GÖRÜNTÜLÜ

‘Gerilla Kürt soykırımını engellemekle sorumlu bir güçtür’

YJA Star Merkez Karargah Komutanlığı Üyesi Şerda Mazlum Gabar, gerillanın Kürt halkına yönelik soykırımı engellemekle sorumlu bir güç olduğunu dile getirerek, “Tek başımıza da kalsak Kürdistan’ı onlara yar etmeyeceğiz” dedi.

ŞERDA MAZLUM GABAR

Medya Haber televizyonunda yayınlanan özel bir programda konuşan Şerda Mazlum Gabar, işgalci Türk ordusu ve işbirlikçilerinin gerillaya tek bir adım bile geri attıramayacağını ifade ederek, “Biz tek başımıza da kalsak, hepimiz de şehit düşsek Kürdistan'ı onlara yar etmeyeceğiz. Onlar bizi KDP ile karıştırmasınlar. Bizim gerçekliğimiz zaten asla KDP ile karşılaştırılamaz. Diğer örgütlere benzetmesinler. Apocu ruh bu gençlerin yüreklerine, beyinlerine işlemiş.  Biz Önderliğin yaşamının teminat gücüyüz. Biz Kürt halkının soykırımını engellemekle sorumlu olan en birinci gücüz” dedi.

Kürdistan’da son 8-9 yıldır yaşanan savaşın ardından son YAŞ (Yüksek Askeri Şura) toplantısında savaşı yürüten komutanların yerlerinin değiştirilmesine de değinen Gabar, “Emre Tayanç gitti, Rıfat Dönel geldi, Metin Tokel gitti, yerine Levent Ergün geldi. Fark etmiyor, bunlar kimi de getirseler, o Yaşar Güler'in kendisi de gelse, kim gelirse gelsin, Kürdistan Özgürlük Gerillası karşısında beş paralık değeri yoktur. Onlar yine yenilmeye mahkûmdur, yine değiştirilmeye mahkûmdur. O yüzden çok fazla bir şey söylemeyeceğim. Şunu söyleyeyim; bir kadın gerilla arkadaşın dediği gibi mat oldular. Sadece Emre Tayanç mat olmadı, hepsi şah mat olacaklar bu Kürdistan'daki savaşta” dedi.

YJA Star Merkez Karargah Komutanlığı Üyesi Şerda Mazlum Gabar’ın değerlendirmeleri şu şekilde: Önder Apo'yu ve tarihi İmralı direnişini sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. 2019 yılından beri Önderlikle görüşmeler olmuyor. Biz bir bütün olarak İmralı sistemini işkence ve soykırım sistemi olarak tanımlıyoruz. O yüzden de yürüttüğümüz mücadele elbette ki kısa dönemdeki amacı ya da kısa vadedeki amacı tecridi kırmak ama uzun vadede Önderliğimizin özgürlüğünü gerçekleştirmektir, İmralı soykırım ve tecrit sistemini parçalamaktır.

İmralı soykırım sistemini daha derinlikli anlamamız lazım. Önderlik, bu sistemi daha derinlikli kavramımız gerektiğini belirtti ve İmralı sistemini üç ayaklı bir sistem olarak tanımladı. Üç ayaklı sistem olarak tanımlarken de bunun bir ayağının Amerika, bir ayağının Avrupa ve bir ayağının da Türkiye olduğunu ve bu üçünün de derinliğine kavranması gerektiğinden bahsetti.

Bu üç ayakla mücadele etmenin tarihsel ve güncel anlamları var. İmralı soykırım ve işkence sistemini parçalamak için bunun Amerika ayağıyla mücadele etmek gerekiyor, Avrupa ayağıyla hukuki, siyasal mücadele yöntemlerini geliştirmek gerekiyor. Türkiye'de de hukuki, siyasal, yine diplomatik, aynı zamanda askeri mücadeleyi geliştirerek İmralı soykırım sistemini ve işkence sistemini değişim yaratabiliriz.

İMRALI SİSTEMİ DAHA ÖNCE GÖRÜLMEMİŞ BİR SİSTEM

Şimdi İmralı soykırım sistemi üzerinden epey zaman geçti. Bu içinde bulunduğumuz ay aslında Uluslararası Komplo'nun ön günleridir de aynı zamanda. 98 yılında Uluslararası Komplo başladığında, aslında Eylül ayında bu komplonun ilk belirtileri daha yoğun yaşanmaya başlamıştı. Önderlik sahasında da bunun yansımaları vardı. Önderliğin de komployu boşa çıkarma, çözüm aracını güçlendirme yönlü yaklaşımları da gelişmişti. Bu yüzden 1 Eylül'de 1998 yılında tek taraflı ateşkes de ilan edildi çözümün önünü açabilmek için.

Fakat sonra 9 Ekim 1998’de komplo yürürlüğe girdi. Üzerinden 26 yıl geçti ve Uluslararası Komplo devam ediyor. Bu komplo dönemsel olarak gösterilen direnişlerle dönemsel olarak her ne kadar boşa çıkarılmış olsa da biz Uluslararası Komplo'nun tümden yenilgiye uğratıldığından bahsedemeyiz.

Bu yüzden bizim bundan sonraki süreçte geliştireceğimiz mücadele, özellikle de Önderliğe karşı, yine Özgürlük Hareketine karşı, aynı zamanda da halkımıza karşı geliştirilen bu Uluslararası Komplo'yu yıkmak, yenilgiye uğratmak üzerinden olmalı. Bu yüzden de geliştirilecek mücadele daha radikal olmalı, daha çok yönlü olmalı. Tek yönlü olmamalı. Çünkü İmralı sistemi dünyanın hiçbir yerinde örneği görülmemiş bir sistem.

İmralı Sistemi ilk geliştirildiği dönemlerde, 1936 yılından itibaren aslında bazı kişileri ya da devletin  sakıncalı olarak gördüğü kişileri cezalandırma yeri olarak kullandığı bir ada olarak da tarihte geçiyor. Mesela Adnan Menderes orada belli bir dönem kaldı ve Adnan Menderes konuşmayı bile unutmuştu artık.

Tarihte mesela Napolyon İngiltere tarafından Saint Helena Adası'na götürüldü. O zaman da Napolyon şöyle demişti: “Ben günde saatlerce fersah fersah at koşturan biriyim. Beni öldürecekseniz şimdi öldürün, burada öldürün. Bu benim için daha iyidir. Bu, bana verilebilecek en büyük cezadır.”

İMRALI SİSTEMİ BİR TABUTLUK

Şimdi TC devleti de, uluslararası güçler de bu tarihten sonuçlar çıkardılar ve Önderliğe uygulayabilecekleri en derinlikli ceza ya da en ağır cezayı uyguladılar. Bunun yolunun Önderliği yalnızlaştırmak, onu halktan, halklardan, insanlıktan uzaklaştırmak ve tecrit altında tutmaktan geçtiğine inandılar. Ve İmralı'da öyle bir sistem yarattılar ki, umudun kırıntısının bile olmadığı bir sistem gerçeklerini açığa çıkarmaya çalıştılar.

Erkek egemenlikli sistem ya da hegemonik güçler Önderliğe şu yüzden de tepkili. 20. yüzyılda Kürt kapanını oluşturmaya çalıştılar. Bu Kürt kapanı neydi? Kürdistan, bölgedeki güçler arasında parçalara ayrılmıştı. Her parçası bir ülkenin egemenliği altındaydı. Bu egemenliği altında olduğu ülkelerde de her zaman bir yumuşak karın olarak kullanılma durumu vardı. Önderlik, bu Kürt kapanı gerçeğini aştı. Bu Kürt kapanı içerisine girmedi. Ulus devlet anlayışına düşmedi mücadele yürütürken. Yine sistem gerçekliğine karşı alternatif bir gerçeklik oluşturabildi. Önderliğin alternatif bir yaşam, alternatif bir birey yaratma, yine özgür Kürdü, iradeli Kürdü açığa çıkarma arayışı, en temelde de özgür kadını oluşturma arayışı, sistemin ona karşı daha öfkeli olmasına yol açtı. Önderlikten intikam alma arayışını da güçlendirdi. Bunun karşısında İmralı sistemi gibi bir sistemi yarattılar. Hatta Önderlik fiziki olarak esaret altında alındığı ilk süreçlerde idam cezası verildi. Bu idam cezası Kasım ayında Yargıtay’da onandı. Fakat daha sonra Avrupa yasaları ile uyumlu hale getirmek için 2002'nin Kasım ayında ağırlaştırılmış müebbet hapsine çevrildi bu ceza. Kendilerine göre, Önderliği cezalandırma yöntemi olarak bunu geliştirmek istediler.

O zaman Milli Güvenlik Kurulu'nun sekreteri, “Biz aslında bu kişinin yaşamasına izin veriyoruz. Niye? Çünkü ona her gün ölümü yaşatacağız” dedi. Yani Önderliğin yaşaması demek, her gün İmralı sistemi içerisinde yaşaması demek, her gün ölmesi anlamına geliyor. Zamana yayılmış bir öldürme politikası İmralı'da uygulanıyor. Önderlik de zaten İmralı sistemini tabut olarak, tabutluk olarak tanımladı.

