeki HDP'de gördükleri için, bırakalım HDP'ye sadece destek vermeleri, HDP'nin yönetiminden çalışanlarına kadar en fazla emek veren, en coşkulu çalışan kesim olarak HDP projesinin başarısında en önemli rolü oynamışlardır. Gençler ise kendilerini ancak böyle bir demokratik toplum ve özgürlükçü projede ifade edeceklerini, kendilerini toplum içinde etkin kılacaklarını görmüşler ve HDP'nin dinamik ruhu olmuşlardır.

HDP TÜM ORTADOĞU’NUN İLACI OLAN BİR PARTİYDİ

HDP'nin demokratik ulusa, demokratik topluma dayalı demokratikleşme ve tüm farklı toplulukların kendi kimliğiyle özgür ve demokratik yaşamasını sağlama zihniyeti, programı HDP'yi Türkiye'nin en canlı, en dinamik partisi haline getirmiştir. Türkiye'nin ihtiyacı HDP'ye vardır. Türkiye tarihi HDP gibi bir partiye, zihniyete sahip olmadığı için hep çatışma, çekişme, savaş, istikrarsızlık içinde yaşamak biçiminde geçmiştir. Türkiye ancak HDP gibi bir zihniyete, bir politikaya, bir projeye sahip olursa barış ve istikrar içinde özgür ve demokratik yaşamına kavuşabilirdi. HDP tam da Türkiye'nin ilacı olan bir partiydi. Sadece Türkiye'nin değil, tüm Ortadoğu halklarının ilacı olan bir partiydi. Çünkü Ortadoğu'da inançlar ve etnik kimlikler birbirini boğazlıyor; kadın üzerinde yoğun bir baskı yürütülüyor; toplum üzerindeki baskı gençlerin bir türlü kendilerini ifade etmesine, kendileri olmasına imkan vermiyordu. İşte bu koşullarda HDP projesi tüm Türkiye'de bir güneş olarak yükselmiş, sadece Türkiye'yi değil, Ortadoğu'yu aydınlatır hale gelmiştir. Bu açıdan HDP'nin başarısını kesinlikle HDP’nin demokratik topluma, demokratik ulusa dayalı özgür ve demokratik yaşam projesinin yarattığını bilmek gerekir. Sadece bir kesimin ya da bir iki kesimin katılmasıyla, güç vermesiyle gelmiş bir başarı değildir. Başarı, niceliğine ve niteliğine bakmadan HDP projesine katılan, HDP projesi için çalışan, katkı sunan herkesin başarısıdır. Burada bir bütünlük vardır. Birini çıkarırsanız bu bütünlüğü bozarsınız. Çünkü bu bütünlük sinerji yaratmıştır. Bu bütünlük Kürdistan ve Türkiye'de demokrasi rüzgarı estirmiştir. Bu bütünlük bütün Kürtleri HDP etrafına çekmiştir. Bu bütünlüğün demokratikleşme etkisi, rüzgarı olmasaydı, bunun yarattığı sinerji olmasaydı mevcut sonuçlar ortaya çıkarmazdı. Bu sinerji, bu hava olmasaydı ne AKP içindeki Kürtler bu kadar HDP'ye yönelirdi, ne liberaller bu kadar HDP'ye ilgi gösterirdi, ne Aleviler, ne de Azeriler, Terekemeler, Êzîdîler, Süryaniler, Mehalmiler, Çerkezler farklı etnik ve dinsel topluluklar, kadınlar bu düzeyde HDP'ye yönelirlerdi.

HDP’YE YOĞUN AKIŞI ZİHNİYETİ VE PROGRAMI SAĞLAMIŞTIR

AKP'nin politikaları ve Türkiye'deki siyasi ortam nedeniyle mutlaka HDP'ye bir yönelim olurdu, ama demokratik ulus projesinin ve bu projenin bütünlüklü karakterinin yarattığı sinerjiyi anlamadan, demokratik ulus projesinin Türkiye için nasıl bir ihtiyaç olduğunu görmeden HDP'nin başarısını anlamak mümkün değildir. Bu yönüyle sadece AKP karşıtlığından HDP kazandı ya da AKP karşıtlarının verdiği oy HDP'yi başarıya götürdü, Erdoğan karşıtlığı HDP'yi başarıya götürdü değerlendirmeleri doğru değildir. Kuşkusuz AKP'ye ve Erdoğan’a tepki duyanların bir kısmı HDP'ye oy vermiştir. AKP'nin politikasına tepki duyan Kürtler HDP'ye yönelmiştir. Ancak HDP'ye yönelik yoğun akışı esas olarak Türkiye'nin demokratikleşmesini sağlayan, gerçek demokratikleşmeyi ifade eden HDP'nin zihniyeti ve programı sağlamıştır. Çünkü ancak gerçek demokratikleşme içinde Kürt sorunu çözülecektir; gerçek demokratikleşme içinde Alevilerin sorunları çözülecektir; HDP çizgisinde demokratikleşme temelinde diğer tüm toplulukların sorunları çözülecektir. Birçok topluluk bu nedenle HDP'ye yönelmiştir. Gerçek demokratikleşme ve örgütlenme özgürlüğü içinde sol ve demokrasi güçleri kendilerini güçlendirecekleri için HDP'ye yönelim olmuştur. Bütün bunlar birleşik, bütünleşik olarak bir araya gelince büyük bir sinerji doğmuş, öyle ki bu sinerji birçok bakımdan tereddütlü ve kararsız olanları da HDP’ye çekmiştir.

Bu açıdan seçim sonuçlarını değerlendirirken başarıyı getiren projenin düşünce ve yapılanma mimarının Önder Apo olduğunun özellikle bilinmesi gerekiyor.  Önder Apo bu projenin gerçekleşmesi ve pratikleşmesi konusunda ısrarlı olmuştur. HDP içinden, dışından Kürt demokrasi güçleri içinden, dışından gelen her türlü dirence Önder Apo tutum koyarak böyle bir başarının gerçekleşmesini sağlamıştır. Bu açıdan bu ideolojik-politik duruşu da bu başarıdaki en temel etken olarak görmek gerekir.

Bu başarı HDP projesinin bir sonucuysa bundan sonra bu proje nasıl pratikleştirilerek geliştirilmelidir?

