Almanya son yıllarda Kürt aktivistlerin bulundukları ülkelerden bir dönem Almanya’da kaldıkları süreyi gerekçe göstererek yargılamak üzere iadesini istiyor. Son birkaç yıldır Almanya’nın isteği üzerine Kıbrıs’tan, Fransa’dan, İsveç’ten bazı Kürt siyasetçilerin tutuklanması tesadüf değil. Türkiye’nin bakış açısıyla hareket eden Almanya dış siyasetini Avrupa Birliği’ne kabul ettirmek ve diğer AB ülkelerini de adeta suç ortağı haline getirmek istiyor. Bu davaların son halkası gazeteci Serdar Karakoç’un Almanya’nın isteği üzerine Hollanda’da tutuklanmasıyla gerçekleşti. 23 Mayıs’ta Almanya’nın talebi üzerine Hollanda’da tutuklanan Serdar Karakoç, 14 Haziran günü şartlı tahliye edildi. 24 Temmuz günü yapılacak duruşmada Almanya’ya iade edilip edilmeyeceğine karar verilecek. Yeni Özgür Politika gazetesi, yıllardır Kürt basının farklı kurumlarında emek veren ve bu süreçte yüzlerce gazeteciyle çalışmış Serdar Karakoç’la hem gazetecilik hayatını hem de dava sürecini konuştu.
Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
Aslen Dersimli olup 1960 Elazığ doğumluyum. İlk, orta ve lise ikinci sınıfa kadar Elazığ’da, lise son sınıfı ise 1970’li yılların ortasında gelişen sağ/sol çatışmasından kaynaklı Diyarbakır’da okudum. 1980 askeri darbesiyle aranmaya başlandım. 1970’lerin sonunda Kurdistan Özgürlük Hareketi’yle ilişkilenmemden dolayı 6.5 yıl Türkiye ve Kurdistan’ın değişik şehirlerinde cezaevinde kaldım.
Gazeteciliğe nasıl başladınız?
1991 yılında cezaevinden çıktıktan sonra İzmir’de çok kısa bir süre Özgür Halk dergisinde çalıştım. 30 Mayıs 1992 tarihinde günlük yayın yapmaya başlayan Özgür Gündem gazetesi çıkınca 1992 yılının Temmuz ayında gazetenin İzmir temsilciliği görevini yürütmeye başladım. O yıllar Özgür Basın üzerinde baskılar zirve yapmıştı. Kurdistan’da gazetecilik yapan birçok arkadaşımız kontralar tarafından katledildi. Gazetenin çıkan her sayısı için dava açıldı. Birçok sayısı toplatıldı. Birçok gazeteci arkadaşımız işkence gördü, hapis cezalarına çarptırıldı ve yıllarca hapis yattılar.
Siz bu süreçte tutuklandınız mı?
10 Aralık 1993 Dünya İnsan Hakları Günü’nde gazetenin merkezi ve çok sayıda bürosuna polisler tarafından baskın düzenlendi. İstanbul merkez bürodan Gurbeteli Ersöz, Ferda Çetin, Gültan Kışanak olmak üzere çok sayıda gazete çalışanı gözaltına alındı. Bazıları daha sonra serbest bırakılırken Gurbeteli Ersöz ve kurumun idare müdürü Ali Rıza Halis tutuklanarak Bayrampaşa Cezaevi’ne konuldu. Baskın yapıldığı dönem ben gazetenin İzmir temsilcisiydim. İzmir büro da İstanbul merkez büro basıldıktan bir gün sonra 11 Aralık 1993 günü polisler tarafından basıldı. Bir gün önce İstanbul merkez büro basılınca o gün gazetenin çıkması için büro alarak elimizden geleni yaptık. İzmir Özgür Gündem gazetesine yapılan polis baskınında benimle birlikte Rıza Zıngal, Namık Alkan, Mehmet Emin Unay, Oğuzhan Öğruk, Ahmet Kaya olmak üzere 6 gazete çalışanı tutuklanarak Buca Cezaevi’ne konulduk. Gözaltında haber kaynaklarımızın deşifre edilmesi için yoğun işkence gördük. Özellikle bazı tanınmış şahsiyetler ve kurumlar üzerine ifade vermeye zorlanıyorduk. Kabul etmeyince kaba dayak ve işkencenin dozu artıyordu. İstanbul'dan 2, İzmir bürodan ise 6 kişi tutuklanmıştık. Nisan ayı sonunda Buca Cezaevi’nden tahliye olunca yeniden çalışmalara devam ettik. Gurbeteli ve Ali Rıza Halis ise bizden çok sonra tahliye oldular.
