15 Ağustos 1984, saat 21.00'ın öyküsü

15 Ağustos 1984, saat 21.00'ın öyküsü

Komutan, son keşfi 13 Ağustos günü yapmıştı. Dönüşte arkadaşlarına nereye hareket edeceklerini söyledi. 30 kişilik grup on saat süren yürüyüşün ardından sabaha doğru, 15 Ağustos’un şafağında komutanın daha önce belirlediği noktaya ulaştı. Tan kızıllığında Kürdistan coğrafyası hala derin bir sessizlikteydi. Şafağın atmasıyla komutan uzakta bir nokta gibi görünen hedefi gösterdi. Bütün grup dürbünle o küçük ilçeyi incelemeye başladı. Eruh, üç kilometre uzaktaydı.

Her şey en ince ayrıntısıyla hesaplanmıştı. ‘B planı’ bile hazırdı. Planın başarısız olması durumunda grup üyeleri Çırav dağının eteklerinde bir buluşma noktasına ulaşmaya çalışacak, buraya ulaşanlar en fazla 1,5 saat arkadaşlarını bekleyecek, sonra da üslere çekilecekti.

Karanlığın basmasıyla grup yola çıktı. Saat 19.30 sularıydı. O küçük ilçede belirlenen noktalar ise askeri bölüğün binası, subay gazinosu, kahvehane, banka ve camiiydi. Askeri bölüğe yüz metre kala birden bir araba çıktı, grubun daha sokaklara dağılmadan fark edilmesi an meselesiydi. Herkes ani bir hareketle kaptığı köşelere saklanmış, bazıları yere yatmıştı. Saat 21.00’e yaklaşırken grup seri şekilde üç kola ayrıldı.

Birkaç dakika sonra, saat 21.00’de (Komutan saatine bakıp tam dakikasını not almıştı) ilk kurşunun sesi geldi. İlk ateş jandarma karakolunun nöbetçi kulübelerine açıldı. Bölüğün üst katına atılan roket isabet ederken, birkaç dakika sonra iki katlı askeri bina grubun eline geçti. Askerler panik halindeydi. Bu arada “ana saldırı kolu” da subaylar gazinosunu bastı.

İlk ateşten 5 dakika sonra grup, komutanların evine girmeyi başarmış, burada sadece Ferhan isimli bir gerilla sağ elinin parmaklarından yaralanmıştı. Ancak esir askerler yüzbaşın izinde olduğunu, başçavuşun ise ilk ateşten sonra kaçıp kurtulduğunu söylüyordu. Birkaç gerilla hükümet konağına benzin şişesini döküp ateşe verirken, bir başka gerilla da, eylemi duyurmak amacıyla camiye girmeye çalışıyordu.

Cami hapörlerinden okunan bildiriyle “Kürdistan Özgürlük Ordusu” (HRK)’nin kuruluşunu ilan etti. Bildiri ve kurşun sesleri o sıcak yaz akşamı damlarda uyumaya çalışan Eruhluları uyutmadı.

ÜÇ KATIRIN SIRTINDAKİ YÜK...

İlçeyi ele geçiren gerillalar rejimin sembollerine yönelmişti. Postane binası, banka tahrip edilmiş, komutanın taksisi, bir askeri cemse ve bir de televizyon ateşe verilmişti. Grup ancak gece yarısına doğru bir araba dolu yükle kentten ayrıldı. İlçenin dışındaki köprüye vardıklarında yükleri üç katırın sırtına attılar. 3 gün sürecek uzun yolculuk başlamıştı. Yolculuk için gerillaların hesaplayamadığı tek şey susuzluktu. Yanlarında tek bir matara su bile yoktu. Hele katırlar ağır yüklerin altında, Ağustos sıcağıyla susuzluktan yol kat edemez haldeydi. Katırların yüklerini hafifletmek için malzemelerin bir kısmı çalılık ve oyuklarda saklanıyordu. Yükler arasında bulunan bir televizyonu ise yaktılar.

