Mislimiye zindanı gerçeği

"Açlık ve hastalıktan ötürü bine yakın kişi öldü. Yaklaşık 350 kişi de suikast, koğuşlara isabet eden havan mermileri ile… dört ay hiçbir şey yememiştik. Ben 85 kilodan 35 kiloya kadar düştüm, düşünün artık."

2012 yılında sırasında El Nusra ve SMO çetelerinin kuşatması altında bulunan Halep’teki Mislimiye hapishanesinde yaşanan vahşeti, dönemin tanıkları Muhammed Hesen Mustafa ve Şêxmus Berazî anlattı.

Suriye birçok şeyi ile tanınan bir ülkeydi. Küçük olmasına rağmen dünyaya kafa tutan bir ülke olmayı da başarabiliyordu Hafız Esad zamanında. Bir de hapishaneleri ile bilinen bir ülkeydi.

Sweda ve Mislimiye en çok bilinen, siyasi ve adli mahpusların iç içe olduğu hapishanelerdi. Sweda hapishanesinde ne kadar insanın kaldığı hiçbir zaman bilinmedi. Mislimiye hapishanesinde ise 2012 yılında Cebhetü'n-Nusra’nın öncülük ettiği çete grupları tarafından kuşatmaya alındıktan ve oradan tahliye olanlarla kaç kişinin kaldığı, kuşatmada kaçının hastalık ve saldırılarda öldüğü, ölenlerin askerlerle birlikte nereye gömüldüğü öğrenildi.

Mislimiye, Halep’in kuzey doğusunda yer alan ve Halep’e 10 kilo metre kadar uzakta bir köy. Ama Şam yönetimi, bu köye birkaç köyü daha bağlayarak bir bölge yapmış. Şehir merkezinden uzak ama yakın denetimde olan bir bölge olduğu için Şam yönetimi birçok adli ve bazı siyasi tutsakları tutabileceği bir hapishane yapmış. 2011 yılında halk ayaklanması başladığında dört binin üzerinde tutuklunun kaldığı bir zindandı. Ayaklanma başladıktan sonra Cebhetü'n-Nusra öncülüğünde hapishane kuşatmaya alınıyor.

Muhammed Hesen Mustafa ve Şêxmus Berazî, o dönemde Mislimiye’de hapsedilmiş dört bin kişi içerisinde yer alıyordu.

İlkin Efrîn’in Cindirêsê nahiyesinden olan 4 çocuk babası Muhammed Hesen, yaşananları şöyle anlattı:

KUŞATMADAYKEN AÇLIK BAŞLADI

“Bir olaydan ötürü 10 Mayıs 2005’te Şam’da tutuklandım. Kısa bir süre sonra Halep’e sevk edildim. 2011’de Suriye’de gösteriler başlayana kadar Halep’te cezaevinde kaldım.

Mart 2012’de zindan çeteler tarafından tamamen kuşatmaya alınmaya başladı. Kuşatma başlayınca erzak diye bir şey kalmadı. Açlık başladı. Bütün yollar kapandı. İki ay içinde her şey tükendi, hiçbir şey kalmadı. Mayıs, Haziran ve Temmuz aylarında helikopterlerle ekmek atmaya başladılar. Ama her birimize günde sadece bir ekmek veriliyordu. Tabii o ekmeği de 1000-1500 Suriye lirasına bize satıyorlardı. Bu yaklaşık 10 dolara karşılık geliyordu. Kendisine para gelen ekmek alabiliyordu. O Latkiye’deki rütbelilerin ailelerine gönderiyordu ailelerimiz. Onlar da oradan hapishaneye aktarıyordu.

İSYAN HÜSRANLA BİTTİ

13 Temmuz’da bazı bölümlerdeki tutuklular açlıktan isyana kalkıştılar. Kapıları kırdılar. Polise saldırdılar. Polislerden 7 silah ele geçirdiler. Ele geçirdikleri silahlarla çatışmaya başladılar. Bu çatışma yaklaşık iki saat kadar sürdü. Çünkü isyana kalkanların mermileri kalmadı. Rejim kontrolü sağladı. İsyana kalkanlar içerden dışarıya kadar çıkmayı başarsaydı bile kurtulamazdı. Çünkü zindan, çetelerin geniş çemberindeydi. Çetelerin geniş çemberinden sonra rejim güçlerinin dar çemberi vardı. Bu gerçeği bildiğimiz için biz isyana katılmadık. Çünkü kurtuluşun olmadığını biliyorduk. Hasta, açlıktan takatı kalmayan insanlar vardı bizim koğuşta. İsyana kalkanların mermileri de bitince devlet, teslim olun, sizi affederiz diye çağrı yaptı. Teslim oldular. Silahlarını da teslim ettiler. İsyana kalkışanlar teslim olduktan sonra askerler koğuşlara girmeye başladı.