HAMLEYE KATILIM ÇİZGİSİNİ GERİLLA BELİRLEDİ

Bizim bu gerçekliği daha derinden hissetmemiz gerekir. Düşmana karşı, İmralı sistemine karşı bir öfke seline dönüşmeli. Mesela 99 yılında yaşadığımız öfke, komplo karşısında yaşadığımız öfke, duygu seli gibi... Uluslararası komplonun intikamını alma hırsında azalma olmamalı. İmralı sistemini unutmak kendine ihanet etmektir. İmralı sistemini unutmak Önderliğe ihanet etmektir. İmralı sisteminin, komplonun yakıcılığını unutmak, inandığın gerçeklere, doğrulara, özgürlüğe ihanet etmek anlamına gelir. O yüzden de sürekli uluslararası komployu daha derinlikli çözümleme, daha derinlikli anlama ihtiyacını her zaman hissetmeliyiz. Bunu da daha derinlikli çözümleme, komployu tüm ayrıntılarıyla tekrar ele alma durumumuz olabilmeli ki İmralı sistemi karşısında daha çok yönlü mücadele edebilelim ve bu gerçeklikte bir değişim yaratabilelim.

Geçen yıl Ekim ayında 10 Ekim'de dostların başlattığı bir hamle oldu. Önderliğe özgürlük, Önder Apo’ya özgürlük, Kürt Sorununa çözüm hamlesi başladı. Bu hamle uluslararası kamuoyunda önemli etkiler yarattı. Kürdistan'da da, Ortadoğu'da da paradigmanın yayılması anlamında, yine Önderliğin düşüncelerinin insanlara hitap etmesi anlamında önemli gelişmeleri kendisiyle birlikte getirdi. HPG ve YJA Star güçleri ve 1 Ekim'de Rojhat ve Erdal arkadaşların Ankara'da geliştirdiği eylem, hamleye katılımın çizgisini belirledi. Bu hamleye katılımın nasıl olacağını göstermiş oldular.

Biz o günden sonra Rojhat ve Erdal arkadaşın çizgisine sahip çıkarak, o fedai ruhla bu hamleyi geliştirmeye, sonuçlar almaya çalıştık. İmralı sistemini yıkmak sadece askeri mücadeleyle geliştirilebilecek, askeri mücadeleyle yıkılabilecek bir durum değil. Aynı zamanda İmralı sistem gerçekliği karşısında komple bir mücadeleyi de yürütmemiz gerekli.

UMUT HAKKI İÇİN HUKUKİ MÜCADELE İMKANLARI ZORLANMALI

“Umut Hakkı” Eylül ayında daha fazla gündeme girecek. “Umut Hakkı” nedir? “Umut Hakkı” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından kabul edilen ve herkesin suçu ne olursa olsun bir gün cezaevinden ya da zindandan çıkma umudunun olmasıdır. Bu anlamıyla geliştirilmiş bir yasadır. Türkiye'de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin tüm maddelerini kabul ettiğini deklare etti daha önceki süreçlerde. Fakat Önderliğe gelince ırkçı yaklaşımlar çok daha fazla ortaya çıkıyor.

Irkçı yaklaşımlar, faşist yaklaşımlar, aslında Türkiye Cumhuriyeti'nin gerçek yüzünü, Önderlik gerçeği karşısında, İmralı sistem gerçekliği karşısında kendisini daha çarpıcı ortaya koyuyor. 2004 yılında yapılan mahkemeyle, Önderliğin aslında “Umut Hakkı”ndan yararlanması tartışılmaya başlandı. Fakat Türkiye “ne olursa olsun Öcalan bu haktan yararlanamayacak, umut hakkından muaftır” dedi.

Şimdi bizim bununla siyasal mücadele yürütmemiz lazım. 2014'te yine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi toplanmıştı. Orada Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 3 maddesine uymadığı söylendi. 3’üncü madde ağırlaştırılmış müebbete çarptırılan kişilerin de salıverilmesini, cezaevindeki tutumuna, zindandaki tutumuna göre bunun dışarıya çıkabilme umudunun olmasını savunuyor. Bu maddeyi ihlal ediyorlar ve bunu da “Öcalan yasaları” olarak ortaya koydular.

Bu bir çelişki. Hem Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni kabul ettiğini söyle ama Önderlik söz konusu olunca bunu çok fazla yerine getirmeme, bu kurallara uymama var. İmralı'da aslında hiçbir kanun geçerli değildir. İmralı'da hiçbir yasa geçerli değil. Tek geçerli olan yasa, faşist yasalardır. Bunu bize dayatmak istiyorlar ve İmralı'da umudu tüketmek istiyorlar. Kürt Halk Önderi'ne umut hakkının tanınmaması, aynı zamanda Kürt halkının umutsuz bırakılmasıdır. İnsanlığın umudunun tüketilmesidir. Bu anlama geliyor.

Önderlik, sadece bir birey, bir kişi olarak ele alınamaz. Önderlik, Kürt halkının önderliğidir. Aslında sadece Kürt halkının da önderliği değil, Ortadoğu hatta Ortadoğu sınırlarını da aşan evrensel bir önderlik haline geldi.

HER ALANDA ÖNDERLİK DAHA GÜÇLÜ SAHİPLENİLMELİ

Aslında Önderliği umutsuz bırakmak ya da umut hakkını elinden almak tüm insanlığı umutsuz bırakmak, özgürlük umudunu aslında tüketmek, özgürlük umudunu aşındırmak amacıyla yapılmış bir uygulamadır. O yüzden bizim yasal mücadeleyi de, hukuki mücadeleyi de daha fazla yürütmemiz lazım.

Çünkü bir hakkımız var. Hak sadece yürüyüşlerle ya da protestolarla, sadece basın açıklamalarıyla aranamaz. Bu hakkı elde etmenin yolları var. Mesela Avrupa Konseyi'nde bu durum tekrar görüşülecek. O yüzden Avrupa Konseyi'ndeki tartışma yapıldığı o gün, Avrupa'da yaşayan halkımız kitlesel bir katılımı gösterebilmeli. Avrupa Konseyi önünde protestolar olmalı, Avrupa'nın her şehrinde halkımız Önderliğe sahip çıkmalı. Bir halk kendi Önderliğine sahip çıkamıyorsa, o halk onurlu olmaktan bahsedemez. Kendi Önderliğinin var olan koşullarını olduğu gibi kabul ediyorsa, o halk kendisine ben özgür düşünüyorum, onurlu yaşıyorum diyemez.

O yüzden de Avrupa'nın her yerinde Önderlik sahiplenilmeli, Avrupa Konseyi zorlanmalı. Eğer devam ederse, o zaman Türkiye'nin Avrupa Konseyi'nden çıkarılması durumu zorlanmalı. Önderlikle görüşme olması dayatılmalı.  

CPT sözde kendisine işkenceyi önleme komitesi diyor ama şimdi işkenceyi izleme komitesi olmuş. Önderliğe nasıl bir işkence yürütüldüğünü, İmral'da nasıl bir soykırım sistemi yürütüldüğünü izliyor. CPT’yi zorlamak lazım.

Hukuki mücadeleyi asla küçük görmemek, bu mücadeleye yüzeysel yaklaşmamak, basit yaklaşmamak gerekli. Eğer biz gerçekten mücadele edersek kazanırız, gerçekten mücadele edersek direnirsek Önderliğin durumunda değişiklikler yaratabiliriz. Buna inanarak mücadeleyi yükseltmek lazım.

EĞER İNANIRSAK BU SİSTEMİ YIKARIZ

Avrupa'daki barolar, avukatlar daha fazla bu davaya sahip çıkmalı. Türkiye'deki barolara, avukatlara çağrı yapıyorum. Umut Hakkını dayatmalılar, bunun mücadelesini vermeliler.

Barış ve Demokrasi Konferansı Berlin'de gerçekleştirildi. Bu konferans da oldukça önemli bir konferanstı. 3. Dünya Savaşı olarak da adlandırdığımız bir ortamda, barışın ve demokrasinin tartışılması, yine barışın ve demokrasinin yolunun, İmralı'daki tecridin kırılmasından geçtiğinin tartışılması önemli bir çalışmaydı. Bu çalışmaya katılan aydınları, entelektüelleri yine çeşitli kesimleri de selamlıyorum. Bu tür çalışmalar daha da fazla devam etmeli, süreklileşmeli.

Önemli bir mücadele süreci 2023 yılının 10 Ekim'den sonra gelişti. Fakat bu mücadele daha fazla süreklileşmeli. Mücadele kesintili oluyor ya da sadece bir zaman dilimiyle sınırlı kalabiliyor. Hem daha fazla radikalleşmeli hem de süreklileşmeli. Eğer inanırsak, İmralı işkence ve soykırım sistemini yıkarız, yeneriz. Buna inancımız güçlü olursa, buna göre örgütlenmemiz, buna göre eylemimiz de daha güçlü olur.

TÜM YOLLAR İHANETÇİ GÜÇLER TARAFINDAN TC’YE AÇILDI

Ülkemizin her yerinde çok büyük bir savaş yaşanıyor. Üçüncü Dünya Savaşı'nın merkezi Ortadoğu; Ortadoğu'da da Kürdistan olmuş durumda. HPG BİM zaten açıklamalar yapıyor. Hem yaşanan şehadetleri hem savaşın durumunu, geldiği düzeyi kamuoyuyla paylaşıyoruz. Daha önceden de Merkez Karargah Komutanlığı'ndan arkadaşlar savaşın geldiği durumu paylaştılar. Fakat şunun daha fazla açıklanması gerektiğine inanıyorum. 3 Temmuz'dan sonra savaş yeni bir aşamaya girdi. Bu yeni aşama nedir? Herkes bunu soruyor. Herkes diyor ki, 3 Temmuz'dan sonra artık Kürdistan'da yaşanan savaş eskisi gibi değil, yeni bir aşamaya girdi. Savaş sahasında, pratikte neler değişti; daha çok bunları paylaşmak istiyorum.

