Karayılan: Örgütsel değil, ulusal çıkarlar esas alınmalı

PKK Yürütme Komite Üyesi Karayılan, başta KDP, YNK, PYD olmak üzere Kürdistan’daki tüm güçlere, bu tarihi dönemde ortak strateji için sorumlu davranmaya çağırarak, “Örgütsel değil, ulusal çıkarlar esas olmalıdır” dedi.

MURAT KARAYILAN

Önemli ve tarihi bir dönemden geçildiğini belirten PKK Yürütme Komite Üyesi Murat Karayılan, şunların altını çizdi: “Rojava için tehlike de büyüktür, imkan da büyüktür. Rojava ve Kuzey ve Doğu Suriye’deki halkımızın her türlü saldırıya karşı hazır olması gerekiyor.”

PKK Yürütme Komite Üyesi Murat Karayılan, Stêrk TV’nin Özel Program’ında soruları yanıtladı. 14 Aralık’ta yapıldığı belirtilen ve dün akşam yayınlanan söyleşinin tamamı şöyle:

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 22 Ekim’de bir çağrı yaptı. Daha sonra 23 Ekim’de Ömer Öcalan, Önder Apo ile İmralı’da görüşme gerçekleştirdi. Rêber Apo, bu görüşmede tecridin devam ettiğini söyledi ve daha sonraki gelişmeler de bunu doğruluyor. Bu konuda neler belirtirsiniz?

Her şeyden önce 44 ayın ardından Ömer Öcalan’ın İmralı’ya gidip Önder Apo ile görüşmesi iyi bir şeydi. Öncesinde Önderliğimizin durumu hakkında herhangi bir bilgimiz yoktu. Bu görüşmeyle Önder Apo’dan haber almış olduk. Bu iyi bir şeydi fakat Önder Apo’nun da belirttiği gibi tecrit devam etmektedir. O zamandan bu yana da zaten açık bir biçimde bu görülüyor. Devletin İmralı’ya dönük siyasetindeki hukuksuzluk halen devam ediyor. 

Ömer Öcalan bundan birkaç gün önce bir milletvekili olarak Meclis’te yaptığı konuşmada bazı yeni bilgiler verdi. Önder Apo’nun, ‘eğer imkan yaratılırsa rolümü oynayabilirim’ dediğini, bahsettiği imkanın şahsi bir imkan olmadığını, kendi şahsı için herhangi bir şey istemediğini, zeminin yaratılması gerektiğini belirttiğini aktardı. Bu, devletin adım atması gerektiği anlamına geliyor. Siyasi adımlar atmalı ve zemini yaratmalı ki Önder Apo da çözüm için rol oynasın ve çaba geliştirebilsin. Yani zemin yaratmadan çözüm nasıl olacak? Kuşkusuz olmayacak. 

DEVLET BAHÇELİ’NİN ÇAĞRILARINDAN BAŞKA BİR ŞEY YOK

Şimdi DEM Parti Eşbaşkanları da İmralı’ya gitmek için başvuru yapmış. Üzerinden baya bir zaman geçmiş olmasına rağmen halen cevap verilmedi. Yani öyle bir hava oluşmuş ki, sanki bir heyet veya DEM Parti’li yetkililer, Ada’ya giderse ve görüşme olursa bir anda her şey yerine gelecek ya da çözüm gelişecek! Böyle bir kanaatin oluşturulması veya kendiliğinden oluşması doğru değildir. Kuşkusuz İmralı’ya gitme isteği yanlış bir şey değildir fakat sanki, ‘işte gidersek sorun da çözülür’ yaklaşımı doğru değildir. Dolayısıyla İmralı’ya gitme isteğinin yanı sıra adım atılmasını da istemek gerekiyor. Çözümden yana olan tüm kesimler devletin adım atmasını talep etmeli. Yoksa devlet şu anda halen de eski siyasetini devam ettiriyor. Bu minvaldeki uygulamalarını tek tek saymaya gerek yok; bunlar zaten biliniyor. İşte güçlerimize dönük saldırıları devam ediyor; kayyum siyaseti devam ediyor; Rojava’ya dönük saldırılar devam ediyor. Özcesi düşmanlık politikası devam etmektedir ve pratikte hiçbir değişim yoktur. Peki, o zaman bu şartlarda Önder Apo nasıl yeni adımlar atacak? Oysa ki devletin adım atmasına ihtiyaç vardır, ancak şimdiye kadar hiçbir şey olmamıştır. Yalnızca Devlet Bahçeli’nin çağrıları vardır, ondan başka da hiçbir şey yoktur. 

AKP İKTİDARI ÇÖZÜM İÇİN ADIM ATMALI

Bu süreçte açığa çıkan bir şey daha vardır: Mesela şimdiye kadar AKP’liler ve daha birçok çevre Kürt sorununun çözümünün önünde MHP’nin, Devlet Bahçeli’nin engel olduğunu belirtiyordu ama şimdi bunun öyle olmadığı açığa çıktı. Çözümün önündeki engel MHP değil, AKP’dir. AKP, faşist ve ırkçı bir zihniyetle hareket etmektedir. Tayyip Erdoğan, keklik soylu, yani kendi türüne düşman olan birkaç ‘Kürt’ü de etrafına toplamış ve tarihte görülmemiş bir biçimde Kürdistan’ın tüm parçalarında Kürt halkına düşmanlık yapmaktadır. Bu artık açığa çıkmıştır. Bu gerçeğe göre hareket edilmesi gerekiyor. Özellikle de halkımız bu gerçeği iyi görmeli; çözüm yanlısı olan herkes mücadele etmeli ve bu düşmanlığı, bu ırkçılığı, bu faşizmi ve bu baskı ile ölüm temelindeki siyaseti terk etmeleri için çabalamalı. Bunun için ise mücadele gerekiyor. Yoksa Önder Apo’nun elinde sihirli bir değnek yok ki ‘çözüm gelsin’ deyince hemen çözüm gelişiversin. Dolayısıyla hiçbir adım atmadan Önder Apo’dan isteklerde bulunmak doğru değildir. Bu, Önder Apo’yu baskı altına almaktır. Bunun için bu çerçevede yaklaşılmalı. Her şeyden önce AKP iktidarı çözüm için adım atmalı. Bu talebin öne çıkarılması gerekiyor. 

