İnsanlık utancı: Misak-ı Millî Antlaşması

Erdoğan’ın Misak-ı Millî planlarına karşı Kürtler, bölge halklarıyla birlikte direniyor. Erdoğan, halkların birlikte yaşadığı Suriye ve Irak’ın büyük bir kısmını işgal ederek bölgede sonu olmayan bir savaş ortamı yaratmayı amaçlıyor.

MİSAK-I MİLLİ

Misak-ı Millî adıyla bilinen anlaşma, Kürdistan topraklarının işgalciler tarafından bölünmesini kapsamaktadır. Bu anlaşma, Türkiye'nin ‘Kurtuluş Savaşı'nın sözde siyasi manifestosudur ve 6 maddeden oluşuyor. 28 Ocak 1920’de İstanbul’da Meclis-i Mebûsan’ın son oturumunda oybirliğiyle kabul edilmiş ve 17 Şubat 1920’de kamuoyuna duyurulmuştur.

MİSAK-I MİLLÎ NEDİR?

Her şeyden önce, Misak-ı Millî "Ulusal Yemin" anlamına gelir. Döneminde "Ehd-i Millî" veya "Ulusal Anlaşma" olarak da bilinir. 28 Ocak 1920’de Osmanlı Meclis-i Mebûsan tarafından resmi olmayan son oturumunda “Ulusal Anlaşma” olarak kabul edilmiş ve 17 Şubat 1920’de tüm dünya meclislerine duyurulmuştur. Bu sözleşme toplam 6 maddeden oluşur. Başka bir önemli nokta da, Anadolu ve Trakya’da ‘Kurtuluş Savaşı’ tüm gücüyle devam ederken, 18 Temmuz 1919’da başlayan Paris Barış Konferansı'nda "Ulusal Pakt" kararı verilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu'nun geleceğinin tartışıldığı bir dönemde, İstanbul’un Türklerin elinden alınması ve Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması öngörülmüştü.

17 Şubat 1920’de Meclis-i Mebûsan oturumunda okunan "Ulusal Anlaşma" teklifi, dönemin Edirne Milletvekili Mehmet Şeref Aykut’un önerisiyle kabul edilmiştir. Şeref Aykut, önergesini şöyle dile getiriyor: “Ahd-i Milli’ nin bütün dünya parlamentolarına ve memleket matbuatiyle cihan matbuatına tebliğ edilmesini ve tercihan müzakeresini teklif ederim… İntihap dairelerimizden milletimiz bizlere, kendilerini temsil şerefini vererek buraya gönderdiği zaman, ilk vazife olarak, yaşama hakkını ve haysiyetini tebellür ettiren en masum haklarını ziman (teminat) altına alan, mazisinin parlak günlerini istikbal içinde düşünmek hakkı olduğunu gösteren ve bunun için de icap ederse, bütün millet fertleri olarak ölmeyi göze alan şu Ahd-ı Milli’yi ilan etmemizi istedi… Biz, maddi, manevi varlığımızın bize temin ettiği hakk-ı sarihi, hakk-ı hayatı istiyoruz. Başka bir şey istemiyoruz. Şimdi okuyacağım peyman-ı millidir. Milletin yeminidir. Türk Milleti ya bu yeminin şartlarını yerine getirecek, ya da bu yolda tarihin huzurunda şerefle silinip gidecektir. Fakat köle olmayacağız efendiler.”

Anlaşmanın kamuoyu paylaşılmasının ardından Türk devleti Kürdistan’ı parçalamak ister. Türkiye, Fransa-İngiltere ve ardından Amerika ile Sovyetler Birliği arasındaki anlaşmalarla Kürdistan’ı çıkarlarına göre parçalara ayırmıştır. O dönemde Suriye’nin kuzeyi Fransızlara, Musul-Kerkük ise İngilizlere satılmıştır. Amaç, Kürtleri bölerek parçalamak ve özgürlük haklarını ellerinden almaktı.

TÜRKİYE’NİN MİSAK-I MİLLÎ SINIRLARINI YENİDEN DİRİLTME PLANI

Yeniden diriltilmek istenen Osmanlı İmparatorluğu projesine ve Erdoğan’ın Misak-ı Millî sınırlarını genişletme planlarına karşı Kürtler, bölge halklarıyla birlikte direniyor. Erdoğan, geniş bir harita çizerek, Kürt, Arap, Süryani, Asuri, Ermeni, Türkmen ve diğer halkların birlikte yaşadığı Suriye ve Irak’ın büyük bir kısmını işgal ederek bölgede sonu olmayan bir savaş ortamı yaratmayı hedefliyor. Lozan Antlaşması'nın 100. yılında Türkler Misak-ı Millî’yi yeniden gündemleştirerek ve yeni bölgeleri işgal etmek için farklı stratejiler yürütmeye başladı.

