Kan bağı değil, can bağı!

İnsanlık tözünde ruhu şekillenmiş bu kardeşler, gerçek anlamda kardeş olmak nedir bütün dünyaya gösterip hayatlarından vazgeçme karşılığında bölgedeki halkları savundular. Ve biz tekrar anladık ki, insan kan bağı ile değil can bağı ile kardeş oluyor.

Hayatlar vardır, derin ve berrak bir gölün dibinde güneşe bakan inatçı bir çakıl gibidir. Yerini bilen, özünü yadırgamayan ama hep bilinmezliği, yarını ve kendinden öte olanı da merak eden bir direniş biçimidir bazı hayatlar. Onlar için direniş, her zaman yaşamdır.

Hayatlar vardır, suya kapılmış, bir saman çöpü gibidir. Duracağı yerin bile öznesi değildir. Su nereye götürürse oralıdır. Bir yeri sevecek kadar durmaz, hiç bir yerlidir onlar, suya teslim olmuş, savurganlık yakasını bırakmaz. Onlar için direnmek anlam ifade etmez ama bilmezler, ihanet ölümün ta kendisidir. 

Hayatın orta yerinde duran başka bir paradoks da, yaşadığını zanneden ruhu asla ölümle tanışmamış ölülerdir.

Anlamsal olarak öldüğünün farkında olmayanlar, yaşamayı nefes alıp vermek olarak algılayan anlam yoksunlarıdır ve tekmil ölümlerden daha korkunçtur bu ölüm.

Ve bazı bedensel ölümler var ki ölüm hiç uğrayamamıştır benliklerine.

Hesekê Sinaa Cezaevinden azılı çetelerin planlı firar girişimi, savaşçıların kendini siper etmesi sonucu büyük katliamlar önlenmişti.

Günlerce süren, büyük bir direnişe dönüşen kahramanlık savaşı üzerinden günler geçti ancak halkı savunma adına kendini feda eden şehitlerin acısı hala taptaze. Bu adanmışlık, Kuzey ve Doğu Suriye halklarının acısını daha da katmerli hale getiriyor. Bu vefa borcu ile halk şehitliklere akıp Gurza Gelan (Halkların Gürzü) Hamlesi şehitlerini toprağa veriyor. Her gün başka bir şehirde feryatlar gökleri deliyor. Her şehidin öyküsü insanı tepeden tırnağa sarsıyor, her geçen tabut ile insanın kalbi sökülüyor.

Daha bir gün önce de Hesekê’de yine şehitlerin defin töreni vardı. Bu kez de iki Arap kardeşin tabutu halkın önünden geçti. Birisinin kod ismi Heyder, diğer ismiyle Ehmed Eltebxan Hesekê 1994 doğumlu iki çocuk babası. Diğerinin kod ismi Hamza; sivil ismi ise Mihemed Eltebxan.

Hamza, 1992 doğumlu ve bekar. Ehmed ve Mihemed kardeşler, yıllar önce isimlerini Heyder ve Hamza yaparak QSD'nin askeri disiplin çalışmasında görevlerine başladılar. Her iki kardeş de okumuş, bilinçli insanlardır. 2 yıl aralıklarla doğan bu kardeşler, bütün hayatları boyunca hep beraber hareket edip hiç ayrılmamışlar; beraber okula gitmişler, beraber büyümüş, beraber savaşçı olmuşlar ve en son ikisi de evde izinliyken güvenliğinden sorumlu oldukları Hesekê Sinaa Cezaevinde DAIŞ çetelerinin kaçıp halkı öldürmek istediğini duyarlar ve yine beraber kolları sıvarlar. Resmi olarak izinli olmaları onlara hiç bir şekilde savaşma zorunluluğu yüklemez ama bir kere insanlık tözünde ruhu şekillenmiş bu kardeşler, gerçek anlamda kardeş olmak nedir bütün dünyaya gösterip hayatlarından vazgeçme karşılığında bölgedeki halkları savundular. Ve biz tekrar anladık ki, insan kan bağı ile değil can bağı ile kardeş oluyor. Bütün hayatları beraber geçen kardeşler, Hesekê direnişinde beraber de şehit düştüler.

Abileri defin törenlerinde konuşunca insanın tüyleri diken diken oluyordu. "Onların şehadetiyle gurur duyuyorum. Onlar Rêber APO'nun savaşçıları olarak kardeşleri olan halkları savundu. Onlar binlerce insan ölmesin diye kendini siper eden fedailerdi. Onlara ağıt yakmayacağım. Onlar bizim varlığımızın, özgürlüğümüzün teminatı olmak için söz vermişlerdi. Sözlerini yerine getirdiler, onları alkışlayın, onlara Fatiha okuyun" dedi ve sahneden indi.

Saatlerce törenin etkisinden çıkamadım. Her yutkunduğumda sanki iki kenarı sivri bir bıçak yutuyormuşum gibi oldu. Sanki ciğerime cam kırıkları dolmuştu. İnsan oluşan can bağı ile gurur duyarken o canı kaybetmeyi yüreğine anlatamıyor. Şehitlerin yüzü gözümün önünden gitmiyordu. Akşam haberlerde yine onları aradı gözüm, sadece birkaç haberde geçiyordu isimleri ama öykülerini kimseler bilmiyordu, yazmıyordu. Ama her haber, Neçirvan Barzani'nin R. Tayyip Erdoğan ile görüşmeye gittiğini yazıyordu. Kürtler haklı olarak bu görüşmeye veryansın yapıyordu. Reber Apo'nun "halkların kardeşliği" paradigmasını her fırsatta karalayan sözde Kürtçülük yapanların önderi olarak gördüğü Neçirvan, AKP piyonu olarak, Kürtlerin katili Erdoğan'ın ayağına gitmişti.

Hem de bütün ulusal simgelerden soyunarak. İroni bile bu kadar ironi olamaz. Onurlu Kürtlerin midesi bulanıyor, öfkelerini yere göğe sığdıramıyorlardı. 

Evet. Awaz'ın anne ve babası, kızlarının tabutu üstünde kına yakıp "Kurdistan gelini" şarkısını söylerken, Maxmur’da tabutlar omuzlanırken, Şengal’de Tawus öldürülürken, Hesekê şehitleri feryatlarla toprağa gömülürken Neçirvan Barzani, bunca kanın dökülmesine sebep olan bir katil ile poz verip onursuzluğuna yeni ve affedilmez yeni bir onursuzluk ekliyordu. Böyle kanı bozuk sözde bir kardeş konuşuluyordu, kan konuşuluyordu ama can konuşulmuyordu. 

İhaneti çok konuşuyoruz, kahramanlığı az, nefreti çok konuşuyoruz, sevgiyi az, teslimiyeti çok konuşuyoruz, direnişi az... Benliği satılık, nefes alan ölüleri çok konuşuyoruz, ölümleriyle binlerce yaşam kurtaran şehitlerimizi az konuşuyoruz.