Suriye’de 27 Kasım gününden sonra yeni gelişmeler oldu. HTŞ güçleri birçok yere saldırdı ve 12 günde Şam’a yetişti. Beşar Esad iktidarı bırakmaya mecbur kaldı ve iktidar değişti. Siz bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

Belirttiğiniz gibi BAAS rejimi yıkıldı. Zamanı doğru okumadılar; özellikle de geçen 13 yıl boyunca birçok çağrı yapıldı; birçok çaba sergilendi ama onlar kendilerini değişim ve dönüşüme kapattı, çağrılara kulak asmadı. Sadece istihbarata ve şiddete dayalı bir siyaseti sürekli bir biçimde devam ettirmek istediler. Sonra da bu 12 günde ortaya çıktığı gibi, kendi içlerinde gelişen çürüme ve küflenme nedeniyle zaten çok ciddi bir savaş yaşanmadan rejim yıkıldı. Halbuki daha başlangıçta, yani 2011 ve hatta öncesinde demokratik değişim ve dönüşümü sağlamış olsaydı, Kürt sorununu çözseydi, ülke içerisinde demokrasiyi geliştirseydi, böyle olmazdı. Onlar, kendilerinde ısrar edip gerçeklik karşısında kendilerini kapatarak, bu biçimde yenildi ve yıkıldı. Tabii her ne kadar kolayca yıkılmış olsalar da Suriye’ye dönük bir müdahale de vardır. Konunun içerisinde uluslararası güçler de vardır. Bu müdahalede ABD, İsrail, İngiltere ve Türkiye’nin yer aldığı açığa çıkmıştır. 

TÜRKİYE, SURİYE’Yİ KENDİNE GÖRE DİZAYN ETMEK İSTİYOR

Şimdi artık Suriye’yi yeniden dizayn etme gündemi var. Görüldüğü kadarıyla bu konuyla ilgili olarak bu planda yer alan güçler arasında çelişki vardır. Herkesin amacı farklıdır. Mesela Türkiye’nin amacı farklıdır; İsrail ve diğer tarafların amaçları daha farklıdır. Türkiye, Suriye’yi kendine göre dizayn etmek istiyor. Hatta bu süreci bir Sünni-İslam Devrimi olarak ele alıyor ve bunu kendi zaferi olarak görüyor. En son olarak Tayyip Erdoğan’ın Erzurum’daki konuşmasında Halep’te Türk bayrağının açılması konusunu bir başarı olarak gördüğü açığa çıktı. Özcesi Türkiye her şeyi kendisine göre örgütlemek istiyor. 

Esasında geçmişten beri Türkiye’de bulunan ve kendilerine muhalefet diyen gruplar bir geçici hükümet kurmuştu. Son 5-6 yıldır o hükümet vardır; sözüm ona başbakanı ve bakanları vardır. Şimdi Antep’te ve İstanbul’da yaşıyorlar. Türkiye esas olarak bu muhalefet hükümetinin gelip Şam’a oturmasını ve iktidar olmasını istiyordu. Türkiye’nin istemi bu yönlüydü, ancak görülen, oyun kurucu güçler bunu kabul etmemiştir. Onlar HTŞ lideri Muhammed Golani’nin önünü açmayı tercih etti. Onun öncülüğünde Suriye’yi toparlamak ve yeniden dizayn etmek istedikleri anlaşılıyor. Türkiye ise bunu kabul etmeye mecbur kalmıştır. Yoksa AKP iktidarının istemi bu değildir. AKP kendi yandaşlarını hazırlamıştı ve onların iktidar olmasını istiyordu fakat onların bir temeli ve gücü yoktur. Esas güçlü olan HTŞ’dir. HTŞ liderinin belli ilişkilerinin olduğu anlaşılıyor. Yine kendini dönüştürme iddiasında olduğu görülüyor ve bu temelde de önleri açılmıştır. 

AKP İKTİDARI, HTŞ’YE DAYATMALARDA BULUNUYOR

Şimdi Türk devleti bunu kabul etmeye mecbur kalmıştır ama bu sefer de Muhammed Golani’ye adeta dayatmalarda bulunuyor. Doğrusu Türk devleti onlara (HTŞ) yardımda bulundu ama yine de kendine bağlı olan kişileri ayrı örgütledi. İşte muhalefet hükümetini, yine SMO adı verilen gücü kendileri örgütlediler. Hem bu güce Suriye Milli Ordusu adını vermişler ama hem de kendilerine bağlamışlar. Kuşkusuz milli bir ordunun yabancı bir ülkeye bağlanması konusu olmaması gereken bir şeydir. Zaten AKP her zaman neyi söylüyorsa çoğunlukla onun tersini yapmaktadır. Bu SMO konusunda da böyle bir durum vardır. AKP, kendine bağlı güçleri iktidara getirmek istedi ama olmayınca bu sefer de HTŞ’ye dayatmalarda bulunuyor. İşte İbrahim Kalın ve Katar istihbarat sorumlusu birlikte oraya gittiler; ‘birlikteyiz’ mesajı veren bazı davranışlarda bulundular. Şimdi böyle bir durum vardır.

