‘İşçiler aleyhine düzenleme öngörülüyor’
Avukat Ahmet Ergin, iş hukukunu tek kanunda birleştirecek çalışmanın, iş güvencesi, esneklik, kıdem tazminatı konularında işçiler aleyhine katılaşmasının amaçlandığını söyledi.
Avukat Ahmet Ergin, iş hukukunu tek kanunda birleştirecek çalışmanın, iş güvencesi, esneklik, kıdem tazminatı konularında işçiler aleyhine katılaşmasının amaçlandığını söyledi.
Emek örgütlerinin durumunun içler acısı olduğunu belirten avukat Ahmet Ergin, işçi sınıfının haklarını ya da sınıf sendikacılığına yakın söylemi, savunucusu olan sendika sayısının çok az olduğunu; zaten şu anda toplu sözleşme yapabilen sendikaların da bir elin parmağını geçmediğini belirtti.
Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanı Mehmet Uçum, Ocak 2024’te yaptığı bir açıklamada iş kanunlarının düzenlenmesi için 2019’dan bu yana çalıştıklarını ifade etmiş, “Nihayetinde 14 çalıştay, 10 çalışma grubu toplantısı yapıldı, bu çalışmalarla oluşan birikim sonucu bir politika belgesi oluşturuldu” demişti. İktidar medyasının “çalışma süresi kısalıyor ve güvenceli esnek çalışma” başlıklarıyla vermesi dışında taslağa dair net bir şey yok. Uçum’un bahsettiği bu iş yasasını birleştirme ne getirecek? Güvenceli esneklik ne anlama geliyor, esnek çalışma yaygınlaşacak mı? Avukat Ahmet Ergin, iş kanunlarında yapılması beklenen bu değişiklikle ilgili ANF’nin sorularını yanıtladı.
Mehmet Uçum’un 2019’dan bu yana üstünden çalışıyoruz, dediği bu iş kanunlarının birleştirilmesi tam olarak nedir?
Türkiye'de birçok alanda demokratik hakları genişletecek, emeğin haklarını güvence altına alacak ve genişletecek yasadır, anayasadır, mevzuat değişikliğidir; bunlara ihtiyaç tartışmasız zaten var. Mesele, aynen anayasa meselesinde olduğu gibi iş hukuku alanında da temel bir kodifikasyon yapılacak, bütün kanunları birleştirecek, tek bir kanunda toplayacak bir çalışmayı, kamuoyunun büyük bir bölümü gibi bizler de birkaç ay önce Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanı Mehmet Uçum'un açıklamalarıyla öğrendik. 2019'lardan bu yana böyle bir çalışma olduğunu söyledi. Ara ara bir şeyler sızdı kamuoyuna, çalışmanın niteliğini göstermesi bakımından sızdırıldığını düşünüyoruz ama bu sızdırılanlar “iyi” tarafıydı. Yani çalışma saatlerinin düşürülmesinden tutalım da havada, denizde ve borçlar kanununda sınırlanmış ev emekçileri bakımından da belli korumaların geleceğine ilişkin haberler sızdırıldı. Türkiye'de patronların yakındığı bir şey var. O da çalışma sisteminin yeterince, en azından uygulama itibarıyla esnek olmaması. Güvenceli esneklik diye soslanmış bir başlık daha var. Aynı zamanda Orta Vadeli Program’la (OVP) hedeflenenler ortada, üç yıllık bir dönemde kıdem tazminatı yükünden kurtulmak ve çalışma mevzuatının esnekleştirilmesi.
Bu iki başlıktan özellikle patronların da yakındığını ifade ettiğiniz esnek çalışma, basına sızdırılan haberlerde son derece pembe bir tablo ile anlatılıyor ama aslında ne amaçlanıyor ve ayrıca bahsedilen “güvenceli esneklik” nedir?