Kuşkusuz başarı HDP projesinin başarısı olduğu gibi, bundan sonraki bütün gelişmeler, başarılar da ancak bu projenin ruhuna, zihniyetine, anlayışına uygun davranıldığı takdirde gelecektir. Bu açıdan HDP projesinin ruhunun, zihniyetinin, yapılanmasının bundan sonra daha hızlı geliştirilmesi gerekir. Kuşkusuz toplulukların örgütlenmesi olan HDK geliştirilerek HDP güç kazanabilir. Yoksa HDP de diğer partiler gibi topluma dayanmayan, sadece seçimden seçime toplumdan oy isteyen bir partiye dönüşür. HDP projesi böyle değildir. Bu yönüyle Halkların Demokratik Partisi bundan sonra daha geniş kesimleri içinde barındıracak bir yapılanmaya kavuşacaktır. Birçok kesim daha Halkların Demokratik Kongresi’nin içine girecek, kendisini örgütlü kılacaktır. HDK içindeki bütün örgütler kendi kimliklerini koruyarak var olacaktır. Bu açıdan örgütlü toplulukların HDK içinde daha geniş yelpazede yer alması, bugüne kadar dışında kalan bütün sol demokrat partilerin, güçlerin, yine farklı etnik ve inanç topluluklarının demokratik mücadelede önemli rol oynayan kurumlaşmaların, sivil toplum örgütlerinin, kuşkusuz kadın ve gençlik örgütlerinin daha yaygın biçimde HDK projesinde yer alarak HDP'yi güçlendirmeleri, HDP'yi demokratik topluma dayalı tüm Türkiye'nin gerçek bir demokratik partisi haline getirmeleri gerekecektir. Bu başarı bunu gerekli kılmaktadır.

Bu başarı hangi siyasetin izlenmesi gerektiğini, hangi yol ve yöntemlerin izlenmesi gerektiğini, hangi üslubun kullanılması gerektiğini gözler önüne sermiştir. Bu açıdan bu projeye uygun davranıldığında başarı gelecektir. Bu projeye uygun davranmayan her türlü söz, söylem, pratik bu başarıyı daraltma, bu başarma gerçeğini göz ardı etme anlamına gelir ki, tabii ki HDP etrafında başarılı olan hiçbir siyasal düşünce, hiçbir toplumsal grup, hiçbir kimlik ve kişi böyle bir dar yaklaşım içinde olmayacak, HDP projesine sahiplenecek, daha fazla da genişlemesini sağlayarak büyük başarıların gelmesinde rol oynayacaktır.

TEK TÜRKİYE PARTİSİ HDP’DİR

Bu karakteriyle HDP’yi Türkiye'yi kucaklayan tek parti olarak değerlendirebilir miyiz?

HDP projesi aynı zamanda HDP'yi tek Türkiye partisi haline getirmiştir. Erdoğan ve AKP’liler “Biz tek Türkiye partisiyiz” diyerek demagoji yapıyorlardı, toplumu aldatıyorlardı. Türkiye'nin her yerinden oy almalarını kendilerinin tek Türkiye partisi olduğuna kanıt olarak gösteriyorlardı. Kesinlikle bu doğru değildir. AKP Türkiye'nin tümünün partisi değildir. AKP sadece bir kesimin partisidir. Kürdistan'da ve Kürtler içinde zaten silinmişlerdir. Sadece Türk ve Sünni mezhebin partisi haline gelmiştir. Türk etnisitesi ve Sünni mezhebin içinde de bir kesimin çıkarını temsil eden parti haline gelmiştir. Bu mezhepçi zihniyetin içinde Kürt’ün Hanefi’si de Şafi’si de yoktur. Böyle bir Türkiye partisi olabilir mi? Farklı etnik topluluklar AKP’de yoktur. Çerkezler yoktur, başka etnik ve inanç toplulukları kendi kimliğiyle yoktur. Bu kesimlerden sadece çıkar için bazıları AKP'de yer almıştır. Bu yönüyle AKP yüzde 40 oy alsa da bu bir Türkiye partisi olduğunu göstermez. Türkiye'nin tüm toplumsal kesimlerinden, tüm etnik ve inanç kesimlerinden oy alan bir parti değildir. Bu açıdan tek Türkiye partisi HDP’dir.

 HDP bu seçimde Türkiye'nin tüm alanlarından ve tüm toplumsal kesimlerinden oy almıştır. Türkiye'nin mozaiğini yansıtan tek parti HDP’dir. AKP Türkiye'nin mozaiğini yansıtıyor mu? Türkiye bir mozaiktir; kültürler, inançlar, etnik topluluklar mozağidir. AKP bunu yansıtmıyor; AKP tek renktir. HDP ise bütün renkleri içinde taşıyan bir partidir. Bu açıdan özgür ve demokratik yaşam özlemi olan tüm Türkiye halklarının partisidir. Hem Sünnilerin partisidir, hem Alevilerin partisidir, hem Süryanilerin, hem Êzîdîlerin, hem Çerkezlerin, hem Arapların, hem Kürtlerin, Azerilerin, Terekemelerin, herkesin partisidir. Herkes bu parti çizgisinde başkasını ötekileştirmeden kendi kimliği ve kültürüyle, inancıyla özgürce yaşama imkanına kavuşmuştur, kavuşacaktır. HDP projesinin başarısı böyle bir demokratik ulus anlayışı, demokratik toplum, demokratik zihniyetten kaynaklandığı gibi, bütün Türkiye toplumunu kapsayan karakterinden ileri gelmektedir. Böyle bir karakterde olan hareket, parti tabii ki büyük gelişme imkanlarına sahiptir. En büyük gelişme potansiyeline HDP sahiptir. Bu açıdan HDP bundan sonra bütün Türkiye'ye seslenen bir parti olarak önündeki engelleri yıkacaktır. Bugüne kadar özel savaş, derin devlet HDP gibi demokratik partilerin Karadeniz’de, Orta Anadolu’da gelişmesine, çalışmasına, yaşam hakkı tanımamıştı; ancak bundan sonra yapılacak çalışmalarla bu da kırılacak, bütün Türkiye coğrafyasına gidecek, yayılacak bir parti haline gelecektir.

Seçim sonuçlarının Türkiye siyasetine nasıl etkisi olacak?