Türkiye devleti, Kürtlerin kazanımlarını engellemek ve Misak-ı Millî'yi yeniden canlandırma hayalini gerçekleştirmek için çeşitli planlar yapmaktadır. Türkiye, KDP'nin ihanetiyle dört parça Kürdistan'a yönelik saldırılarını artırmış, Güney Kürdistan’da ise Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ne karşı Irak hükümetiyle farklı anlaşmalar yapmaktadır. Bu bağlamda, KDP de sürekli olarak Türkiye'nin politikalarını destekleyerek Kuzey-Doğu Suriye'deki Kürt Özerk Yönetimini hedef almıştır.

RÊBER APO’NUN MİSAK-I MİLLÎ’YE İLİŞKİN GÖRÜŞLERİ

Kürdistan’ın Irak temelinde parçalanmasının, Misak-ı Milli’nin ihlali olduğu açıktır. Bu gelişme halklar tarafından öfkeyle karşılanıyor. 5 Haziran 1926’da İngiltere ile imzalanan Musul-Kerkük Anlaşması Kürtler açısından soykırımın başlangıcı oluyor. Rêber Apo bu konuyla ilgili şunları söylemektedir: “Sanıldığının aksine, bu sınırın çizilmesiyle sadece Musul-Kerkük petrolleri değil, aynı zamanda Kürtler kaybedilmiştir, Kürt-Türk tarihsel kardeşliği kaybedilmiştir, Ortadoğu’nun tüm halklarının kültürel bütünlüğü kaybedilmiştir.” Önderlik, 1925’teki Şêx Saîd öncülüğündeki isyanın aslında bu tarihsel ihaneti örtbas etmek için hem provoke edildiğini, hem de anlamsız yere çok acımasız ve kanlı bir şekilde bastırıldığını belirterek şu hususlara dikkat çekiyor: “1925 yılı sadece isyanın değil, asıl olarak komplonun, ihanetin ve soykırımın başlangıç tarihi olmuştur. Bu süreç Mustafa Kemal’e karşı da yürütülmüştür. Kürt isyanları fırsat bilinerek Cumhuriyet’in devrimci özü yok edildi.”

Bu temelde, Rêber Apo’nun tarihsel analizleri büyük önem taşıyor. Önderlik, 1920’lerin Ulusal Anlaşmasının bugün bir Demokrasi Paktı olarak yeniden ele alınması gerektiğini vurguluyor. Çünkü Önder Apo, halkların birlikte yaşama formülünü güçlü bir şekilde öne sürüyor, bunun tarihsel ve toplumsal temellerini analiz ediyor. Önderlik, Anadolu ve Mezopotamya halklarının, özellikle Türkler ve Kürtler arasındaki yüz yıllara dayanan ortak yaşamın sınırlarla anlamını yitirdiğini açıkça dile getiriyor.

Bu bağlamda halklar arasındaki entegrasyonun, toplumun özüne uygun bir şekilde geliştirilmesini öneren Rêber Apo, “O günkü coşkuyu ve birlikteliği bugün de demokrasi çerçevesinde sağlayabiliriz. O çok korkulan Misak-ı Milli sınırları misak-ı demokrasi ile korunur. O zamanki Kürt-Türk birlikteliğini şimdi yine demokrasi ile sağlamamız gerekir” diyor. Önderlik sınırların tekrar oluşturulmasından ziyade bu konuda Ortadoğu Konfederasyonu’nu önermektedir. Bu konfederasyon tıpkı AB örneğinde görüldüğü gibi sınırların anlamsızlaştığı bir öneridir. Burada halkların entegrasyonu ve ortak ilişkileri esastır. Nitekim kırk yıldır sürdürülen mücadelenin bir sonucu olarak Kürt coğrafyası üzerinden çizilen bu sınırların anlamını yitirdiği bir gerçektir.

KÜRTLERİ BİRBİRLERİYLE SAVAŞTIRMA SİYASETİ

Türk devletinin işgalci politikaları, Kürdistan’ı işgal ederek sınırlarını genişletme stratejisiyle Kürtleri birbirine karşı kullanmaktır. Güney Kürdistan’da 25’ten fazla Türk askeri üssü bulunmaktadır. Bu durum, işgal girişimlerinin açık bir göstergesidir ve Güney Kürdistan’da birçok alan işgal edilmiştir. Bu işgal, KDP’nin desteğiyle yapılmaktadır. KDP, Güney Kürdistan’ı işgalci Türk devletine teslim etmektedir. Bu durum, Misak-ı Millî Anlaşmasının devamıdır. Aynı işgalci anlayışın devamında, Ocak 2018’de Efrîn’e yönelik işgal saldırıları başlatılmış ve bu saldırılar 25-26 Mayıs 2019’da Bradost bölgesindeki Xakurkê saldırılarıyla devam etmiştir.

İşgal operasyonlarının amacı açık bir şekilde görülmelidir; Türk devleti, sınırlarını Misak-ı Millî çerçevesinde genişletmek istemektedir. Bugün, AKP hükümeti işgal politikalarını soykırım yöntemleriyle güncelleyerek uygulamaktadır. AKP-MHP ittifakının bu politikaları geçmişteki İttihat ve Terakki zihniyetinin politikalarına dayanmaktadır. Kürtler arasında bölünmeyi ve zayıflatmayı hedefleyen bu kirli politikalar, tarihsel süreçte olduğu gibi günümüzde de devam etmektedir.