Yaşam özgür kılındığında anlamlı yaşanır

Yaşam olacaksa, özgür olunmalıdır. Özgür olmayan bir yaşam, toplumların onurlu ve anlamlı yaşamasına izin vermez. Yaşanacak bir yaşam varsa, Önder Apo’nun dediği gibi, ya özgür olacak ya da yaşanmamış olacak.

ÖZGÜR YAŞAM

Ortadoğu’nun en acil cevap bulması gerektiği kavram, özgürlük kavramıdır. En büyük sorunu da bizzat özgürlüğun kendisidir. Ortadoğu’yu binlerce yıllık iktidar sisteminden, kaostan ve krizden çıkaracak olan kavram da özgürlüğün toplumsallaşmasıdır. Özgürlük, Ortadoğu halkları için ekmek, su ve yaşamdan daha önemli ve değerlidir. Yaşam olacaksa, özgür olunmalıdır. Özgür olmayan bir yaşam, toplumların onurlu ve anlamlı yaşamasına izin vermez. Bunun için asıl yaşam, iktidar olgusu ve yapılarından arındırılmış bir özgürlüktür. Yani, yaşanacak bir yaşam varsa, Önder Apo’nun dediği gibi, ya özgür olacak ya da yaşanmamış olacak. Şu an Ortadoğu coğrafyasında özgürlük, toplumun tüm gereksinimlerinden hatta yaşamından da hayati önceliğe sahiptir. Ortadoğu toplumunun yaşaması için özgürlük kavramı, tüm yapısallığı ve kavramsallığı ile aciliyet gerektiriyor.

ÖZGÜRLÜĞÜN TOPLUMSALLAŞMASI

Evet, dünyanın var oluşu, var oluşun gizeminin saklı olduğu özgürlük kavramı, en doğal haliyle aranması ve yaşanması için bazı düşünürler, filozoflar ve tasavvufçular ömürlerini feda etti. Tarih boyunca tüm ezilen sınıflar, kadınlar, etnik kökenliler ve inanç faktörleri, kavram olarak özgürlüğe dönük elbette tanımlamalar yaptı. Bu tanımlamalar önemlidir. Ancak bir bütün olarak özgürlük kavramını ifade edemediler ve bir bütünen toplumsallığa cevap olamadılar. Ya yarım kaldı ya da iktidar olgusunun çemberinde yok olup gitti.

Ancak tarihin asıl sorusu ve aranan toplumsal olgu; özgürlüğün kendisiydi. Tüm insanlık bu soruyu sordu, hem de hiç yorulmadan ve usanmadan. Çünkü her dönemin en aciliyeti ve ihtiyacı olan da özgürlük kavramının yapısallığa ulaşmasıydı. Yani toplumsallaşmasıydı, toplumsal bedene kavuşmasıydı. Ancak sadece kavram çerçevesinde kaldı. Kurumsal bir yapıya dönüştürülemedi. Toplumsal bir bedene dönüştürülmediğinden dolayı, zamanla iktidar sistemine eklemlenerek, bizzat bilincinde olmadan ve istemeyerek de olsa sisteme hizmet etti. Hem de içi boşaltılarak, anlamsızlaştırılarak.

Hatta öyle bir hale getirildi ki, iktidar sistemi, devlet maskesi altında özgürlük ve adalet gibi kavramların koruyucusu olarak kendini lanse etti. Toplumsallıktan çalarak, toplumdan uzaklaştırdı. Toplumsallığı oluşturan, toplumu tüm renkleri, dilleri, ırkları ile bir bütün halinde ayakta tutan bu kavramı kendi lehine kullandı. İktidarın kurumsallaşmış, bedenselleşmiş hali olan devlet, hayati önemde olan özgürlük ve demokrasi gibi kavramlarla toplumun içine nufüz etmeye başladı. İlk oluşumundan bu yana, yani 5 bin yıllık tarihi ile, on binlerce yıllık özgür toplumsallık üzerinden hakimiyet kurmak için toplumun beynine ve yüreğine dönük binlerce sefer düzenledi.

DEVLETLERİN ÖZGÜRLÜK VE DEMOKRASİ MASKESİ

Toplumsallığın çimentosu olan özgürlük kavramının içini boşaltmak için, yalana, talana, katliamlara kadar varan saldırılar düzenledi. Bazen bilgi ile geldi, bazen bir söz ile; ama her zaman soykırım, talan ve göz yaşı getirdi toplumsallığın ilk oluştuğu bu coğrafyaya. Bazen karanlık yüzü ile, bazen de bir mum ışığı altında, karanlık yüreği ve zihniyetiyle toplumsallığı parçalayarak katletmeye başladı. Oysa özgürlük de toplumsallık gibi bu topraklarda yeşerip boy vermişti. Ve kutup yıldızı gibi tüm insanlığa yol göstermişti. Bunun için özgürlük ve devleti (bir bütünen iktidarı) iyi anlamak, analiz etmek gerekir. Bu kavramların topluma yüklediği, dayattığı anlamları iyi okumak, farkına varmak gerekiyor.

