Yıldırım: AKP-MHP rejimiyle 14 Mayıs'ta sandıkta hesaplaşacağız!

HDP Eski Meclis Grup Başkanı Ahmet Yıldırım, "14 Mayıs seçimlerinin Kürtler açısından hayati sonuçları olacak. Böyle bir fırsat tarihte az karşımıza çıkar" dedi.

HDP Eski Meclis Grup Başkanı Ahmet Yıldırım, 14 Mayıs'ta yapılacak Cumhurbaşkanı Seçimi ve 28. Dönem Milletvekili Genel Seçimleri için ANF’ye değerlendirmede bulundu.

Hem ülke içinde hem de dışında yaşanan ve çıkmaza giren sorunların gölgesinde seçimlere hazırlanıldığını belirten Yıldırım, şunları söyledi:
“Açıkçası belli bir süredir Türkiye kendi içine ve dışarıdan olağanüstülükler ithal eden bir ülkeye dönüştü. Zaten bir yanıyla Ege'deki adalar krizi, bir yanıyla Doğu Akdeniz'deki enerji ve Kuzey Afrika'daki Mısır, Libya ile ilişkilenmeleri.  Bir de 2011'den beri işte bilindiği üzere adı Arap Baharı olan Tunus'tan başlayan Ortadoğu'ya ve en uzun süreli bir halk hareketliliğinin Suriye’de yaşayan çevrelenmeye sahip. Bunun üzerine 24 Şubat 2022 günü Ukrayna savaşı patlak verince ve hemen ondan önce de maalesef Ermenistan ile Karabağ sorunu yaşanmıştı. Yeterince kendi iç sorunları, cumhuriyetle yaşıt, ana kronik sorunları olan bu ülke. Kendi çevresinde cereyan eden bölgesel sorunlara da hep yanlış yerlerden müdahil oldu. Bu müdahil olma hallerinin hiçbirinde Türkiye'nin genel ülke çıkarlarının gözetildiği ifade edemeyiz. Tümüyle iktidar eksenli çıkarlar ki bu gelinen nokta itibarıyla bu çarpık  politikalar ve yaklaşımların Türkiye'nin  kendi iktidarı için de fayda sağlamayan bir hususa tekabül ettiğini, bir noktaya tekabül ettiğini yaşayarak ifade ettik. Birçok açıdan aşırılıkları ifade eden Erdoğan, Bahçeli iktidarı bir rejim olarak ifade edilmelidir. Aşırılıklarla kendini ayakta tutuyor ve aşırılıklar sürekli kendini tekrar ederek ilerlemeli ki açığa çıkmış olan bir önceki, birkaç gün önceki, birkaç hafta önceki aşırılıkların ürettiği toplumsal kriz ve buhran unutulan bir isim ve sürekli böyle kendini yeni bir aşırı olukla ve hep vites yükselterek bu aşırılıklar ın marjinal politikaların öne çıkmasıyla var etti. Bunların toplumsal rıza üretmesi, toplumsal karşılık üretmesi bir yere kadar mümkün olabilirdi. Bir de 1984'ten beri süregelen işte genelkurmay kaynakları ve yetkili ağızlarına göre düşük yoğunluklu savaş olan bu çatışma kültürü, ekonomik, toplumsal, idari ve diplomatik olarak Türkiye'yi  bu politikalar ve uygulamalar kaldıramaz noktaya taşıyacaktır."