Kuşkusuz seçim sonuçları Türkiye'deki siyaset anlayışında önemli değişikliklere yol açacaktır. 7 Haziran sadece bir HDP başarısı değildir, aynı zamanda Türkiye'deki siyaset tarzının değişmesinde de bir dönüm noktası olacaktır. Bundan sonra otoriter, kibirli zihniyetlerin Türkiye siyasetinde yer almaları çok zor olacaktır. Herkes Erdoğan ve AKP şahsında dersini almıştır. Bu seçim sonuçlarından tabii ki tüm Türkiye toplumu da, Türkiye siyaseti de dersini almıştır. Artık Türkiye siyaseti otoriter ve hegemon söylemle, zihniyetle bir yere varılamayacağını görmüştür. Türkiye eğer barışa ve istikrara kavuşacaksa bütün siyasi görüşlere, bütün toplumsal tabakalara, bütün etnik ve inançsal topluluklara özgür ve demokratik yaşam hakkı tanıyan, ötekileştiremeyen bir dil kullanmak zorundadır. Bu açıdan sadece AKP ve CHP değil, MHP de değişmek zorundadır. MHP de artık on yıllar öncesinin diliyle, yaklaşımıyla Türkiye siyasetinde yerini alamaz. Eski dilini, üslubunu ve tarzını bırakmazsa Türkiye'ye en büyük kötülük yapan, Türkiye'ye en büyük düşmanlık yapan bir parti haline gelir. Bu açıdan MHP’nin de bu seçim sonuçları çerçevesinde Türkiye gerçeklerini dikkate alarak kendi zihniyetini, politikalarını ve tutumunu değiştirmesi gerekmektedir. Tabii ki CHP de değişmek zorundadır. Hatta en fazla değişmesi gereken parti konumundadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ve köklü partisi olduğundan, Türkiye'nin olumlu ve olumsuz yaşadığı her şeyden fazlaca sorumlu olacak bir konuma sahiptir.

Türkiye siyasetinde geçmişten bugüne var olan hegemonik karakter, hegemonik dil bırakılmak zorundadır. AKP'nin zihniyeti on yıllar öncesinin, 50-60 yıl öncesinin particiliğinin bugün de sürdürülmesidir. Bunun bırakılması gerekir. Bu dil ve karakter 50-60 yıl önce Türkiye'ye bir hayır getirmediği gibi, bugün de bir hayır getirmemiştir, getirmeyecektir. Bu açıdan Türkiye siyaseti demokratikleşmek zorundadır. Kavimler ve inançlar kapısı tanımıyla çok farklı etnik ve dinsel toplulukları bağrında taşıyacak; ama ulus-devletçi tek tipçi, tek renkli hegemonik zihniyeti yürütecek! Bunun Türkiye toplumsal haritasında bir karşılığı yoktur. Bu toplumsal haritaya ters bir zihniyet, politika ve tutumu sürdürmek sürekli krizler yaşayan bir ülke olmaya mahkum olmaktır.

Türkiye siyasetinin, Türkiye toplumunun ihtiyaçlarına cevap veren durumda olması gerekiyor. Irak’ın, Suriye'nin, Mısır’ın ya da başka ülkelerin toplumsal yapısına cevap vermeyen iktidarların ne hale düştüğünü herkes görmüştür. Aslında bu katı ulus-devlet anlayışının artık halklar için barış ve istikrar getirmediği netleşmiştir. Bu yönüyle Türkiye siyasetinin gerçekten de değişmesi gerekiyor. Farklı etnik ve dinsel toplulukların mücadelesini, özgürlük ve demokrasi özlemlerini şiddetle bastıran politikanın terk edilmesi gerekir. Bugüne kadar farklı etnik ve inanç toplulukların özgür ve demokratik yaşam talepleri şiddetle bastırılmıştır. Erdoğan’ın tek tek tek dediği zihniyet bugüne kadar sürdürülen zihniyetin en kaba biçimde dillendirilmesidir. Erdoğan gerici özünü hiç saklamadan doğrudan ortaya koyan bir siyasi figürdür. Gerçekten de Ortadoğu biraz da böyledir. Önder Apo'nun dediği gibi, Ortadoğu'daki otoriter faşist rejimlerde cumhuriyetçi ve demokratik biçimler aramak istisna kabilinde bile çok zordur. Devlet âdeta özüyle hareket eder gibidir. Biçimi tek kılarak gücünü kanıtlamak ister. Ayrıca değişmez devlet imajını, biçimi hiç değiştirmeden baki kılmayı siyasi yetkinlik, erdem sayar. Bunun Ortadoğu halklarına ve Türkiye halklarına verdiği zarar ortadadır. Bu açıdan Türkiye'nin istikrara ve barışa kavuşması için Türkiye siyasetinin zihniyetini, dilini, üslubunu değiştirmesi gerekiyor. Ortadoğu'da yaşananları görmesi gerekiyor. Dünyadaki eğilimleri görmesi gerekiyor. Ulus-devletlerin geçen yüzyılda bütün etnik ve dinsel toplulukları ezip bitirme politikaları artık son bulmuştur; bunun sonuna gelinmiştir. Bu zihniyet I. Ve II. Dünya Savaşlarını ortaya çıkarmıştır. Bu nedenle I. Ve II. Dünya Savaşlarından sonra Avrupa farklı etnik ve dinsel topluluklarla yan yana yaşamayı belli düzeyde öğrenmiştir. Eğer Avrupa’da birazcık barış ve istikrar varsa nedeni budur.

Kuşkusuz Avrupa’da tam ve gerçek demokrasi yoktur. Hala sömürücülerin, egemenlerin hakim olduğu bir toplumsal siyasal gerçeklik vardır. Ama egemenler bile kendi varlıklarını, yaşamlarını sürdürmek için belirli konularda değişmek zorunda kalmışlardır. Çünkü eski politikalar kendilerini bile ezip geçiyordu. Kendilerini yaşatmak için bile yumuşamak zorunda kalmışlardır. Kaldı ki Ortadoğu topluluklarını dünyadaki diğer topluluklara da benzetmemek lazım. Ortadoğu halkları çok köklü bir geçmişe sahiptir. Bütün inançlar köklerini derinliklere salmışlardır. Bütün kültürler köklerini derinliklere salmıştır. Bütün etnik ve dinsel topluluklar köklerini derinliklere salmışlardır. Yine kadın özgürlüğünün derinliklerde izi vardır, kökleri vardır, etkileri vardır. Bu açıdan Ortadoğu halklarını artık tek tipçi zihniyetle, otoriter zihniyetle ya da kadınların köleliğine dayalı bir sistem kurarak yönetmek kolay değildir. Bu açıdan siyaset tarzının, üslubunun değişmesi lazım. Demokratik siyasetin devreye girmesi lazım.