BİRİNCİL AMAÇLARI, KÜRTLERİN STATÜ ELDE ETMEMESİDİR

Peki bu mevcut durum ne kadar gösterilmeye çalışıldığı gibi sürebilir? Gerçekten Muhammed Golani’nin öncülüğünde Suriye’nin yeniden inşa edilmesine ne kadar izin verirler? Bu konuda şu an bir şey denilemiyor. Bunlar tartışma konularıdır ve bu konuda sorun çıkması, yine iç savaş yaşanması ihtimali ve endişesi vardır. En büyük tehlike, Türk devletidir, çünkü farklı amaçları vardır. Belirttiğim gibi onlar her şeyi kendilerine göre dizayn etmek istiyorlar. Birinci ve öncelikli amaçları orada yeni yapılanmada Kürtlerin statü elde etmemesidir. Mevcut durumda Kürtler, Araplar, Asuri-Süryaniler birlikte hemen hemen Suriye’nin üçte birini kontrol ediyorlar. Türkiye şimdi bunu ortadan kaldırmak istemektedir. Dolayısıyla birinci amaçları Kürtlerin orada statü sahibi olmamasıdır. Onlar, merkezi bir Suriye olmasını istiyor ve ağırlıklarını bunun için koyuyor. Yine Yeni Osmanlıcılık zihniyetiyle bu ülkeyi kendilerine bağlamak istiyorlar. Yani Suriye’yi himayeleri altına almak istiyorlar. Bunu öyle çok da gizlemiyorlar. Her konuşmalarında bunu bir şekilde ifade ediyorlar.

HER ŞEY, TÜRK DEVLETİNİN İSTEĞİNE GÖRE OLMAYACAK

Peki bu planda yer alan diğer güçler, buna ne kadar müsaade edecek? İşte bu tartışma konusudur. Kuşkusuz görüldüğü kadarıyla her şey Türk devletinin gönlüne göre olmayacaktır. Öyle her şeye müsaade edilmeyecektir, çünkü bunu Türkiye için geliştirmediler. Evet; Türkiye’nin de bunda bir rolü vardır ama bir irade de vardır. Bu irade, Türkiye’nin isteklerinin gerçekleşmesine ne kadar izin verecek? Çünkü planın ana eksenini İsrail’in güvenliği oluşturuyor. Yani İsrail’e dönük olan tehditleri ortadan kaldırma temelinde bir plan kurulmuş ama Türkiye onun tersine bir süreci geliştirmek istiyor. Mısır’da başarılı olmayan Sünni-İslamcı bir planı şimdi Suriye’de başarmak istiyorlar. Bu kendisiyle birlikte siyasal İslam’ı da gürleştirecektir. Zaten bunun işaretleri görülüyor. Bu da kendisiyle tehlikeler getirecektir. Onun için Suriye’ye dönük daha fazla mücadele ve savaşın gelişme ihtimali vardır. Bu belirtilebilir. 

Açık olan şu ki; Suriye’de artık yeni bir dönem başlamıştır ve bu bir tek Suriye için değil, esasen bütün Ortadoğu bölgesi için yeni bir dönemin başlangıcı anlamına gelmektedir. Bunun görülmesi gerekir. Bu planın daha da devam edeceği, bundan sonra farklı devletlerin de hedef olacağı belirtilmektedir. İşte Irak, vb. kimi ülkelerin isimleri geçiyor. Yani bu plan bir çerçeve dahilinde Ortadoğu’da devam edecektir. Onun için de bölgede yeni bir dönemi ifade ediyor; bu yeni dönem çerçevesinde her şey ele alınıyor ve bölgenin bu temelde dizayn edilmesi hedefleniyor. 

Bu süreçte Kürtler ve özellikle de Rojava’daki Kürt tarafları ne yapmalı?

Bilindiği gibi geçmişte de birkaç sefer Ortadoğu bölgesinde çeşitli dizayn planları gelişti ama onlarda Kürt halkı yer almadı. Şimdi Ortadoğu’nun yeniden dizayn edildiği bu plan içerisinde ise belli ki Türk devletinin yeri yoktu ama bir biçimde kimi güçleri kendine bağlayarak bu planda yer aldı. Türk devleti, bu planda Kürtlerin yer almamasını istiyor. Tıpkı Lozan Antlaşması gibi Kürtlere yer verilmemesi için çabalıyor. Özellikle de statü sahibi olmasını istemiyor. Türk devleti birçok sefer Güney Kürdistan’ın statüsünü kabul etmelerini bir yanlış olarak değerlendirmiştir. Bunu Tayyip Erdoğan kendisi söylemiştir. Şimdi ise aynı hatayı -ki bu aslında bir hata değildir- Rojava’da tekrarlamak istemiyorlar. Şüphesiz bu siyaseti genel olarak yürütmek istiyorlar. Böylesi bir dönemde, bölge yeniden dizayn edilirken, Kürt halkının en çok ihtiyacı olan şey ise ortak bir stratejidir. Bu tarihi süreçte Kürt halkı, ortak bir strateji oluşturmazsa tarihi bir hata yapmış olur. Bunu derken illa yan yana olmalarını, aynı şeyi düşünmelerini belirtmiyoruz. Kürtlerin ortak bir stratejisi olmalı ve her örgüt o stratejinin başarılı olması için yardımcı olmalı. Bu olmazsa Türk devleti zaten Kürtleri bir halk olarak görmüyor, aşiretler olarak nitelendiriyor. Mesela Güney’deki liderleri aşiret reisleri olarak görüyor. Dolayısıyla Türk devletinin iddiası Kürtlerin bir ulus olmadığı yönündedir. Bu biçimde ele alıyorlar. Evet, ‘Kürtler vardır’ diyorlar ama Türklerin bir parçası olduğunu ya da farklı bir şey olduğunu söylüyorlar. Aslında buna bir izahat da getiremiyorlar. Tabii kendilerini de hakim kılmak istiyorlar. Onun için Kürt halkının, kendisini tanımayan ve bu süreçte yer almasını istemeyen bu siyasete karşı kesinlikle bir biçimde birleşmesi ve ortak bir stratejiye ulaşması gerekiyor. 