Gerilla grubu ancak 18 Ağustos’ta üssüne ulaşmıştı. Üs, Şırnak'ın Xirbike Beste (Kırkağaç) ile Pervari'nin Omyanus köyleri arasındaki dağlık bölgeydi. Gerillalar daha yorgunluğunu üstünden atamadan yükün dökümünü çıkarmaya başladı. Grubun komutanı Mahsum Korkmaz (Agit) 24 Ağustos tarihli raporla üslerini eylemi hakkında ayrıntılı bir şekilde bildirirken, aralarında 60 büyük silah, 9 tabanca, 4000 mermi, büyük telsiz, radyo, daktilo, su mataraları, kasaturalar ve elektronik ışıldakların bulunduğu yüzlerce malzemenin dökümünü de teker teker çıkardı.

Komutan Agit, eylemde 551 adet mermi, 1 adet RBC roketi ve 7 adet el bombasının harcandığını rapor etmişti. “Çok acele olduğu için yazı düzenli ve doyurucu olmadı, özür dilerim” notuyla biten raporda Agit ‘hatasız’ ve ‘kusursuz’ görünen baskına rağmen, üslerine özeleştiri veriyordu:

“Ganimet almada fazla açgözlü davrandık ve ilk gece bizi epey hantallaştırdı. Ganimet için bir grup ayırabilirdik. Ancak korunup korunamaması konusunda tereddütte girdik. Ve yanımıza almakla kendimizi ağırlaştırdık. Her şeye rağmen ganimeti kıra kadar çıkarabilmiş, kurtarmaya çok az bir mesafe kala, gerekli uyanıklık ve dikkati gösteremeyişimizden ötürü takibe yol açtık.

Eylem sahası içinde düşmana vurulan ilk darbenin coşkusuyla arkadaşlar kendilerinden geçtiler. Herkes ne yapacağını şaşırır duruma girerek ortalık darmadağın oldu. Toparlanmak zaman aldı. Süremizin bir kısmı böylece boşa tüketildi. Böyle bir eylemin tecrübesizliğini yaşayan arkadaşlar, planlamaya tam bağlı kalmadılar. Gerekli atış disiplini, mevzilenme, irtibat, hız ve duyarlılıkta yetersiz davrandılar. Gereksiz atışlarda bulundular, fazla mermi harcadılar, karambol atışlarına başladılar.”

‘ÇAPULCU DERSİNİ ALACAK’

Peki Eruh’ta açılan cephenin karşı tarafında neler oluyordu? Grubun üslerine ulaştığı gün, 18 Ağustos 1984’de Milliyet gazetesinin iç sayfalarında “Ayrılıkçılar iki jandarma karakulu ile bir subay gazinosuna saldırdı” başlığıyla kısa bir haber vardı. Eruh’ta öldürülen jandarma er Süleyman Aydın memleketi Erzincan’da toprağa verilmişti. Haberin yanında verilen haritada olayın Eruh ve Şemdinli ilçelerinde yaşandığına dair semboller çizilmişti. Aslında çoktan dünya bu iki ilçede yaşananları duymuştu. BBC, Amerikan’ın sesi radyosu ve İran radyosu 15 Ağustos’u ilk duyuran kuruluşlardı.

Baskın, 20 Ağustos günü Milliyet’in ikinci manşetine taşındı. Bu sefer “Mehmetçiğin soluğu enselerinde” üst başlığıyla verilen haberin alt başlığı şöyleydi; “Saldırganlar çembere alındı”. Haber “Ayrılıkçı teröristlerin saldırısına uğrayan Eruh ilçesinde İçişleri Bakanı Ali Tanrıyar ile Jandarma Genel Komutan Mehmet Buyruk incelemelerde bulundular” bilgisiyle başlıyordu. Haber tanık bir gazetecinin imzasını taşıyordu. Savaş Ay, olayın hemen ertesinde Eruh’a giden ilk gazete muhabirlerindendi.