'MİLYARLARI SAVAŞA AYIRIRSANIZ DEPREME HAZIRLIKSIZ OLURSUNUZ'

Yıldırım, iktidarın politikalarının sonucunda ekonomik daralmanın yaşandığını ve 6 Şubat’ta meydana gelen deprem ile bu krizin artık gizlenemez bir biçimde ortaya çıktığını ifade ederek, şöyle konuştu:

"Bu ekonomik krizin de birkaç noktasına dikkat çekmek gerekiyor. Hiç unutmuyorum hani bu 6 Şubat deprem ve sonrası ortaya çıkmış olan olağanüstülüğe gelmeden ifade etmek zorundayım. Ülkeyi birçok açıdan karşı karşıya kalabileceği krizleri yönetemez hale getirdi. Sadece bu açlıkla, yoksullukla, işsizlikle ifade ediliyor belki ama bunun ötesinde işte bir deprem ve bir sel felaketine karşı bile kendini nasıl hazırlıksız noktada tuttuğunu, bu ekonomik krizle, bu sistem kriziyle cumhuriyetle yaşıt bu ülkenin temel sorunlarıyla ilişkili olduğunu göz ardı etmememiz lazım. Düşünün, Dünya Bankası 6 Şubat 2023 Maraş, Pazarcık ve Elbistan merkezli meydana gelen depreme dair bir tablo ortaya çıkardı. Ekonomik tabloyu. Türkiye'nin 85 milyon insanının bu böyle bir depreme ve daha ötesine hazırlıklı olabilmesi ve depreme, doğal afetlere dayanıklı yerleşmeleri ve konutlara sahip olabilmesi için 400 milyar dolarlık bir bütçeye ihtiyacı olduğunu söyledi. Herkes bunu çok abartılı buluyor ama Türkiye'nin yeraltı, yerüstü zenginlik kaynakları ve jeopolitiğinden kaynaklı kapasitesini göz önünde bulundurduğumuzda aslında böyle bir bütçe çok büyük bir bütçe değildir. Yeter ki bu ülkenin potansiyelini ve enerjilerini doğru yere harcamış olsunlar. Düşünün bir yandan belki de iyi bir planlamayla sekiz ve on yılda  çok rahat 400 milyar dolarlık bir planlama ile ülkeyi tümüyle yaşanılabilir bir ülke ve insanlarını da açığa çıkabilecek beşeri ya da doğal afetlere karşı daha dayanıklı ve güvenli hale getirebilmek için 400 milyar dolar lazım. Numan Kurtulmuş, 2019 yılının Kasım ayında Girê Sipî ve Serêkanîye yönelik işgalini başlattığında aklınca bu operasyonu gerekçelendirme için tırnak içinde şimdiye kadar teröre 40 yılda yaklaşık 2 trilyon dolar harcandığını söyledi ve düşünün yani 2 trilyon doları anlamsız bir ülkenin iç meselesini demokratik ve diyalog yoluyla çözebilme şansına siz sahip iken, çatışma kültürüyle bunu besleyip bunlardan iktidarlar devşirmeye ayırırsanız, depreme de, basit bir sel olayına da böyle hazırlıksız ve insanların canıyla, malıyla ve yaşam akışını çok olumsuz etkilemesi ile karşılamış olursunuz. Düşünün 400 milyar dolar belki de çok yıllara sarih bir şekilde bir planlamayla ülkeyi daha yaşanılabilir hale getirebilirsiniz. Diğer yandan ise miadını fazlasıyla doldurmuş bir kirli savaşa harcıyorsunuz. Tabii o kirli savaş sadece depreme karşı  hazırlıksız bir ülke tablosunu açığa çıkardı elbette değil. Tümüyle hukuksuzluk üretiyor. Bu savaş tümüyle devlet içi yasa dışı olan örgütlenmeleri üretiyor, devlet içi mafyatik örgütlenmeleri üretiyor, yargıda siyasallaşmayı üretiyor, kadına dönük şiddeti üretiyor, ekolojik talanı üretiyor, komşularla hep dostluk değil, düşmanlık üzerine işler yürüten bir ülke gerçekliğini açığa çıkarıyor. Bunlar belki de çok özetle yakın geçmiş tarihin bir özeti olarak algılanmalı. Zaten bu deprem olmasa bile, bu gibi doğal afetler olmasa bile çok iyi biliyoruz ki bu ülke son 4-5 yıldır ekonomik olarak zıvanadan çıkmış ve enflasyonla mücadeleyi, işsizlikle mücadeleyi, büyük muhalefeti TUİK üzerinde rakamlarla oynayarak bir mücadele haline getirmiş. Oysa TUİK  açığa çıkmış, gerçekliğin doğru envanterinin çıkarılması ve rakamlara dökülmesini yürütmesi gereken bir kurumdur. Buradan bakıldığında bu kadar çok katmanlı krizi emin olun bir savaş gerçekliği üzerinden yürütmeye çalışan ülkenin adı Japonya da olsa, Almanya da olsa ülke bütçeleri bunu kaldıramaz. Orada insanların mutlu, refah düzeyi yüksek bir topluma dönüşebilmesi de mümkün olmaz. Böyle bir gerçeklik içerisinde seçime gidiyoruz."