Kürdistan'da 2015 yılından beri zaten yürütülen bir savaş var ama 2019 yılından itibaren savaş çok daha fazla yaygınlaştı ve kıran kırana yürütülen bir mücadele, bir savaş var ve hemen hemen her gün çatışmalar yaşanıyor. Bu sadece Medya Savunma Alanlarıyla da sınırlı değil. Dersim'den Botan'a, Botan'dan Serhat'a, Serhat'tan Mêrdîn'e, Zap'tan Avaşîn'e, Avaşîn'den Xinêre'ye, Xinêre'den Heftanîn’e ve Metîna’ya ve Garê'ye, Sergelê hattına kadar da tüm yoldaşlar bu savaşın içerisinde. 3 Temmuz'dan önceki savaş, daha çok bazı alanlarla sınırlı kalıyordu. Daha lokal olarak yürütülen operasyonlar ya da işgal saldırıları vardı. Bu yönüyle değişen yanlar var. Çünkü 3 Temmuz'dan önce 22 Nisan'da Erdoğan Irak'a geldi. Orada bir anlaşma imzalandı. 26 tane anlaşma imzalandı. Anlaşmanın içeriğini bizim Medya Savunma Alanlarında yürüttüğümüz savaş oluşturuyordu. Ve o günden sonra hem KDP'nin işbirlikçiliği, ihanetçiliği daha fazla belirginleşti hem de savaş alanlarına giden tüm yollar TC askerlerine ihanetçi güçler tarafından açıldı. Daha önceki süreçlerde savaş, daha çok Zap hattında, yine Tepê Amediyê, Girê Cûdî, Şehîd Yunis, Şehîd Çekdar dediğimiz alanlarda yoğunlaşıyordu. Yine Şehîd Doğan Doğu Zap ve Batı Zap eyaletinde savaş daha fazla yoğunlaşmıştı.

ÇOK YOĞUN TEKNİK KULLANILIYOR

Fakat 3 Temmuz'dan sonra Metîna’da savaş daha yoğunluklu yaşanmaya başladı. Düşman güçleri her yerde indirmeler yapmaya başladı. Yine Xinêre hattında da savaşın yoğunlaşma durumu var. Eş zamanlı olarak hem Metîna’da hem de Xinêre hattında... Mesela Şekîf'i gelip tuttular. Daha sonrasında Şekîf'ten ilerlemeye başladılar. Şehîd Hêmin vb alanlara bir yönelimi oldu, bir operasyonu gelişti.

Burada farklılaşan yanlar neler? Çok yoğun teknik kullanılıyor. Aklınızın hayalinizin sınırlarını aşacak şekilde teknik kullanımı var. Sadece çatışmaların, eylemlerin olduğu alanlarda değil,  Metîna’da çok yoğun hava saldırıları oldu. Batı Zap eyaletinde bu hava saldırıları devam ediyor. Aynı zamanda Xakurkê, Xinêre hattında da hava saldırıları yoğun var.

Fakat bunların dışında da mesela Qendîl'de, Garê'de çok yoğun bir hava hareketliliği var. Hem hava saldırıları çok yoğun hem de keşif hareketleri çok daha fazlalaşmış. Bir bütün Kürdistan aslında yangın yerine çevrilmek isteniyor. Bir bütün Kürdistan savaş alanına çevrildi.

Aynı zamanda şunda da değişiklik var. 94 yılında nasıl Kuzey Kürdistan'da özellikle de Botan'daki köyleri, sonra tüm Kürdistan'daki köyleri boşaltmaya başladı; 2024 yılında da, yani 30 yıl sonra da Güney Kürdistan'da tüm köyleri insansızlaştırmaya çalışıyor. Nasıl Kuzey Kürdistan'da köyleri yaktı, şimdi de Güney Kürdistan'da köyleri yakıyor. Asuri köylerini yakıyor. Müslümanların köylerini yakıyor. Kürdistan'da sadece sömürgecilik yok; bunun görülmesi lazım. Hani önceden yürütülen savaş, sömürgeciliğe karşı bir savaştı. Ama şimdi sömürgecilik, işgal, ilhak olarak tanımlıyoruz. Bir soykırım savaşı yürütülüyor.

GERİLLAYLA KARŞILAŞMAKTAN KAÇINIYORLAR

Kimyasal silahlar da çok yoğun şekilde kullanılıyor. Bunun dışında düşman taktiğinde şöyle bir değişiklik de oldu. Mesela eskiden tünellerin üzerine direkt indirmeler yapıyordu. Şimdi tünelleri düşüremeyeceğini anladığı için ne yapıyor? Tünellere uzak yerlerde, arkadaşlarımızın olmadığı,  savaş tünellerimizin olmadığı yerlerde indirmeler yapıyor ve alanı tutuyor.

Mesela geldi Zergelê hattını tuttu. Ne yapmak istiyor? Alanlar arasındaki bağı da koparmak istiyor. Xinêre'ye gerçekleştirdiği operasyona dair zaten bilgiler de var. Belli bir süre sonra KDP ve Irak'ın da bu işgal hareketine dahil olacağı, Goşînê hattını tutacağı, Lolan'ın bir bütün işgal altına alınacağı tartışmaları da var. Qendîl ile Xinêre hattını koparacak, Garê'yle Qendîl hattını koparacak, yine Garê'yle Metîna, Zap hattını koparacak. İrtibatı engelleme, bu alanlardan olacak takviye güç desteğini engelleme gibi düşmanın çok yönlü amaçları var. Çok arkadaşlarla çatışmaya girmeye, birebir teke tek dövüşmeye ya da arkadaşlarla karşılaşmadan kaçınan yaklaşımları da var.

Halka çok yoğun baskılar uygulanıyor. Önceden gerillanın bulunduğu alanlarda halkla gerilla iç içe yaşıyordu. Bu konuda gerillanın halka yönelik çok farklı bir yaklaşımı da yoktu. Hatta halkın gerillanın bu dağlarda yaşamasından memnuniyeti vardı. Kendisini daha güvende hissediyordu. Fakat TC ordu güçlerinin yönelimleriyle halk zorla göçertiliyor.

Bunun karşısında tepkiler daha güçlü olmalı. Özellikle Güney halkımız... Amediyê halkı, yine Bamernê, Şeladizê halkı tepki göstermeli. Mesela Şeladizê halkının çok güçlü bir direniş kültürü var. Bu işgal karşısında herkesin çok büyük rahatsızlığı var. Fakat bu çok eyleme dönüşmüyor, çok derinlikli tepkilere dönüşmüyor.

Bunda tabii ki KDP'nin rolü de var. KDP şunu insanlara empoze etmeye çalışıyor. İşte "burada gerillalar olduğu için size saldırıyorlar, burada gerillalar var; o yüzden bu savaş çıkıyor". Gerillalar yıllardır orada. 40-50 yıldır gerillalar oradadır. Bu halka bir yönelim olmadı, son bir yılda bu yaklaşım daha fazla derinleşti. Bunun daha derinlikli anlaşılması lazım.

Bu savaş karşısında gerillanın duruşu nasıl? Gerilla, zaten demokratik modernitenin gerillacılık ilkeleri konusunda bir derinleşmeyi yaşadı. O yüzden de hem yer altında hem yer üstünde arazi timleriyle hem de havadan gerillanın eylemleri gelişiyor. Özellikle de hava eylemlerimiz oldukça etkili de oluyor. Şehîd Axîn Mûş Birliği de kuruldu. Aynı zamanda Şehîd Doğan Zinar Birliği'nin de eylemleri var. Hem havadan hem karadan, her yerden düşmanı vuruyor. Bu yönüyle düşmanın pratik sahada planlamaları boşa çıkarılıyor.

KDP GÖNÜLLÜ KÖLELİK YAPIYOR

Aslında Türk devleti savaşta tıkanıklığı yaşadı. Özellikle de Şehîd Delîl Batı Zap Eyaleti'nde tıkandı. Bu tıkanıklık onu çeşitli güçlerle ilişki, ittifak arayışına götürdü. Bu yüzden Irak'ın etrafında bu kadar dönüyor, yalvar yakar olmuş. Önceden selam vermediği Irak'ta şimdi neredeyse el etek öper duruma gelmiş. Irak’ı bu işgal saldırılarına dahil etmeye çalıştı.

KDP zaten gönüllü kölelik yapıyor. KDP, zaten bu işgal saldırılarının içerisinde yer alıyordu. Daha fazla onu bu işgal saldırılarına çekmek istiyor. Gerilla karşısında başarılı olamıyor. Yenilen pehlivan güreşe doymazmış misali bir şey var. Bunlar da doymuyorlar. Ve şimdi ne yapıyorlar? Gidip Rojava'dan, Suriye'den çeteleri de getirdiler Kürdistan'a. Denemedikleri yöntem kalmadı. Artık bilmiyorum, yarın öbür gün başka ne yapabilirler.