İSYAN EDENLERİ KURŞUNA DİZDİLER

İsyana kalkışmamamıza rağmen bizim odaya da girdiler. İsyana kalkanları orada koğuşta kurşuna dizdiler. Sadece yedi silahla isyana kalkışmışlardı. Ama o yedi silahla 24 kişi ateş etmişti. Askerler 24’ünü de koğuşun içinde kurşuna dizdi. O koğuşta isyana katılmayan, yani silah sıkmayanları da sorgulamak için alt kata indirdiler. İşkence ile de iki kişiyi öldürdüler. Bazıları ölüm derecesine ulaştı ama hastaneye kaldırdılar. Onları gördüm. Askerler koğuşlara girince rastgele ateş açtılar. Bir mermi koğuşumuzun duvarından sekerek baldırıma değdi, ben de yaralandım. Yaralandığımı görünce rütbeliler, “bu insanlar isyana katılmamış, neden onları vurdunuz, dedi. Onun için beni hemen hastaneye kaldırdılar. Ama ilaç yok. Uyuşturucu ilaç yoktu, o halde yarama dikiş attılar. On altı gün hastanede kaldıktan sonra beni geri koğuşuma getirdiler. Yaram bir yıl boyunca iyileşmedi. Çünkü ilaç hiç yoktu.

Hapishane, Cebhetü'n-Nusra, Ehrar Şam ve onlarla hareket eden ve kendilerine Özgür Suriye Ordusu diyen grupların kuşatmasındaydı. Onlar da sürekli cezaevine saldırıyordu.

AÇLIK VE HASTALIKTAN BİN, SALDIRILARDAN 350 TUTUKLU ÖLDÜ

Hastalık, açlık ve çetelerin saldırısından çok sayıda tutuklu öldü. Ölenler arasında tanıdıklarımız da vardı. Canika köyünden Abdullah Atül, Berbenê köyünden Barzani, Olûle köyünden Lokman, Dike köyünden Cafer, isimleri ilk aklıma gelen Efrîinlilerdi.

Cezaevinin kuşatmada kalmasından ötürü başlayan açlık ve hastalıktan ötürü yaklaşık bin kişi öldü. Yaklaşık 350 kişi de suikast, koğuşlara isabet eden çetelerin top, havan, tank  mermileri ile öldü.

Kuşatma başlayınca açlık başladı. Açlık ve susuzluk olunca verem hastalığı baş gösterdi. Veremin ilacı yok, bilirsiniz. Veremin tek bir ilacı var; o da iyi beslenmektir, temizliktir. Bırakalım iyi beslenmeyi yiyecek ekmek yoktu.

ÇARESİZLİKTEN DAHA KÖTÜ BİR ŞEY YOKTUR

Mesela birinci bölüm üçüncü katta yedi numaralı koğuşa isabet eden bir topla 19 kişiyi öldürdüler. Dördüncü bölümde on numaralı koğuşa isabet eden bir tank mermisinden dolayı 15 tutuklu öldü. Nusra rastgele bombardıman yapıyordu. Bunun sonucunda çok sayıda tutuklu ölüyordu. Suikastla çok sayıda kişiyi vuruyorlardı. Berbenê köyünden Barzani yatağının başına oturmuş, çocuklarının fotoğraflarını bakıyordu. Bir suikast mermisi ile gözlerimizin önünde vurdular. 

Efrin’in Erende köyünden Eynad Oso gözlerimizin önünde açlıktan öldü. Yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu. Çaresizdik, çünkü biz de onun gibiydik. Çaresizlikten daha kötü bir şey yoktur.

