'Şili solu halkı ikna edemedi'

Kolombiya Ulusal Üniversitesi’nden Serhat Tutkal, Şili’de katılımın yüksek olduğu referandumda yeni anayasa taslağının büyük çoğunlukla reddedilmesinin hükümetten çekilen destekten kaynaklandığını söyledi.

Akademisyen Serhat Tutkal, referandumdan yenilgiyle çıkan Şili solu için uygun stratejinin, büyük ölçüde farklı bir metin hazırlamaktansa vatandaşları neoliberalizm karşıtı, gelir eşitsizliğiyle mücadeleyi öngören, yerel yönetim özerkliğini tanıyan, toplumsal adaletsizliklere karşı çıkan politikalara ikna etmesi olduğunu belirtti.

Şili'de 4 Eylül’de referanduma sunulan anayasa taslağı, yüzde 61,9 gibi ezici çoğunlukla reddedildi. Böylece darbe lideri Augusto Pinochet’nin mimarı olduğu anayasa bir süre daha yürürlükte kalacak. Referandumun özellikle sol ve yerli halklar için anlamı, sonucu ve olası etkileri üzerine Kolombiya Ulusal Üniversitesi İnsan ve Sosyal Bilimler Bölümü’nde araştırma görevlisi olan Serhat Tutkal ile konuştuk.

Bu sonucu, anayasanın değiştirilmesi talebiyle yola çıkan sol blok açısından nasıl yorumlamak gerekiyor?

Sol blok açısından büyük bir yenilgidir. Aradaki farkın çok büyük olmasının yanı sıra referanduma katılımın yüzde 86’ya yakın olmasının da altını çizmek gerekir. Bu, Şili için pek alışıldık bir oran değil. Örneğin, yeni anayasa taslağını oluşturmak üzere bir organ kurulması kararı alınan 2020 referandumunda katılım yüzde 50,95 oranındaydı. 2021 yerel seçimlerinde katılım yüzde 43, başkanlık seçiminin ikinci turunda katılım yüzde 55,6 civarında kalmıştı. Zaten ilk sonuçlar açıklanır açıklanmaz sağ gruplar sokaklara dökülerek sonucu kutladı.

İnsanların, 388 maddelik anayasa taslak metnini gerçekten okuduğunu düşünmek pek gerçekçi olmaz. Çoğu insan belki üç dört maddeyi dahi okumadan oy kullanıyor. Bu yüzden sonuçları Boric hükümetine verilen bir güvensizlik oyu olarak okumak mümkün. Sol partilerin Kongre’de çoğunluğa ulaşamadıklarını da düşündüğümüzde bu durumun ciddi sorunlara yol açması beklenebilir. Şili’nin tüm bölgelerinde “hayır” oyunun çoğunlukta olması da önemli. Boric’in daha Aralık’taki başkanlık seçimi ikinci turunda yüzde 65’in üzerinde oy aldığı Atacama’da bile neredeyse yüzde 60 oranında “hayır” oyu çıktı. Bu referandum bir nevi sağ ve sol söylemlerin karşı karşıya geldiği bir mücadele alanına dönüştü ve görünen o ki vatandaşların çoğunluğu sağın söylemlerine itibar etti.

Gerek geleneksel medyaya gerekse sanal medyaya yansıyan tartışmalar beş konu üzerine odaklanmıştı:

* Toplumsal cinsiyet,

* İşçi hakları,

* Doğanın korunması,

* Yerli hakları,

* Yerel yönetimlere özerklik.

Bunların en önemlisi veya belirleyici olanı hangisiydi?

Bence en önemli başlık doğanın korunması başlığıydı, çünkü bu ekonominin tamamen yeniden yapılandırılması anlamına geliyor. Doğanın korunması için maden ve petrol şirketlerinin faaliyetlerinin kısıtlanması, Şili gibi madenciliğin ekonomideki payının çok büyük olduğu bir ülkede ekonomik yapının tamamen dönüştürülmesi demek. Sömürgeci dönemden bu yana hakim olan ekstraktivist politikaların sonlanması anlamına gelecek bir düzenlemeydi. İşçi hakları başlığı da yine eski diktatör Pinochet döneminden bu yana yürürlükte olan neoliberal politikaların dönüştürülmesine yönelik düzenlemeler içeriyordu. Özellikle işten çıkarmaların zorlaştırılması, sözleşmeli ve taşeron işçiliğin güçleşmesine ve performans kriterleri gibi neoliberal düzenlemelerin anayasaya aykırı olarak nitelendirilebilmesine olanak sağlayacaktı. Bu düzenlemelerin reddedilmesini Şili’de neoliberal ekonomik politikalara yönelik bir destek olarak okuyabiliriz.

Referandumun sonucu, sol ve yerli halkların mücadelesine nasıl yansır?

Referandum sonucunun sol ve yerli hareketlerin mücadelesine nasıl yansıyacağı hükümetin tutumuna bağlı. Eğer taleplerin herhangi birinde geri adım atılırsa sol blokta bölünme gerçekleşmesi ve sol grupların birbiriyle çatışmaya başlaması kaçınılmaz. Birlikteyken dahi Kongre’de çoğunluğu oluşturamayan sol partiler birbirleriyle çekişmeye başladıkları takdirde Şili solu büyük bir fırsatı tepmiş olur.