O zaman sizinle dayanışma var mıydı?
İzmir Özgür Gündem gazetesine polis baskın yaptığında sivil toplum örgütleri dayanışma gösterilerinde bulunmuş ve İzmir Barosu’ndan çok sayıda avukat ücret talep etmeden bizleri savunmuştu. Kemal Kırlangıç isimli bir avukatımız “Bunlar görevlerini yaptığı için bugün ben burada onları savunuyorum, görevlerini yapmamış olsaydılar onları savunmazdım” deyip basın ahlakı ve düşünce özgürlüğü üzerine kapsamlı bir savunma yapmıştı. Yine bir başka avukatımız, “Burada tutuklu olan gazeteciler ve Özgür Gündem gazetesi Kurdistan’da yaşanan ama kimsenin cesaret edemediği olayları haberleştiriyorlar. Bizler bölgede yaşanan savaşın vahşetini, insan hakları ihlallerini onların yazdıklarından öğreniyoruz. Onlar cesur insanlar. Türkiye’deki basın üç maymunları oynuyor…” deyip beraatimizi istemişti.
1994 yılında Özgür Ülke bombalandığında ordaydınız? O günü anlatabilir misiniz?
Tahliye olduktan kısa bir süre sonra İstanbul büroda çalışmaya başladım. 3 Aralık 1994 tarihinde dönemin Türkiye Başbakanı Tansu Çiller’in talimatıyla Özgür Ülke bombalandığında o gece gazetenin gece nöbetçi amiriydim. Gece çalışan arkadaşları servisle evlerine dağıttıktan sonra gazetenin giriş katında temizlik için gelen Yıldız, kurum güvenliğinden Kemal, ulaşımdan Ersin Yıldız ve birkaç arkadaş daha yemek yiyip üst kata çıktığımızda gece saat biri birkaç dakika geçe büyük bir patlama gerçekleşti. Ben ve Haki isimli bir arkadaş o esnada ikinci katta bulunuyorduk. Patlama birinci katın altında bulunan araba tamir atölyesinden gerçekleşmişti. Patlamayla birlikte bir anda ortalık alev topuna döndü. Dumandan göz gözü görmüyordu. Üçüncü katta çok sayıda gazeteci arkadaşımız yatıyordu. Onlara seslendik, ancak sesimiz onlara ulaşmıyordu. Yangın hızla bize doğru yaklaşıyordu. Haki arkadaşla birlikte binanın arka tarafından ikinci katın penceresinden aşağı atladık.
Hemen gazete binasının 30-40 metre ötesinde bulunan karakola gittik. Karakolda iki veya üç polis vardı. Gazete binasında bir patlamanın olduğunu ve ardından binanın yanmaya başladığını söyledik. İçeride yardım bekleyen çok sayıda arkadaş vardı ve acil olarak itfaiyenin gelmesini istedik. Fakat polisler çok lakayt davranıyorlardı. Sadece “tamam tamam” diyorlardı. Panik, korku, çaresizlik içinde ne yapacağımızı bilemiyorduk. Karakoldan çıkıp binanın yanına gittiğimizde alev tüm binayı sarmış, itfaiye de gelmişti ancak müdahale etmede çok yavaş davranıyordu.
Çevreden birçok kişi ve bazı gazeteciler de gelmiş yangını izliyorlardı. Polisle tartışıyor, itfaiyenin daha hızlı müdahale etmesini istiyordum. Bir polis sinirlenerek, “Çek git yoksa seni de ateşin içine atarım, kimsenin ruhu duymaz” diyerek beni tehdit etti. O sırada Zaman Gazetesi’nden biri polisle yaptığım tartışmadan gazetede çalıştığımı öğrenmiş, yanıma gelip haber için benimle konuşmak istedi. Kendisine çok sayıda arkadaşımızın içeride kaldığını, müdahale edilmezse diri diri yanacaklarını ve ilkin telefon etmem için yardımcı olmasını istedim. Olumsuz cevap verince daha fazla konuşmadım.
Patlama anında polisle yaptığım tartışma görüntümü de büyük ihtimalle aynı gazeteci çekmiş olmalı.
Bombalamada ulaşımdan Ersin Yıldız arkadaşımız yaşamını yitirdi, Nurdoğan Aydoğan, Yıldız Gültekin, Alişan Ünlü olmak üzere toplam 23 gazeteci arkadaşımız yaralandı. Ben ve Haki arkadaş da kendimizi ikinci kattan aşağı atarken hafif yaralanmıştık. Daha sonra eş zamanlı İstanbul Çağaloğlu ve Ankara büromuzun da bombalandığını öğrendik.
