İktidar Kürt düşmanlığına sarılıyor
DBP Eşbaşkanı Keskin Bayındır, iktidarın yaşadığı çöküşün önüne geçmek için Kürt düşmanlığından bir kez daha yararlanmak istediğini söyledi.
DBP Eşbaşkanı Keskin Bayındır, iktidarın yaşadığı çöküşün önüne geçmek için Kürt düşmanlığından bir kez daha yararlanmak istediğini söyledi.
Türkiye'yi krizler sarmalına sokan Erdoğan yönetiminin, 31 Mart yerel seçimlerinde toplumdan ağır bir darbe aldığını belirten DBP Eşbaşkanı Keskin Bayındır, seçim sonuçları sonrası ortaya çıkan tablonun, Erdoğan iktidarı için çanların artık çaldığı anlamına geldiğini ifade etti.
ANF'ye konuşan Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eşbaşkanı Keskin Bayındır, 22 yıllık Erdoğan yönetiminin, çöküşün eşiğinde olduğunu; ekonomi ve siyasal alanda yaşanan çöküşün, iç ve dış politikalarda yaşadığı krizlerinden de çok iyi anlaşıdığını belirtti. Türkiye'yi krizler sarmalına sokan Erdoğan yönetiminin, 31 Mart yerel seçimlerinde toplumdan ağır bir darbe aldığını vurgulayan Bayındır, "Seçim sonuçları sonrası ortaya çıkan tablo, Erdoğan iktidarı için çanların artık çaldığı anlamına geliyor” dedi.
SEÇİM YENİLGİSİ İVME KAZANDIRDI
31 Mart yenilgisinin, Erdoğan ve AKP iktidarının çöküşüne yeni bir ivme kazandırdığını kaydeden Bayındır, şöyle devam etti: "Hafızamızı biraz zorlayıp cumhuriyetin ilk yıllarından günümüze kadar uzanan sürece baktığımızda, Türkiye’de iktidarda kalmak isteyen veya siyasi ömrünü uzatmak isteyen tüm oluşumlar veya güçler, bunu hep Kürt düşmanlığı üzerinden yapmaya çalıştı. Kürt düşmanlığı geçmişten günümüze kadar iktidarları beslediği gibi cumhuriyet rejimi için de vazgeçilmez bir strateji olmuştur. Erdoğan yönetimi de bugün yaşadığı çöküşün önüne geçmek için bu stratejiden, yani Kürt düşmanlığından bir kez daha yararlanmak istiyor. Aslında Erdoğan yönetimi bunu ilk kez yapmıyor. İktidarda olduğu 22 yıllık süreç içerisinde hep Kürt düşmanlığı üzerinden siyasi ömrünü uzatmak istedi.”
AKP, BİÇİLEN ROLÜ OYNUYOR
Bugün Kurdistan’da Kürt halkını tüm değerleriyle hedef alan politikaların, 'Çöktürme Planı'nın birer ayağı olarak devlet eliyle uygulandığına işaret eden Bayındır, AKP bu anlamda kendisine biçilen rolü oynadığını; devlet aklının maşası olarak siyasi ömrünü Kürt düşmanlığı üzerinden uzatma arayışını sürdürdüğünü söyledi. Devletin şu ana kadar bu planı istediği düzeyde başaramadığını, her seferinde Kürt halkının direnişiyle karşılaştığını belirten Bayındır, 31 Mart seçim sonuçlarının da ‘Çöktürme Planı’na büyük darbe olduğunu vurguladı.
DEVLET AKLI VAZGEÇMİYOR
Buna rağmen devlet aklı ve Erdoğan yönetiminin vazgeçmediğini, çünkü Kürt düşmanlığından vazgeçmeyi, imha ve inkar politikalarına son vermeyi, siyasi geleceğinin tehlike altına atılması olarak gördüğünü söyleyen Bayındır, şunları dile getirdi: "Bu nedenle de Kürt halkını tüm değerleriyle birlikte hedef alma girişimlerini sürdürüyorlar. Askeri operasyonlarla bunu yıllardır en ağır şekilde sürdürüyorlar ama şu ana kadar bir sonuç alamadılar. Askeri operasyonlarla sonuç alamadıkları için özel savaş politikalarını devreye sokarak Kurdistan’daki savaşı yeni bir boyuta taşıdılar. Birçok sacayağı olan özel savaş politikalarıyla iradesi teslim alınmış, örgütsüz, kendi gerçekliğinden soyutlanmış, tarihsel ve kültürel bilincine yabancılaştırılmış bir halk yaratılmak isteniyor. Bu amaç doğrultusunda Kürt kentlerine yönelik ayrı bir yoğunlaşma söz konusudur.”