'ÇÖKTÜRME PLANI İLE ÜLKE TEK ADAM REJİMİNE TESLİM EDİLDİ'

Cumhuriyet tarihi boyunca birçok kadim meselenin çözülmediğine dikkat çeken Yıldırım, şunları söyledi:

"Kaynağını Cumhuriyet'in kuruluşu ve onun tekçilliğinden alıyor. Ama kabul etmeliyiz ki Erdoğan iktidarının son 8 -10 yıllık uygulamaları, özellikle de ben milat olarak 30 Ekim 2014 çökertme planının hazırlandığı MGK sonrası ülkenin başka bir rejime evrildiğini  düşünüyorum. Bu yeni rejimi kimi içte 15 Şubat 2016 bir darbe girişimini milat olarak kabul ediyor, kimi 16 Nisan 2017'de çok manipülatif bir referandumla 2,5 milyon oyun mühürsüz olarak kullanılmasını kabul ediyor. Kimi ise 24 Haziran 2018 seçimi ile geçilen bu yeni rejim ile takvimlendiriyor. Ama benim takvimlendirmem 20 Ekim 2014 tarihidir. Yeni bir rejim açığa çıktı. Bir şekliyle Kürdün toplumsal ve siyasi alandaki iradesinin kırımı, iradesinin soykırıma uğratılması üzerine kurulmuş planlama 30 Ekim 2014 tarihidir. Bu bir yere kadar içte ve dışta ekonomik kaynakları yandaşlar üzerinden üreterek ve yandaşları zenginleştirerek kaldırabildi.  Ama bugün gelinen nokta itibarıyla bu ülkenin, kim kazanırsa kazansın bu ekonomik tabloyu kaldırabilecek mecali kalmadığını, bu çok katmanlı kriz ile biz bu seçime gidiyoruz. Aslında Türkiye'de bir tek adam rejimi artık yerleşmiş bir rejim.”

 'DEĞİŞİM DİNAMİĞİ BELİRLEYİCİ OLACAK'