Demokratik siyaset demek, bütün farklı toplulukların kendilik olarak kendi kimliği ve kültürüyle özgür yaşamasını kabul etmek demektir. Bir topluluğu reddedeceksin, varlığını tanımayacaksın, orada demokratik siyasetten bahsedeceksin! Bu mümkün değildir. Bu açıdan demokratik siyasetin de doğru tanımlanması gerekiyor. Demokratik siyaset, bütün farklı kimliklerin varlığını, kimliğini ve bu kimliğin gerektirdiği hakları tanımakla olur. Varlığı ve kimliği kabul edildikten sonra, özgür ve demokratik yaşamı kabul edildikten sonra var olan diğer sorunlar demokratik siyaset temelinde giderilir. Ama birincil koşul, bütün farklılıkların varlığını, kimliğini, özgünlüklerini tanımaktır, var olmasını sağlamaktır. Türkiye'de bu tanınmıyor; herkes Türk’tür, herkes Hanefi Müslüman’dır. Böyle bir yaklaşımla Türkiye siyaset kurumunun Türkiye'nin hayrına politikalar üretmesi mümkün değildir. Bu açıdan Türkiye siyasetindeki farklıkları kabul etme ve çoğulculuk temelinde demokratik siyasetin yerleşmesi gerekir.

Seçim sonuçlarının Kürt demokratik hareketi ve Özgürlük Hareketi üzerinde ne gibi etkileri olacaktır?

Seçim sonuçlarının Hareketimiz açısından önemli etkileri olmuştur. Bütün Kürt halkı HDP'ye kendini temsil etme hakkını vermiştir. Bu aynı zamanda Önder Apo'nun ve Kürt Özgürlük Hareketi'nin Kürtleri temsil ettiğinin de dünyaya ilanıdır. Çünkü HDP çok farklı inançların, kültürlerin, kimliklerin, siyasi görüşlerin bir araya getirildiği bir projedir. Bunun içinde tabii ki Kürt Özgürlük Hareketi'nin kırk yıldır yürüttüğü mücadeleyle ortaya çıkardığı demokratik siyasal hareket, demokratik toplum, özgürlüğü için direnen yurtsever Kürt halk gerçekliği de vardır. Bu açıdan Hareketimize de büyük sorumluluklar düşmektedir.

En başta da Hareketimiz HDP projesinin zihniyeti, politikası, uygulanması ve tutumuna uygun bir duruşu destekleme, buna sahip çıkma sorumluluğuyla karşı karşıyadır. Kürt halkının Özgürlük Mücadelesi Kürt sorunuyla ilgilenmek kadar, bütün halkların, toplulukların özgür ve demokratik yaşamıyla da ilgilenen bir zihniyet, politika ve yaklaşıma sahip olacaktır. Zaten Hareketimiz her zaman böyleydi. Her zaman HDP projesi gibi bir proje çerçevesinde halkların kardeşliğine, birliğine, ortak mücadelesine dayanan bir ideolojik ve siyasal yaklaşıma sahipti. Ama bu bir türlü somutlaşamamıştı. Şimdi HDP projesinin başarısı temelinde somutlaşmıştır. Dolayısıyla HDP projesine güç verme sorumluluğumuz vardır. Halkımızın, Kürt demokratik güçlerinin HDP projesine uygun davranması sorumluluğu vardır. HDP projesi içinde nüfusu, etkisi, bulunduğu coğrafyanın küçüklüğü ve büyüklüğüne bakılmadan her kimliğin, kültürün topluluğun eşit, özgür ve demokratik yaşama sahip olduğu düşüncesiyle hareket edilecektir. Demokrasinin ve özgürlüğün Kürdistan'da ve Türkiye'de bir bütün olduğu düşüncesiyle hareket edilecektir. Kürdistan'da Araplardır, Mehalmilerdir, Türkmenlerdir, Azerilerdir, yine farklı inançtan olan Êzîdîlerdir, Süryanilerdir, Terekemelerdir, Caferilerdir, bütün bunlara karşı da sorumluluk duyulacaktır. Sadece Kürtlerin hassasiyeti ya da inanç olarak sadece Sünnilerin hassasiyetini değil, bütün hassasiyetleri dikkate alan ve onların bütünlüğünü sağlayabilen bir politikanın sadece savunucusu değil, aynı zamanda koruyucusu olacaktır. Bir arada yaşama projesi olan demokratik ulus projesinin yerleşmesi konusunda daha fazla sorumluluk duyacaktır.

Seçim sonuçları Kürt sorununun demokratik temelde çözümü eğilimini de ortaya çıkarmıştır. Demokratik çözüm eğilimine güç vermiştir. Hareketimiz Kürt sorununun Türkiye'nin demokratikleşmesi temelinde çözülmesi konusunda tutumunu ve yaklaşımını bundan sonra da sürdürecektir. HDP projesinin bu temelde daha etkili hale gelmesi açısından üzerine düşen sorumluluğu yerine getirecektir. Ancak bu sadece bizim yaklaşımımızla olacak, sadece HDP'nin iyi niyetiyle olacak bir duruş değildir. HDP bu konuda çabalarını arttıracaktır, bu konuda yoğun bir çaba gösterecektir. Hareketimiz Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümü temelinde Türkiye'nin tüm sorunlarının çözülmesi için bundan sonra da çabalarını arttıracaktır. Kuşkusuz bu seçimde Kürt halkının ortaya koyduğu Kürt sorunu demokratik temelde çözülmelidir iradesi görmezlikten gelinirse, bu, gerilimlere, çatışmalara yol açacak bir durum ortaya çıkarır. Dolayısıyla tüm Türkiye siyasetinin, Türkiye'nin en temel sorunu olan Kürt sorunundaki mevcut durumu görmeleri gerekir. Kürt halkının demokratik iradesine saygılı olmaları gerekir. Kürtler HDP çizgisinde Kürt sorununun demokratik temelde çözülmesini istiyor. HDP çizgisinde çözüm de bellidir: Demokratik ulus temelinde çözümdür. Yani Kürtlerin kimliğiyle, kültürüyle, diliyle, yerel demokrasi temelinde kendi kendini yönetmesiyle gerçekleşecek çözümdür. Bütün Kürtler HDP'nin bu projesine onay vermişlerdir. Türkiye'nin sınırları içinde Türkiye halklarıyla demokratik ulus çerçevesinde Kürt halkının özgür ve demokratik yaşamını sağlayacak bir politika ve bir çözüm talebini ortaya koymuşlardır. Bunların herkes tarafından dikkate alınması gerekmektedir. Biz, Türkiye halklarında gelişen Kürt sorununa demokratik temelde çözüm bulma anlayışına büyük anlam veriyoruz. Tüm Türkiye halkı da gerçekten Kürt sorununun çözümünü istemektedir. O zaman herkesin bunu dikkate alması gerekir. Yoksa Kürt halkının ve Özgürlük Hareketi'nin çözümsüzlüğü bir tarz haline getiren politikaları kabul etmesi ve bu politikalara sessiz kalması mümkün değildir.