Esnek çalışmadan kast edilen, aslında patronun, işverenin ihtiyaç duyduğunda, emek gücünün onun emrinde olması, ihtiyaç duymadığında kendi mecrasında olması. Aslında süre bakımından, kişi bakımından, çalışma saatleri bakımından, her bakımdan esneklikten kasıt; işçinin, çalışanın ihtiyacı değil. Oradaki işin ve patronun ihtiyacı. Esnek çalışmadan biz bunu anlıyoruz, herkes de bunu anlıyor zaten. Bunun birçok modeli var. Türkiye'de yürürlükte, 20 yıldır uygulanan kanundaki esnek çalışmanın birçok tür ve modeli de var. Kimisi uygulanıyor, kimisi uygulanmıyor. Bu belirli süreli sözleşmeden tutalım da esnek çalışma bakımından part-time çalışmaya, platform çalışmalarına, sıfır saat sözleşmesinden çağrı üzerine çalışmaya kadar birçok sözleşme türünden bahsediliyor. Avrupa'da olanların bir kısmı bizim kanunlarımızda da var. Adı farklı ama yeterince uygulanmıyor. Uygulanmamasının sebebi; hayatın gerçekleriyle uyumsuzluğu, bir de direnç var sonuçta. Bu da sınıf hareketinin direnç noktası. Belli düzeylerde de olsa var. Esneklik sanıldığı gibi “Ben canım istedi bugün gideyim, iki saat çalışayım. Öbür gün hiç çalışmayayım, diğer gün 12 saat çalışıp hayatımı sürdüreyim” değil. İşçiler bunu böyle beklemesin.
Böyle pazarlanıyor...
Evet, böyle pazarlanıyor ama ihtiyacı olduğunda patron işçiyi 11 saat çalıştıracak, iş olmadığında kapı önüne koyacak, bazı aylar ayda bir gün, iki gün çalıştıracak, bazı aylar hiç çalıştırmayacak, bazı aylar da 25 gün çalıştıracak. Bu onun ihtiyacına göre olacak. Güçlü olan o. Bunun güvencesinin nasıl olacağını kimse ortaya koyamıyor. En büyük güvence nedir? İş hukuku bakımından iş güvencesidir. Esnek çalışmada iş güvencesi var mı? Yok, birçok şarta bağlı. Zaten Türkiye'de işçiler bakımından kısmen ve de 657 bakımından memurlar için iş güvencesinden bahsedebiliriz. Genel olarak işçiler bakımından bir iş güvencesi zaten yok, esnek çalışanlar bakımından hiç olmayacak.
Güvenceli esneklikten kastettikleri de iş güvencesine sahip değil. Eğer tanımlamak istedikleri şuysa; Örneğin platform çalışmalar dediğimiz “Uber” türü veya kuryeler var Türkiye'de, moto-kuryeler ve de belli sipariş verilen platformlar var. O platformlarda çalışanların bir kısmı işçi gibi çalıştırılmıyor. Kendi vergi levhasıyla sanki esnafmış gibi, esnaf kurye dediğimiz bir model var. Eğer bunu işçi olarak tanımlanmasını sağlayacak bir düzenleme ise bu düzenleme pekâlâ şu anki kanunla yapılır. Bu kanuna uygun yönetmelik çıkartılarak da yapılır. Esnaf kurye modeli yasaklanabilir. Yasaklanmalıdır da çünkü bağımlılık ilişkisi var. Vergi levhası sadece o işçinin belli haklarını yok etmek için uydurulmuş bir şey. Örneğin kıdem tazminatı, yıllık izin, hatta hafta tatili iznini bile. Bunlara sahip olamıyor esnaf kurye dediğimiz kuryeler. Çalışmayacaksa hiç ücret alamıyor. Yani hafta tatili gününde de ücret alamıyorlar. Yıllık izne çıkacak ve bir hafta bir yerde dinlenecekse de o bir hafta hiç ücret alamıyorlar. Bunun önüne geçmek ihtiyaç ama bu ihtiyaç bu şekilde bir kanun olacak bir şey değil.
Peki o zaman neden birleştirilmek isteniyor?
Türkiye'de bireysel iş hukuku bakımından uygulanan dört tane temel kanun var; Deniz İş Kanunu, Borçlar Kanunu, Basın Kanunu ve İş Kanunu. Hava iş kolu eğer yer hizmetlerinde çalışmıyorsa ve sendikalı değilse havada çalışanlar, yani uçak kabin görevlileri, pilotları vs. İş Kanunu’na tabi değiller, Borçlar Kanunu’na tabiler. Borçlar Kanunu’na tabi çalışan en büyük iş gruplarından birisi ev emekçileri, ev hizmetlerinde çalışanlar ile 50'den az işçisi bulunan tarım işletmenlerindeki çalışanlar. Bunlar herhangi bir güvenceye sahip değil. Borçlar Kanunu'nda kıdem tazminat hakkı yok, ihbar tazminatı çok kısıtlı. İş güvencesi, yani işe iade davasının açma gibi bir hakları da yok.