Yollar kapalı olduğu için cezaevine helikopterlerle erzak bırakıyorlardı. Helikopterler çok yüksekten uçuyordu. Her seferinde 200 ile 300 ekmek paketi birden atıyorlardı. Her pakette 9 ekmek var zaten. O kadar yüksekten bırakılınca dağılıyordu. Mazot, benzin ve askerler için cephaneyi de helikopterlerle yukarıdan atıyorlardı. Cezaevinin içine düştüğünde zaten askerler alıyordu. Cezaevinin dışına, çetelerle arasına düştüğünde alamıyorlardı. Bazen biçim için bıraktıkları erzak, cephane çetelerin olduğu yerlere düşüyordu. O durumda onlar alıp kullanıyordu. Çetelerle aramızda en fazla 200 ile 300 metre mesafe vardı. Yani o kadar yakınlardı bize. Çetelerle aramıza düşünce devlet helikopterlerle vurarak imha ediyordu.

Araya düştüğünde ne rejim getirebiliyordu ne çeteler. Kendi gözlerimle tanık oldum; bir defasında erzak çetelerle aramıza düştü, üç kişi almak için sürünerek gitti. Çeteler her üçünü de suikastla vurdu.

85 KİLODAN 35’E DÜŞMÜŞTÜM

Temmuz’a kadar çok zor koşullar yaşandı. Hiçbir şey kalmadı. Gelen giden olmuyordu. Çünkü bütün yollar çeteler tarafından tutulmuştu. 16 Temmuz’da ilk defa Suriye Kızılayı geldi. Cezaevindekilerin durumu gördüler. Yaklaşık dört aydı, hiçbir şey yememiştik. Çok fazla kilo kaybı yaşanmıştı. Açlıktan takat kalmamıştı hiç birimizde. Ben 85 kilodan 35 kiloya kadar düştüm, düşünün artık.

Kızılay haftada üç defa geldi ilk önce. İki haftadan sonra haftada iki defaya indirdiler. Her geldiklerinde iki-üç ekmekle bir-iki bardak pirinç veriyorlardı. Bununla idare ediyorduk. Bazen hiç gelemiyordu. Gelmeyince zaten aç kalıyorduk. Elektrik yoktu. Elektrik olmayınca telefonlar da çalışmıyordu. O yüzden ailelerimizle de ilişkimiz kopmuştu. Cezaevine gelen suyu da çeteler kesti. Suriye Kızılay’ı ayda her birimize bir şişe su veriyordu. Cezaevinde su vardı ama içilmiyordu. Kızılay’ın ayda bir verdiği bir galon içme suyu ile idare ediyorduk. Temizlik için 25-30 kişi kaldığımız koğuşlara iki gün için bir varil su veriyorlardı.

TAHLİYE OLANLAR ÇIKAMIYORDU

700 tutuklu tahliye olmuştu ama yol olmadığı için çıkamıyorlardı. Onlar da bizimle kalmışlardı. Rejim de gitmelerine izin vermiyordu. Daha sonra Kızılay ile devlet arasında her defasında tahliyesi olan 10 kişiyi götürüp bırakma şeklinde bir anlaşma yapıldı. Tahliyesi olup çıkamayanların çoğu ise öldü.

Ölenler havalandırmaya gömülüyordu. Devlet sadece tutuklu ve hükümlüleri değil ölen ve vurulan askerlerini de oraya gömüyordu. Cezaevinin kuşatmada kaldığı dönemde yaklaşık 1300 tutuklu ve 200 ile 300 arasında asker öldü, öldürüldü. Şimdi Mislimiye cezaevinin havalandırmasında 1300 civarında mezar var.

ASKERLER 1 EKMEĞİ 10 DOLAR’A SATIYORDU

Askerler bize ekmek satıyordu. Ama bazen onlarda da kalmıyordu. Ama onların durumu bizden daha iyiydi. Tedbirlerini alıyorlardı. Ama biz onların elinde ve dört duvar arasında tutsaktık, ne yapabilirdik ki? Eynad adında bir tutsağın askerlerden ekmek satın almak için parası da yoktu. O yüzden açlıktan öldü, gözlerimizin önünde. Bazı insanlar ekmeklerini satıp sigara alıyordu.