Devlet, bir bütünen iktidar kavramı, Sümer Rahiplerinden bu güne kadar kendisini her zaman özgürlük ve demokrasi maskesi altında gizler. Köleci ve feodal dönemlerde devlet, kendini tanrının yeryüzündeki temsilcisi olarak toplumlar üzerinden egemen kılarken, kapitalist sistemde özellikle küresel kapitalizmin son çağında ise toplumların, demokrasinin, adaletin ve özgürlüğün koruyucusu olarak kendini gizler. Ama her zaman devlet, zor aygıtı olarak toplumlar üzerinde varlığını sürdürür.

‘ÖZGÜRLÜĞÜN EN BÜYÜK DÜŞMANI HALİNDEN MEMNUN KÖLELERDİR’

Resmi ideolojisini kaybettiği ya da zayıfladığı dönemlerde ise devlet, kaba zor aygıtı olan faşizm, işkence, katliam ve zulmü devreye koyarak toplumlar üzerinde hakimiyetini tesis eder. Böylesi zor aygıtları ise kader olarak toplumlar üzerinde farz kılmaya, inançsal ve ideolojik bir reaksiyona dönüştürerek, toplumlar üzerinde aşılması zor olan bir korku imparatorluğuna dönüşür. Yani toplumu köleliği kabullendirerek, ruhuna, beynine kelepçeler vurarak, köleliğin kabul edilmesini kader olarak gösterir. Bundan dolayı da toplumsal refleksleri ve dinamikleri öldürür. Bunun için de özgürlüğün toplumsal kılınması için düşüncede ve duyguda oluşmasının önünü bizzat alır. Ve toplumu, Che Guevera’nın dediği gibi, “Özgürlüğün en büyük düşmanı, halinden memnun kölelerdir” haline dönüştürür.

Yani, toplumu özgürlüğe karşı düşman hale getirir. Bırakalım özgürlük, demokrasi kavramlarını toplumsallaştırmayı, düşünce aşamasındayken düşman hale getirir. Devletin, yani iktidarın, binlerce yıldır ayakta kalması, varlığını sürdürmesi, kendisini insanların beyninde ulaşılması gereken hedef, amaç ve istek haline dönüştürmesinden kaynaklıdır. Bunun için her insan iktidar olmak ister. Bunun için insanlık, zihindeki iktidar hırsını yapısal hale getirerek devletleşmek ister. Bu da toplum üzerinde zora dayalı diktasını kurmaya götürür. Bunun için en büyük kötülüktür iktidar olgusu. Çünkü devletleşmeyle bedenselleşmiş iktidar, içerisinde milliyetçilik, dincilik, cinsiyetçilik, tekçilik, renksizlik, sessizlik gibi faşizmin argümanlarını oluşturur. Bu argüman ile iktidar ve devlet zihniyeti topluma zarar vererek, miliyetçilik, dincilik, cinsiyetçilik, mezhepçilik giyotiniyle toplumsallığı katliamlardan, soykırımlardan geçirir.

DEVLET VE İKTİDAR OLGUSUNDAN VAZGEÇMEK

Bunun için iktidar zihniyetine karşı insanlık her dönemde bir arayış içerisinde olmuştur. Aradıkları, toplumsallıklıkları, renklilikleri, demokratik yönetim ve anlayışları olan özgürlüğün kendisidir. Bunun için iktidar zihniyetinin eli değdiği toplumlarda ve coğrafyalarda, toplumlara kader gibi dayatılan bu devlet olgusundan vazgeçmek gerekir. İktidar olgusunu zihniyetlerde ve duygularda yok etmek gerekir. Onun için insanlığın ilk oluşumundan bu yana, insanlığın aradığı özgürlük kavramını tanımlamaktan ziyade, toplumsal bir hale dönüştürmek gerekir. Özgürlüğü, zaman ve mekan içerisinde soyut tanımlamak yerine, varoluşsal gerçekliği ile yaşamsal kılmak gerekiyor.

Yani, bizzat özellikle yaşadığımız bu dönemde ve coğrafyada sosyolojisini yaparak, toplumsal kılmamız gerekiyor. O zaman, uğruna bedeller ödenen, ömürler feda edilen özgürlük kavramı anlam kazanır ve yaşanılır bir toplumsal gerçeklik haline gelir. Bunun için özgürlük kavramını tekrardan, ancak bu kez doğru bir temelde ele almak lazım. Özgürlük kavramını soyut kavramdan çıkarıp somutlaştırmak ve toplumsal bedende vücut bulmasını sağlamak gerekir. Yani, hem zihniyette yaşanacak hem de her yeni gün yaşamsal kılınması gerekiyor. Ancak o zaman, toplumun içerisine, düşüncelerine, ruhuna nüfuz etmiş iktidar olgusunu ortadan kaldırabilir. Ve bu şekilde, iktidar olgusunun en korkunç hali olan kapitalist modernite köklü bir yıkım yaşar ve özgürlük kavramı ışığında toplumlar özgürleşir. Ve o zaman, hayat yaşanılabilinir hale gelir; hem de onurlu ve anlamlı bir şekilde.