'İşçilerin yapması gereken Wan'dan güç almaktır'
KÖZ Temsilcisi Ömer Yıldız, Türkiyeli emekçilerin demokrasi savaşının öncüsü olması gerektiğini belirterek, "İşçilerin yapması gereken Wan'dan güç almaktır" dedi.
KÖZ Temsilcisi Ömer Yıldız, Türkiyeli emekçilerin demokrasi savaşının öncüsü olması gerektiğini belirterek, "İşçilerin yapması gereken Wan'dan güç almaktır" dedi.
Yerel seçimler sonrası yenilgi yaşayan AKP iktidarı, devrimci örgütlerin, sendikaların, muhalefetin ısrarına rağmen Taksim Meydanı’nı açmamakta kararlı. Türk İçişleri Bakanı, Taksim Meydanı’nda yapılacak herhangi bir eyleme "izin" vermeyeceklerini açıklamasına rağmen başta DİSK, DEM Parti, devrimci örgütler olmak üzere CHP de dahil muhalefet Taksim’de 1 Mayıs kutlamalarının yapılacağını belirtti.
'EMEKÇİ HAREKET GÜÇSÜZ DEĞİL, GÜCÜNÜ KULLANAMIYOR'
KÖZ’den Ömer Yıldız, Taksim ve 1 Mayıs sürecini ANF’ye değerlendirdi.
1 Mayıs’ın bir mücadele ve dayanışma günü olduğunu, uluslararası bir karakter taşıdığını belirten Yıldız, işçilerin iktidara karşı nasıl durduğuna, Kürt halkıyla nasıl dayanıştığına bakılması gerektiğini söyleyerek, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Burjuva sosyalist propagandanın aksine 1 Mayıs bir bayram değil mücadele ve dayanışma günüdür. Tek tek işçilerin, şu ya da bu sektörün değil işçi sınıfının mücadele günüdür. O halde 1 Mayıs’a doğru işçi ve emekçiler ne durumda sorusunu yanıtlamak için yaşadığımız topraklardaki işçilerin uğradığı ekonomik saldırılara, bu saldırılara karşı yürüttüğü sendikal mücadeleye bakmak değil, işçilerin siyasal olarak hükümete karşı nasıl mücadele ettiğine, ezilen Kürt ulusuyla ne oranda dayanışma içinde olduğuna bakmak gerekir.
Kritik bir siyasi dönemden geçiyoruz. Karşımızda gerileyen bir hükümet var. Gerileyişi yeni değil on beş yıldır sürüyor. Türkiye’de bir tek adam rejimi yok. Hiçbir zaman da olmadı. Erdoğan tüm gerileyişine rağmen hâlâ ayaktaysa bu onun meziyetlerinden ve gücünden ötürü değil, 12 Eylül rejiminin on yılı aşkın bir süredir derin bir kriz içinde olmasından ötürüdür. Erdoğan bir 'tek adam' olduğu için değil, 12 Eylül rejimi ordusundan seçimlerine, hiçbir kurumu işlemediği için koltuğunda oturmaktadır. Üstelik o koltukta oturabilmek için 7 Haziran seçimlerinden beri MHP’ye teslim olarak bir iç savaş başlattı. Hedef tahtasına HDP’yi koydu, kendisine muhalif olan tüm kesimleri düşman olarak ilan etti. Ancak artık bu iç savaşın yükünü taşıyamadığı için MHP’den kurtulmaya, iç savaşı bitirmeye çalışıyor. Gelgelelim MHP Erdoğan’ı bırakmaya hiç niyetli değildir. Erdoğan’ın MHP’den kurtulmasının tek yolu CHP’yle anlaşmasıdır. Yeni anayasa manevrası bu mecburiyetin ve çaresizliğin sonucudur. O halde emekçilerin düşmanları son kırk beş yılın en büyük kriziyle yüz yüzedirler. Sadece zayıf değil, zayıflamaktadırlar. Bu tablo karşısında siyasi sorumluluklarını unutturmak isteyenler sendikalist bir gözlük takarak, işçilerin dağınıklığından zayıflığından dem vurup vahlanmaktadırlar. İşçilerin ve emekçilerin güçsüzlüğü onların sinmişliğinin mazeretini üretmektedir. Her şeye en baştan başlamak gerektiğini söyleyerek, aslında şu anda siyasal olarak yapacak hiçbir şey olmadığını itiraf etmektedirler. Halbuki işin aslı tam tersidir.
Siyasal olarak Türkiyeli emekçiler hiç de dağınık değildir, bir gerileyiş dönemi hiçbir şekilde söz konusu değildir. Kurdistan dışarıda tutulduğunda dahi sol partilerin meclisteki ağırlığı 1965’in neredeyse iki katıdır. İçinde bulunduğumuz iç savaş koşullarına rağmen eylem kapasitesi bunun gerisinde değildir. İşçi-emekçi mitingleri olarak 1 Mayıslar, Newrozlar hem yaygınlık hem de kitlesellik bakımından 1960-80 döneminden daha geri değildir. Düzen güçleri tarihinin en büyük krizi ile yüz yüzeyken işçi ve emekçiler de siyasal olarak tarihlerinin en güçlü döneminden geçmektedirler. Aslına bakılırsa Erdoğan hükümetinin iç savaşı başlatmasının en önemli sebebi, emekçi hareketinin hükümetin kaderini sadece oylarıyla değil eylemleriyle tayin edebilecek bir güce kavuşmuş olmasıydı. O günden bugüne 31 Mart seçimlerinde ve Wan direnişinde bir kez daha görüldüğü üzere bu güç azalmış değildir, yerli yerinde durmaktadır.