“Türkiye'nin bugün açığa çıkmış olan ve artık anakronik krize dönüşmüş olan meselelerinin sadece bu Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle açığa çıktığını söylersem, o zaman ülkenin 100 yıllık geçmişini ve onun açığa çıkarmış olduğu sorunlardaki payını ıskalamış olurum” diyen Yıldırım, konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Böyle bir şey yok. 2018'den beri Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi var, 2018'den beri. Peki 2018 Cumhuriyetin kaçıncı yılıdır? Elbette ki 95’nci yılıdır. Sadece bu yeni yönetim sistemiyle ilişkilendirersek, ondan önceki 95 yıllık süreci ise bütün sorumluluklarından arındırmış oluruz. Bu sadece yeni bir aşama. Yeni bir aşamaya taşıdık krizleri ve kişi odaklı yani sistem odaklı sorunların üzerine bir de kişiye odaklı bir sorun eklenmiş oldu. Oradan hareketle hani ben bu parlamenter sisteme dair bir şey daha söyleyeyim. Bir açık söylemek gerekirse, sadece parlamenter sisteme dönülerek bu işler çözülmez. Bu ülke kadim sorunlarıyla, yüz yıllık sorunlarıyla yeni bir anlayış ve ferasetle yüzleşebilecek mi? Ve bu toplumu oluşturan farklı sosyolojik katmanların, inançsal etnik katmanların rızasıyla bir diyalog yolunu, bir demokratik yöntemi esas alabilecek mi? Biz dünyada ilk kez denenecek bir yöntemi önermiyoruz. Kürt meselesine benzer, Alevi meselesine benzer, eril zihniyet hakimiyetine benzer tekçilik meselesini, yani Türklükte,  Müslümanlıkta, Müslümanlığın Sünnilik ve iliğinde ve toplumsal cinsiyet olarak da erkeklikte cisimleşmiş olan bu sorunları 95 yıllık parlamenter sistem ile geçirdik. Bu parlamenter sistem demokratik değildi. Elbette parlamenter sisteme dönülmesi iyi olacaktır ama eski sistemin güçlendirilmesi temelinde değil. Eski sistemin tarihsel bir yüzleşmesi ve demokratikleşmesi üzerinden yürütülür ise anlamlı olacaktır. İkinci aşaması ise bu tek kişi odaklı olan bir seçime gitme anlayışı. Açık söyleyeyim, tek kişilik yönetme anlayışı artık neredeyse tıbbın konusu ve irdelenmesi gereken psikolojik hem de patolojik bir psikolojik sorun olarak açığa çıkmış oldu. Düşünün bir ülke tarihini, kaderini ve geleceğini tek kişinin kaderiyle birleştiren ve bunu sıklıkla ikrar eden, tekrarlayan bir şahsiyet ile karşı karşıyayız. Yani iyi düşünün, uhrevi dinlerde bile bir dinin geleceği aslında bu dinin peygamberine yani tanrısından o iradeyi, yetkiyi almış olan peygamberine bir de kodlanmadı. Bir ülkenin geleceği neden bir ülkenin bir siyasi şahsiyetine kodlanmış olsun? Ben gidersem Türkiye gider. Eğer bir kişi giderse, Türkiye gidiyorsa demek ki o ülkenin temelleri çarpık bir anlayış üzerine kurulmuştur. Kuruluş felsefesinde o zaman bir sorun vardır. Bu elbette şu anda tartıştığımız ülke Türkiye olduğu için Türkiye için söylüyorum ama dünyanın neresinde olursa olsun böyledir. Düşünün. 1933 ve 1945 arasındaki Almanya,  Nazi Almanyası'nda, Almanlar, işte Nürnberg'de, Münih'te, Berlin'de birçok yerde yüz binlerle yapılan o zaman mitinglerde Hitler Almanya'dır sloganı atılıyordu. Ee ondan sonra Almanya maalesef 40 milyon insanın can verdiği 2. Dünya Savaşı'na sebep oldu. Almanya Yirminci yüzyılın ilk yarısında iki dünya savaşında 75 milyon insanın ölümüne sebep olan bir tecrübeyi yaşadı. Yani böyle bir ülkenin kaderini, geleceğini tek kişiye bağlayarak bunları böyle seçimlere indirgemek ve seçimlerde propaganda haline getirebilmek oldukça problemlidir. Bu yönüyle de buna karşı alabildiğine çoğulculuğu, renkliliği esas alan ve farklılığı da bir zenginlik olarak gören anlayışların önümüzdeki dönemde ön plana çıkacağını. Belki eskilerin, yani '60'ların, '70'lerin, '80'lerin toplumsal hayatını teneffüs etmiş olan jenerasyonlar. Bugünün yaşayanları için söylüyorum belki bu cümlelerin eski Türkiye dönmeyelim söyleminin, Erdoğan söyleminin onların hafızasında bir karşılığı olabilir. Ama unutulmamalıdır ki 21'inci yüzyılda doğmuş olan, yani 2000 ile 2005 arası doğmuş olan 5 milyonun üzerinde genç oy kullanacak. Bunlar için hiçbir bağlayıcılığı olmayan şeylerden söz ediyoruz. Böyle bir şey yok. Onların algıları, dünyaya bakış açıları çok farklıdır. Onlar şu elimizde bulunan bir Apple uygulaması olan iPhone'un içinde doğdular. Kabul etmeliyiz ki biz bunu günlük yaşamımızda böyle vazgeçilmez haline getirdiğimiz için sanki on yıllardır bizim hayatımızda var. Sesli veya yazılı mesajlaşma ve görüşmelerin 11-12 yıllık bir geçmişi var. Kabul etmeliyiz ki onlar bizler gibi yaşamak istemediğini, bizler gibi geçmişe takılıp kalmak istemediğini, onların alakalı olduğu şeyin dün ve bugün değil yarınlar olduğunu ve buna karşı da asla kabul edilemez tutumları ve reaksiyonları var. Yani bugünü kabul etmeyen anlamında söylüyorum. Yoksa onların tavrını kabul edilemez bulduğumdan değil.”