Tüm Türkiye'yi de bu savaş alanına getirecekler, Medya Savunma Alanlarına getirecekler. Yine de başarısız oluyorlar. Bunu TC güçleri de görüyor. O yüzden farklı yöntemler geliştirmeye çalışıyorlar. Özellikle 2019'dan sonra dekapitasyon denilen bir yöntem var. Onu daha fazla esas almaya çalıştılar. Dekapitasyon nedir? Hareketin öncü kadroları, komutanları ya da bu örgütün hafızası olarak adlandırılabilecek arkadaşları, belli bir süre parti içerisinde kalmış arkadaşları hedef haline getirip örgütü biraz daha kendilerine göre beyinsiz, hafızasız bırakmak istiyorlar. Bir hafıza, kırım yaşatma amaçları da var. Türkiye devleti tam kırımcı bir devlet. Faşist, soykırımcı, işgalci devlet ne yapıyor? Kürdistan'da eko kırım yapıyor, hafıza kırımı yapıyor, toplum kırımı yapıyor, kadın kırımı yapıyor. herkesi tam kırımdan geçiriyorlar. Bu amaçları karşısında boyun eğmeyen, direnişte ısrar eden ya da mücadeleyi çeşitli taktiklerle yürüten tek güç, Apocu gerillalar oldu.

Onlar alanlarımızın daralacağını ve ondan sonra artık geri adım atacağımızı mı düşündüler ne. Ama bizim kendi tarihimizden öğrendiğimiz bir gerçeklik var.

BİZİ KDP’YLE KARIŞTIRMAYIN

Biz tek başımıza da kalsak, hepimiz de şehit düşsek Kürdistan'ı onlara yar etmeyeceğiz. Onlar bizi KDP ile karıştırmasınlar. Bizim gerçekliğimiz zaten asla KDP ile karşılaştırılamaz. Diğer örgütlere benzetmesinler. Apocu ruh, bu gençlerin yüreklerine, beyinlerine işlemiş.

Biz Önderliğin yaşamının teminat gücüyüz. Biz Kürt halkının soykırımını engellemekle sorumlu olan en birinci gücüz. O yüzden de bugün Zap'ta, Xinêre'de, Avaşîn'de, Heftanîn'de gerillayı bu kadar güçlü kılan nedir? İnancının, bağlılığının çok güçlü olmasıdır, amaçlarında net olmasıdır. Mesela hedefe kilitlenme, hedefte net olma, senin önüne ne zorluk çıkarsa çıksın aşmanı beraberinde getirir. Bizim güç aldığımız temel kaynaklar var. O yüzden de ne tankları topları, ne keşifleri, ne kullandıkları her türlü yöntemleri, ne o işbirlikçileri, ihanetçileri ne de ittifak halindeki oldukları devletler gerillaya bir adım bile geri adım attıramaz.

GERİLLA DÜŞÜNCEYLE SİLAHI BİRLEŞTİREN BİR GÜÇTÜR

Bugün Kürdistan'da çok mükemmel bir direniş yaşanıyor. Muazzam bir direniş yaşanıyor. Aslında bizim şunun da öz eleştirisini vermemiz lazım. Biz bu direnişi ya da yaşanan bu savaşı tam anlatamıyoruz insanlara. Her günü bir romana konu olabilecek direnişler yaşanıyor. O Yaşar Güler diye bir savunma bakanları var. Geçen gün televizyonda çıktı. Doğru düzgün konuşmasını da bilmiyor zaten. Bu savaşı istiklal savaşına benzetti. Dedi ki, biz şu anda Medya Savunma Alanlarında -o Pençe Kilit Bölgesi diye adlandırdı- istiklal muhaberesi kapsamında bir savaş yürütüyoruz. Onlar kurtuluş savaşı olarak görüyorlar. Bizim de bu savaşa daha bütünlüklü bir yaklaşımımızın olması gerekli. Gerilla zaten direniyor, direnir de.

Gerillayı silahsızlandırma ya da mültecileştirme gibi planlar olduğunu duyuyoruz. Bunlar düşmanın planlarıdır. Düşmanlık yapanlar bunları planlar. Ama bizim gençlerimiz silahlarına sevdalıdır. Ve bu silahı niçin kullandığını bilir. Bizim gerilla gücümüz, sadece elinde silah düşmana karşı savaşan bir güç değil; düşünceyle silahı birleştiren bir güçtür. O silahı neden kullandığını bilen bir güç. Ve gerilla sadece taktik, dar amaçlar için oluşturulmuş bir güç de değil. Önderlik, gerillayı özgür yaşamın teminatı olarak değerlendirdi. Önderlik, gerillayı oluştururken en çok kişilik üzerinde durdu. Ve gerilla kişiliğini özgür yaşamın ya da gerilla yaşamını özgür yaşamın prototipi olarak da oluşturdu.

HİÇBİR ZORLUK GERİLLAYI YILDIRAMAZ

Gerilla bu konuda gerçekten de özellikle son yıllarda daha fazla taktikte derinleşmeyi yaşadı. Yine hareket tarzında değişimler gelişti. O yüzden de gerillanın düşmana ölümcül darbeler vuran  eylemleri de oldu.

Savaş sadece Güney Kürdistan'la sınırlı da değil. Bugün Kuzey Kürdistan'da da çok sert bir savaş yaşanıyor. Her yerde operasyonlar var. Mêrdîn'de, Serhat'ta, Agirî'de daha çok operasyonlar yoğunlaştı. Yine Botan'da, Gabar alanında, Mava'da, Dersim'de, en son Cûdî'de ve Bagok'ta yaşanan operasyonlar oldu. Buradaki arkadaşlarımız da tüm zorluklara rağmen Kuzey Kürdistan'da gerillacılıkta ısrar ediyorlar. Kuzey Kürdistan'da anlamlı yaşamda ısrar ediyorlar. Hiçbir zorluk arkadaşları yıldırmıyor. Ve arkadaşlarımız düşmanın eline geçmemek için bombayı kendilerinde patlatıyorlar.

Mesela Bêrîtan Nurhak arkadaş bunun örneğidir. Şehmus Malazgirt arkadaş bunun örneğidir. Berwar arkadaş bunun örneğidir. Yüzlerce örneği var. Ve buna karşı düşman, sürekli olarak şunu söylüyor; bu yaz PKK'yi bitireceğiz. E yaz bitti, sonbahar ayıdır; PKK yine bitmedi. PKK ilk ortaya çıktığından beri, biz kırk yıldır, kırk yılı aşkın bir süredir bir savaş yürütüyoruz. İlk ortaya çıktığında ne dediler? Dediler ki biz bunları yirmi dört saatte bitiririz. Yirmi dört saat, kırk yıl oldu. Daha çok yazlar, kışlar geçecek. Ve şunu da söyleyelim; bu yaz geçti, PKK bitmedi. Ama bu savaş uzarsa AKP- MHP faşist hükümeti bitecek. Onlar bunun farkındalar. O yüzden zaten bu kadar bu savaşta ısrar ediyorlar. Her yönüyle dökülmüş bir hükümet gerçekliği var. Her yönüyle dökülmüş bir siyasetleri var. Ve ancak kendilerini toparlamanın yolunu, Kürdistan'daki savaşta ısrarda gördükleri için, bunu gerçekleştirebileceklerine inandıkları için bu kadar ısrar ediyorlar.

KDP KÜRDİSTAN’I SATIYOR

KDP açısından şunu söylemek lazım; takke düştü, kel göründü. Çünkü halen KDP gerçekliğini tam anlamayan, kavramayan kesimler var. Bizim açımızdan KDP'nin gerçekliği zaten önceden de bilinen bir gerçeklikti. Çünkü Kürdistan'da iki çizgi var. Birincisi işbirlikçi ve ihanetçi çizgidir, diğeri de yurtsever ve devrimci çizgidir, Apocu çizgidir. İşbirlikçi ihanetçi çizgiyi daha çok KDP önceki süreçlerde de temsil etti. Şimdi de bu gittikçe derinleşiyor ve pratik sahada da çok çarpıcı örnekleri var. Çok çarpıcı görülüyor. Zaten aslında isimleri de çok yanlış. Kendilerine Kürdistan Demokrasi Partisi, Demokrat Parti demişler. Ama ne Kürdistan'la alakaları var, ne demokrasiyle alakaları var ne de parti olmayla alakaları var. Kürdistani olmak demek sadece Kürtçe konuşmak, Kürt elbiselerini giymek demek değildir. Kaldı ki Ankara'ya görüşmeye gittiklerinde Kürtçe de konuşmuyorlar, İngilizce konuşuyorlar. Bu kadar alçaltıcı bir durumdalar. Kürdistani olduklarından zaten bahsedilemez. Kürdistani olan bir güç, Kürdistan'ı satmaz. Bunlar Kürdistan'ı satıyorlar.  Kürdistan'ı pazarlık konusu yapıyorlar.

Antidemokratik uygulamaları çok fazla. Kadına yaklaşımları cinsiyetçidir, feodaldir, gericidir. Parti olduklarından da bahsedilemez. Bunlar çete, mafya örgütlenmesi gibi bir örgütlenme. Hem Uluslararası Komplo'da hem 15 Ağustos ilk başladığında, biz silahlı mücadeleye ilk başladığımızda da bunlar silahlı mücadelenin önünde engel olmak istediler. Ondan sonra Uluslararası Komplo'da da KDP çok etkili rol oynadı. Şimdi de Uluslararası Komplo devam ediyor ve KDP, Uluslararası Komplo'ya bölgesel güçleri de artık ortak etmek istiyorlar. KDP yine bölgesel güçlerin bu Uluslararası Komplo'da yer alması için yine etkin rol oynuyor.