Boric hükümetinin yerli hareketlerine karşı izlediği politika başından itibaren çok sorunluydu. Yerli halklar, bölgelerinde faaliyet gösteren ormancılık ve madencilik şirketlerine tepkili, bu yüzden bölgede şirketlere bağlı özel güvenlikle yerli eylemciler arasında büyük şiddet olaylarına varan gerginlikler yaşanıyordu. Boric, bu duruma yerliler aleyhine OHAL ilan ederek müdahale etti. Bu politika çok yanlıştı, referandumun başarısızlığı bu yanlışlığın düzeltilmesi için bir fırsat olabilir. Eğer referandumda “hayır” kampanyasını örgütleyen sağ gruplara yaranmak için yerlilerin yerel özerklik, dilsel ve kültürel haklar, öz yönetim vb. taleplerinden geri adım atılırsa yerli hareketleri Boric hükümetinden tamamen kopacaktır. Keza ilerici hareketlerin temel taleplerinden geri adım atılması, bu hareketlerin diğer sol örgütlerle arasındaki ilişkiye darbe vuracaktır.

Neoliberal politikaların dönüştürülmesi talepleri geri alındığı takdirde işçilerin hükümete verdiği destek zarar görecektir. Hükümetin yapması gereken, şu an sağ grupların taleplerini yerine getirmek yerine öncelikle sol siyasetler arasında birliği sağlamak ve yapılan yanlışları telafi etmektir. Buna öncelik vermeden sağ siyasetlerle masaya oturmak demek, sol blokun tamamen dağılması ve yeni anayasayı sağcıların yapması demek olacaktır.

ABD tarihsel olarak Latin Amerika’yı arka bahçesi olarak görüyor ve ona göre politika belirliyor. Acaba bu sonuçta ABD’nin etkisi ne düzeydedir?

ABD yönetiminin Boric hükümetinden ciddi bir rahatsızlık duyduğunu gösterecek bir işaret görülmedi şimdiye dek. O yüzden Biden hükümetinin referandum sürecine doğrudan müdahalesi olduğunu düşündürecek bir sebep bulamıyorum. ABD yönetiminden ziyade birçoğu ABD merkezli olan veya en azından ABD’de güçlü lobicilik faaliyetleri yürüten çok uluslu ve ulus ötesi şirketlerin müdahalesi hiç kuşkusuz daha doğrudan olmuştur. Şili’deki madenlerin büyük bir kısmının sahibi Birleşik Krallık, ABD, Kanada ve Avustralya merkezli şirketler. Yeni anayasa bu şirketlerin kârının önemli ölçüde azalmasına yol açabilirdi. Bu şirketler büyük ihtimalle daha doğrudan biçimde sürece müdahil oldu. Şili medyasının çok büyük bir kısmının Edwards ve Saieh gibi burjuva ailelerin kontrolünde olduğunu söyleyebiliriz. Bu ailelerin zaten uluslararası ölçekte büyük iş ilişkileri var. Luksic Grubu gibi madencilik sektörünün büyük konsorsiyumlarının da kendi televizyon kanalları ve medya şirketleri olduğu hesaba katıldığında özellikle geleneksel medyanın anayasa taslak metnini yansıtmasında ABD’yle yakın ilişkileri olan sermaye sahiplerinin belirleyici olduğunu düşünebiliriz. Bunun ötesinde bir ABD müdahalesini gösterecek bir gelişme olmadı.

Sol bundan sonra ne yapacak?

Boric, yeni bir anayasa metninin hazırlanacağını söyleyerek diyalog çağrısı yaptı. Bununla beraber belirtmek gerekiyor ki; Boric hükümetinin halkoyuna sunacağı hiçbir anayasa taslağının mevcut koşullarda oyların çoğunluğunu alamayacağını öngörebiliriz. Bunun sebebi referandumda oylananın aslında metnin kendisi olmaktan çok Boric hükümetine verilen destek olması. Bence Şili solu için uygun strateji, büyük ölçüde farklı bir metin hazırlamaktansa vatandaşları neoliberalizm karşıtı, gelir eşitsizliğiyle mücadeleyi öngören, yerel yönetim özerkliğini tanıyan, toplumsal adaletsizliklere karşı çıkan politikalara ikna etmek olmalı. Bu çerçevede yeni taslak metnin yazımını ağırdan alarak öncelikle hükümetin ikna ediciliğinin güçlendirilmesine odaklanmak gerekir.

Bunun birinci adımı da solun içerisindeki farklı gruplar arasındaki gerginlikleri çözümlemek, özellikle hükümetin güvenlikçi politikalar sonucu güvenini kısmen kaybettiği yerli hareketleri ve öğrenci hareketiyle tekrar işbirliğine gidebilmesini sağlayacak bir diyalog ortamı tesis etmektir. Solun ne yapacağını şu aşamada kestirmek güç ama bence yapılması gereken, öncelikle solun birlikte hareket edebilmesini sağlayacak diyalog zemininin oluşturulması. Sonrasında da vatandaşların çoğunluğunun metni reddetmesine sebep olan kaygıların giderilebilmesi için yapılması gerekenler üzerine bir yol haritası çıkarılmasıdır. Referandumdan geçebilmesi için taslak metnin sağcılaştırılması yoluna gidilirse hem metin yine reddedilecek hem de Şili solu ciddi bir kriz içine düşecektir.

Benim önerdiğim yavaş tempolu stratejinin benimsenmeme ihtimali güçlü. Yeni anayasa taslağının pek konuşulmayan maddelerinden biri başkana iki dönem seçilme hakkı tanımasıydı. Mevcut düzenleme devlet başkanının ilk dönemi tamamladıktan sonra ikinci dönem için tekrar seçime katılmasına izin vermiyor. Bu demektir ki, bu madde değiştirilmediği takdirde Boric’in görev süresi 2026 başında dolacak. Genç bir siyasetçi olan Boric, muhakkak bir dönem daha başkanlık yapmak istiyordur. Umalım ki bu isteği süreci aceleye getirmesine sebep olacak kadar güçlü olmasın.