'GENÇLERİ DİKKATE ALMAYAN POLİTİKALAR BAŞARILI OLAMAZ'

Gençlerin değişim taleplerini dikkate almayan politikaların başarılı olamayacağını vurgulayan Yıldırım, şunları dile getirdi:

 "Bugünkü politikaları yani o statükoya tekabül eden politikalarını aşmamaları her durumda kendileri aşılacaktır. Bunun en bariz örneğini 3 Mart günü gördük biz. 3 Mart günü keyfe keder tümüyle duygusal dünyasıyla hareket eden Akşener'in 6'lı masadan hani kaldıran güç kimdir bilemem. Hani herkes bir yerlere ve derin odaklara dikkat çekiyor ama ben onu geri getiren gücün ne olduğunu biliyorum. Onu geri getiren güç, toplumun değişim dinamiği ve iradesidir. Kimse bu değişim iradesinin ve talebin karşısında duramaz. Durması durumunda aşılır. Fazla değil 72 saat içerisinde, üç gün içerisinde bu toplumun değişim dinamiği  İyi Parti veya Akşener'in yüzüne çarptığı için onu toplum tuttuğu gibi geri masaya getirdi. Hiç şüpheniz olmasın ki o 72 saatte toplumu ve onun gelecek tasarımlarını anlamayan Akşener tutumu onlara ciddi oy kaybettirdi. Eğer bu tavrından geri dönmemiş olsaydı, tek başına seçime girmiş olması durumunda bile tereddüt söylüyorum ki asla yüzde yedi barajını aşan olmazdı. Buna rağmen hâlâ toparlayamadı, hâlâ ciddi sorunlarla boğuşuyor. Bu yönüyle de ben açık söylemek gerekirse bu atmosferde seçime gidiyoruz. Bir yandan statükocular, bir yandan ise 21. Yüzyılın artık ikinci çeyreğine girme arifesinde iken gençlerin ve toplumun değişim dinamiklerini anlamaya çalışanlar arasında bir mücadele olarak görüyorum. Bir yönüyle birileri için 14 Mayıs seçimi sanki bu ülkeyi 5 yıl yönetecek Cumhurbaşkanı ve onun kuracağı hükümetin belirlendiği bir seçim olarak görülebilir. Bunu reddetmiyorum. Bu ülkede yasama organını oluşturan oldukça etkisizleştirilmiş olan parlamentonun 600 sandalyesine oturacak kişilerin belirlendiği seçim olarak da görülebilir. Bunu da reddetmiyorum. Ama sadece bununla sınırlı tutanlar bu seçime yanlış yaklaşmış olurlar. Hele hele Kürtler için bunun ötesinde anlam ifade etmektedir. Birileri için sadece ülkeyi yönetecek hükümet ve parlamentonun belirlendiği seçim olarak algılanabilir. Ama Kürt olarak benim için gerçekten 20. Yüzyılda doğuştan kaynaklı hakları gasp edilmiş, siyasal talepleri olan bir Kürt olarak benim için bunun çok ötesinde anlamlara sahiptir.”

