Öztürk: Tecridin kırılması demokrasinin tesisi açısından hayati önemde

Kürt sorununun çözümsüzlüğe sürüklenmesinin ve tecridin yıkıcı etkilerinin çok geniş olduğunu belirten DTK Eşbaşkanı Berdan Öztürk, tecridin kırılmasının, demokrasinin tesisi açısından hayati önemde olduğunu söyledi.

İMRALI TECRİDİ

DTK Eşbaşkanı Berdan Öztürk, her alandaki krize işaret ederek, “Türkiye’nin bu çıkmazının panzehiri de diyalog sürecinin yeniden başlatılmasıdır” dedi. 

ANF’ye konuşan DTK Eşbaşkanı Berdan Öztürk, İmralı’da başlayan tecridin tüm alanlara sirayet ettiğini söyledi. Öztürk, “İmralı’dan bütün cezaevlerine, oradan topluma yayılan bu tecridin en net yansımalarından biri, insanların adeta açlıkla ıslah edilmesi, yani ekonomik boyuttur. Bir savaş politikası yürütülüyor. Bu savaş politikasının kutuplaştıran boyutunun, hayati boyutunun yanı sıra ekonomik tahribatını DEM Parti defalarca ortaya koydu. Bir SİHA uçuyor, on binler o ay tabağına yiyecek yemek koyamıyor. Türkiye’de insanlar mutsuz, geleceksiz hissediyor. Elbette örgütlülükle buna karşı bir mücadele yürütülüyor. 1 Mayıs’ta buna dair çok net fotoğraflar gördük. Polis devletine karşılık eylemcilerin örgütlü tavrı hemen ardından gözaltı ve tutuklamalarla cezalandırılmak istendi. İşte tecridin yansımalarından bir başkası da budur. Kurdistan’da ise yakın zamanda yenilmiş olan ‘kayyum rejimi’ yine tecridin bir yansımasıydı” dedi. 

AKP-MHP ÇOKLU KRİZ İÇİNDE

Öztürk, bugün belediyelerin boş kasaları, devasa borçları, kayyum dönemine dair liyakatsiz işe alımlar, KHK’lerle işlerinden edilen insanlar, kısaca sosyal ve politik alanın daraltılmak istenmesinin tümünün toplumsal tecrit olduğunu vurguladı. Öztürk, şunları söyledi: “Kurdistan’da kadın mücadelesinin büyük bir direnç gösterdiği özel savaş politikaları mevcut. Kadın cinayetlerinin gittikçe arttığı ve kadına yönelik her türlü şiddetin zemininin hazırlandığı düşman politikalar da tecridin bir getirisidir. Kapitalist modernitenin en sadık yürütücülerinden olan AKP-MHP iktidarı, uzun zamandır bir çoklu kriz içinde. Kendi içlerinde de çatırdama yaşayan bu iktidar, ayakta durmak için milliyetçiliğe sığınıyor. Bir yandan en genç dimağlardan, eğitim alanından başlayarak yürüttükleri bir asimilasyon ve özel savaş politikası varken, diğer yandan dört parça Kurdistan’da yürüttükleri bir imha politikası var. Bu politikaların kısa vadede ve uzun vadede Türkiye demokrasisine verdiği zarar her alanda hissedilmektedir. Tekçi, erkek egemen zihniyetin hali hazırda egemen güçler tarafından bir savaş coğrafyasına dönüştürülmek istenen Ortadoğu’ya hiçbir faydası olmayacaktır. Bu zihniyet, bu coğrafyaya ve insanlık onuru için ortak her değere zarar verecek niteliktedir. Tabii bu zihniyetin karşısında ekolojik, kadın özgürlükçü paradigma ile onurlu bir yaşam inşa etmeye çalışanların mücadelesi var ve bu mücadele elbet zafere varacak.” 