BU TARİHİ DÖNEMDE HERKES SORUMLU YAKLAŞMALI

Bunun için ben bu önemli dönemde Kürt siyasetinin tüm sorumlularına, yani başta KDP, YNK, PYD olmak üzere her dört parça Kürdistan’da tüm partilerin başkan ve eşbaşkanlarına, yine aydınlara ve kendini sorumlu gören herkese çağrıda bulunuyorum: Bu tarihi dönemde herkes sorumlu yaklaşmalı. Kimse şimdiye kadar olan duruşunda ısrar etmemeli. Kimse fikirsel ve ideolojik ayrılıkları, bir platformda birleşmenin önünde engel haline getirmesin. Örgütsel çıkarlar değil, ulusal çıkarlar esas olmalıdır. Belirttiğim gibi çok düzenli bir birlik olmasa da diyalog olmalı; bir yaklaşım olmalı. Mesela şimdi Rojava’da Kürt halkı boşluğa düşmemeli. Kürt halkı orada zayıf değildir; imkanları vardır ama kazanan olmak için her parça ve her Kürt siyasetçisi Rojava’ya destek olmalı. Mesela Sêmalka Kapısı halen kapalıdır. Bu nasıl izah edilebilir! İşte bu türden şeyler ortadan kalkmalıdır. Bu önemli dönemde Kürtler arasında kopukluk olmamalıdır; tarih bunu dayatmaktadır. 

HALKIMIZIN ÇIKARI, ULUSAL SİYASETİN ESAS ALINMASINDADIR

Herkes şunu da bilmeli ki; Türk devleti, kendi içindeki Kürtleri ve onların kimlik haklarını kabul etmediği müddetçe, kendi içinde Kürt sorununu çözmediği sürece diğer parçalardaki Kürtlerle asla dost olmaz. Çünkü onlar hangi parça olursa olsun haklarını alan ve statü sahibi olan tüm Kürtlerden korkuyor. Şimdi Rojava’yı kendisine dönük bir tehlike olarak görüyor. Niye? Çünkü örnek olacağını ve Kuzey’deki Kürtlerin de illa statü sahibi olmayı hedefleyeceğini düşünüyor. Bunun için tehlike olarak görüyor. Bunun için Türk devleti kendi içerisinde Kürt sorununu çözmediği sürece sürekli bir biçimde Kürtlere düşmanlık yapacaktır. Belki şimdi Güney’le kurduğu gibi taktiksel ilişkiler kuracaktır ama stratejik olarak karşıtlık yapmaktadır. Bunu herkes görmeli ve Türk devletiyle dost olmanın ne anlama geldiğini, bundan Kürt halkına hayır gelmeyeceğini bilmelidir. Bu gerçekliğin görülmesi ve buna göre herkesin ulusal bir siyaseti esas alması gerekmektedir. Halkımızın çıkarı bundadır. Bunun için ben bir kez daha kendini sorumlu gören herkesin duruşunu ve yaklaşımını gözden geçirmeleri çağrısında bulunuyorum. Yanlış duruşların bu dönemde aşılması gerekiyor. 

Genel olarak bunu belirtebilirim fakat Rojava açısından ise bu bir zorunluluk halini almıştır. İşte görüyoruz; 2-3 gündür Rojavalı yetkililer de sürekli iç birlikten bahsediyor. Biz bunu doğru buluyoruz ve her biçimde bu düşünceyi destekliyoruz. Rojavayê Kurdistan kendi içinde birliğini kurmalı, tek ses haline gelmeli ve bu biçimde Şam’a gitmelidir. Buna ihtiyaç var. Tabii ki Rojavayê Kurdistan tek başına değildir; onların yanında Arap, Asuri-Süryani kardeşleri vardır; onlarla da tek ses olmalı, bu biçimde kendilerini bir güç ve irade haline getirmelidirler. Bu biçimde onların sesi çok daha güçlü çıkacaktır. Dolayısıyla bu, Rojava için bir şarttır. 

Rojava’da kimi Kürt çevreleri şimdiye kadar kendine itilaf (muhalefet) diyen çevre içerisinde yer alıyorlardı. Belki bu grupla birlikte amaçlarına ulaşma ve bazı şeyleri elde etme umutları vardı. Bu muhalefet denilen yapının programında öyle Kürtlere dönük hak, vb. pek yoktur ama yine de bazı çevrelerin öyle bir istemi vardı. Şimdi muhalefetin kendisi boşluğa düşmüştür. Çünkü öyle pek güçleri de yok; yine kimse de çok dikkate almıyor. Zaten şimdi adlarını da değiştirmek durumundalar. Çünkü şimdiye kadar BAAS rejimine muhalefet ediyorlardı ama bundan sonra kime muhalefet edecekler? Tabii artık oradan bir hayrın gelmeyeceğinin bilinmesi gerekiyor.

ARTIK KÜRTLER, KENDİLERİNE HİZMET ETSİNLER

Ancak durum bu olmasına rağmen ENKS’nin kimi yetkilileri Türk devletinin özel savaş sözcüleri gibi konuşuyor. Onlar bu dili terk etmeliler. Türkiye’nin avukatı olmak, onların sözcüsü gibi konuşmak bunlara mı düşmüş! Türk devleti hegemonik, baskıcı bir devlet olarak tüm Kürt halkını yok etmek istiyor. Sen her şeyden önce kendi bahçene, yani Kürtlerin yuvasına gel. Başkalarına yaptığınız hizmet yeter. Artık biraz da Kürtler birlik olsun ve kendi kendilerine hizmet etsinler. Doğrusu budur ve bu çerçevede öncelikle Rojava’da birliğin gelişeceğine inanıyoruz.  Tabii sonrasında tüm Kürdistan’da birliğe ihtiyaç vardır, çünkü bu sürecin Suriye’yle sınırlı kalmayacağı ve yayılacağı görülüyor. Yarın Irak’ta da bu çerçevede yeni gelişmelerin yaşanması mümkündür. Bir birliğe ihtiyaç vardır. Kuşkusuz bu belirttiğim birlik, öyle hayali bir şey değildir; herkesin öyle üstün körü bir araya gelip de ‘birleşiyoruz’ demesiyle birlik olmaz. Maalesef Kürdistan’da bunun öyle erken gelişmediği görülmüştür fakat en azından diyalog olabilir; en azından ortak bir strateji olabilir. Herkes bu konuda sorumlu yaklaşmalı ve çaba geliştirmelidir. 