KDP IRAK’I İŞGAL SALDIRILARINA ORTAK ETMEK AMACINDA

Sadece PKK'ye yönelik bu yaklaşımları geliştirdiklerini söylüyorlar. Bu işgal saldırıları Kürdistan'a yönelik değildir, PKK'ya yöneliktir, diyorlar. Şimdi şunu sormak lazım; KDP'nin tarihinde de var. Ali Askeri PKK'li miydi? Sait Elçi PKK'li miydi? Doktor Şivan PKK'li miydi? Bunlar özgür Kürtlük adına ne varsa ona düşmanlar. Şimdi KDP ısrarla Irak güçlerini de bu komplonun içerisinde çekmek istiyor. Çünkü Uluslararası Komplocu güçler, bölgesel güçleri de Kürt halkının soykırımının, işgal saldırısının içerisinde çekmek istiyorlar. KDP, Irak'ın bu anlaşmanın içerisinde yer almasını, bu saldırılara ortak olmasını neden bu kadar çok istiyor? Çünkü Irak, bu saldırıların içerisinde yer alırsa KDP'nin ihaneti meşrulaşacak. Ya da KDP'nin ihaneti, Irak'ın bu anlaşmalar içerisinde yer almasının gölgesinde kalacak. Bu yüzden de Irak'ı çok çekmeye çalıştı. Irak, insanlığın beşiği olan bir yer. Ama şimdi izlenilen politikalarla Irak, insanlığın mezarlığı haline getirilmek isteniyor.

Irak'ta -daha önceden arkadaşlar da belirtti- tarih bilincinde belli ki bir zayıflık var. Türk gerçekliğini tanıma, Türk düşman gerçekliğini tanımada yetersizlikler var. Çünkü Türkler bir yere girdi mi asla oradan çıkmazlar. Kolay kolay orayı bırakmazlar. Bunu daha derinlikli anlamaları lazım. Yine Türkiye Cumhuriyeti Devleti Kerkûk ve Musul'u her zaman kendisine ait olarak gördü. "Kerkûk Türklerindir" diye bas bas bağırıyorlar. Kerkûk valisi seçildi. Sanki kendi iç işleriymiş gibi bu kadar buna karışıyorlar. Niye Kerkûk'e YNKli bir vali atamış? Size ne? Sizi.ne ilgilendiriyor? Irak sizin bir bölgeniz değil, bir şehriniz değil, size bağlı bir eyalet değil. Iraklı güçlerin bunu daha derinlikli kavraması lazım. Çünkü 15 Ağustos 2024'te imzalanan bu mutabakat, gittikçe Irak'ın daha fazla bu işgal saldırılarına ortak edilmesi anlamına geliyor. Zaten şöyle de tanımladılar; "Bu anlaşmadan sonra daha fazla pratik adımlar atacağız, daha somut adımlar atacağız." Aslında bu anlaşmanın tarihi de manidardır. 15 Ağustos neyin tarihi? 15 Ağustos, bizim silahlı mücadeleye başladığımız tarihtir. Bu yıl bunun 40. yılı doldu. Şu mesajı vermek istiyorlar: “15 Ağustos'ta siz nasıl silahlı mücadeleye başladıysanız, biz 15 Ağustos 2024'ten sonra sizin silahlı mücadelenizi yenilgiye uğratacağız.” Amaçları budur.

BAŞİKA’DAN GARE OPERASYONU YÖNETİLMEK İSTENİYOR

Ama amaçları sadece bununla da sınırlı değil. Bunun anlaşılması lazım. Bu anlaşma, bu mutabakat sadece PKK'ye yönelik, sadece Kürt halkına yönelik soykırım politikalarını içermiyor. Arap halkına da, Ortadoğu gerçekliğine de, İran'a da yöneliktir bu saldırılar. Irak'a da yöneliktir. Irak toplumuna da yöneliktir. İran toplumuna da yöneliktir. Kürtler ya da özgür Kürde yönelik olduğu kadar buradaki direniş gruplarına da yöneliktir bu saldırılar.

Bunlar yeni Osmanlıcılık hayalleri yaşıyorlar, Misak-ı Milli zaten rüyalarından çıkmıyor, Kerkûk'ü tekrar geri almak peşindeler. Mesela Başika'da önceden de Türk ordusunun bir üssü vardı ve Irak buna karşıydı. Bu üssün orada yapılmasına karşıydı. Fakat şimdi o üs normalleşecek, meşrulaşacak. Ve Başika'da Türklerin olması, Irak'ın işgali anlamına geliyor. Başika'dan sen Musul'u rahatlıkla işgal edebilirsin. Başika'dan sen Kerkûk'ü işgal edebilirsin. Aynı zamanda Başika'da ortak eğitim merkezinin açılması, Bağdat'ta ortak operasyon merkezinin açılmasının çeşitli amaçları var. Bu mutabakat zaten sanal medya üzerinden de paylaşıldı; bütün maddelerini de biz inceledik. Amaç PKK'ye yönelim gibi görülüyor ya da büyük bir operasyonun hazırlığını yaptığını kendileri de söylüyor. Esas amaç Garê'dir. Başika'dan Garê'yi daha fazla baskı altına almak, Garê'deki operasyonu yönlendirmek amacındalar.

Yoksa oradaki Irak askerinin eğitimini sağlayacak komutanları yok mu? Iraktakiler bu kadar gerizekalı mı? Türklerin akıllarına mı ihtiyaçları var? Kendi kendi askerlerini eğitemeyecek pozisyondalar mıdır? Bu Irak ordusuna da bir hakarettir. Giderse, Irak tarihine kara bir leke olarak geçer. Zaten KDP, Kürdün tarihinde de, insanlık tarihinde de bir kara lekedir. Ama böyle giderse Irak da kara bir leke olarak geçer. O yüzden Irak aklını başına toplamalı, bundan vazgeçmeli. Bu Irak'ın kendi kültürel değerlerine de ihanettir. Kendi direniş mirasına da ihanettir.

Bu anlaşma, bu mutabakat tehlikeli boyutlara vardı. Herkesin bu tehlikenin ciddiyetinde olması lazım. Özellikle de Irak içerisindeki toplumsal ögelerin ya da toplumsal güçlerin bunun farkına vararak buna karşı da daha yüksek tepki göstermeleri, mutabakatı kabul etmemeleri ve direniş yasası almaları gerekir.

GERİLLA DİRENİŞİ YAŞ’TAKİ DEĞİŞİKLİKLERİ GETİRDİ

Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısı 1 Ağustos'ta oldu. 1 Ağustos'ta tüm ordu kademesinin tayin terfisi tekrar gözden geçirildi. Daha sonra da 8 Ağustos'ta Resmî Gazetede bu bir karar olarak yayınlandı. Önceden de söylemiştim, Kürdistan Özgürlük Gerillası karşısında komutan dayanmıyor. Bizim komutanlarımız da savaşçılarımız da hepsi aynıdır. Hepsi kendi yerindedir. Yıllardır da bu savaşı yürütüyorlar, savaşın içerisindedir. Ama bunlar sürekli olarak komutanlarını değiştiriyorlar. Bu tabii kendiliğinden olmuyor. Gerillanın direnişi sayesinde bu değişimler yaşanıyor.

Özellikle de o Emre Tayanç adında biri vardı. 23. Tümen Komutanlığı'na getirilmişti Şirnex'te. Bu Emre Tayanç Medya Savunma Alanlarında ve Zap'ta görevlendirildiğinde adeta orayı darmadağın edecek, bütün askerleri kurtaracak, Türkiye'yi kurtaracak diye popülerleştirdiler. Çok reklamını yaptılar, çok övdüler. Onun kişisel özelliklerini de gündeme koydular. Emre Tayanç'ın sonu bellidir. Şimdi Ege'ye sürülmüş. O zaman da zaten kışın, sonbaharda ve kışın gerçekleştirdiğimiz operasyonlarda bir kadın gerilla arkadaş, bir eylemde şöyle bir söz kullandı: Emre Tayanç, şah mat! Aslında bu YAŞ toplantısında Emre Tayanç mat oldu. Tabii sadece Emre Tayanç değil. Mesela Metin Tokel de genel sorumluydu. Metin Tokel de değiştirildi. Bu devrimci operasyonların, bu kişilerin değiştirilmesinde ya da görevlerini başarıyla yerine getirmedikleri için başka yerlere götürülmesi durumları yaşandı.

Fakat sadece Medya Savunma Alanlarındaki komuta kademesi değişmedi. Bir bütün Kürdistan'daki komuta kademesini değiştirdiler. İşte Gültekin Yaralı diye biri var. Bu kişiyi de 7. Kolordu Komutanı olarak atadılar. Gültekin Yaralı da daha çok AKP'ye yakınlığıyla tanınan biri. Kardeşi Manisa-Saruhan Belediye Başkanıdır AKP'den.