Öte yandan bu kanunları birleştirmenin akademide de bir karşılığı yok, başta onu söyleyelim. Çünkü hep örneği verilir: Birincisi bizim Sosyal Güvenlik Kanunu, 5510 sayılı Kanun ve anlaşılması zor bir kanundur, içinden çıkılmaz. Hukukçular bile anlamakta zorlanır. Hatta Fransa'da bin 500 maddelik bir iş kanunu kodu var mesela. Fransa dışında, Batı Avrupa ülkelerinde rastlanılan bir şey değil ama orada daha çok karmaşa var. Türkiye'deki kanunlar daha sade. Birleşmeye bu yönüyle bir karşı çıkış var.
Birleşme hangi ihtiyacın ürünüdür? Amaç havacılık iş kolunda çalışanların, 50’den az işçisi bulunan tarım işletmelerinde çalışanların kanundan yararlanmasını sağlamaksa onu da çok kolay bir yolu var. Kanuna bir fıkra eklenerek bu sağlanabilir. Bunun için bir ortak kanun ihtiyacı yok. Ortak kanunla, tek bir iş kanunuyla amaçlarının bu olmadığının anlaşılması için bu örnekleri verdim aslında. Ortak kanundan bizce şunu amaçlıyorlar; aynı dönemde çıkacağına göre Orta Vadeli Program’la kıdem tazminatının yasal olarak da tamamen ortadan kaldırılması gibi bir murat var. Misal, 21 yıllık uygulamada esneklik yeterince ve her alanda uygulanmıyor, diyor işveren temsilcileri. Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu Genel Sekreteri, geçtiğimiz haftalarda düzenlenen bir etkinlikte bunu yine tekrarladı. Bu yeni kanunla ilgili dört tane önerimiz var, dedi. Bir, esneklik, güvenceli esneklik, bu her alanda uygulanmalı, deyip bununla istihdamı arttırabiliriz, diyerek de süsledi. Bir de böyle bir sosları var. Ayrıca iş güvencesinin şu anki halini dahi istemiyorlar. Misal işe iade davasından şu anki halinden patronlar rahatsız. Uygulamanın amacını aştığını düşünüyorlar. İş akdinin feshine karşı koruma dediğimiz şeyin, işveren iradesiyle çatışmamasını istiyorlar.
Bu ne demek?
Ben istediğim işçiyi istediğim zaman çıkartmalıyım ve o işçi, işe iade davası açıp yeniden işe dönme imkânına kavuşmamalı, demek. Böyle bir umudu bile olmamalı. Bir de dijitalleşmeyi istiyor patronlar. Evet, yani bu tartışılabilir düzgün bir şekilde. Çağ, dijitalleşme çağı. Aynı zamanda bir de içtihat birliği istiyorlar. Bu da olabilir. İçtihat birliğinin nerede birleşeceği önemli olmakla birlikte iş hukukunun özünü zedeleyen ve iş hukukunun aslında işçiyi koruma hukuku olduğu gerçeğini göz ardı eden bir içtihat değilse birleştirilir, bunun da çok mahsuru yok. Özellikle üç konu; iş güvencesi ve esneklik, aynı zamanda kıdem tazminatına dair temel talepleri var.
Biz yeni iş kanununda bunların olmasının, işçilerin şu ankinden çok daha geri haklara sahip olacağını, örgütlenme ve sendikal haklarının tamamen gerileyeceğini düşünüyoruz. İş hukukuna, işçi cephesinden bakan hukukçuların şöyle bir beklentisi var; belli konularda bireysel hakların belki bugünkünden bir tık daha iyi olabileceği ya da bugünkü hakların daha iyi tanımlanabileceği bir yasa olabilir. Toplu iş hukukunun, yani kolektif hakların, sendika hakkının çok daha zedeleneceği, korporasyon tipi, faşist sendikacılığın, devlet tipi sendikacılığın daha da önünün açılacağı, sendikal özgürlüklerin tamamen törpüleneceği bir beklenti, çok yaygın bir beklenti.