Türk devleti yetkilileri, Rojava’da PKK var ve PKK’yi tasfiye edeceğiz, diyor. Siz PKK olarak Rojava’da var mısınız?

Sadece “Rojava’da PKK var” da demiyor, “Rojava’da PKK iktidarı var ve onu yok edeceğim” diyor. Bu, Türkiye’nin bir özel savaş dilidir. Örneğin; şimdi HTŞ, sadece bazı devletlerin değil, Birleşmiş Milletler’in terör listesindedir. PKK olarak biz ise bu biçimde değiliz; Bizi ABD ve Avrupa Birliği, çıkarları için terör listesine koymuştur. Bunların dışında, Birleşmiş Milletler ve dünya bizi terör listesine almamıştır. Bizi terör listesine alan devletler de kirli çıkarları için haksız bir biçimde terör listesine almıştır. Zaten bu yüzden dava açtık. Örneğin, Avrupa Birliği 2002’de bizi terör listesine aldı, o zaman savaş bile yoktu; savaşı durdurmuştuk. Yani siyasi ve ekonomik çıkarları için bu haksızlığı ve hukuksuzluğu yaptılar. Biz Kürt halkının doğal hakları için mücadele eden bir hareketiz. Kim bizim yerimizde olsa halkı için bu mücadeleyi yürütür. Bu meşru bir mücadeledir ve Birleşmiş Milletler’in yasalarına göredir. Dili, varlığı, tarihi, her şeyi yok sayılan bir halkın mücadele etme hakkı vardır. Biz de bunu yapıyoruz ama bizi haksız olarak listeye aldılar. 

Şimdi Türk devleti bunu kullanmak istiyor ve kimlik davası yürüten ya da kimliğine sahip çıkan her Kürt’e “bu PKK’lidir” diyor. Bakın, Kuzey Kürdistan’da DEM Parti üyesi olan kimden hoşlanmıyorsa “bu PKK’lidir” diyor. Dil çalışmaları yürüten kişiler, edebiyat çalışması yürüten kişiler, akademisyenler -ki daha bundan birkaç gün önce Dicle Üniversitesi’nde bir profesörü ‘PKK üyesi’ diyerek tutukladılar-, kadın özgürlüğü aktivistleri, gençlik aktivistleri, kimi tutuklamak isterse “bu PKK üyesidir” diyor. Hatta, muhalefet olması itibarıyla CHP üzerine de baskı oluşturmak için CHP içindeki Kürtleri de PKK’li oldukları iftirasıyla dava açıyor ve onları da tutukluyor. Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer bunun en bariz örneğidir. Bir Kürt’tür, akademisyendir, şimdiye kadar birçok akademide görev almış, rektör yardımcısı olmuş ama tutuklamak istedikleri için “bu Kürt’tür” dediler. Araştırdılar, baktılar ki özerklik üzerine bir yazı yazmış ve bir defa İmralı görüşmelerinde adı geçmiş; “tamam, bu PKK üyesidir” dediler ve tutukladılar. Yani bu Türkiye’nin bir özel savaş yöntemidir. Türk devleti Kürtleri ezmek için bu yöntemi kullanıyor. 

KİMSE TÜRK DEVLETİNİN ÖZEL SAVAŞ DİLİNE KANMASIN

Aynı şeyi Rojava’ya karşı da kullanıyor. “Rojava PKK’dir” diyor. Neden? Çünkü esas olarak oradaki statüyü ortadan kaldırmak istiyor. Oradaki iktidardan, özerk yönetimden rahatsızdır, onları ortadan kaldırmak istiyor. Bu yüzden isimlerini söylerken PYD/YPG demiyor, PKK/PYD/YPG diyor. Bu bir özel savaş dilidir. Kimlik sahibi tüm Kürtleri hedeflemek için bu dili kullanıyor. Bu yüzden bütün devletler, partiler, siyasiler -Kürt olsunlar olmasınlar- Türk devletinin bu özel savaş diline kanmasınlar. Öyle bir şey yoktur. Orada Kürt, Arap, Asuri-Süryani halkları var, beraber demokratik sistemle yönetimlerini oluşturmuşlar ve statü sahibi olmak istiyorlar. 

ROJAVA’DA ÖRGÜTSEL ORGANİK BAĞIMIZ YOKTUR

Açıkça ilan ediyoruz; biz PKK olarak Rojava’da yokuz. Rojava’da, hiçbir örgütle organik ve örgütsel hiçbir bağımız yoktur. Ne zaman gittiğimizi ve ne zaman döndüğümüzü herkes biliyor. DAÎŞ saldırdığında Kerkük’e, Hewlêr’e, Mexmûr’a, Şengal’e ve şüphesiz Kobanê’ye, Rojava’ya gittik fakat döndük. Şimdi bundan hareketle “PKK oradadır” diyorlar. Hayır, öyle bir şey yoktur. 

Burada şöyle bir şey var: Rêber Apo’nun felsefesini, yani Kadın Özgürlüğüne Dayalı Demokratik Ekolojik Toplum Paradigması’nı benimseyen herkes, PKK’lidir anlamına gelmemektedir. Eğer öyleyse mesela şimdi Arjantin’de Apocu çizgide örgütlendiğini belirten kesimler vardır. Pakistan’da da vardır. Dünyanın daha birçok yerinde vardır. Onlar da mı PKK’lidir? Hayır. Nasıl ki zamanında birçok komünist parti vardıysa ve hepsi Marksizmi esas alıyor olmalarına rağmen hiçbiri birbirinden sorumlu değildiyse Apoculuk da bugün bir paradigmadır, bir çizgidir, bir felsefedir. Eğer bazı Rojavalı örgütler bu hattı esas alıyorsa bu onların PKK’li olduğu anlamına gelmez. PKK iç tüzüğü olan, programı olan bir harekettir ve kendinden sorumludur. 

Bu tür şeyler, Türk özel savaş yöntemleridir. Gerçek böyledir ve herkesin bu hakikate göre hareket etmesi gerekmektedir.