Bugün emekçi hareketinin sorunu güçsüz olması değil sahip olduğu devasa gücü kendi kurtuluşu yolunda kullanamamasıdır. Emekçilerin gücünün dayattığı soru açıktır. Bu güç nasıl kullanılacaktır? Hükümete karşı işçi ve emekçilerin birleşik ve eylemli mücadelesini büyütmek için mi? Düzen partileri arasındaki seçim ve anayasa pazarlıklarının bir parçası olmak için mi? Bugün hükümet Kurdistan’a Zap’a Metîna’ya yönelik yeni bir sefer hazırlığında bulunurken bu sorunun yanıtı yaşamsal önem taşımaktadır.”
‘TAKSİM'İ KAZANAN BDP’NİN İÇİNDE OLDUĞU BLOKUN KARARLI TUTUMUDUR’
Taksim ısrarının politik bir anlamı olduğunu ve BDP'nin rolünü hatırlatan Yıldız, şöyle devam etti:
“Yaşadığımız topraklarda Taksim ısrarının elbette politik bir anlamı var. 1 Mayıs 1977 karşı devrimin sola karşı hücumunun işaret fişeğidir. 77 Taksim 1 Mayısı’ndaki saldırıyı boşa çıkaramayan sol 77’den bir yıl sonra Taksim’den çıkarılmış, on beş yıllık bir gerileme sürecine girmiştir. Taksim Meydanı’nın kapıları 2010’da açılmıştır. Kapıları açtıran ise o dönem odağında BDP’nin durduğu blokun 1 Mayıslarda inisiyatifi CHP ve DİSK’e bırakmaktan vazgeçip Taksim için doğrudan başvuracağını ilan etmesiydi. Böylelikle yeni bir iklim hâkim oldu. 2011’de kürsüdeki Kürtçe yasağı bu iklimde kırıldı. 2013’te Erdoğan inşaatı bahane edip Taksim kapılarını kapatınca Gezi Ayaklanması ile bu kapılar kitlesel bir biçimde kırıldı. Gelgelelim aynı blokun bileşenlerinin çoğu Gezi’de hükümeti devirmeyi hedefleyen bir eylem çizgisi yerine seçimlerde güç kazanmayı bir çizgi olarak benimseyince inisiyatif bir kez daha CHP güdümündeki sendikalara ve sivil toplum örgütlerine geçti. Erdoğan Taksim’i boşalttı ve kapılarını sıkıca kapattı. 7 Haziran sonrası başlayan iç savaş Taksim’i toptan gündemden düşürdü. Emekten ezilenlerden yana güçler Taksim kapılarını bir kez daha açmayı hedefliyorlarsa 2010-13 sürecinden ders almalıdırlar. Taksim kapıları anayasa değişikliklerine, burjuva muhalefetine ya da sendika bürokrasisine bel bağlayarak değil emekçilerin örgütlerinin ve partilerinin kendi bağımsız çizgisinde hareket etmesiyle açılabilir."
‘İŞÇİLERİN YAPMASI GEREKEN WAN’DAN GÜÇ ALMAKTIR’
İktidarın verdiği yumuşama sinyallerinin CHP ile pazarlık için olduğunu, CHP’nin ise iki sürecin şaşmaz destekçisi olduğunu söyleyen KÖZ Temsilcisi Ömer Yıldız, emekçilerin bağımsız bir çizgide, kendi talepleriyle mücadeleyi yükseltmeleri gerektiğini belirterek, şunları ekledi:
“Mehmet Şimşek eliyle yürütülen yoksullaştırma programının diğer boyutu ise, siyasi istikrar adına Metîna’ya yürütülen imha operasyonudur. CHP her iki sürecin şaşmaz destekçisidir. Saldırılar sürerken yeni anayasa sorunu siyasi gündemin merkezine oturacaktır. Askeri seferlerin sonuç alabileceğine ancak on yıllardır süren Kürt Baharı’nın ne olduğunu bilmeyenler inanacaktır. Erdoğan’la CHP’nin yeni bir anayasa yapabileceğine 2010’nun yetmez ama evetçilerinin bile inanması güçtür. Ama tüm bunlar emekçiler ve ezilenleri muazzam fırsatlar barındıran bir demokrasi savaşının beklediğini anlatır.
Bu koşullar altında emekçi hareketinin yapması gereken 1 Mayıs’a doğru gerçekleştiremediğini 2 Mayıs’tan itibaren gerçekleştirmektir. İnisiyatifi düzen muhalefetine bırakmayan bağımsız bir çizgide hareket etmektir.
Bu bağımsız çizgi kendini üç temel eksenden ayırt eder:
- IMF'cilere karşı sendikalı, sendikasız, taşeronda çalışan işçilerin ve işsizlerin, Afgan’ından Nijerlisine tüm göçmen emekçilerin ortak mücadelesi.
- Abdullah Öcalan dahil olmak üzere tüm siyasi tutsaklara özgürlük talebi.
- Kurdistan’daki imha harekatını püskürtmek için eylemli birleşik mücadele.
Doğrusu, 31 Mart’ın hemen ertesinde Wan’daki başkaldırının öğrettiği de bundan başka bir şey değil. Yapılması gereken AKP ve CHP arasındaki anayasa pazarlığının figüranlığını reddetmek, Wan’dan güç almak, demokrasi savaşının öncü savaşçısı olmaktır.”