Demokratik Cumhuriyet Konferansı sona erdi

Demokratik Cumhuriyet Konferansı, iki gün süren tartışmaların ardından sona erdi. Konferansın sonuç bildirgesi ise önümüzdeki günlerde açıklanacak.

Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) İstanbul Cem Karaca Kültür Merkezi’nde düzenlediği “Demokratik Cumhuriyet Konferansı”, ikinci gününde “Nasıl bir gelecek, nasıl bir cumhuriyet” konulu ikinci oturumla devam etti. Moderatörlüğünü Şebnem Oğuz’un yaptığı oturumda, ilk olarak HDP Gençlik Meclisi Yürütme Kurulu üyesi Livan Orman “Gençler ne istiyor?” başlığında sunum yaptı. Orman, her kavramsal ve kuramsal çerçevenin doğru zeminde kullanılmasının hayati olduğunu söyledi.

GENÇLİK ÖZ ÖRGÜTLÜLÜĞÜNE DAYANMALI

Orman, kavramların topluma hizmet etmesi gerektiğinin altını çizerek, “Gençlik kavramı da bu çerçevede doğru tanımlanmıyor. Gençlik, egemen sistemlerin biçtiği rollerle tanımlanıyor. Topluma hizmet edecek tanım yapılmıyor. Gençlik toplumsal bir olgudur. Kadın kimliği sadece biyolojik bir mesele değil, toplumsal bir mesele olduğu gibi, gençlik de böyle. Bunun tarihsel bir geçmişi var. Gerçek bilgi ve tecrübeden uzak bırakılmasından savaş kurbanı yapılmasına kadar, kapitalist sermayenin reklam ve cinsel objesi olarak görülmesi, gençliğin hakikatini ifade ediyor” dedi.

Gençliğin karakter özelliklerinin tanımlanması gerektiğini dile getiren Orman, “Bu, sürekli bir yenilenme, sonsuz bir yenilenme sürecine girdiği, yeniyi inşa etme anlayışının olduğu, büyük hedef sahibi olduğu bir dönemdir. Gençliğin özgürlük arayışı söz konusu. Gençlik bu kimlik çerçevesinde toplumu değiştirme konusunda kendini büyük bir hizmetçi olarak görüyor. Dışarıdan bir müdahale beklemeden, öz örgütlüğüne dayanıp bir mücadele açığa çıkarması gerekiyor. Toplumun öncüsü gençliktir” diye belirtti.

TEK TİP GENÇLİK YARATILMAK İSTENDİ

Gençlik politikalarının Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren demokrasiyle buluşmadığını ifade eden Orman, “Türk ulus devleti, toplumun demir kafese almaya çalışan, içerisindeki renkleri yok etmeye çalışan bir inşa süreciydi. Gençliğe yaklaşımın da demokratik olmasını beklemek gülünç olur. Türk devleti tek tip üzerine kendini inşa ederken, gençlik kurucu bir özne olarak görülmedi. Tek tip bir gençlik yaratılmak istendi. Türk gençliği güçlü olmalı, militarist olmalı, yeni oluşacak ulus devlet için canını gözünü kırpmadan feda etmeli ve erkek olmalı. Cumhuriyetin kuruluş döneminde yürütülen savaşlarda, ihtiyaç duyulanı genç erkekler karşılayacaktır. Genç kadınların emeği, toplumsal yaşama katkıları, erkeğe, cepheye, savaşa hizmet etme çerçevesinde sınırlandırılmıştı. Her savaşta olduğu gibi Türk ulus devletinin oluşumunda da gençler savaş cephelerinin en ön saflarına gönderildi” dedi.

GERÇEK DENEYİMDEN SÜREKLİ UZAK TUTULDU

Türk ulus devleti gerçekliğinin gençleri kontrol altına almayı amaçladığını söyleyen Orman, şunları söyledi: “Dünya demokratik uygarlık tarihi toprağa düşen genç bedenlerin kemiklerinin üzerine inşa edilmiştir. Yüzyılda böyle bir deneyim yaşandı. Bugün esas konumuz olan demokratik cumhuriyet kapsamında gençliğin rolü nedir? Bunu tanımlamak gerekiyor. Biz toplumun kurucu özneleri isek, bir pozisyon sahibi olduğumuzu da bilmemiz gerekiyor. Gençlik rolünün farkında. Gençlik gerçek deneyim ve tecrübeden sürekli uzak tutuldu. Bu egemenler tarafından ortaya çıkarılan özel savaş yöntemleriydi. Gençliği bağımlı hale getiren bir politikaydı.”