Türkiye’nin Suriye üzerindeki tehlikelerinden bahsettiniz. Türkiye’nin direkt kendi askerleriyle Suriye’ye saldırma tehlikesi var mıdır?

İçinde bulunduğumuz dönem, hibrit savaşın öne çıktığı bir dönemdir. Belli ki Türkiye yetkilileri de hibrit savaşı üzerinde biraz yoğunlaşmış. Hibrit savaş yöntemlerini kullanmak istiyorlar. İşte kendileri için Suriye’de güç örgütlemişler. Suriye savaşından kaçıp oraya giden insanların paraya da ihtiyaçları vardı. Katar’la birlikte -Katar zaten Kürt karşıtı kötü bir rol oynuyor- onlara para verdiler ve aynı zamanda onları eğittiler. Bazı gruplar zaten önceden de vardı. MİT onlarla bağlantıya geçti ve bu grupları örgütledi, Suriye Milli Ordusu (SMO) diye bir isim koydular. Bazı kişiler her kesimi tam tanımadıkları için bu SMO ile HTŞ’yi aynı sayıyorlar. Öyle değildir. HTŞ’nin belli bir çizgisi vardır, ciddiyeti söz konusudur. Bunlar ise öyle değildir. Bunlar para için yan yana gelmiş ama aynı zamanda Türk devletinin özel kuvvetleri onların elbiselerini giyerek içlerine giriyor Bu gücün çatışmalarını koordine edenler o çetelerin başları ile Türk generalleridir. Yine teknik veriyorlar, tanklar ve zırhlı araçlar veriyorlar, uçaklarıyla onlara destek veriyorlar ve yine taktik çerçeve sunuyorlar. Böyle bir güç örgütlemişler. Bu gücün adı SMO’dur ama esasta Türkiye’ye bağlı bir güçtür. Kimse bu gücün Suriyeli bir güç olduğunu söyleyemez. Hayır. Bu Türkiye’nin gücüdür. Türkiye’nin amaçları için hareket ediyorlar, Türkiye’nin ajanıdırlar. Maaşlarını Türkiye’den alıyorlar. Talimatlarını da Türkiye’den alıyorlar. QSD Komutanı iki gün önce basında konuştu; “biz onlarla konuşuyoruz ama onlar, ‘kararı ancak Türkiye verir’ diyorlar” dedi. Çünkü onlar irade değiller. Bunları kendileri için örgütlemişler, bu yöntemle savaşmak istiyorlar. 

MECBUR KALIRSA ORDUSUYLA DA MÜDAHALE EDER

Şüphesiz mecbur kalırsa ordusuyla da müdahale eder fakat kendi ordusunun katılabilmesi için ABD gibi uluslararası güçlerin onay vermesi gerekir. Bu hususta biraz sorunları vardır. Teknik vererek ve kendi askerini de gizlice içine koyarak kurduğu bu ordu yoluyla Kürtlere karşı savaşmak istiyor. Esasta Demokratik Özerk Yönetim’e karşı savaş yürütmek istiyor. Amaçları budur. Birinci yöntem budur.

İkinci yöntem ise; bu çeteler yoluyla bazı aşiretlere ulaşmak ve içeride “aşiretler isyan ediyor” diyerek karışıklık çıkarmak istiyor. İlişkide oldukları bazı kesimleri içeriden harekete geçirip cepheden de askeri olarak SMO çetelerini harekete geçirmek istiyor. Efrîn’de bunların ne yaptığını gördük. Bunlar katildir. İşleri cinayet, insan kaçırma, fidye alma ve talandır. Böyle gruplardır bunlar. MİT bunların hepsini örgütlemiş ve kendisine asker yapmış. Bunlar tamamen Türk devleti adına hareket ediyor. Türk devletinin Suriye ile Kuzey ve Doğu Suriye’deki stratejisi budur. Bunları ve içeriden de bazı aşiretleri kullanarak karışıklık çıkararak tasfiye etmek istiyor. Bu yüzden “Türkiye Suriye’de istikrarın olmasını istemiyor. Sürekli savaş olmasını istiyor” dedim. Zaten yetkilileri konuşuyor ve “savaşacağız, tasfiye edeceğiz” diyorlar. 

KUZEY VE DOĞU SURİYE HALKI UYANIK OLMALI

Buna karşı, şüphesiz Kuzey ve Doğu Suriye’deki halkımız uyanık olmalı. En büyük rol özellikle Arap aydınları ve Arap partilerine düşüyor. Yine Hristiyan, Asuri-Süryani, Ermeni halklarımıza önemli bir rol düşüyor. Türk devletinin bu plan ve stratejilerini boşa düşürmeliler. Bir de şu an var olan Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi, yeni Suriye’nin yapılandırılmasında çok önemli bir rol oynayabilir. Bir çölün içindeki çiçek gibidirler. Mevcut şartlarda demokratik bir yönetimi sürdürüyor. Halkların ve inançların kardeşliğini yürütüyor. Demokratik Ulus perspektifini esas alıyor. Siyasi, diplomatik yol ve yöntemlerle Şam’da ve Suriye’nin her yerinde mücadele ederlerse bu modeli Suriye’nin her yerinde geliştirebilirler. Suriye’nin birliğini ancak böyle koruyabileceğini ve yapılandırabileceğini gösterebilirler. Şüphesiz Suriye’nin birliği için hareket etmeliler. Kürt, Arap, Asuri-Süryani ve diğer bütün bileşenlerin gerçek kardeşliklerinin, demokratik yöntemin örneği 9-10 yıldır Kuzey ve Doğu Suriye’de yaşama girmiştir. 