21 Ağustos’ta ise aynı gazete şu başlıkla çıktı: “Jandarma Eruh’ta kuş uçurtmuyor, operasyonlarda 35 militan ele geçirildi”. (Eyleme katılan grubun 30 kişi olduğunu hatırlatmakta yarar var). 30 Ağustos’ta ise Milliyet artık 15 Ağustos’u manşetine taşıyordu. “Çapulcu dersini alacak” başlığının yanında dönemin cuntacı lideri Kenan Evren’in fotoğrafı vardı. 3 Eylül’de “İnlerinden çıkarıldılar, eşkıyaya baskın” manşetini ellerini başının üstüne almış Kürt köylüler süslüyordu. Türk medyası, Kürdistan’da yıllarca sürecek trajik-komik hallerinin ilk perdesi de böylelikle açılmıştı.

15 AĞUSTOS SONRASI ‘SAAT FARKIYLA’ GERİLLAYA GİDENLER...

15 Ağustos’ta patlayan kurşunlar Garzan ve Botan’ı ise sarsmıştı. Sıkılan kurşunların sesleri suya atılan taşın dalgaları misali genişleyerek yankılanıyor, kulaktan kulağa aktarılıyordu. Botanlı bir genç eylemi 16 Ağustos günü duymuştu. Abdullah Bayık adındaki bu genç 15 Ağustos’un ardından gerilla saflarına katılacak, o günlerde yaşamını yitiren Türkmen bir gerilla olan Gürcan Özcan’dan “Gürcan” kod ismini alacak, “Agit’in ilk askerlerinden” olacak ve yıllar sonra anılarını kaleme alacaktı:

1984 ortalarına doğru hem bizim eve hem de bizim Deşta Lala’nın geneline geliş-gidişler yoğunlaşıp, hızlandı. Bir zaman yalnızca evimizde gördüğüm bu insanların benzerlerini köyün içinde görmeye başladık. O günlerde PKK gerillalarının varlığı herkesçe bilinen fakat alenen anılmayan bir gerçekti. Biz gençler kendi aramızda gerillayı konuşuyor, tartışıyorduk. Bu konuşma ve tartışmalar bizde gerilla olma isteği doğuruyordu. Öykünüyorduk onlara.

16 Ağustos sabahıydı. Dışarıda yetişkinler kendi aralarında konuşurlarken duydum: Apocular Eruh’u basmışlar. ‘Olur mu canım, deli mi bunlar, gidip düz ovadaki Eruh’u bassınlar’ diye hararetle tartışıyorlardı. O gün bütün Deşta Lala bu haberle çalkalandı. Gabar’ın Deşta Lalası’ndaki o içe dönük, coşkun eriçli günlerinde bir akşam Cemil (Kerim Baytar) arkadaş bize geldi. ‘Bize, gerillaya katılmak ister misin Abdullah arkadaş’ diye sordu. Aldığım teklifle adeta başım dönmüş, kapıldığım sevinç ve gururla kendimden geçip mest olmuştum.

O gece bizim Deşta Lala’nın tozlu yollarında yürürken, karanlıkta Kerim arkadaşın koluna dayanarak, bundan aldığım güç ve güvenle, içimden geleni, kendi doğrumu söylemeyi başardım ve ona ‘Evet’ dedim, katılırım’ dedim. Benim bu yanıtımdan sonra yol boyu kol kola ilerledik. Noktaya vardım ki ne göreyim? Bizim Deşta Lala’dan Hasan Çelik (Cemil), Hamit Doymak (Azad), Adil Ayhan (Kazım), Hasan Adak (Bahri) da oradalar. Bunlar gerillaya saat farkıyla benden önce katılmışlardı.