Yine AKP ne yaptı? Kemalist olan 400 yakın albayı emekliye ayırdı bu YAŞ’la. Bunun dışında Metin Tokel'in yerine görevlendirdiği kişi Levent Ergün adında biridir. Bu kişi de daha önce Balyoz Davasından yargılanan biri. Balyoz davasından yargılanmış, hakkında 3-4 yıl hapiste yatmış, Nisêbîn direnişinde, direnişin bastırılmasında rol oynayan kişilerden biri. Rıfat Döner de Emre Tayancı'nın yerine getirilmiştir. Bunu söyledik zaten. Bunun dışında AKP ile ulusalcı Kemalist kesimin, ulusalcı faşist kesimin de ortaklaştığı bir görevlendirme de olmuş. Mesela Tevfik Algan diye biri var. Yine Ömer Erbakan diye biri görevlendirildi. Daha önce Balyoz davasından yargılanan, ulusalcı Kemalist olarak tanınan kişiler de görevlendirmeleri de yapıldı. Kürdistan'daki savaşta kendinizi ispatlayın, biz sizi affederiz, diyorlar herhalde. Bu dayatılıyor. Aynı zamanda Ergenekon-AKP işbirliğinin de göstergesi oluyor bu. O yüzden birçok kişi bu Yüksek Askeri Şura'nın tayin terfisini tartışma durumuna girdi.

HEPSİ ŞAH MAT OLACAK

Kürdistan'da 8-9 yıldır çok korkunç bir savaş yaşanıyor. Bu komutanlar yıprandı. Sürekli askerlerini kaybediyorlar, sürekli ölüm, sürekli başarısızlık. Bu onlarda yenilgili ruh halini derinleştirdi. O yüzden adeta onları tatile çıkarır gibi bazılarını Ege'ye, bazılarını İstanbul'a, genelde deniz kenarına göndermişler. Sanki biraz da şu da var; siz Kürdistan'da başarılı olamadınız, bu sefer savaşın olmadığı bir yere gidin. Savaşın olmadığı, daha sakin, savaşın yoğun yaşanmadığı yerlerde bunları görevlendirme durumu olmuş. Emre Tayanç gitti, Rıfat Dönel geldi, Metin Tokel gitti, yerine Levent Ergün geldi. Fark etmiyor; bunlar kimi de getirseler, o Yaşar Güler'in kendisi de gelse, kim gelirse gelsin, Kürdistan Özgürlük Gerillası karşısında beş paralık değeri yoktur. Onlar yine yenilmeye mahkûmdur, yine değiştirilmeye mahkûmdur. O yüzden çok fazla bir şey söylemeyeceğim. Şunu söyleyeyim; o arkadaşın dediği gibi mat oldular. Sadece Emre Tayanç mat olmadı, hepsi şah mat olacak Kürdistan'daki savaşta.

ŞEHİTLERİMİZE ÇOK ŞEY BORÇLUYUZ

Hem Kuzey Kürdistan'da, hem Güney Kürdistan'da hem de ülkemizin bütün parçalarında, her dört parça Kürdistan'da da yoğun bir savaş yürütülüyor. Bu savaş tabii ki öyle bedelsiz olmuyor. Özgürlük de bedelsiz olmaz, biz bunun bilincindeyiz. Bu savaşta bu halkın en değerli, en güzel çocuklarını da şehit verdik, kızlarını, oğullarını şehit verdik. Fakat biz PKK şehitler diyalektiğinden öğrendiğimiz gerçeklikle, acılarımızı soyluca taşıyabilecek gücü kendimizde yaratıyoruz. Şehitlerimizden biz bunu öğrendik. Bu vesileyle ben tüm devrim şehitlerimizi, ama en başta da en son şehit düşen Orhan Bingöl arkadaş, yine Berwar arkadaşı, Alan ve Sara, Kemal ve Devran arkadaşları, daha öncesinde de şehadetleri ilan edilen Heval Herekol, Heval Ekin, Heval Bêrîtan arkadaşları da büyük sevgi ve özlemle anıyorum. Anıları önünde saygıyla eğiliyorum. Arkadaşların özgür Önderlik ve özgür ülkeyi gerçekleştirme amaçlarını, gerçekleştirme sözümü yineliyorum.

Önderlik, yoldaşlık için şöylesi bir tanımlama kullanmıştı. Diyordu ki, "yoldaş, yoldaşın alnını yıldızlara değdirendir". Bizim şehitlerimiz de bizim alnımızı yıldızlara değdirdi. Şehitlerimiz sayesinde biz bugün insanlık alemi içerisinde onurlu ve gururlu başı dik şekilde yaşayabiliyoruz. Bu yüzden şehitlerimize çok şey borçluyuz.

Önderlik, PKK'yi de Şehitler Partisi olarak tanımladı. Yine şehadetlerin yüreğimizde kapanmayan yaralar olduğunu söyledi. Bizim mücadelede güç aldığımız en temel kaynaklar nedir? Biri Önderliğimizdir, diğeri de şehitlerimizdir. Bunlarla kendi arasında doğru bağ kuran kişi, mücadelede görkemli çıkışlara sahip olur. O yüzden de PKK'de şehide yaklaşım, şehidin anısına yaklaşım, şehitle doğru kurulan bağ her şeyden daha önemlidir. En temel ilke şehide yaklaşımdır.

Bizde her şey tartışılabilir. Bu konuda tartışma özgürlüğü vardır ama şehit gerçeği tartışılmaz. Senin şehit karşısında yapman gereken şey, ona anlam vermektir. Şehit karşısında ibadet eder gibi yaklaşmandır. Şehitler bizim kıblegahımızdır. Her zaman yüzümüzü dönmemiz gereken gerçekliklerdir. Önce Berwar arkadaştan bahsedeyim. Berwar arkadaş yaşarken de hepimizin sevdiği, saygı duyduğu, her zaman yanımızda olmasını istediğimiz arkadaşlardan biriydi. Ve Berwar arkadaş aslında şöyle bir tanımlama getirebilir.

Önderlik hem bir eleştiri hem de bir beklenti olarak şunu söylüyordu ya; "devrimci halk savaşı komutanını arıyor" diye. Aslında devrimci halk savaşı, komutanını Berwar arkadaş şahsında bulmuştu. Heval Berwar, devrimci halk savaşı stratejisini derinlikli kavrayan, bunun kurallarını yaşamının bir bütününde uygulayan arkadaşlardan biriydi. Uzun yıllar Dersim eyaletinde kaldı. 2016-17'den sonra da Serhat eyaletine geçti. Şehit düşene kadar heval Berwar’ın mücadele yaşamı Kuzey Kürdistan'daki gerillacılıkla geçti. Özel kuvvetlerden bir arkadaştır. Fedai güç içerisinden gelen, o güç içerisinde şekillenen, o ruhla yaşama, mücadeleye katılan arkadaşlardan biriydi. Özgür kadın kimdir, nasıl yaşar diye bana sorsanız, özgür kadın Berwar arkadaştı.

ÇOK SAVAŞÇI VE CESURDU

Berwar arkadaş, savaştıkça kadının nasıl güzelleşeceğinin göstergesiydi. Ben heval Berwar’ı daha önceki süreçlerde de görmüştüm ama en son 2013 geri çekilme sürecinde Dersim güçleri geri çekilirken Gabar'a gelmişlerdi. Orada bir dönem birlikte kalma imkanımız oldu. Orada daha yakından tanıdım. Heval Yılmaz'la birlikte gelmişlerdi. Hatta şehit düşürüldükten sonra yakından tanıyan bir arkadaş dedi ki; heval Yılmaz'la Heval Berwar’ın birbirine benzer özellikleri çok vardı. Heval Yılmaz savaşta çok cesur, hani delikanlı derler ya. Delikanlılık tanımı sadece erkekler için geçerli değildir, heval Berwar da öyleydi. Kanı deli akıyordu. Çok savaşçıydı, çok cesurdu.

Zaten o zaman heval Yılmaz ile heval Berwar da Güney’e gelmek istemiyorlardı. Önderlik geri çekilme talimatı vermişti ama arkadaşlar Kuzey topraklarından Güney’e gelmek istemiyorlardı. Kendilerini o yüzden Gabar'da oyaladılar mesela. Aylarca bizim yanımızda kaldılar, sonra gidip Botan'ın diğer alanlarında kaldılar. Şundan kaynaklıydı. Mücadele nerede daha yoğunsa, en zorlu koşullar neredeyse biz orada yer almalıyız. En önde yer almalıyız, ipi en önde karşılamalıyız. Ve düşman, Berwar arkadaşı teke tek dövüşte yenemezdi. Yenilmez bir ruha sahipti. Zaten öyle de olmadı. Hani Berwar arkadaşla karşılıklı bir çatışmaya girme şeklinde bir şehadeti yaşanmadı. Hava saldırısıyla arkadaşın şehadeti yaşandı.

Tabii ki Berwar arkadaş gibi bir yoldaşı şehit vermek, bir komutanı bu savaşta bedel olarak vermek bizim açımızdan zorlayıcı da oldu. Ama biz şunun bilincindeyiz. Berwar arkadaşın şehitler karşısındaki yaklaşımı nasıldı? Şehitlerin intikamını alma yönündeydi. Hiçbir zaman mücadeleden geri adım atmadı. Mesela savaşta "olmaz" teorisi hiçbir zaman heval Berwar'da yoktu. Tüm  dalgalara karşı savaşıyordu, denizin tam ortasındaydı. Öyle kıyıda köşede kalmayı hiçbir zaman  kendisi için kabul etmedi. Devrimcilik de zaten öyle olmaz. Devrimcilik bir yerde durup etrafı izlemek, bakmak ya da ne bileyim günü geçirmekle olmaz. Devrimcilik olacaksa heval Berwar gibi olmalı. Heval Berwar, Apocu kadın militan nasıl olur, kadın komutan nasıl olur sorularına cevap olan özellikleri kendisinde yaşam tarzına dönüştürmüştü. O yüzden de hem kadın arkadaşlar hem erkek arkadaşlar, hem onu tanıyan, tanımayan tüm arkadaşlar tarafından seviliyordu.