DEVLETİN TÜM KURUMLARI ROL ALIYOR
Her ne kadar özel savaş politikaları 1990’larda sonuç vermezse de Erdoğan iktidarının bu politikaları sistematik bir şekilde uygulamaya çalıştığını kaydeden Bayındır, şöyle konuştu: "Özel savaş politikaları kapsamında devleti temsil eden her kurum ve kişiye bir rol biçildi. Tecrit ve işkence uygulamalarıyla cezaevlerinde irade kırma ve teslim alma politikaları derinleştirildi. Kurdistan’da devleti temsil eden eğitim-sağlık kurumlarının yanı sıra Diyanet ve ona bağlı dernek ve vakıflar, Kürt halkının kültürel, inançsal ve toplumsal kodlarını hedef alıyor. Polisi, askeri ve korucusuyla devleti temsil eden kesimler ise kendilerine biçilen rolü oynama çalıştı. Bu rol; Şirnex örneğinde olduğu gibi taciz ve tecavüz ile genç Kürt kadınlarını düşürmektir. Benzer şekilde bu rol; uyuşturucu madde satışına ve kullanımına izin vererek Kürt gençlerinin pasif, yönlendirilebilir bir konuma getirmektir. Böylelikle hem yoz bir toplum inşa etmeyi amaçlıyor hem de Kürt gençlerini ve kadınlarını iradesiz, savunmasız bırakarak teslim almak istiyor. Özel savaş politikalarına karşı gelenleri, buna itiraz edip direnenleri veya bu gerçekliğin farkında olanları ise tıpkı Colemêrg’de olduğu gibi baskı, tehdit ve 90’ları da geride bırakan uygulamalarla sindirmeye çalışıyor.“
DEVLET BİLEREK YÖNELİYOR
Kürt gençleri ve kadınlarının ideolojik ve politik bilincinin, gelinen aşamada Türkiye siyasetinin üstünde olduğunu vurgulayan Bayındır, şunları ifade etti: "Kürt gençleri ve kadınları, bir savunma aracı olarak kendilerini örgütledi ve ideolojik-politik bir bilince erişti. Bugün Kürt halkının demokrasi ve özgürlük mücadelesinin dinamosu, örgütlü Kürt gençleri ve kadınlarıdır. Devlet aklı ve Erdoğan yönetimi de bu gerçekliği çok iyi okuyor. Bu nedenle de özellikle Kürt gençlerini ve Kürt kadınlarını hedef alıyor. AKP-MHP iktidarı için en büyük tehlike kendini örgütlemiş, Kurdistan gerçekliğini iyi analiz etmiş ve buna karşı nerede durması gerektiğini bilen Kürt gençliği ve Kürt kadınlarıdır.”
İMHA VE İNKAR GERÇEKLİĞİ
Kadın ve gençler üzerinde uygulanan politikaların, devletin Kurdistan gerçekliğinin adeta özeti olduğunu belirten Bayındır, bu gerçekliği şöyle izah etti: "Bu gerçeklik, imha ve inkardır… Bu gerçeklik, iradeyi kırıp teslim alma girişimidir… Bu gerçeklik, asimilasyon politikaları, kültürel ve tarihsel kimliği ve bilinci silme girişimidir… Bakınız, geçmişten günümüze on binlerce Kürt genci, genç Kürt kadını, Kurdistan’da devlet eliyle yürütülen savaş politikalarının kurbanı oldu. Yakın geçmişte de tanıklık ettiğimiz gibi, Kürt gençleri, kadınları savaş politikaları kapsamında doğrudan hedef alınarak katledildi. Savaş politikalarının yok edemediği Kürt gençliği ve kadın kimliği ise değindiğimiz özel savaş politikalarının kıskacında tutuldu. Bugün binlerce Kürt genci ve kadınının cezaevinde tutulması da bundan bağımsız ele alınmamalı. Özetle; ideolojik ve politik bilinci tahlil eden, kendini örgütleyerek demokrasi ve özgürlük mücadelesine katkı sunmak isteyen her Kürt genci ve kadını ya katlediliyor ya da özel savaş politikalarıyla saldırı altında tutuluyor, zindanlarda iradesi teslim alınmak isteniyor.”