Hem iş mahkemeleri hem de sendikal haklar, en azından Türkiye'deki işçi sınıfının da tutunduğu cılız da olsa dallardan biri. Bunların ortadan kalkması ne getirir?
Türkiye'de de şöyle bir gerçek var verili, yazılı olan hukuk aslında çalışırken uygulanabilen bir hukuk değil. İşçi fabrikada örgütsüzse kanunda yazılı haklarını kullanma şansı yok. Karşısında çok güçlü, bütün iş güvencesinin patronun iki dudağının arasında olduğu bir düzen varken, işçiyi çalışırken koruyacak tek şey örgütlülüğü. Bu örgütlülüğün de aslında sınıf sendikacılığına uygun bir sendikal örgütlenmeyle olduğu gerçeği var. Türkiye'de bu çok zayıf. Normal sendikal örgütlenme de çok zayıf, yüzde 15'ler düzeyinde işçilerin sendikal örgütlülüğü var, yüzde 8-9'lar düzeyinde toplu iş sözleşmesinden yararlanan bir işçi yüzdesi var. Sendikalı işçi sayısının yüzde 15 olmasının sebebi de önemli bir bölümün KHK'yla kadroya geçirilmesi. Belediyeler ve sağlık iş kolunda taşeron olarak çalışanlar, şu anda sendikalı olduğu için sendikalı sayısı çok gibi görünüyor. Aslında gerçeği bu bile değil. Haliyle bu birleştirmeden işçilerin aslında var olan haklarını geliştirmek mümkün değil. Şöyle bir yanı var yasal değişiklik istemenin; yasalar en azından işten çıkan işçiler bakımından bir güvence oluyor. Kıdem tazminatı böyle bir güvence. İş güvencesi, yani işe iade davası açma hakkı böyle bir hak. Şimdi bu hakların da elinden alınması durumunda işçilerin kolu kanadı kırılmış olacak. Çalışırken örgütlüyse uygulatabileceği yasal haklarını çalışmadığında dava açarak uygulayabilecek işçinin dava yolları da elinden alınmak isteniyor. Çünkü hak olmadığında neyin davasını açacak bu işçiler?
Emek örgütlerinin bu çalışmaya nasıl itirazları var?
Emek örgütlerinin durumu çok içler acısı, önce bu gerçeği teslim ederek başlayalım. İşçi sınıfının haklarını ya da sınıf sendikacılığına yakın söylemi, savunusu olan sendika sayısı çok az. Baraj altı bazı sendikaları saymazsak, şu anda toplu sözleşme yapabilen sendikalar da bir elin parmağını geçmiyor. Bazı konfederasyonlar, Hak-İş, Türk-İş gibi tamamen hükümete teslim olmuş durumda. Tabii ki onlarda da hükümete teslim olmak beraberinde şunu getirmiyor, işçinin karşısında bir söylemi geliştiremiyorlar. Süslü sözlerle belki bunu yapabiliyorlar.
Emek örgütleri ya da sendikalar şu ana kadarki açıklamalarından gördüğümüz kadarıyla iş kanunlarının birleştirilmesine karşılar, köklü bir şekilde yeni bir yasanın yapılmasına da karşılar. En azından açıklamaları bu düzeyde. Bu açıklamalara uygun hareketlerini de sağlamaları gerekir. Bu tür yasalar, yani iş yasası toplumun neredeyse tamamını ilgilendirir. Dolayısıyla belli bir diyalogla çıkabilir. Öbür türlü çıkması mümkün değildir. Aslında toplum karşı koyduğunda bu tür yasaları engelleme, işçi sınıfının örgütlü, örgütsüz, hiç önemli değil, tepkisinin toplamı böyle bir yasal çalışmanın önünü kapatabilir. Belli sinir uçları var iç sınıfının, bunlara dokunulduğunda, örneğin kıdem tazminatı gibi, bence iş güvencesi de açıkça dillendirilmeye başlandığına göre o da böyle bir sinir ucu olacaktır. Bunlar hareketi de yükseltecek bir nokta oluşturur. Çünkü zaten kriz nedeniyle çok zor durumda işçiler, ücretleri eridi. Şimdi aynı zamanda böyle bir saldırıyla da karşı karşıya gelindiğinde belki de bu saldırılar, sınıf hareketinin yükselmesinde kaldıraç işlevi görecektir. Açıkçası ben bunun nesnel koşullarının olduğunu düşünüyorum.