MHP dışında tüm partilerin tabanları Kürt sorununun çözümüne karşı değildirler. Ne CHP’nin ne de AKP'nin tabanı karşıdır. Eğer doğru siyasal bir yaklaşım gösterirlerse CHP'nin de AKP'nin de tabanı Türkiye'nin demokratikleşmesi temelinde yalnız Kürt sorununun çözümünü değil, Alevilerin, Çerkezlerin, Êzîdîlerin, Süryanilerin, Ermenilerin, Arapların, Azerilerin, kimin talebi varsa hepsinin çözümünden yana bir politikanın ortaya konulmasına karşı çıkmaz. Eğer yöneticiler olumsuz tutum içinde olmazlarsa MHP’nin tabanı bile Kürt sorununun çözümü konusunda katı bir yaklaşım içinde olmaz.

Seçimlerle birlikte ortaya çıkan tablo Kürdistan'ın diğer parçalarını nasıl etkileyecek? Kuzey Kürdistan'da da birçok örgüt HDP'yi destekledi. Bu tablo Kürt birliği açısından nasıl bir rol oynayabilir?

Tabii seçimler Kürdistan'ın dört parçasından ilgi gördü, takip edildi. Çünkü bu seçimin sonuçları Kürdistan'ın tüm parçalarını da etkileyecekti. Bakurê Kurdîstan’da Azadi Platformu, DDKD gibi Kürt grupları bu seçimde HDP çatısı altında yer aldılar. Yine Nubahar ve Zehra çevresi de HDP’yi desteklediler. Tüm bunlar seçim sürecinde Kürt halkının ulusal birlik içinde tavır koymasına etkide bulundu. Zaten HDP'nin seçilen milletvekilleri çok farklı kesimlerden gelmektedir. Eski Amed müftüsü içinde yer almaktadır. Yine Mazlum-Der’den bir kadın Erzurum’dan milletvekili seçilmiştir. Altan Tan geçen dönem milletvekiliydi, bu dönem yine milletvekili olmuştur. Mardin’de Arap ve Mehalmi adaylar seçilmiştir. Iğdır’da bir Azeri seçilmiştir. Êzîdîlerden iki, Süryanilerden bir milletvekili seçilmiştir. Eski CHP’li Celal Doğan Antep’ten, Mir Dengir Fırat da Mersin’den seçilmiştir. Tüm bunlar Kürdistan'da tüm inanç ve etnik toplumsal kesimleri ve farklı siyasi görüşleri bir araya getirip Kürdistan'daki demokratik ulusal birliğin gerçekleşmesinde önemli rol oynamıştır.

Kuşkusuz Güney Kürdistan'da da başta Tevgerê Azad olmak üzere YNK ve Goran Hareketi, birçok sivil toplum örgütü ve halk bu seçimde HDP'yi destekledi. Bu gerçeklik HDP'nin başarısının bütün Kürt halkının başarısı olduğunu ortaya koymaktadır. Bu yönüyle seçim başarısında sadece Bakurê Kurdîstan’daki halkımızın değil, Güney Kürdistan'daki halkımızın, Rojava’daki halkımızın, Doğu Kürdistan'daki halkımızın, yine Avrupa’daki halkımızın HDP'ye verdiği destek önemlidir. Ancak bütün Kürt gruplarının HDP'yi desteklediği de söylenemez. KDP 13 yıldır olduğu gibi Kürt demokratik hareketini, Kürtlerin Türkiye'deki siyasi temsilcisi olan güçleri, ya da bu siyasi temsili yapan partiyi değil de, Kürtler üzerinde yeni koşullarda inkar ve imha sürecini sürdüren, Kürt Özgürlük Hareketi'ne ve Kürt halkına karşı bir özel savaş yürüterek kültürel soykırımı zaman içinde tamamlamak isteyen AKP'yi destekledi. KDP, AKP'nin Kürt karşıtı politikalarına rağmen, Kürt sorununda çözümsüzlükte ısrar etmesine rağmen AKP'yi desteklemekten vazgeçmedi. AKP'nin özel savaşının, psikolojik savaşının, Kürt toplumunu aldatma, kandırma, zaman kazanma ve bu temelde Kürt halkının Özgürlük Mücadelesi'ni tasfiye etme, Kürtler üzerinde uygulanan kültürel soykırımı yeni koşullarda sürdürme politikasına destek oldu. Bu politikasını 7 Haziran seçimlerinde de sürdürdü. Öyle ki, kendilerine bağlı basın-yayın organları üzerinden HDP'nin baraj altında kalmasını isteyen bir yayıncılık yaptı. AKP'nin başarısı ancak HDP'nin baraj altında kalmasıyla söz konusu olabilirdi. Bu tutumuyla KDP hem 12 Eylül rejimi, hem de AKP hükümetinin yüzde 10 barajıyla Kürtleri meclis dışında bırakma politikasının destekçisi olmuştur. Bilindiği gibi bu güçler Mevcut yüzde 10 barajı ve seçim sistemiyle Kürtler üzerinde yürütülen özel ve psikolojik savaşı mecliste yer alacak küçük bir milletvekili grubu üzerinden örtmek istemişlerdir.