Tüm baskılara rağmen Özgür Basın büyük bedeller ödeyerek yoluna devam etti. “Bu Ateş Sizi De Yakar” manşetiyle gazete o gün 4 sayfa olarak çıktı. Gazete çalışanları fedai bir direniş sergiliyor, aydınlar gazeteye sahip çıkıyordu. Halkın ilgisi çok yüksekti. Yoksul bir insan parmağındaki alyansı çıkarmış gazeteye bağışta bulunuyordu. Halk akın akın gazeteyi ziyaret ediyor, bağış yapıyordu. Bu ilgi, duygusal atmosfer bizlerin daha fazla çalışmasını kamçılıyordu. “Ülkene Sahip Çık” espirisiyle Orhan Pamuk, Ahmet Altan, Murathan Mungan ve birçok yazar, aydın dayanışma amaçlı gazete dağıtıyordu. Apê Musa’nın genç çocukları gazeteyi kelle koltukta halka ulaştırıyor, muhabirler her an enselerinde patlayacak bir kurşun sesine aldırmadan çalışıyorlardı. Bu geleneğin takipçileri bugün de aynı ruhla bunu yürütmeye devam ediyorlar.
Daha sonra sürgüne çıktınız? Biraz sürgün yıllarından da bahsedebilir misiniz?
Türkiye’de gazetecilik yapma koşullarım ortadan kalkmıştı, ya yeniden tutuklanıp yıllarcı cezaevinde kalacak veya ensemde soğuk bir namlu yaşamım faili meçhul bir cinayetle son bulacaktı. Bunun üzerine Türkiye’den çıkmak zorunda kaldım. Sürgün yıllarım ise 2000 yılının Ağustos ayında Hollanda’ya gelişimle birlikte başladı. 24 yıldır Hollanda’da yaşıyorum. Bir yıl içinde süresiz oturum aldıktan sonra değişik basın kurumlarında yeniden çalışmaya başladım. Belçika’da yayın yapan Medya TV ve Roj TV için Hollanda’da prodüksiyon yapan bir şirkette 2002-2007 yılları arasında çalıştım. 2010-2020 yıllarında ANF’de, 2022 yılından itibaren ise Meyman Yayınevi’nde editör olarak çalışıyorum. Özgür Basın geleneğinden gelmiş, cezaevinde kalmış, işkence ve saldırılara uğramış biri olarak sürgün yıllarımda da büyük bir zevkle Özgür Basın çalışmalarını yürüttüm ve halen de yürütüyorum.
Almanya’nın isteği üzerine Hollanda’da tutuklandınız? Bu dava sürecinden biraz bahsedebilir misiniz?
23 Mayıs 2024 tarihinde Almanya’nın talebi üzerine Hollanda’da tutuklandım. Almanya tutuklandığımda üzerimdeki telefona el konulmasını istemiş. Polisler beni evden aldıklarında cep telefonu, çalışma bilgisayarlarım, hard disk ile bazı USB belleklerine el koymuş. Savcılığa çıktığımızda el konulan malzemelerin iadesi istedik. Bunun üzerine Hollanda, Almanya’dan bu malzemeleri de talep etmesini istedi. Bununla ilgili açılan dava 24 Temmuz günü görülecek.
14 Haziran kefaletle şartlı tahliye edildim, pasaportum teslim edilmedi. Yurt dışı yasağım var ve haftada bir gün karakola imza veriyorum. 24 Temmuz günü yapılacak duruşmada Almanya’ya iade edilip edilmeyeceğime karar verilecek. Almanya tutuklama gerekçesini 129b maddesine dayandırıyor. Ancak iddianamenin ayrıntısına henüz yeterince hakim değilim. Almanya’daki avukatım ilgileniyor.
Kürtler arasında tanınan bir gazetecisiniz. Almanya’ya da sürekli gidip geliyordunuz bildiğimiz kadarıyla. Buna rağmen Almanya böyle yola başvurmak istedi sizi yargılamak için. Almanya’nın Kürt politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Almanya’nın Kürt Özgürlük Hareketi’ne yaklaşımı yıllardır değişmedi. TC devleti, Kürt Özgürlük Hareketi’ne imha, inkar ve soykırım politikası uygularken; Almanya ise Kürt Özgürlük Hareketi’ni kriminalize etmek, yalnızlaştırmak ve terör listesinde kalmasını kalıcı hale getirmek istiyor.