Nasıl ki şimdi Muhammed Golani “İdlib’deki yönetimimiz tecrübe kazanmış. Şimdi Suriye’nin hepsinde hakim kılmak çalışıyoruz” diyorsa işte bir örnek de Kuzey ve Doğu Suriye’de söz konusudur. Bu da dikkate alınıp uygulamaya konulmalıdır. Tabii ki halklar için çok anlamlı bir şeydir; gerçekten kutsaldır. Hatta sadece Suriye için değil, bölge halklarının hepsi için büyük bir örnektir. Bu yüzden Arap, Asuri-Süryani ve Kürt halklarının yetkililerinin hepsi var olan bu birliğe sahip çıkmalıdır. Bu tür oyunları boşa çıkarmalı, siyasi demokratik bir mücadele vermeliler, birleşmeliler ve böyle masaya oturmalı, etkilerini bütün Suriye’de göstermeliler. Suriye’yi demokratize etmeyi hedeflemelidirler. Bugün ilerici, demokratik bir yöntemle Suriye’yi demokratize edecek güç, şimdi Kuzey ve Doğu Suriye’dedir. Etkisini bütün Suriye’ye yapacaktır. Mücadeleyi böyle yürütmeliler. Bizim görüşümüz böyledir; böyle hareket etmeleri gerektiğini düşünüyoruz.

Bu süreçte askeri anlamda da birçok gelişme oldu. Kürt güçleri, Til Rifet ve Şehba’nın ardından Minbic’den de çekiliyor. Bir anlaşmadan söz ediliyor. Bu konuda ne söylersiniz?

Şüphesiz direkt bir bilgimiz yoktur fakat biz de basın yoluyla takip etmeye çalışıyoruz. Zaten her şeyi açıklıyorlar. Göründüğü kadarıyla bu dönemde Kürt güçleri ve Arap ortakları bir mücadele yürüttü. Şüphesiz Suriye’de her şey çok çabuk gelişti, kimse aniden bu türden gelişmelerin olacağını beklemiyordu. 

Şehba ve Til Rifet’te sadece askeri güçlerin değil -ki orada HRE vardır-, aynı zamanda oradaki halkın da kendileriyle beraber çekilmesi kararı bize göre doğru bir şeydi ve yerindeydi, çünkü o orta yerde savaşmak belli riskleri barındırıyordu. Bir gün savaş oldu, ondan sonra durdurma kararı aldılar ve geri çekilme sürecini başarılı bir biçimde yürüttüler. 120 bin insanı sağlam bir şekilde getirdiler. Bu iyiydi, çünkü oradaki halkımız Efrîn halkıydı. Önceden göç etmişlerdi; kamplardaydılar ve orada kalsaydılar akıbetleri belli olmayacaktı. Katliamla yüz yüze kalacaklardı, çünkü o çeteler Efrîn halkımıza karşı kin gütmektedir. Bu yüzden tehlikeliydi. QSD Komutanlığının yardımıyla oradaki insanlar sağlam bir şekilde çekildi. Yine Halep’te Şêx Maqsûd ve Eşrefiye mahallelerindeki halkımızın kalması da iyiydi, çünkü oradaki halkımızın sayısı çoktur; 250 bine yakın insan var. Tabii Minbic’de Türkiye’nin saldırı planı devreye girdi. Belli ki, bazı Uluslararası Koalisyon güçleri de araya girmiş, tartışmalar olmuş ve Minbic’de ateşkes ve anlaşma olmuş. 

Şüphesiz Türk devleti bunları ters yüz ediyor. Örneğin, “Til Rifet ve Şehba’da zafer kazandık” diyorlar. Halbuki onlar o tünellerde savaşsaydı iki yıl da oraları alamazdılar. Kendileri karar almışlar ve oradan çekilmişler. Şimdi basından izlediğimiz kadarıyla “Minbic’de anlaşma olmuş” deniliyor. Tabii insan, “acaba Minbic’de niye yoğun bir savaş olmadı?” diye soruyor. Aslında birkaç gün oldu ama sonra durdu. Sonra anlaşıldı ki, orada da Koalisyon güçlerinin aracılığıyla görüşmeler olmuş ve “ne Türklere bağlı SMO çeteleri ne de Minbic Askeri Meclisi güçleri Minbic’de kalacak. Yani her iki güç de Minbic’den çekilecek ve orayı, oluşacak olan ortak meclis yönetecek ve onlara bağlı polisler olacak” biçiminde anlaşmaya varılmış. Biz öyle duyduk. Anlaşma bu şekilde yapılmış ve bu temelde Kürt güçler ve Arap ortakları savaşı durdurmuşlar. 

Diğer taraftan Türk çeteleri Qereqozax’a, Tişrîn Barajı’na saldırmışlar. Orada Dêr Hafir isimli bir bölge var, oraya saldırmışlar. Yani sınırlarını genişletmek istemişler, herhalde Kobanê’yi tehdit altına almak istemişler, köprüyü ve barajı tutmak istemişler. Bu yüzden saldırmışlar. Gerçi ilk başlarda çok bir bilgimiz yoktu ama şimdi basın geniş bir şekilde yayınladı ve görüntüler verildi; orada çok büyük bir savaş yaşanmış. Gerçekten orada QSD güçleri ve Minbic Askeri Meclisi kontrolü altındaki güçler tarihi bir direniş vermiş. O kadar tank, araba tahrip olmuş ve orada kalmış. Türklere bağlı çetelerden 200’den fazla kişinin öldürüldüğü belirtiliyor. Basına yansıyan görüntüler çok büyük bir savaşın olduğunu gösteriyor. Belli ki oradaki savaşı Türk devleti durdurmuştur. Yoksa durmazlardı ve QSD Komutanlığının açıkladığı anlaşmayı yapmazlardı. 

Yine QSD Komutanlığının açıklamasına göre çeteler bu anlaşmanın gereklerini yerine getirmemiştir. Çünkü Minbic’de “zafer kazandık” diyorlar. Oysa öyle görünüyor ki, eğer QSD güçleri orada savaşsaydı öyle kolay alamazdılar. Kimsenin kendisini kandırmaması gerekiyor. Çünkü daha geçen gün basında bir Türk yetkili, “Minbic’i bir günde aldık, demek ki her yeri alabiliriz” diyordu. Öyle düşünürlerse bu büyük yanlış yapıyorlar demektir. Çünkü o tünelleri yıllarca çalışıp yapanlar sadece bir günlük çatışma için yapmamışlardır. Ortada bir anlaşma, ateşkes kararı vardır. Onun için geri çekildikleri görülüyor.

