Zonguldak’ta kaçak bir madende çalışan 50 yaşındaki, Afganistanlı göçmen Vezir Mohammed Nourtani’nin cesedinin yanmış bir şekilde bulunmasının ardından başlayan soruşturmada, işçinin yaralanmasına rağmen hastaneye götürülmeyip ormanlık alanda ocak sahipleri tarafından yakıldığı ortaya çıktı. Kaçak maden ocağın deşifre olmaması için işçiyi yakarak öldüren MHP Gelik Belde Başkanı ve ocağın sahibi Hakan Körnöş ile beraberindekiler ise cinayetten tutuklandı.
Daha önce de 2019’da iş cinayetine kurban giden Suriyeli işçi Mustafa El Recep’in cesedi de battaniyeye sarılı olarak Adana Mersin yolunda bir portakal bahçesine bırakılmıştı. Göçmenler ve göçmen emeği üzerine çalışmalar yapan gazeteci yazar Ercüment Akdeniz, bu türden olayların münferit olmadığını ifade ediyor. Akdeniz özellikle Zonguldak’taki kaçak madenlerde çalışacak göçmen işçilerin bir ağ ile buraya getirildiğini de anlatıyor.
Zonguldak’ta Afganistanlı bir işçi, kaçak madende fenalaşmasının ardından maden sahipleri tarafından henüz ölmeden yakılarak katledildi. İş cinayetlerinde ciddi bir artış var ve artık göçmen işçilerin sayısı da göz çarpıyor. Buradaki cinayet son derece dehşet verici fakat özellikle buradaki kaçak madenlerde yine göçmen işçilerin tercih edilmesinde nasıl bir tablo var?
Zonguldak’a rödovans (imtiyaz hakkı) sistemi geldikten, yani Kamu İktisadi Teşekkülü kapsamındaki fabrikalar özelleştirdikten sonra orada sendikalı işçi oranı azaldı. Böylelikle orada mafyatik bir örgütlenme ortaya çıktı. Belirli sermaye grupları, daha küçük ve daha hızlı büyümek isteyenler, ucu MHP ya da çeşitli gruplara kadar uzananlar, şimdi mantar gibi türemiş durumda. Oradaki kaçak madenleri şöyle tarif edebiliriz. Ocağı, örneğin bir gecekondunun bahçesinde bile açıyorlar. Bir tepede açıyorlar. Zonguldak’ın tepelerini gezdim ve sayısız kaçak maden ocağı var. Yol kenarlarında, köprü altlarında giriş yerleri olan yerler var.
Öte yandan Zonguldak’ın sosyolojik olarak şöyle bir önemi var. Zonguldak’ta madencilik babadan oğula geçiyordu fakat bunlar önemli oranda Zonguldak dışına çıktı.
Neden?
Çünkü mesela şu an Soma'da iş cinayetinden sonra, özellikle asgari ücret düzeyinde 1 + 1 maaş aldıkları için orası cazip hale geldi ve Zonguldak’ta bu işi bilen insanlar oraya geçti. Haliyle burada kalifiye işçi bulmak hem zorlaştı hem de bu kaçak madenlere onlar inmek istemiyorlar zaten. Çünkü iş sağlığı ve iş güvenliği adına hiçbir şey yok. O zaman tabii ki burada çalışacak, ölmeyi de göze alacak insanlar gerekiyor. Onlar da zaten göçmen işçiler oluyor.
Zonguldak'ta aslında Suriyeliler değil, Afganistanlılar göze çarpıyor bu alanda. Onun da şöyle bir hikâyesi var. Afganistan’ın birçok bölgesinden yola çıkıp buraya doğru gelenler aslında burada nerede çalışacaklarını biliyor. Bunu Van gölünde batan teknede de görmüştük. O çocukların da nerede çalışacakları belliydi. Hangi atölyede, hangi ilde, nerede yatacaklarına kadar...
Bir nevi bir ağı mı var yani?
Tabii ki bunun bir ağı var. Örneğin ,şçi ihtiyacı doğrultusunda sipariş geliyor işverenlerden, göçmen kaçakçıları da buna göre Afganistan'da illere bunu haber veriyor. Arada işçi simsarları var, tacirler var; bunlar çift taraflı komisyon alıyorlar. İşçi başına hem Türkiye’deki patrondan hem de getirdikleri işçiden komisyon alıyorlar. Böyle bir trafik var. Dolayısıyla burada patronlar bu işin suç ortağı. Sadece göçmen kaçakçıları değil. Çünkü rezerv kaynağını onlar istiyor.
Tabii bir işçi hayatını kaybettiği zaman, eğer Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıysa ve hele hele bir de sigortası varsa ve bu fabrika ruhsatsızsa ya da maden kaçaksa bunun yaptırımı çok ağır olabiliyor. Fakat göçmen olunca bir şekilde hallediyorlar, bu olayda gördüğümüz gibi. O yüzden daha çok kaçak göçmen tercih etmeye başladılar. Hem Zonguldak’ta kaçak madenlerde hem de genel olarak bu tüm sektörlerde çok vahşi bir çalışma rejimi ve orman kanunları geçerli. Aileler de genellikle şikâyetçi olamıyor, çünkü şikâyetçi oldukları an eğer aile de buradaysa sınır dışı ediliyor. Savunmasız korumasız, güvencesiz, tehdit ediliyorlar, sınır dışı ediliyorlar. Çünkü rüşvet mekanizması, sınırdaki kolluk güçlerinden sınır denetimcilerine ve de bu insan ticareti yapanlardan patronlara kadar uzanıyor.