Kurdistan bugün dört parçaya bölünüp sömürge haline getirilmişse bunda küresel güçlerin çok büyük bir rolü var. Küresel güçler bugün de özgürlük mücadelesi yürüten Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı Türk devletine her türlü desteği sunmakta. Özellikle Almanya’nın İttihat-ı Teraki döneminden günümüze TC devletine desteği biliniyor. İki ülkenin ilişkileri çok iyi. Türk devleti zaman zaman ABD, AB, NATO ve Rusya ile ters düşse de kesinlikle Almanya’nın dediklerinin dışına çıkmıyor. Almanya ne istediyse Türkiye onu yerine getirdi. Aynı şekilde Almanya da Türkiye’nin çıkarlarını hep korudu ve kolladı. Türkiye’ye karşı Kürt Özgürlük Hareketi’ni kriminalize etmeye çalıştı, demokratik yasal zeminlerde yürütülen mücadelesini engelledi. PKK’yi yasaklayıp, ‘terör örgütü’ listesine alarak Türkiye’ye çekincesiz destek vermiş olduğunu her zaman gösterdi. Ulus devlet olarak Türk devletine verdiği desteği diğer küresel güçlerin, devletlerin de vermesi için uğraştı. Bununla Türk devletinin sırtını sıvazlayarak daha fazla kendisine bağladı ve bunda büyük oranda başarılı da oldu. Değişik ülkelerde tutuklamasını istediği Kürt siyasetçilerinin ülkesine iade edilmesindeki amaç da bu devletlerin de kendi politikasına destek vermesi ve Kürt hareketine karşı ortak tavır almaya zorlamak için.
Alman devleti, Almanya’da yasal/demokratik zeminlerde gerçekleşen yürüyüş ve mitinglere saldıran faşist Türk çetelerini koruyarak Kürt halkına acımasız saldırıyor, 6 binden fazla MİT elemanının Almanya’da yasadışı örgütlenmesine göz yumuyor. Kürt sorununun demokratik barışçıl yollarla çözüm arayışının yollarını tıkıyor. Türk faşistlerinin de yardımıyla Kürt kitlesini terörize edip PKK’nin terör listesinden çıkmasının önüne geçiyor. Yasal olarak kurulmuş demokratik Kürt kültür derneklerine baskın düzenleyerek Kürt halkı üzerinde terör estiriyor. Keyfi gelişi güzel Kürt yurtseverlerin evlerine düzenlediği baskınlarla evleri resmen talan ediyor, kapı pencere, dolapları kırıyor, eşyaları rastgele dağıtıyor. Psikolojik şiddet uyguluyor, çocukları korkutuyor. Türkiye’de dahi yasak olmayan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın posterlerinin taşınmasına izin vermiyor veya “Öcalan’ın bu resmini taşıyabilirsiniz, bu resmini taşıyamazsınız” diyor. Aynı insanın farklı resimlerine zihin sınırlarını zorlayan yasaklamalar getiriyor.
Yine Türk devleti gibi Kürt halkının hiçbir kazanımına tahammül göstermiyor. DAİŞ vahşetine karşı tarih yazmış, dünya insanlığının sempatisini kazanmış YPG ve PYD’nin faaliyetlerini Almanya’da yasaklıyor. Dostumun düşmanı benim de düşmanımdır diyerek dostundan daha fazla Kürtlere düşmanlık yapıyor. Kraldan daha fazla kralcı kesiliyor. Ancak Kürt halkı ve Kürt Özgürlük Hareketi Almanya’ya karşı düşmanlık yapmıyor, kin ve nefret gütmüyor. Yasal ve demokratik zeminlerde mücadelesini yürütmek istiyor. Şiddetten uzak duruyor. Sadece Alman devletinden Türkiye’ye karşı verdiği koşulsuz desteğin ve yapılan silah yardımlarının kesilmesini istiyor.
Avrupa’da son dönemde Türk devletinin baskılarının uzantısı olarak özgür basın kurumlarına da baskılar arttı. Bu operasyonları gerçekleştiren güçleri ve amaçlarını halkımız, dostları çok iyi tanıyor. Bu saldırılara karşı en iyi bildiğimiz şeyi, yani direnişimizi her alanda, içeride, dışarıda sürdüreceğiz. Tüm halkımızı, dostları ve demokrat çevreleri de özgür basına yönelik saldırılara karşı mücadeleyi büyütmeye davet ediyorum, desteklerini esirgemeyenlere de teşekkürlerimi iletiyorum.