Orman, “Savaşta gençler çarpışır, yaşlılar konuşur. Bu devletçi uygarlığın açığa çıkardığı bir söz. Bu sözün tam tersine, gençlerin sözünü kurduğu, iradesini oluşturduğu, kültürel faaliyetlerden sosyal yaşama bir bütünen toplumsal ve politik yaşama katılan, toplumun kurucu öznesi olan bir yerde duruyor. Demokratik cumhuriyet buna ışık tutuyor. Gençler toplumun kurucu öncü rolünü oynuyor” ifadelerini kullandı.

TEK ENGEL İNSANIN KENDİSİ

Orman, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın “Umutların ve özlemlerin sınırları olmadığı gibi, gerçekleşmesinin önünde de insanın kendisinden başka engel yoktur. Yeter ki biraz toplumsal namus, biraz da aşk olsun” sözleriyle konuşmasını bitirdi.

EKOLOJİ HAREKETLERİNE KULAK VERİLMELİ

Ardından “Ekolojik toplum imkanı” başlığında konuşan akademisyen Ecehan Balta, ekoloji hareketlerine kulak verilmesi gerektiğini söyledi. Balta, “Ekolojik yıkımın içinde olduğumuz kabul ediliyor. Türkiye bile Paris Anlaşması’nı imzaladı. Bunun nedenleri ve çözümü konusunda ciddi bir ayrım söz konusu. Bunun yanında ekoloji hareketleri homojenleşti” diye belirtti.

SİYASİ BİR MESELEDİR

Balta, ekoloji hareketlerinin artık özü itibarıyla anti kapitalist hareketlere dönüştüğünü belirterek, “Kapitalistler, çok uluslu şirketlerde bunu gördüler. Yeşil boyamanın artık işe yaramadığını, kapitalistlerde çok net biliyorlar. Yeşil boyamayı kullandıkları yer, orta ve üst sınıflara yeni mallar satmak. Sonuç olarak ekoloji meselesi son derece siyasi bir mesele. Ekolojik yıkımın gelinen boyutu itibarıyla diğer tüm meseleleri içinde barındıran bir mesele. Ancak siyasi hareketleri harekete geçirme noktasında güçlük çekiyoruz. Ekolojiyi her konunun içine sığdırmak, ekolojik mercekten bakmaları konusunda zorluk çekiyoruz” ifadelerini kullandı.

‘TÜRKİYE PARTİSİ OLACAK MISINIZ?’ SORUSUNA CEVAP

“Azınlıklar ne istiyor?” başlığında sunum yapan yazar Pakrat Estukyan, cevabının basit olduğunu söyledi. Estukyan, azınlıkların yalın taleplerinin olduğunu aktararak, konferans ile HDP’ye yöneltilen “Türkiye partisi olacak mısınız” sorusuna sert bir şekilde cevap verildiğini söyledi. Estukyan, “Bu soru şimdiye kadar kimseye sorulmadı, özellikle MHP’ye sorulmadı. HDP çıkışı itibarıyla bir Kürt partisi, Kürt siyasetinin bir geleneği var. Bir süreklilik sunan akıl var. Türkiye İşçi Partisi’nden süre gelen bir damar var. Bütün bu gelenek ortadayken, HDP Kürt partisi olarak kuruldu, kucaklayıcılığı arkamda kurulan panoda yer alıyor. Bu duygu coşku verdi bana. HDP hiçbir partinin almadığı sorunu ele aldı. Geçmiş yüz yılı ele alırken, gelecek yüz yıla dair önerileri tartışıyor” dedi.

TÜRKİYE’DE VATANDAŞLIK BİLİNCİ YOK

Estukyan, Müslümanlığın kendiliğinden doğal olarak ayrıcalık imal ettiğini belirterek, ekledi: “İnsanlar bunu gerçek sandılar. Kendi kişisel değerini ölçmedi. Muhasebe yapmadılar. Bu anlayışın en doğal yansıması da benim de muhatap olduğum ‘gavur’ ifadesidir. Beni ötekileştirmek çok kolaydı. Osmanlı’da bu kadar kolay değildi, cumhuriyette çok kolaydı. Azınlıklar aslında eşit vatandaşlık istiyor. İstiyor da bu memlekette vatandaşlık yok ki. Vatandaşlık bilinci yok. Devleti vatandaşa karşı koruyacak bir anayasa yaptılar. Bunun karşılığı insanlığa karşı suçtur. Bu devletin tanımını anlayamamaktır. Bu anlayışa göre devlet öyle bir kutsallığa konumlandırılmıştır ki onu korumak gerekiyor.”