KDP bunu göreceğine, Kürt demokratik siyasetini destekleyeceğine, Kürtlerin Türk devletine karşı yürüttüğü demokrasi ve Özgürlük Mücadelesi'ni destekleyeceğine, tasfiye politikası yürüten, saldıran, on binlerce Kürt siyasetçiyi zindanlara atan, Roboski’de çocukları ve gençleri acımasızca bombalayan, her mitingde bir iki yurtseveri katleden, Kürdistan'da yeni karakollar yapan, askeri ve soykırım amaçlı barajları yaparak Kürdistan'ı insansızlaştırmak isteyen AKP politikalarına destek vermiştir. Bu açıdan bu seçimlerde gerçekten de çok yanlış bir politika izlemiştir. Seçim sonrası görülen tablo ortadadır. Bu tablo, KDP'nin seçim sonucunda ortaya çıkan Kürt halkının iradesinin tersine bir yaklaşım içinde olduğunu gözler önüne sermiştir. Kürt halkının iradesi başka biçimde tecelli ederken, KDP Kürdistan'da silinen AKP ile birlikte hareket etmiştir. Bu açıdan bir yönüyle KDP'nin Bakurê Kurdîstan politikası, AKP politikası iflas etmiştir. Güney Kürdistan'a giden HDP heyetlerini sıcak biçimde karşılıyor, bir Kürt partisini sıcak karşıladığını söylüyor, ama diğer yandan Kürt halkının Özgürlük Mücadelesi'ni sürdüren demokratik siyasi temsilcilerinin Türkiye'de Türk devletine ve onun hükümetine karşı yürüttüğü siyasal mücadele ve Türkiye'nin demokrasi güçlerinin yanında değil de, AKP'nin yanında yer alıyor. Bu tutumu gösterirken de AKP Kürtler için iyidir biçiminde gerekçeler üretiyor. AKP'nin bazı kırıntılar vererek, bakın ben Kürtler için iyi şeyler yapıyorum demesini, Kürtleri aldatıp oyalayarak tasfiye etme argümanlarını KDP de şimdiye kadar kullanmıştır. Bu seçimde AKP’nin yenilgiye uğraması, KDP'nin geçmişten bugüne AKP ile Türk devletiyle sürdürdükleri politikanın gözden geçirilmesi durumunu ortaya çıkarmıştır. Artık mevcut durumda KDP AKP ile şimdiye kadar sürdürdüğü politikaları sürdüremez. Bu politikaları sürdürmesi, Bakurê Kurdîstan’da Kürt halkıyla karşı karşıya gelmesi anlamına gelecektir. Ya da Bakurê Kurdîstan halkının iradesine karşı bir tutum koyması anlamına gelecektir. Her Kürt örgütünün, her Kürt yurtseverinin görevi bütün parçalarda Kürt halkının ortaya koyduğu iradeye saygılı olması gerekir.

Türkiye'de Kürtlerin siyasi iradesi ortaya çıkmasın diye yüzde 10 barajı konuyorsa KDP'nin de, tüm Kürt siyasi partilerinin ve gruplarının da buna siyasi tutum koyması gerekmektedir. Çünkü yüzde 10 barajı öyle bir barajdır ki, Kürtlerin özgür olmadığı bir ortamda bu barajın Kürdistan'dan gelen oylarla aşılması zordur. Çünkü Kürdistan'ın bazı şehirlerinde ya Kürtler göçertilmiş, ya da asimilasyon ve özel savaşla devlete bağlı partilere oy verir duruma getirilmiştir. Kaldı ki Kürdistan'da Araplar var, Türkmenler var, farklı topluluklar var. Şimdiye kadar Türk devletinin yürüttüğü özel savaş nedeniyle bunların bir kısmı hala AKP'ye oy vermektedir. Bu açıdan yüzde 10 barajının korunması Kürtlerin siyasi iradesine karşı konulmuş bir barajdır. Böyle bir durumda KDP Türkiye'deki demokrasi güçlerini ve Kürt demokratik siyasi gücünü baraj altında bırakmayı hedefleyen bir partinin yanında yer alması tabii ki hoş karşılanmaz. Bu tür politikalara karşı çıkmadığı takdirde zaten KDP'nin politikaları Kürt halkı açısından sorgulanır. Nitekim sorgulanmaktadır. Bu açıdan biz bu seçimle birlikte KDP'nin de mevcut politikalarını gözden geçirerek dört parçadaki Kürt halkının iradesine paralel bir tutum göstermesi gerektiğini düşünüyoruz. Eğer tüm parçalardaki Kürtler HDP'nin başarılı olmasını istiyorsa o zaman KDP'nin de bu iradeye saygılı olması gerekir.

Şu açıktır, Bakurê Kurdîstan’da Kürt halkının birliği sağlanmıştır. Bu seçim sürecinde Rojava’da, Güney Kürdistan'da, Rojhilat Kürdistan'da ve Avrupa’da Kürtler HDP etrafında birleşmişlerdir, HDP'yi desteklemişlerdir. Bu durum karşısında tabii ki tüm Kürt parti ve örgütlerinin de benzer bir tutum göstererek Kürtlerin yarattığı ruhsal birliğe, ulusal birliğe katılması gerekmektedir.

HDP’nin parlamentodaki etkili temsili, Türkiye'nin Suriye ve Ortadoğu politikalarını nasıl etkiler?

HDP'nin seçimdeki başarısı ve AKP'nin yenilgisi Suriye ve Ortadoğu politikalarını doğrudan etkileyecektir. Çünkü AKP'nin yenilgisi aslında IŞİD'in yenilgisi anlamına gelmektedir. Bu yönüyle IŞİD en önemli kaynağından mahrum kalmıştır. Artık Türk devletinin eskisi gibi IŞİD'i desteklemesi mümkün değildir. Kuşkusuz AKP IŞİD’e verdiği desteği sürdürmek isteyecektir. Ama HDP'nin ve diğer partilerin varlığı hangi parti Hükümete gelirse gelsin IŞİD’e AKP hükümeti gibi destek vermesi mümkün değildir. Bu açıdan bu durum doğrudan Suriye ve Ortadoğu politikasını etkileyecektir.

Öte yandan HDP'nin demokratik ulus zihniyeti var, demokratik ulus projesi var. Demokratik ulus modeli tüm etnik ve dinsel toplulukların barış içinde, demokratik ulus içinde yaşamasını ifade etmektedir. HDP'nin başarısı aynı zamanda demokratik ulus projesinin başarısıdır. Bu, tabii ki Suriye ve Ortadoğu'yu etkileyecektir. Suriye ve Ortadoğu halklarına, etnik ve dinsel toplulukların bir arada yaşamasına örnek olacaktır. Mevcut etnik toplulukların, inanç toplulukların birbiriyle kavga etmesine, birbirlerini yemesine alternatif bir politikanın var olduğunu herkese gösterecektir. Bu açıdan halklar, etnik ve dinsel toplulukları çatıştıran politikalar yerine, tüm etnik ve dinsel toplulukların barış içinde yaşayacağı demokratik ulus projesine yüzünü çevirecektir. HDP'nin başarısı Ortadoğu'da yeni bir siyasi zihniyetin, siyaset tarzının, siyaset yaklaşımının kendini etkili kılması anlamına gelecektir. Belki ilk önce Türkiye ve Kürdistan'da etkisini gösteren bu demokratik ulus anlayışı, en fazla da Suriye'de etkisini gösterecektir. Suriye'deki halkların ve inançların savaşına bir alternatif olduğu görülecek, halklar ve etnik topluluklar çatışarak değil de yan yana gelerek demokratik Suriye’nin kuruluşunda adım atacaklardır.