ÇOK FARKLI AYGITLARLA ÖZEL SAVAŞ
Devletin çok farklı aygıtlarla bu özel savaş politikalarını yürüttüğünü, paramiliter güçlerin faaliyetlerinin bunlardan biri olduğunu dile getiren Bayındır, şöyle devam etti: "Suriye iç savaşının başladığı dönemlerle birlikte paramiliter güçleri ve faaliyetleri daha çok duymaya başladık. DAİŞ ve ÖSO çeteleri bunlardan ön plana çıkan oldu. Erdoğan iktidarının Rojava Devrimi'ni boğmak için bu çeteleri nasıl kullandığına, onlarla yaptığı iş birliğine dünya tanıklık etti. Nitekim bu iş birliği, güncelliğini koruyor. Rojava Devrimi sonrası birçok çete unsurunun farklı oluşumlar adı altında Türkiye’ye kaydırıldığını, bunlara vatandaşlık ve çeşitli pozisyonlarda yer verildiğini biliyoruz. Peki bu durumun Kuzeydeki Kürt kentlerine yansıması nasıl oldu? Bu soruya yanıt vermek için çok geçmişe gerek yok. 2015-2016 öz yönetim süreci Erdoğan iktidarının paramiliter güçlerle olan iş birliğinin Kuzey'deki Kürt kentlerine yansımasını açık bir şekilde ortaya çıkardı. Esedadullah ismiyle Sûr, Nisêbîn ve Cizîr başta olmak üzere öz yönetim merkezlerinde ortaya çıkan çeteler, devlet güçleriyle birlikte hareket ederek Kürt gençlerini ve Kürt kadınlarını katletti. Bu güçlerin kim olduğu ve nereden getirildikleri tartışma konusuyken neye hizmet ettiklerini gerçekleşen katliamlarda açık bir şekilde gördük. Peki o dönem ismi Esedullah olan bu paramiliter güçlere öz yönetim sürecinden sonra ne oldu? Devlet bu güçlerden faydalanmaya devam etti. Bu faydalanmanın merkezinde ise yine Kürt kentleri yer aldı."
SADECE SİLAHLI GÜÇLER DEĞİLDİR
Paramiliter güçler denildiğinde sadece silahlı grupların akla gelmemesi gerektiğini belirten Bayındır, Süleyman Soylu dönemini örnek vererek, o dönem sayıları hızla artan bekçilerin de araştırılması gerektiğini söyledi. Bayındır, "Benzer şekilde iktidarın her dönemde beslediği dernek ve tarikatların, Kurdistan’daki varlıklarında dikkat çekici bir artış söz konusu. Bugün Kürt kadınlarına tecavüz ederek, taciz ederek onları düşürmeye çalışan, yine aynı şekilde Kürt gençlerini uyuşturucu ve yoz bir yaşama sevk edenlerin, söz konusu paramiliter unsurlardan ayrı tutmamak gerekiyor. Devlet, tüm güçleriyle Kurdistan’da 'Çöktürme Planı'nın sürdürüyor. Tabii, bu konseptin merkezinde kadın ve gençlerin yer alması tesadüfi bir durum değildir. Savaş politikalarına karşı Kürt halkının direnişini canlı tutan ve politik bilincini güçlendiren Kürt gençliği ve Kürt kadınlarıdır. Bu nedenle gençlik ve kadın yapısı üzerinden gerçekleşecek olan bir kırılma Kürt halkının mücadelesine ağır bir darbe olacaktır. Bu tespit, devletin ajandasında hep yerini korumuştur. 1980’li yıllarda Amed'deki zindanda Kürt Özgürlük Hareketi’nin öncü isimleri olan Mazlum Doğanların, Kemal Pir, Hayri Durmuş ve Ali Çiçeklerin iradesi üzerinden Kürt halkının uyanışını sekteye uğratmak isteyen zihniyet, bugün aynı amacı tüm alanlarda hayata geçirme çabası içerisinde.“
SADECE KAYYUMA KARŞI DEĞİLDİ
Kürt halkının, devletin Kurdistan’daki varlığına ve politikalarına karşı tutumunu daha iyi analiz etmek için 31 Mart yerel seçimleriyle birlikte gelişen Wan direnişine bakmak gerektiğini belirten DBP Eşbaşkanı Keskin Bayındır, şunları ekledi: "Wan halkının direnişi tarihi bir yanıttı. Her ne kadar kayyum rejimine karşı bir tepki olarak kamuoyunda ön plana çıksa da, iktidarın Kurdistan’daki savaş politikalarına karşı gelişen ideolojik bir tutumdu. Tekçi zihniyet, yıllardır Kürt halkının kimliği, dili, sanatı ve tarihsel belleği üzerinden bir saldırı konsepti geliştiriyor. Savaş konseptinin Kurdistan’da ortaya çıkardığı sonuç ise yıkım, talan ve tecrit oldu. Bugün Kurdistan, doğasıyla, ekolojisiyle, kültürel ve tarihsel değerleriyle topyekun bir saldırı kıskacındadır. Tabii bu saldırılar aynı zamanda toplumsal bir tecrit anlamına geliyor. Bu tecridin merkezinde de Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan yer alıyor. Tecrit, Kürt halkının tüm değerlerini doğrudan hedef almaktadır. Wan'daki direniş, toplumu tecrit etmeye çalışan tekçi zihniyete bir itirazdır, bir kabullenmeme ve irade beyanıdır. Kürt halkının sergilediği tutum, aynı zamanda bir demokrasi ve özgürlük beyanı olarak da ele alınmalıdır. Wan direnişini, Şirnex ve Colemêrg’deki halk tepkilerini aynı zamanda bir mesaj olarak da okumak gerekiyor. Teslim alma, inkar ve imha politikalarına karşı Kürt halkının her zaman en güçlü silahının yine kendi öz gücü olduğu mesajıydı."