'KÜRT SİYASETİNE TUZAK KURDULAR'

HDP’ye yönelik devam eden kapatma davasının siyasi saiklerle açılmış bir kapatma davası olduğuna dikkat çeken Yıldırım, şöyle devam etti:

“Yani o kapatma davası içerisinde siyasi faaliyetleri kapatmaya konu edilmiş kişilerden biri olarak söylüyorum. Şimdi düşünün kapatma davası Yargıtay Başsavcılığı tarafından hazırlanıp Anayasa Mahkemesi'ne sunulduğu tarih ve kabul edildiği tarih Haziran 2021.  Daha iki yıl bile olmadı. Peki oraya derc edilmiş olan o kapatma dava dosyasının içerisine serpiştirilmiş olan fiillere bakıyoruz. O partide siyaset yapmış kişilerin fiillerine bakıyoruz. Nerede ise 2011 ile 2016 yılları arasındaki siyasi çalışmalardır. Şimdi 2016'ya kadar olan Rojava'nın DAİŞ tarafından elde ele geçirilmesine karşı demokratik eylemlerin yükseldiği 6-8 Ekim 2014 var. Bunun yanı sıra çözüm sürecinde arkadaşlarımızın yürütmüş olduğu çabaları var. Yine ondan sonra 7 Haziran 2005 sonrasında başlamış olan bir çatışma kültürü ki HDP bunun karşısında durdu. Kentlerde açığa çıkmış olan savaşlar ve buna karşın devletin kırım reaksiyonu var. İnsan sormadan edemiyor Yargıtay 2016'ya kadar olan fiillerden bir kapatma davası üretecek ise. Neden 2017’d açmadı, neden 2018 de açmadı, neden 2019 da açmadı? Neden 2020-21'de açmadı da 2021’in ortasına kadar bekledi? Bu bile bu kapatma davasının bu 2023'te yapılacağı bilinen seçim takvimine ayarlı bir zaman ayarlı bomba gibidir. Yani bu seçim sürecinde özellikle Kürt Hareketine, Demokratik Kürt Siyasetine dönük, ona karşı kullanılmak üzere hazırlanmış bir kapatma davasıdır. Gerek Milli Görüş geleneğine bağlı, gerek AKP'nin 2008 yılında kapatma davasının reddedilmesi, gerekse de HEP, DEP, HADEP, DEHAP ve DTP kapatma davalarına baktım. Ortalama 9 ile 14 ay arasında sonuçlandırılmış. 2 yıldır bu dava bitirilemiyor. Neden? Seçim takviminin başlayacağı döneme kadar bekletilmek istenmiş. Arafta bırakılarak, Kürtler ve onun Türkiye dostlarına özellikle tuzak kurulmuş. HDP ile seçime girilmesi istenilerek ve şubat ayında bloke edilen hazine yardımını Mart ayının ilk haftasında blokesi kaldırılarak, Erdoğan’ın seçim kararının bir gün öncesinde kaldırılarak, HDP ile girilmesi yönünde bizzat sistem tarafından teşvik edilmiş ve tuzağın içine çekilmek istenmiş, alternatifsiz bırakılmak istenmiştir. Parlamento temsiliyetini ve bu seçimlerdeki etki gücünü ortadan kaldırmak istediler.  Ama yanılıyorlar. Demokratik Kürt siyaseti çok tecrübelidir. Kürt siyaseti tecrübeleri ili büyümüştür. Yanıldılar. Yani bu kapatma davasını karşı kullanma malzemesi haline getirmek istediler. Son dönem biraz Kürt siyasetine dönük kin, nefret, öfke kusan bu hezeyanları oradan geliyor."