Zaten kendi basınlarında Tişrîn ve Qereqozax’ı da aldıklarını belirtiyorlar...

Evet; alamadıkları yerleri aldık diyorlar. Bu da bir özel savaş yöntemidir. Hatta şimdi “Şah Süleyman Türbesi’ni götürelim mi, götürmeyelim mi?” diye tartışıyorlar. Orayı almamış olmalarına rağmen, sanki almışlar gibi tartışıyorlar. Almadan nasıl götüreceksiniz? Oysa ki tartışmalara yansıdığı kadarıyla yapılan anlaşmaya göre sadece 7 kişi, tabanca gibi küçük silahlarla oraya gelip nöbet tutacaklarmış. Yani bunu kabul etmişler. Tabii ki bu evrensel bir şeydir. Süleyman Şah Türbesi’nin yerine gelirlerse QSD’nin ya da oradaki halkın karşı çıkacağını sanmıyorum. Minbic’deki anlaşma gerçekleşmezse muhtemelen buradaki de gerçekleşmeyebilir. Bunu tam bilemiyorum ama burada açığa çıkan şey, Türk devletinin psikolojik ve özel savaş yürüterek, anlaşma olmasına rağmen “zafer kazandım” demesi ve sürekli bir yerleri alacağını belirtmesidir. Zaten bu çeteleri yoluyla esasında bu savaşla Tebqa’ya ve hatta daha ilerisine gelmek istemiştir. Böyle bir planı vardır ama bu planları orada tıkanmış ve geriletilmiştir. Tabii bundan sonra ne zamana kadar dururlar bilemiyorum. Duracaklarına inanmıyorum; durmazlar. Şimdi yetkilileri konuşuyor, Dışişleri Bakanları, “onları yok edeceğiz” diyor. Çünkü Türkiye toplumunu da böyle adeta terbiye edip hazırlıyorlar. Halbuki onlar oranın halkıdır. Ne işin orada var? Neden onlara saldırıyorsun? 

SAVAŞIN DURMASI İSTENİYOR AMA TÜRKİYE SAVAŞ İSTİYOR

Bir de şimdi Şam iktidarı yeni oluştu ve Suriye’de savaşın durması gerektiğini ilan ettiler. Anlaşılan Koalisyon güçleri de savaşın durmasını istiyor ama Türkiye savaşmak istiyor. Yani onların iradesini de böylece ayaklar altına almak istiyor.

Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin eli daha güçlüdür. Daha güçlü mücadele edebilir. Kısacası, genel olarak 30 Kasım’dan bu yana yaşanan bu süreçte biz genelde QSD ile Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ni, siyaset yürütmede ve askeri duruşta başarılı görüyoruz. Siyasette de savaşta da böyle şeyler vardır; stratejik değerleri savunmak, stratejik kazanmak için taktik geri çekilmeler yapabilirsin. Hatta tavizler de verebilirsin. Böyle anlaşılması gerekiyor. Yani bazı yerlerden geri çekilmiş olması bir eksiklik değildir. Mesela bazı geri çekilmeler var ki yanlıştır. Örneğin; 2018’de Efrîn’den yapılan geri çekilme yerinde değildi fakat bu farklıdır. Çünkü Suriye yeniden yapılandırılıyor. Bu yüzden önemlidir. Doğru görmek gerekiyor. 

ARTIK KİMSENİN YERİNDEN ÇIKMAMASI GEREKİYOR

Bu arada şunu da söyleyeyim: Mesela göç etmek esasta yanlıştır; kimsenin göç etmemesi gerekiyor ama Efrîn’inki özeldir. Zaten daha önce göç etmişti. Keşke etmeseydi ama oldu. Halkımız çadırlarda yaşıyordu. Orada kalsaydılar olmazdı. Efrîn halkımız gerçekten de çok yurtseverdir. Hepsini saygıyla selamlıyorum. Ben de zamanında yıllarca aralarında kaldım. Çok yurtsever insanlardır, yürekleri temizdir ve büyük zorluk çektiler. Bu yüzden QSD’nin yardımıyla onların Özerk bölgeye gelmesi ve korunmaları çok değerlidir fakat genelde göç doğru değildir. Örneğin Şerawa’daki, Şehba’daki yerleşik halk göç etmemeliydi. Herhalde daha önce gelmek istememişlerdi daha sonra çetelerin zulmettiklerini görmüşler ve onlar da göç etmek istemişler. Bize göre, köyünden, şehrinden göç etmek yanlıştır. Efrîn halkı köyde değildi; çadırdaydılar; göç bir gereklilikti ve doğrudur. Onun dışında göç yanlıştır. Artık açıkça söylemek gerekiyor: Kimsenin yerinden çıkmaması gerekiyor. Çünkü onlar geliyorlar ve halkımızın bıraktığı yerleri işgal ediyorlar. Böyle ele almak gerekiyor. 

Genel olarak yürütülen bu süreçte anlaşılıyor ki, Kürt, Arap ve Asuri-Süryani halkları ortak bir zemini savundular, sağlam durdular. Özellikle son haftadaki Qereqozax ve Tişrin Barajı’ndaki direnişin çok büyük anlamı var. Bu bir iradedir ve orada büyük bir irade gösterilmiştir.

Sonuç olarak; önemli ve tarihi bir dönemdeyiz. Rojava için tehlike de büyüktür, imkan da büyüktür. Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye’deki halkımızın kendini hazırlaması, örgütlemesi, her türlü saldırıya karşı hazır olması gerekiyor. Kazanma ve sonuç alma imkanları da büyüktür. Umut ediyoruz ve inanıyoruz ki, bölge halklarımızın tecrübesi vardır, birlik olacak ve kazanacaklardır. Biz de bu tarihi süreçte herkese başarılar diliyoruz.