1984’ün Ekim ayıydı. Şikeftin içinde yanan gür ateş, Gabar’ın sonbahar soğuğu ile bir de derinliğinin ve ağırlığının ayrımında olmadan atılan tarihi adımın heyecanıyla titreyen içimizi ısıtıyordu. O gece ateş başında Şiyar arkadaş (Kazım Kullu) sabah kadar anlattı, durmadan anlattı, Kürdistan’ı, gerillayı, düşmanı ve özgürlüğü anlattı. O gece orada her şey kutsalımsı, gizemli ve tarifi zor bir güzellikteydi. Sabaha karşı nöbetçimiz dışında hepimiz ateşin başında oturduğumuz yerde kıvrılarak yattık.

Masiro Çiyaye Xalila’ya ulaştık. Noktanın girişinde bizi bir grup arkadaş karşıladı. Bu arkadaşların arasında koyu mavi (şal, gömlek ve yelek) takım giyimli, kısa boylu, etine dolgun, kabarık saçlı, gür sakallı biri öne çıkarak, hepimizi tek tek kucakladı, kollarının arasında sımsıkı sararak, sevgiyle öptü. Yüzünde Çiyaye Xalila’ya yeni doğan güneş kadar aydınlık ve sıcak bir gülüşle: ‘hoş geldiniz’ dedi. Elbette okuyucu, senin de tahmin ettiğin gibi bu atılım komutanımız Agit arkadaştı.”

GİDERLER: 2 KİLO ÇİVİ, 6 LASTİK AYAKKABI, 10 ÇORAP...

Mahsum Korkmaz, 24 yaşındayken 1980 Ocak ayında PKK’nin çağrısına uyarak memleketi Batman’dan çıkmış, Lübnan ve Filistin kamplarına gitmişti. Onu Batman’da Apocularla ‘buluşturan’ Mazlum Doğan’dı. Yedi ay süren eğitimin ardından Kürdistan’a geri dönen 12 Eylül cuntasının ayak seslerinin duyulduğu günlerde görevini sürdürüyordu. Ölümün ve şiddetin kol gezdiği günlerdi. Kemal Pir ile yolculuk ederken askerlerle karşılaşacak, arabadan atlarken omuzu ve kolundan yararlanacak, yakalanmaktan son anda kurtulacaktı.

1981 yılında yapılan PKK’nin 1. Konferansı'na kadar Kürdistan’da kalan Agit’e Ortadoğu’da rahat dolaşması için bir kimlik verilmişti. 5 Eylül 1982 tarihli kimlik Ali Mahmud Resul adıyla düzenlenmişti. Ne gariptir ki Ali ‘yüksek’, Mahmud, ‘değerli’ Resul da ‘peygamber, elçi’ anlamına geliyordu. Agit, Kürdistan’a geçmesine rağmen bu kimliği uzun süre yanında taşırken, Agit’in (yiğit) dışında ‘Yüksek, değerli bir elçi’ olmayı mucizesi de gayri ihtiyari şekilde muştalanmıştı.

1983 yılının başlarında Zap kıyısının her iki yakasında sarp kayalıklar bulunan dar bir alanda "Lak I" isminde bir kamp kuruldu. Günlük ve notlarında kampın çalışmalarını ayrıntılı şekilde anlatan Agit, 13 Aralık 1982 günkü bir notta gerillanın 86 bin Türk lirası ve 10 bin tümen parası olduğunu yazıyordu. Agit’in tuttuğu gider listesi ise şöyleydi; 2 kilo çivi, 4 adet fanus camı, 8 adet defter, 40 adet kalem, 6 adet lastik ayakkabı, 10 adet çorap, 2 adet sırt çantası, 7 adet sigara.

Agit ve diğer gerilla komutanları Kürdistan’da startı verilecek silahlı mücadelenin hazırlıklarını “Lak I” kampında çok kısıtlı imkanlarla sürdürüyordu. Agit’e göre Lak-I'den Şırnak, Eruh, Baykan, Kozluk üzeri Sason'a kadar bir gerilla hattı oluşturulmalıydı.