'KÜRTLER AÇISINDAN HAYATİ SONUÇLARI OLACAK'

14 Mayıs seçimlerinin Kürtler açısından sadece Türkiye’de değil diğer parçalarda da sonuçları olacağına işaret eden Yıldırım, şöyle dedi:

“Elbette bu bir Türkiye seçimi. Elbette bu ülkede yaşayan, Türkiye'de yaşayan 85 milyon insanı ilgilendiriyor. Onlar için kader seçimi ve uluslararası makalelere de yansıyacak kadar ifade edildiği üzere. Şüphesiz hiç tereddüt yok ki 20. Yüzyılın seçimi yani cumhuriyetin 100'üncü yılında şöyle bir Türkiye halkları açısından anlam ifade ediyor. İkinci yüzyılda bu anakronik sorunlarıyla kendini taşıyamaz. Ya demokratik birleşerek ve yüzyıllık sorunlarından dersler çıkararak, arınarak yeni yüzyıla hazırlanacak. Ülkeyi oluşturan bütün sosyolojik özneler aktör olacak. 3 ana damar benim için çok önemli. Birincisi, Cumhuriyet tarihi boyunca açığa çıkmış olan muhafazakar mütedeyyin Müslümanların siyasal alanda var oluşu ile ilk Milli Nizam Partisi'yle ortaya çıkmış ve Milli Görüş referanslı olanıdır. AKP de onunla alakalı. İkincisi 1920 yılında bakiyesini İttihat Terakki’den almış ama sonradan değişerek bu günlere kendini taşımış bir CHP gerçekliği. İşte ülkedeki yüzünü batıya dönmüş seküler modernist damar. Üçüncüsü ise Cumhuriyet tarihi boyunca bu tekçilik potası içerisinde asimile edilmeye çalışılan ve birçok isyan ve maalesef katliam tehdidiyle karşı karşıya gelmiş olan Kürtler, bütün bunlardan arınarak elli yıldır siyaset sahnesinde kendi taleplerini dile getirmesi. Ama 33 yıldır da bir siyasi parti saikiyle çözümünü parlamentoda arayan. Bir tarihsel tespit yapmak zorundayız. Bu üç ana damardan Kürtler, hep siyasal alanda görünür olmasınlar, toplumsal yaşamda belirleyici olmasınlar diye oluşturulan bir atmosfere teşne olan siyasi anlayışlar da bunun cefasını çekti. Nasıl 1980 yılında getirilen yüzde 10'luk baraj kısmen Türkiye sosyalistleri için ama ana sebep olarak da Kürtler için getirildi. Kürtler, Türkiye siyaset sahnesinde özne olmasınlar, belirleyici olmasınlar diye. Bu baraj önce bağımsız adaylarla girilerek, aşılarak parlamentoya gidildi. Ama artık gelinen olgunluk ve tecrübe aşaması çok farklı bir şeyi ifade ediyordu ki 2015'ten sonra bu barajı çıkarmış olan anlayışlar bu barajın altında kalmaya başladılar. Unutulmamalıdır. Yani '99'da Doğru Yol Partisi ve CHP baraj altında kaldı. 2001'de ise MHP, Anavatan ve DSP baraj altında kaldı. Ve ben Erdoğan'ın partisi olan AKP'nin öyle bir baraj sorunu yaşamadan girdiği son seçim olduğunu düşünüyorum. Bakın bu iktidar devrilsin, devlet olanaklarını kullanma kapasitesi bitsin, göreceğiz. Çil yavrusu gibi dağılacaklar. AKP en az 4-5 parçaya ayrılacak. 2 küçük parça ayrılarak, kendilerini var etmeye çalışıyorlar Millet İttifakı içerisinde. Ama Kürtler hep büyüdüler. Hep örgütlendiler. Yaşadıkları acılardan tecrübeler çıkardılar. Gerçekten dünyada Kürdün yaşadığı her yerde Kürdü tehdit unsuru olarak gören. Bir AKP-MHP rejimiyle karşı karşıyayız. Kendisiyle ilgisi olmayan ve varlık mücadelesi veren Rojava Kürtleri tehdit altında. Güney Kürtleri 2017’de bağımsızlık referandumu kararı verdiğinde onları açlık ve susuzlukla terbiye edecek kadar nobran, aşan bir sistem bu sistem. Demek ki Kuzey Kürtleri dışında Güney Kürtleri, Rojava Kürtleri de aynı durumda. En son da hatırlayacaksınız, iki ay önce bir AKP milletvekili Almanya'nın Louis kentinde dünyada nerede Kürt varsa, ülkeyi, varsa bunları yok edeceklerini söyleyecek kadar küstahlaştı. Bu bile bizim 14 Mayıs'ta nasıl bir rejimle hesaplaşacağımızı gösteriyor. Kürtler bu noktadan bakıyor. Kürtlerin hiçbir şekilde Erdoğan'ın karşısındaki adayın kim olduğu ve onun geçmişinin neye tekabül ettiği ayrıntısına girmemesi lazım. Bizim Erdoğan ve kurmuş olduğu sistemle hesaplaşmamız böyle bir şeydir. Demokratik olarak hesaplaşacağız, sandıkta hesaplaşacağız, siyasi arenada hesaplaşacağız. Bizi yok etmeye çalışanlar direnişle cevap bulduğu ve bizi yok edemediği için kendileri siyaseten yok olacaklar. Böyle bir fırsat tarihte az karşımıza çıkar. Bu yönüyle tarihi bir fırsattır. Oy oranından bağımsız bir tarihi fırsattan söz ediyoruz."