O zaman bu olay çok da münferit değil diyorsunuz...
Evet. Örneğin inşaatlarda çalışırken ölen ama betona gömülen kaç göçmen işçi var bilmiyoruz ya da diyelim tarlada çalışırken ölüp bir köşeye atılan kaç kişi var bilmiyoruz. Şimdi bütün bu olaylar şunu gösteriyor: Kimsesizler mezarlığı, ölümler, adli raporlar, emniyetteki raporlar... Bütün bunların yeniden incelenmesi ve ortaya çıkarılması gerekiyor. Burada bir siyasal sorumluluk var. Meclise bu konuda araştırma önergesi mi verilir veya partiler bir araya mı gelir bilmiyorum ama burada önemli bir sorumluluk var. Bunun üzerine gitmek lazım. Çünkü çok dikkat çekici bir biçimde bu işler artmaya başladı ve artık saklanamıyor, mızrak çuvala sığmıyor. Öyle bir tablo var. Burada önemli bir ırkçılık da var. Irkçılık dediğin şey, bir ırkın diğer ırk üzerindeki üstünlüğü ve egemenliğidir. Artık dışarıdan gelen herkes ırklaştırılıyor. Bir nevi alt ırk muamelesi görüyorlar. Hangi ülkeden geldiğinin bir önemi yok. Yurttaşlar ve yerliler var, bir de sınırın dışından, yasa dışı yolla sınırı geçip gelenler var ve bunlar yabancı bir ırk muamelesi görüyorlar. Sınırdan geçişleri istenmiyor ya da sınıra duvar örülüyor, göçmen geçişlerini engelleniyormuş gibi görünüyor ama hiç öyle değil. Tam tersine bu aslında bir filtre sistemi.
Nedir bu filtre sistemi?
Yani istedikleri kadar iş gücünü transfer etmeleri onlar için yeterli. Bu yasa dışılık, ötekileştirme ya da ırksal dışlanma göçmenlerde şuna yol açıyor. Bütün o bariyerleri gelip geçince her şeye razı olan, her şeye biat eden, ölüme dahi biat eden bir alt kitle yaratılmış oluyor. Bunu geçmiş yıllarda Kürt işçilere yapıyorlardı, şimdi göçmenlere yapıyorlar. Hem yerli işçilerle göçmen işçilerin arasını açıyorlar hem de gelenler aşırı bir dışlanmaya uğradıkları için bir kentte, bir işte tutunabilmek için her şeye rıza gösteriyor. Bu aslında kapitalizmin yeni göç rejiminin merhaleleri. Bu sadece Türkiye’ye özgü de değil, dünyanın birçok yerinde var ama Türkiye’de çok dikkat çekici bir biçimde göstermeye başladı. AKP iktidara geldiğinden beri 32 bin tespit edilen iş cinayeti ölümü var. Bunların nereden bakarsanız 900’ü mülteci veya göçmen. Çok yüksek bir rakam. Tabii bunların kaçı tespit ediliyor, asıl mesele de bu. Göçmen işçiler bakımından ya da bu kaçak madenlerde çalışan yerli işçiler açısından da şunu söylemek lazım; normal öldüyse, bir haber olmadıysa, bu önemsiz hale geliyor. Olay şiddet düzeyiyle ölçülürse burada çok ciddi bir sorun olur. Çünkü meslek hastalıklarından tutun da alınabilecek en basit önlemlerin ihmali yüzünden ölen işçiler var. Şunu da eklemek lazım. Bu kaçak maden ocakları sadece Zonguldak’ta değil, İzmir’ Kınık’ta da var örneğin. Gencecik çocuklar korkunç koşullarda yaşıyorlar ve yerli- göçmen işçiler koyun koyuna ölüyor. Çıkış yolu da, bunların ortak örgütlenmesi ve ortak mücadelesinden geçiyor. Orada da maalesef sendikalar çok kötü bir sınav veriyor. Aidat sendikacılığı ya da milliyetçi sendikacılık yapıyorlar. Çünkü patronların işine bu geliyor. Ben patronlarla birlikte yaptıklarını düşünüyorum.
Küresel göç yönetimi açısından böyle bir strateji oluşmuşsa ve Türkiye’nin ulusal göç yönetim stratejisi de bu stratejiye entegre ve uyumlu olarak bunu dizayn ediyorsa, yani korkunç bir güvencesiz göçmen emeği transferi yapıp ölümlerine neden oluyorsa bu bir stratejinin sonucudur. Bu stratejinin karşısında emek örgütleri, sendikalar ve demokrasi güçleri ne yapıyor? Herkesin sorması gereken soru bu.