Bizim bundan sonra yapmamız gereken nedir? Berwar arkadaşın çizgisini YJA Star’ın temel çizgisi haline getirmek. Heval Berwar, Zîlanların ardılıydı. Heval Hejar Zozan gillerin ardılıdır. Leyla Sorxwînlerin ardılıdır. Axîn Mûş arkadaşların ardılıdır. Berwar'ın açtığı yolda yürüyebilmek ve mücadeleyi daha da fazla derinleştirmek bizim boynumuzun borcudur.

ZAP DİRENİŞİNİN SEMBOLLERİ ALAN VE SARA

Alan arkadaş açısından da öyle. Hem Alan arkadaş hem Sara arkadaş, özellikle de Alan arkadaş uzun yıllar bu mücadelenin içerisinde yer aldı. Alan arkadaş da Dersim'de de kaldı, Botan'da da kaldı, en son Medya Savunma Alanlarındaydı. Zap'ın eyalet komutanlığını yaptı. Daha sonra Sevk İdare Komutanlığı'nda yer aldı. Fakat Alan arkadaşın farkı nerede de ortaya çıkıyor? Şehîd Doğan Savaş Tüneli, üç yıldır amansız bir şekilde bu düşman karşısında direniyordu. Ve bunun komutanlığını da Alan arkadaş yaptı. Son ana kadar da arkadaş fedaice direndi, fedaice savaştı. Alan arkadaşın komuta tarzı sürekli arkadaşların yanında olmak, en zor yerlerde olmak, yine düşman karşısında geri adım atmamaktı. Sara arkadaş da aynı şekilde Alan arkadaşla birlikteydi. İki arkadaş da Şehit Doğan Tüneli'nde düşmanla çatışmaya girdiler. Düşmanın birçok ölü yaralısı da oldu. Arkadaşlar fedaice savaştılar.

Şehit Doğan Tüneli aslında bizim tarihimizde bir ilktir. Bu kadar uzun süreli bir direniş içerisinde yer alma, düşmanın tüm yönelimlerine, tüm silahlarını o tünel üzerinde kullandığı, tüm kimyasallarını kullandığı bir alandı. Düşmanın kullanmadığı yöntem kalmadı. Ama buna rağmen oradan bir kişiyi bile teslim alamadı. Ya da arkadaşları direnişten vazgeçiremedi. İşte bugün Zap eyaleti bizim tarihimize direnişiyle geçmişse, bu savaşı komuta eden arkadaşlardan kaynaklıdır. Bunlardan biri de Alan arkadaştır.

Heval Orhan da mücadele içerisinde çok emek veren arkadaşlardan biridir. Erzurum gibi çok zorlu bir eyalette kalmış, daha sonra Önderlik sahasına da gitmişti. Yine heval Orhan'ın değişik bir aile yaşamı var. Mesela heval Orhan sistem içerisinde evlenmiş. Çocukları var hatta torunu var. Kürdistan'da senin ülken sömürgeyken, ülken işgal altındayken sen özgür bir aile yaratamazsın. Heval Orhan bunun bilincine derinden varmıştı. O yüzden de mücadele içerisindeki duruşu hep istikrarlı oldu. Yalpalamadı, düşman karşısındaki duruşu hep onurluydu. Biz Heval Orhan'ı da şehit verdik. 

Tabii ki bu arkadaşlar gibi daha adını sayamayacağımız onlarca genç arkadaşımız var. O arkadaşları da anmak, o arkadaşları da dile getirmek lazım. Bu arkadaşlar eskidir, belki o yüzden daha fazla gündeme giriyor ama bu arkadaşların yanında savaşan arkadaşlar da vardı. Sara arkadaş var. En son şehadetleri ilan edilen genç arkadaşlar var. Ömrünün baharındaki gencecik insanlar inandıkları değerler uğruna ölümü göze alabiliyorlar.

Paranın alamayacağı değerler var. Bu çağ nasıl bir çağ haline getirilmiş? Her şeyin maddiyat olduğu, her şeyin çıkara dayalı olduğu bir çağ haline getirilmiş. Bizim gerçekliğimizde her şeyin maddi gerçeklikten ibaret olmadığı, insanın metafizik bir gerçeklik olduğu, insanın hayallerinin büyüklüğü kadar insan olduğu, inandığı değerlerin büyüklüğü kadar insan olduğu gerçeği bir kez daha ortaya çıkıyor. Şehitlerimizden de öğrendiğimiz budur. İnandığımız doğrular uğruna sonuna kadar mücadele etmek ve başarıya ulaşmak, ancak onlar gibi mücadele etmekten, onlar gibi yaşamaktan, onlar gibi Önderliğe bağlı olmaktan geçer.

ÖZEL SAVAŞ KADIN VE GENÇLİĞİ HEDEFLİYOR

AKP-MHP hükümeti tam bir özel savaş hükümeti. Önceden özel savaş, genel savaşın içerisinde bir bölümdü. Ama şimdi tümden savaş özel savaş biçiminde yürütülüyor. Ve özel savaşın en temel amacı nedir? Toplumu temel dinamiklerinden sarsmak, temel dinamiklerini yozlaştırmak, aşındırmak, temel dinamiklerinin özüne el atmak, özünü aşındırmaktır. Toplumun temel dinamik gücü nedir? Bir kadınlardır, bir de gençlerdir. Kürdistan'da özel savaş kendisini nasıl örgütlüyor? En fazla da gençleri ve kadınları düşürerek, kendi özlerinden uzaklaştırarak kendi yöntemlerini uygulamaya çalışıyor. Mesela Kürdistan'da uyuşturucu kullanma yaşı 7-8'e inmiş. Yine fuhuş çok fazla yaygınlaşmış. Tecavüz aynı biçimde. Bunlar hepsi özel savaş uygulamaları olarak Kürdistan'da yaşanıyor. Bizim şunu bilmemiz lazım. Savaşı yaşayan bir toplum hiçbir şeyi doğal seyrinde yaşayamaz. Ne çocuk çocukluğunu yaşayabilir, ne genç gençliğini yaşayabilir, ne kadın kadın olarak yaşayabilir. Sistem bir savaş gerçekliği içerisinde.

Özel savaş uygulamalarından en etkili olan da şimdi nedir? En fazla da ajanlığı geliştiriyor Kürdistan'da. Kendi kendine ihanet eder duruma kişileri getiriyor. Ülke sevgisi, toprağına bağlılık, yurtseverlik değerlerinden uzaklaşma kişiyi soysuzlaştırır. Ajanlık soysuzluktur. Ajanlık kendi değerlerinden uzaklaşmaktır. Ajanlık insanlık adına utanç verici bir durumdur.

Ama bugün MİT, özellikle de Kuzey Kürdistan'da ama Güney Kürdistan'da da bunu yapıyor. Rojava'da da Şengal'de de her yerde örgütlemeye çalışıyor. Ve özellikle de Kuzey Kürdistan'da bazı yerlerde sonuç aldığını da belirtmek mümkün. Bu bir ajanlık furyasıdır, başlamış gidiyor. Bu şundan kaynaklı. Düşman bilinci Kürt sosyolojisinde çok derinlikli değil. Düşmanı tanıma, düşman karşısındaki tavır nasıl olmalı; bu konuda bir bilinçsizlik var. O yüzden eğitim çalışmalarına daha fazla ağırlık verilmeli. Bilinçlenme çalışmalarına daha fazla ağırlık verilmeli. Düşman daha derinlikli tanınmalı ve bu ajanlaşmanın önüne geçilmeli.

Biz bir toplum birlikte yaşıyorsak, bizim mahallemizde biri düşmanla görüşüyorsa o mahalle o kişiyi cezalandırmalı. Bir aşiretin içerisinde bir kişinin düşmanla ilişkileri varsa, bu normal görünmemeli. O kişi aşiretten dışlanmalı. Zaten bu kişiler cezalandırılmalı. Kesinlikle ajanlık, Kürdistan'da hesapsız bırakılmamalı. Öz savunma birimleri var. Bu tür kişiler üzerinde, özel hedef olarak ajanları cezalandırma üzerinde durmalı. Ama bunun dışında da toplumsal baskı, toplumsal refleks çok önemlidir. Anneler babalar mesela daha duyarlı olmalı. Çocukları nereye gidiyor, kimlerle görüşüyor, devlet bunlara el mi atıyor, bilmeli.

Bir zamanın Siirt valisi, “Bunlar dağa çıkacağına fahişe olsun” demişti. Bizim Kürt halk gerçekliğimiz bunu kabul etmemeli. Kürt halkı onurlu bir halktır. Asla kendi ulusuna, kendi halkına ihanet etmek normal karşılanamaz. Ajanlık normal karşılanamaz. Düşman farklı farklı yöntemler kullanıyor. Özellikle de şehit ailelerine, yine çocukları gerillada olan ailelere daha fazla yöneliyor. Onları daha fazla düşürmeye çalışıyor.