'YURT DIŞINDAKİ SEÇMENLER SONUÇLARI DEĞİŞTİRECEK'

Yurt dışında oy kullanacak kişilere de seslenen HDP Eski Meclis Grup Başkanı Ahmet Yıldırım, "20 Mart’tan beri seçmen kütüklerinin güncellenmesi takvimi işliyor. Pazar gününe yani son iki güne kadar sürer. Yani bulunduğu yere seçmen kütüğünü takmamış olanların gerek Türkiye içinde gerekse yurt dışına gelmiş olanlar için söylüyorum. Sadece üzerinde TC Kimlik numarası yazan bir belgeyle, bir kimlikle, yurt içindeyse bir nüfus müdürlüğüne, yurt dışındaysa herhangi bir Türkiye temsilciliğine, konsolosluğuna uğraması durumunda kaydını yenileyebilir, güncelleyebilir. Statüsü ne olursa olsun siyasi iltica olabilir, aile birleşimiyle gelmiş olabilir. Veya çalışma izniyle burada olabilir. Çünkü son yedi sekiz yılda nüfus hareketliliğinin, göçün çok yoğun olduğu bir zamanı yaşadık. Hem Türkiye'de iç göç hem de Türkiye dışına dış göç anlamında. Bu yönüyle seçmenlerin yer değiştirmesinin belki de ilk kez bu kadar yüksek oranda olduğu bir seçime gidiyoruz. Önce seçmen kütüklerinin güncel etsinler, daha sonra da 14 Mayıs'ta Türkiye'de ama 14 Mayıs'tan önce yanılmıyorsam 27 Nisan ile 9 Mayıs arasında ise belirlenmiş yurt dışındaki oy kullanma noktalarında veya konsolosluklarda o illerden kullansınlar. Çünkü burada bir kişi değiliz. Yüz binlerle ifade ediliyor. Düşünün, sadece  Almanya'da 1 milyon 100 binin üzerinde bir seçmen var ki bu Türkiye'de 86 seçim çevresi var. 86 seçim çevresi var. Herhalde bir 5-6 tanesi hariç. Mesele Diyarbakır'dan daha yüksek bir oy oranı sadece Almanya'da var. Bunun belirleyiciliği göz önünde bulundurulmalı" şeklinde konuştu.