COĞRAFYAMIZ ÇORAKLAŞTIRILDI

8 yıldır Kurdistan’da yürütülen bir kayyum rejimi olduğunu anımsatan Öztürk, şöyle devam etti: “Bu rejim tecrit rejiminin bir prototipi olarak hayata geçirildi. Bizim paradigmamızın ana çekirdeklerinden biri kadın özgürlükçü olmaktır. Bu kayyumların ilk icraatı ise, kadın kurumlarını kapatmak oldu. Bütün kurumların içi boşaltıldı, istihdam kurslarına kadar bir tahribat yaşatıldı. Bugün boş kasalar, devasa borçlar Kurdistan’da sosyal hayatın paralize edilmesi amacıyla bilinçli yapıldı. Gençler için yaratılabilecek onca imkan varken kayyumlar döneminde belediyelerin yaptığı yalnızca kültürel yapıyı tahrip için metotlar aramak oldu. İşte özel savaştan kasıt aslında bu. Kadın mücadelesinin önemli bir yer tuttuğu, gençliğin kendi fikrini ve yeteneğini yaşattığı, kendi alternatifini kurduğu Kurdistan coğrafyası her açıdan çoraklaştırıldı. Bugün gençler için Kurdistan sokakları uyuşturucu ve fuhuş tuzaklarından geçilmez hale getirilmek isteniyor. İpek Er, Gülistan Doku gibi örneklerde de gördüğümüz gibi kadınlara açıkça bir yönelme ve saldırı söz konusu. Musa Orhan’ın zamanının İçişleri Bakanı olan Soylu tarafından sırtının sıvazlanması da, devletin bu politikayı bile isteye yürüttüğünün en büyük kanıtıdır.” 

BİRLİK VE BERABERLİK ZORUNLUDUR

Tecavüzcü bir uzman çavuşun sırtını sıvazlayan zihniyetin, belediyelerin kontrolündeki alanlarda uyuşturucu ve fuhuşun önüne geçmek ve gençlerin göç etmesine engel olmak adına bir politika yürüttüğünü iddia etmesinin de açıkça komik olacağını söyleyen Öztürk, şöyle konuştu: “Ne var ki DEM Parti Gençlik Meclisi bu politikaları teşhir etmekte ve karşısına direnç koymakta oldukça güçlü bir konumda duruyor. Gülistan Doku Futbol Turnuvası da bu teşhirin ve direnişin, ortaklaşmanın ürünlerinden biridir. AKP-MHP iktidarı özellikle son seçimde aldığı büyük yenilgiyle başa çıkmakta zorlandıkça milliyetçilik kisvesine sarılıyor. Bu kisveyle kitleleri kandırmak adına yürüttüğü savaş politikasının da ülkeye verdiği zarar açıkça ortada. Ancak burada bir başka sorun var. Kürt halkının özgürlük iradesinin tüm kesimler tarafından aynı şekilde tanınması ve ulusal birliğin güçlendirilmesi gereken bir zamandan geçiyoruz. Bu noktada bizim asıl bakmamız gereken husus da kendi içimizdeki birlik ve beraberliktir. Zira iktidar, Kurdistan’ın herhangi bir kısmındaki özgürlüğe hoşgörülü değildir, olmayacaktır. Bugün Süleymaniye’de SİHA saldırılarıyla sivilleri katleden de aynı iktidardır, yarın çıkarı kalmadığında Başûr’daki yönetime savaş açacak olan da aynı iktidardır, aynı devlettir. Biz Kürtler için önemli olan tek husus, yüzyıllardır sürdürülen varoluş kavgasının devamında beraber hareket etmek olmalıdır.” 

BU ÇIKMAZIN PANZEHİRİ DİYALOGTUR

Öztürk, Kürt sorununun çözümsüzlüğe sürüklenmesinin ve tecridin yıkıcı etkilerinin çok geniş olduğunu söyleyerek, şunları ekledi: “Bugün yabancı ülkelerle ilişkilerin eskisi kadar güçlü olmamasından ekonomiye, demokrasiye, her alanda Türkiye bir kriz içerisinde. İmha ve inkar politikaları uzun yıllar boyunca bu coğrafyaya iyi hiçbir şey getirmedi. Bu saatten sonra da getirmeyecektir. Türkiye ve Kurdistan’da uzun zamandır yaşanmış en refah dolu süreç Sayın Abdullah Öcalan ile görüşülen süreçti. Bu çıkmazın panzehiri de bu diyalog sürecinin yeniden başlatılmasıdır. Cezaevlerindeki siyasi tutsaklar da bu bilinçle, demokrasi ve hak talepleriyle 130 günlük açlık grevinin ardından 4 Nisan’dan beri tecridin kırılması için bir mahkeme ve görüş boykotu içerisindeler. Tecridin kırılması, tutsakların taleplerinin yerine getirilmesi, toplumdaki kutuplaşmanın kırılması, ülke demokrasisi ve refah içinde bir geleceğin tesisi açısından hayati önemdedir.”