Dolayısıyla HDP'nin başarısı Suriye için de bir alternatif projenin canlanmasını sağlayacaktır. Alternatif projenin Suriye halklarının önüne konulması anlamına gelecektir. Zaten Rojava Devriminin farklı etnik ve dinsel toplulukları bir arada tutan politikası Suriye’yi ve Ortadoğu'yu önemli düzeyde etkilemektedir. Zaten HDP’nin başarısıyla birlikte bu proje sadece Rojava’yla sınırlı değil, Türkiye'yi de içine alan bir politika haline geldiğinden Türkiye'deki bu politikanın Ortadoğu politikalarını doğrudan etkilediği düşünüldüğünde artık Suriye'de halkları ve dinsel toplulukları birbirine düşman eden, çatıştıran politikalar giderek zayıflayacaktır. Bu politikaların zayıflaması sadece Suriye’nin değil, Ortadoğu'nun kaderini değiştirecektir; Ortadoğu'daki gelişmeleri etkileyecektir. 

Suriye'deki savaşın, etnik ve dinsel toplulukların kavgasında Türkiye belirleyici role sahipti. Eğer Türkiye'nin bu kadar açık desteği olmasaydı Suriye'de şu anda farklı politikaların gelişmesi mümkün olacaktı. Türkiye sadece Baas rejimine karşı bir savaş yürütmedi. Baas rejimi yıkılsın, yerine kendisi gibi Sünni olan bir rejim iktidara gelsin, o rejim üzerinden de Ortadoğu'da kendi ideolojik ve politik çizgisini hakim kılabilsin anlayışıyla hareket etti. Bu politikası Baas rejiminin yıkılmasını isteyen Avrupa’nın, ABD'nin, hatta başka güçlerin de politikasıyla karşı karşıya gelme durumunu ortaya çıkardı. Çünkü Suriye’nin Türkiye ile de sınırı olduğu düşünüldüğünde bütün insanlık dışı zihniyete sahip olan grupların buradan beslenmesi gerçeği herkes tarafından görüldü. Sadece IŞİD değil, El Nusra ve Ahrar El Şam da Türkiye tarafından beslenmektedir.

Türkiye'de IŞİD'e bu kadar destek veren bir hükümetin düşmesi tabii ki Suriye'deki politikaların geleceğini etkileyecektir. Öte yandan Ortadoğu'da her yere burnunu sokan ve karıştırma çabası gösteren AKP Hükümetinin yenilgisi tabii ki Ortadoğu politikalarında da değişiklikler ortaya çıkaracaktır. AKP Hükümeti, Kürt Özgürlük Hareketi'nin ve Önder Apo'nun çizgisi doğrultusunda politika izleyen Rojava Devrimi’nin demokratik ulusa dayalı demokratik konfederalizme, daha doğrusu demokratikleşmeye karşı çıkarak Ortadoğu'daki demokratik dinamiklerin gelişmesini engelleyen, hatta ezilmesini hedefleyen bir politika yürütmüştür. Bu yönüyle de Erdoğan, AKP Hükümeti ve Türkiye mevcut durumda Ortadoğu'daki her türlü olumlu gelişmenin önünde engel konumdadır. Bu açıdan Ortadoğu'daki tüm demokratik güçlerle, özgürlükçü güçlerle mücadele eden AKP'nin kaybetmesi sadece Suriye'de değil, tüm Ortadoğu'da demokrasi güçlerinin önünün açılmasına ve güçlenmesine vesile olacaktır. Bu da Ortadoğu'da hem bölge statükoculuğunun halklar üzerindeki baskı ve zulüm anlayışının, hem de uluslararası güçlerin böl, parçala, zayıf düşür, yönet politikalarının gerileyerek halkların birliğine ve kardeşliğine dayanan, bütün Ortadoğu halklarının güçlenmesine dayanan yeni bir politikanın, daha doğrusu demokratik ulus projesinin güçlenmesinin önünün açılması anlamına gelecektir. Böylece halklara acı, zulüm, baskı getiren politikaların geriletilmesi, yenilgiye uğratılması süreci başlayacaktır; hatta bugünden itibaren bu süreç başlamıştır.

HDP’Lİ KADIN VEKİLLER MECLİSE YENİ BİR ZİHNİYET, RUH, TARZ VE ÜSLUP GETİRECEKTİR

HDP çatısı altında 32 kadının vekil seçilmesi başta kadın özgürlük mücadelesi olmak üzere siyasal, toplumsal ve kültürel yaşam açısından ne anlama geliyor?

32 kadın milletvekili HDP’deki milletvekili sayısının yüzde 40’ına tekabül ediyor. Yüzde 40 düşük bir oran değildir. Kuşkusuz HDP yüzde 50’yi hedefliyordu; ancak yüzde 40’a ulaşılması yüzde 50’ye ulaşabileceğinin de göstergesidir. HDP çok bileşenle seçime girdi, bundan dolayı bileşenlerin adayını bizzat o bileşenler tespit etti. Bileşenlerin de adaylarının çoğu erkekti. Eğer bileşenlerin kadın adayları yüzde 50 yüzde 50 olsaydı, hatta yüzde 40 olsaydı belki şu anda HDP çatısı altındaki milletvekili oranı yüzde 45-50 arasında olacaktı. Ancak mevcut oran bile devrim niteliğindedir. Meclise kadın üslubunun, kadın tarzının bu düzeyde yer alması çok çok önemlidir. Kadın iktidara, sömürüye daha az bulaşan bir cinstir. Bu açıdan da daha demokratik bir zihniyeti, bir üslubu, bir tarzı meclise taşır. Bir kere genel olarak bunlar söylenebilir.

Ancak HDP çatısı altında kadınların meclise girmesi bundan öte bir anlama sahiptir. Çünkü HDP’de kadın sadece erkekle eşit olmuyor. Eşitlik sadece bir yanıdır ve esas yanı da bütün toplumsal yaşamın özgür ve demokratik temelde şekillenmesinde rol oynamasıdır. Kadının siyasal yaşamda örgütlü biçimdeki etkinliği bu anlama geliyor. Sadece biraz daha fazla kadının Meclise girmesi anlamına gelmiyor. Eşbaşkanlık da sadece kadın ve erkeğin eşit yetkiye, temsile sahip olduğu bir model değildir. Tamamen partinin, toplumun demokratik karakterini belirleyecek, yönlendirecek bir ideolojik durumdur. Eşbaşkanlığın esas özü ideolojiktir. Belki bir parti içinde politik karakter, misyon öne çıkıyor, ama bunu belirleyen esas yön ideolojiktir. Bu da özgürlüktür, demokrasidir, eşitliktir, tüm toplumsal yaşamdaki ilişkilerin özgür, eşit, demokratik temelde düzenlenmesidir.