ÖZEL SAVAŞ BİLİNÇTE MUĞLAKLIĞI YARATIYOR

Bu tür kişiler de daha bilinçli yaklaşmalı, daha fazla düşmanın bu gerçekliğini görmeli. Bu düşman bizim her şeyimize düşman. Bizim dağımıza düşman, bizim ırmaklarımıza düşman, bizim börtü böceğimize düşman, yeşile düşman, insanımıza düşman, kadına düşman. Biz bunu görmezsek, tabii ki düşman karşısında reflekslerimiz de çok güçlü olmaz. Aslında gerillanın savaşıyla birlikte daha fazla toplumsal direnişe ihtiyaç var. Gerilla bu konuda yalnız bırakılmamalı. Devrimci Halk Savaşı'nın ismi neden Devrimci Halk Savaşı? Savaş sadece devrimcilerin savaşı olarak yürütülmemeli, sadece gerillanın savaşı olarak yürütülmemeli. Halk kendisine öyle baksın, gerilla da dirensin ya da halk sadece belli günlerde eylemler yapsın. Bu da özel savaşın bir yöntemi. Savaş ya da mücadele sadece gerillaya ait değil.

Özel savaş bilinçte muğlaklığı da yaratıyor, düşman bilinci muğlaklaşıyor. Biz soykırım kıskacında olan bir halkız. Ve içinden geçtiğimiz süreçte tehlike ciddidir. Bu tehlikenin ciddiyetini hissetmek, tehlikenin ciddiyetini hissettiği kadar da özel savaş karşısında öz savunma birliklerini güçlendirmek, öz savunma örgütlenmesini geliştirmenin gerekliliği var halkımızın. Yoksa bu kadar soykırım siyaseti karşısında, bu kadar soykırımcı yaklaşımlar karşısında, soykırımcı konsept karşısında normal yaşamımıza devam edemeyiz. Çünkü biz normal bir süreçten geçmiyoruz. Biz normal bir halk değiliz.

HEDEFTE OLAN SADECE GERİLLA DEĞİL

O yüzden artık her yer savaş alanı. Şimdi Gulistan Tara, Süleymaniye'de Hêro Bahadîn'le birlikte hedef alındı. Ben o arkadaşları da, özgür basın çalışanlarını da saygıyla anıyorum. Onların da anılarına bağlı sözümü yineliyorum. Artık herkes hedeftir. Bunu herkesin görmesi lazım. Her Kürt, iradeli olmak isteyen Kürt, bu sisteme göre düşünmeyen Kürt, bu sistemin dışında yaşamak isteyen Kürt hedeftir. Süleymaniye'de de olsa hedeftir, Hewlêr'de de olsa hedeftir, İstanbul'da da olsa hedeftir, Paris'te de olsa hedeftir. Heval Evîn gerilladaydı da mı hedef alındı? Heval Gulistan savaş alanında mıydı hedef alındı?

Bu Kurdistan24 diye KDP'nin bir kanalı var. Bunlar da zaten tam özel savaş medyası gibi, tam istihbarata denk de çalışıyorlar. Mesela bu olay olur olmaz, hemen dediler; iki tane silahlı PKK'li arabada, Süleymaniye yakınlarında şehit düşürülmüş. Bir kere bu arkadaşlar özgür basın çalışanlarıdır ve hakikati, gerçeği tüm kamuoyuna yansıtmak isteyen arkadaşlardır.

Bu işgal saldırılarını da en fazla deşifre eden arkadaşlardı. Zaten özel savaş en fazla da gerçeklerden korkuyor. O yüzden de basıncı arkadaşları bu kadar hedef alıyor. Niye? Özgür basıncılık aynı zamanda hakikatin dili oluyor. Toplumun önünü projektör gibi aydınlatıyor. Yarın öbür gün Medya TV'yi de, Stêrk TV'yi de hedef alabilirler. Kim özgürlüğün sesi olursa oradaki arkadaşları da, orada çalışanları da hedef alabilirler. Bu faşizm ve soykırımcı sistem karşısında sadece gerilla hedefte değil.

Fakat bu konuda bir halk olarak soykırım kıskacında olduğumuzu hissetmede gerçekten yetersizlik var. Çok rahatlık var. Sanki normal bir süreçten geçiyoruz, normal bir düşmanımız var. Bu kadar rahat olunmaz. Kürdistan şimdi yangın yeridir. Her yerde ateşler var. Bu ateş bizim yüreğimize de düşmeli.

Özel savaş karşısında kadın ve gençlerin yapması gereken en temel şey nedir? Bilinçle yaşamayı, emekle kendini yaratmayı, yine duygularında anlam çoğalmasını bilinçle oluşturmayı bilmeliler. Bu da öz savunma örgütünden geçiyor. Biz varlık ve yokluk savaşını yürütüyoruz. Böylesine soykırımcı sistem amansız bir şekilde bize saldırıyor. Ve ittifaklarını her gün geliştiriyor. Bunun karşısında savunmasız kalamayız. Bunun karşısında savunmasız kalmak demek ölüm demektir. İnsan yaşamı çok ucuzlamış. Özellikle de bu insan Kürt ise, kadın ise çok çok daha ucuz. Mesela Irak'ta 9 yaşındaki çocukların artık 9 yaşındaki bir kız çocuğuyla evlenebilmesi yasallaştırıyor. Bu tecavüzün yasallaşmasıdır. Bunun karşısında mesela kıyamet kopabilmeli. Biz bu tür şeyleri kabul etmemeliyiz. Toplumsal dipten gelen dalga, toplumsal sorunlar karşısındaki duyarlılık, toplumsal sorunlar karşısındaki eyleme geçmek ancak değişim yaratılabilir. Ulus devlet erkek zihniyetiyle oluşturulmuş bir şekillenmedir. Ve ulus erkek devlet kadınları da çocukları da katlediyor. Gençleri de katlediyor. Bir halkın geleceğini katletmenin yolu o halkın kadınlarını ve gençlerini katletmekten geçer. Gençlerimiz ve kadınlar için özellikle de genç kadınlar için erkekliğin tuzağının olmadığı, yine daha özgür, daha bağımsız düşündükleri, ucuz yaşam alışkanlıklarının, maddi yaşam araçlarının dağıtılmadığı en güzel yer neresidir? İnsanın kendisini koruyabildiği dağlardır. Dağlar biraz da eski dönemdeki tapınaklara benziyor. Dağlarda gençler, kadınlar daha özgür iradeye, daha özgür düşünceye sahip olabilirler. Tabii sadece dağlarda özel savaşa karşı mücadele yürütülmez. Sistemin içerisinde de sisteme karşı mücadele yürütmek önemli. Bu konuda da sistem karşısında savunmasız kalmamanın, özel savaş sistemi karşısında savunmasız kalmamanın yolu nereden geçiyor? Bilinçlenme çalışmaları, eğitim çalışmaları ama aynı zamanda örgütlenme çalışmalarından geçiyor.

TÜRKİYE’DE ÖZGÜRLÜĞÜN YOLU KÜRDİSTAN’DAN GEÇİYOR

Hücre hücre toplumun her yerinde örgütsüz bir kişi bile kalmamalı Kürdistan'da. Yine Türkiye toplumunda da öyle. bugün Gazze, Filistin-İsrail savaşı yaşanıyor. Mesela Netanyahu'ya karşı İsraillerin yürüyüşleri oldu. Çok büyük yürüyüşler gerçekleştirdiler bu savaş dursun diye. Türkiye toplumu içerisinde de, Türkiyeli gençlerden de bizim bu yönlü beklentilerimiz var. Türkiye toplumunu örgütleme, Türkiye toplumunu savaş konusunda bilinçlendirme, Kürdistan'da nasıl bir savaşın yaratıldığını, nasıl bir savaşın gerçekleştirildiğini yansıtma boyutunda da Türkiyeli gençlere de, devrimci gençlere de, sosyalist güçlere de görevler düşüyor. Biz özel savaş karşısında ancak bütünlüklü mücadele edebiliriz. Kürdistan'da demokrasi ve özgürlüğün gerçekleşmesinin yolu, Türkiye'de de demokrasinin ve özgürlüğün gerçekleşmesinin yolu Kürdistan'daki özgürlükten geçiyor.

Bizim ülkemiz öyle bir ülke ki sömürge olarak bile kabul edilmiyor. Böyle bir ülke gerçekliği içerisinden geliyoruz. O yüzden de biz her devrimci gibi de olamayız, her insan gibi de olamayız, herkes gibi olamayız. Bizim yaşamımız, bizim mücadelemiz, bizim duruşumuz farklı olmak zorunda. Bu düşman gerçekliği karşısında ancak biz kendimizi ideolojik olarak donanımlı kılarak, özgürlük ideolojisi doğrultusunda kendimizi eğiterek, özgürlük felsefesiyle, önderliğin özgürlük felsefesiyle kendimizi eğiterek karşı duruşu gerçekleştirebiliriz. Bunu yaparsak biz özel savaşı da boşa çıkarabiliriz, soykırım siyasetini de boşa çıkarırız. Ve kadın kırım, toplum kırım, gençlik kırım; bunların hepsini de ancak öz savunma örgütlüğüyle aşabiliriz.