Şubat 2014‘te yol açıldı. Bizi arabalara bindirip Halep’e götürdüler. Halep Cedid’te bir okula koydular. Verem olanları hastaneye kaldırdılar. O kadar insan ölmesine rağmen hala yaklaşık 300 veremli insan vardı. Bizi Halep’e taşırlarken yolda 13 kişi öldü. Normalde bizim yattığımız yer olan Mislimiye’den Halep’e 9 kilo metrelik bir mesafe var, yani 10 dakika bile çekmez. Ama yolu Nikeyrin, Sinaa, Şeyh Zeyad, Şeyh Nacar, Helane’den Halep’e gidecek şekilde açmışlardı. Bu da yaklaşık 50 kilo metre ediyordu. Kamyonlarla da götürünce yaklaşık 4 saatte Halep’e ancak ulaşabiliyorduk. Hastaneye kaldırılanlardan da bazıları öldü. Bir süre sonra bizi Eşrefiye ile 14. Sokak arasında kalan bir okula götürdüler.

Birkaç ay sonra af çıktı. Cezamın yarısını doldurduğum için aftan ben de yararlandım. 2015’te cezaevinden çıktım. Halep’ten Efrîn’e 13 saatte ulaştık. Normalde de Efrîn ile Halep arası taş çatlasa 45 dakikadır. Ama biz zar zor 13 saatte ulaşabildik.”

ELBİSE YAKIP EKMEK YAPTIK

O dönemde Mislimiye’de olan ve yaşanan zorluklardan payını alan, bir oğlu Efrîn direnişinde şehit düşen 5 çocuk babası Şêxmus Berazî de vardı. Berazî de şunları ekledi:

“2008 yılında Müslimiye zindanına girdim. Çok zorlu süreçler geçirdik. Bir dönem mazot kalmadı, günde 200 gram un veriyorlardı. O unu annelerimiz ve eşlerimizden öğrendiğimiz gibi hamur yapıyor, banyoda krom çay tepsinin üzerinde bir pantolon ve kazak yakarak onun ateşiyle ekmek yapıyorduk. 4 ay sonra un da kalmadı. Günde 200 gram kuru ekmek veriyorlardı. Hayvanlar için ayrılan kuru ekmekler…

Bir dönem sonra 24 saatte bir 1 ekmek verdiler. Ekmeği bin iki bin Suriye lirasıyla satıyorlardı. Bazen paramız vardı ama ekmek yoktu. Kızılay, verilmesi gereken ekmek vb. şeyleri bize parayla satıyordu. 1 paket Hamrayı 20 bin Suriye Lirasına satıyordu. Bir paket sigarayı 1300 Suriye lirası karşılığında veriyorlardı. Çok zorluklar gördük.

Hastanede verem salgını başladı. İlaç yok. Salgına yakalananlar bir-iki gün sonra yaşamlarını yitiriyordu.

GÜNDE 1 BARDAK SU

2013 Şubat ayında cezaevinden çıktım. O güne kadar 612 kişi cezaevinde yaşamını yitirmişti. 300 bin lira karşılığında cezaevinden çıktım. Rüşvet vb. tarzla mahkemeye para verdim. Ayaklanmaların sebebi El Nusra idi. Yakınlarına telefon açarak ‘Ayaklanın, biz de buradan geleceğiz, sizi serbest bırakacağız’ dediler. Gelmediler, tutuklular öldürüldü. Cephet El Nusra, cezaevine top atışı yaptı, 34 tutuklu yaşamını yitirdi. Bunu gözümle gördüm.

Öyle bir aşamaya gelmişti ki günde 1 bardak su veriliyordu. O suyu içecek misin, elini yüzünü mü yoksa bulaşıklarını mı yıkayacaksın? Buna göre hesap yapmak zorundaydınız. Yaşam tamamen bitmişti. Pahalı satımlardan dolayı hapishanedeki kantinler belki de milyarlarca lira para kazandı.

Bize gelen şeyler parayla satılıyordu. 1 sabunu bin liraya, 1 jileti 750 liraya alıyorduk. Duş alma imkanı yoktu. Birçok tutuklu bitten dolayı yaşamını yitirdi. Cezaevinde bit yayılmıştı.

Cezaevinden çıktıktan sonra doğru düzgün yürüyemiyordum. Bir merdiven basamağı çıkamıyordum.