Kendisine “Beşinci kol” ve “İçimizdeki düşman” tanımı yapıldığını belirten Estukyan, “Burası vatan olma özelliğini çabuk yitiriyor. Almanya’ya, Kanada’ya gidenler, bir daha geriye dönüp bakmıyor. Arjantin’deki Ermeni için öyle değil. Oradan Maraş’ı merak ediyor. Vatan, yurt, memleket kavramı azınlık toplumlarda başka türlü tezahür ediyor” diye konuştu.

BİR ARADA YAŞAMA İSTEĞİ

Estukyan, Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi algısında azınlıkların geri dönmesinin sakıncalı olduğunu ifade ederek, şöyle dedi: “Azınlıklar ne istiyor? Ta başından beri bir arada yaşamak istiyoruz. O da kendi üretimleriyle, çocuklarını geçindirmek istiyorlar. Ancak son birkaç yıl içerisinde FETÖ’nün sözde darbe girişimi olarak tanımlanan 15 Temmuz darbesi, sonrasında 20 Temmuz darbesinden sonra çökme kültürü başladı. Şu anda azınlıklar bunun da mağduru. Ürettiğinin ne kadar değerinin olduğunun farkında değil. Bu olgu sadece azınlıklar için söz konusu değil. Herkes için olabilir.”

İKLİM HAREKETLERİN POLİTİKLEŞMESİ

Akademisyen Haluk Levent de, “Demokratik katılımcı ekonominin imkanları” başlığında sunum yaptı. Levent, toplumsal gelişmelerin temelinde dip dalgalar olduğuna dikkat çekerek, “Uçurumun kıyısından ayrılmış durumdayız. Bu ciddi durumu terse çevirmemiz gerekiyor. ekoloji ve iklim hareketlerinin politikleşmesi bunun örneğidir” dedi.

İNSANLIĞIN BAŞINA EN BÜYÜK BELA

Levent, şöyle konuştu: “Şirketleşme, insanlık başına gelen en büyük bela. Burada oluşan kurumsallaşma, kapitalist devlet olarak görülür. Bu şirketleşmenin kendi içerisinde ürettiği hiyerarşi ile bütün yönleriyle açığa çıkarılmalı. Teknolojik dalgalanmanın yarattıkları üzerine düşünülmeli. Bunun ulaştığı boyutları da pas geçmek zorundayım. Alan olarak geniş bir alan. İnsanın artık kendi evrimini programlaması mümkün. İkinci olarak, teknolojiyle herhangi bir türün, insan dahil bir alt bileşenin toptan silinmesi mümkün. İnsanlarda yapılmaması için hiç neden yok. Mutantlar oluşturmak çocuk oyuncağı. Düzenleme olmadığı için büyük bir süratle oluşuyor. Bunu üretim sürecine dönüştürmek gerekiyor derken, canlı emeğin üretim sürecinin dışına itildiği bir noktaya geldik.

YENİ BİR MÜDAHALE OLUŞTURULMALI

Böyle bir dünyadayız. Katılımcı ekonomiyi nereye konumlandırabiliriz. Bütün bu gelişmelere karşı bir tepki yaratmamız gerekiyor. bir yandan içinde bulunduğumuz düzeni tasfiye edecek yada o süreci kolaylaştırabilmeli. Katılımcı ekonomi toplumsal katılımı birincilik olarak kabul eder. Kaynak tahsisi, devletin yağmacı karakteriyle özdeştir. Onunla birlikte meta temelli bir biçimdir. Bizim arayışımız, yeni bir toplum oluşturacaksak, yeni bir müdahaleyi oluşturmamız gerekiyor. Bir kaynak tahsisi içeriyor. Temel değerler nedir? Eşitlik, dayanışma, çalışanların yönetime katılması, özellikle üretim kararlarının alınmasında son derece önemli, verimlilik ve yeterlilik. Yok etmeyen, bu anlamda sürdürülebilirin temel olan bit yönetim biçiminden söz ediyoruz. Bugün artık büyümeden söz edemiyoruz. Tek yol bölüşümü yeniden düzenlemek.”

Konferans, son oturumun ardından sona erdi. Konferansın sonuç bildirgesi ise önümüzdeki günlerde açıklanacak.