Mehmet Karasungur’un yönettiği 6-12 Aralık 1982 tarihleri arasında gerçekleşen PKK’nin Kürdistan’daki ilk birliklerinin birinci toplantısında Agit’e “Askeri faaliyetlerin planlanması ve örgütlenmesi” sorumluluğu verildi. Uzun kafa yormalarının sonunda Eruh ve Şemdinli gibi ilçelerin aynı gün basılmasına karar verildi. Eruh baskınını Agit’i yönetecekti.

DÜZTABANLI KOMUTAN!

Agit’i bir sürü zorluk bekliyordu. “Eylem değerlendirme raporunda” Agit şöyle diyordu; "Kaza merkezinde istihbarat alabileceğimiz tek bir insan bulamadık. Köylerin birçoğu mücadelemize karşı derin bir yabancılık içerisindedirler.” Üstelik Eruh, Güney Kürdistan sınırından epey uzaktı. “Eruh planı” okey alınca Agit, eylem grubuyla düz bir sahada Eruh’un maketi üzerinde provalar yapmaktan başka şansı yoktu. Grubundaki görev dağılımı şöyleydi:

Saldırı Grubu: Erdal, Selim, Şiyar, Fikret, Musa, Haydar, Azad, Ferhan. RBC Atış Grubu: Haşim, Baran, Keleş (milis). Savunma grubu: Kazım, İbrahim (milis). Komuta: Agit ve yanında diktiryof kullanıcısı Serdar. Bölüğün avlusunda bulunan gazino ve komutan lojmanlarını basan grup: Bedran, Bijî, Kerim. Camide hitap grubu: Tevfik, Ömer Şoreş. Bildiri, pankart, soygun grubu: Botan, Cengo, Bozan. Eruh-Sürt yolunu kesen grup: Hacı, Xalil, Salih. Eruh-Şırnak yolunu kesen grup: Ali, Cuma, Halil (üçü de milis).

Agit’in dağ yürüyüşlerinde bir sorunu vardı. Bunu defter yaprakları arasında tek cümleyle anlatmıştı: “Dizimdeki ağrılar yol yürümemi engelliyor”. Birçok yakın arkadaşından sakladığı dizindeki ağrılar aslında düztabanlı olmasından kaynaklıydı. Kimi tarih yazıcıları onun bu durumunu Che Guevara’nın astım hastalığına benzetecekti.

‘28 MART 1986 DÜNYANIN EN UZUN GÜNÜYDÜ’

28 Mart 1986 günü dünyanın en uzun günüydü. Agit arkadaş ile Lezgin’i beklerken aynı zamanda her an düşmanı da bekliyorduk. Yüreğimiz ve parmağımız tetikte beklerken günü Agit arkadaşın yokluğunun her an artarak, yoğunlaşan ağırlığı altında ezilerek tükettik. 28 Mart günü hava karardı, akşam oldu. Agit arkadaş ile Lezgin gelmediler. Saat on dokuz;  Deşta Bira’da radyodan duyduklarımız karşısında sanki kanımız dondu.

Hiçbirimizde ne bir ses, ne de bir hareket. Hepimiz Deşta Bira’da olduğumuz yerde donduk, kaldık. Harun ve Cafer arkadaşlar yabancı ajansları, BBC’yi, Amerika’nın sesi vb. kanalları aradılar. İlerleyen dakikalarda bu kanallardan da aynı haberi aldık. 28 Mart günü batan güneşle, aslında umutlarımız da neredeyse batmış, kararan havayla umutlarımız da kararmıştı. Deşta Bira’da o gün batan güneş bizim güneşimizdi.” (Gerilla Gürcan)

Kaynaklar;

1- Komutan Agit’in Günlüğünden Mahsum Korkmaz, Derleyen: Ferda Çetin/ İsmet Kayhan, Mezopotamya Yayınları, Mart 1997.

2- Ağustos-Eylül 1984 arası Milliyet gazetesi arşivi.

3- Ağustos 1984- Ağustos 1986 arası Serxwebûn gazetesinin arşivi.

4- Abdullah Bayık (Gürcan)’ın henüz yayınlanmamış “Kaynağa Dönüş Yolunda, gerillanın umudu” kitabı.