Eşbaşkanlığa sahip bir partide doğal olarak kadın milletvekili oranının yüzde 50 olması gerekiyor. Eşbaşkanlığın olduğu bir partide kadınlar bütün yaşamı belirleyen bir tarihi misyona sahiptir ve bütün toplumsal yaşamı belirlemek, şekillendirmek için vardırlar. Zaten böyle olursa kadın özgür ve demokratik yaşamda belirleyici olacaktır. Bu açıdan HDP’de kadınların Meclise girmesiyle CHP’nin, AKP’nin veya MHP’de kadınların Meclise girmesi aynı şeyler değildir. Onlarda da kadın vekillerin var olması HDP’deki kadınların misyonu ve rolü onlarda da var anlamına gelmez. HDP’deki kadın toplumsal yaşamın demokratik-ekolojik ve kadın özgürlükçü çizgide şekillenmesinde belirleyici rol oynayacaktır. HDP’de kadının böyle bir karakteri vardır.

HDP’deki kadın adaylarını HDP yönetimi seçmemiştir, kadın örgütlenmesi ve yönetimleri seçmiştir. Bundan sonra da siyasette HDP içerisindeki kadınlar kendi iradelerini, kendi özgünlüklerini kadın özgürlüğüne dayanan demokratik-ekolojik toplum paradigmasını bütün değerlendirmelere, düşüncelere, tartışmalara ve kararlara yansıtacaklardır. Bu açıdan diğer partilerdeki kadınlardan farklı şekilde HDP grubu içinde yer alacaklardır. Kadın cinsinin özgünlüğünün her bakımdan yansıdığı bir HDP grubu olacaktır. Bu da Türkiye Meclisine yeni bir zihniyet, yeni bir ruh, yeni bir tarz ve üslup getirecektir. Hatta bütün partileri değiştirecektir, bütün partilerdeki kadınların siyaset tarzını etkileyecek, onları doğru kadın çizgisine, anlayışına getirmede rol oynayacaktır.

HDP, kadın milletvekilleri konusunda bir çıta koyuyor. Bu sadece sayıda bir çıta koymak anlamına gelmiyor. HDP’nin kadın milletvekili oranını yükseltmesi CHP’yi de AKP’yi de kadın adaylarını daha fazla seçim listesine koymaya zorluyor. Bu da Mecliste kadın vekil sayısının artmasına neden oluyor. HDP’li kadın vekillerin getireceği yenilik sadece bununla da izah edilemez. Demokratik zihniyette, özgürlük zihniyetinde, üslup ve tarzda da yenilik getirecektir. Kadınları erkek siyasetinin, erkek egemenliğin gölgesinde tutan değil de özgün duruşlarıyla siyasette yer alması konusunda çok önemli bir ölçü koymaktadır. Bunlar Türkiye açısından az şeyler değildir. Avrupa’da bile kadınların bu düzeyde bir irade olduğunu görmek mümkün değildir. Dolayısıyla HDP’nin 32 milletvekiliyle meclise girmesi, kadın özgürlüğünün, toplumsal özgürlüğün ölçüsü olarak bütün toplumsal yaşamı değiştirecek tutumda olması çok önemli sonuçlar doğuracaktır.

Öte yandan HDP’deki kadınların bileşimi de çok zengindir. Kendi kimlikleriyle Meclise giren Êzîdî, Azeri, Alevi kadınlar var; İslami duyarlılığı olan kadınlar var. Sosyalist ve sol demokrat kadınlar var. Bu yönüyle de HDP’nin kadın bileşimi aynı zamanda çok farklı etnik ve dinsel topluluklardan, farklı siyasi görüşlerden geldiği için bu zenginliği de bütün siyasete taşıyacaktır. Bunun da sonuçları doğacaktır. Diğer partilerdeki kadınlar kesinlikle HDP’deki kadınlarla aralarındaki farkı göreceklerdir ve HDP çatısı altında Meclise giden kadınlardan çok şey öğreneceklerdir.

Meclise bu düzeyde kadının girmesi toplumsal yaşam açısından da, siyasal yaşam açısında da, kültürel yaşam açısından da çok önemli sonuçlar doğuracaktır. Belki de Türkiye’deki değişim dönüşümde en büyük manivela olacaktır. Bugün sözü edilen tüm sorunların çözümünde işte bu kadın profili çok pozitif rol oynayacaktır. Türkiye’deki siyaset tarzındaki ve sosyal yaşamdaki birçok tabuyu kıracaktır, tartışılmayan konuları tartıştıracaktır. Çünkü kadının siyaset tarzında, üslubunda eril zihniyet gibi dogmatizm yoktur, kalıpçılık yoktur. Milliyetçiliği ya da dinciliği çok sert bir dogmatizm ve tutuculuk haline getirme gerçeği kadın şahsında kırılacaktır. Kadın bunları tarzıyla, üslubuyla daha kolay aşacaktır.

Bu açıdan da Türkiye’yi çıkmazlara götüren, Türkiye’yi bu kadar ağır sorunlarla ve istikrarsızlıklarla karşı karşıya getiren gerilim, çatışma içinde tutan siyasi zihniyet ve tarzlar kadının Meclisteki ağırlığının artmasıyla birlikte giderek aşılacak, Türkiye’de siyasetin demokratik karakterde yapılmasını, sosyal yaşamın demokratik özgürlükçü temelde şekillenmesini, kültürel yaşamın daha zengin hale gelmesini, ekonomik ve sosyal yaşamın daha eşit ve adil bir biçimde düzenlenmesini doğuracaktır. Kadın vicdanı, kadın adaleti iktidara, sömürüye bulaşmış eril zihniyetten çok farklı olarak Türkiye’nin daha adil, eşit bir sosyal yaşama kavuşmasında çok aktif ve önemli bir rol oynayacaktır.

HDP sadece özgürlükçü demokratik karakterinden dolayı değil en fazla da Meclise soktuğu bu kadın oranı, profili ve bileşimiyle gurur duymalıdır. Kadın, HDP’ye her gün tarihsel misyonunu, ideolojik-politik çizgisini kendisine hatırlatacak en önemli olgu olarak, gerçeklik olarak hem var olacak hem de etkileyecektir.

YARIN: Çözüm sürecine yaklaşım ve olası koalisyon seçenekleri