MAF-DAD Yönetim Kurulu Üyesi Avukat Mahmut Şakar, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik 25 yıldır sürdürülen kesintisiz ve mutlak tecridi ve ilgili uluslararası kurumlar nezdinde yürütülen hukuk mücadelesini ANF’ye değerlendirdi.
Abdullah Öcalan’ın esir tutulduğu İmralı adasının ilk günden itibaren hukuktan arındırılmış bir ada olduğunu belirten Şakar, “Sayın Öcalan İmralı adasına getirildiği günden beri izolasyon ile karşı karşıya kaldı. Dolayısıyla Sayın Öcalan ile ilgili uluslararası hukuk ve uluslararası diploması açısından yapılan çalışmalar kendisinin İmralı adasına getirildiği günden beri başladı. Bu yeni bir süreç değil. 25 yıllık İmralı süreci aynı zamanda iç hukuk ve uluslararası hukuk açısından bir mücadele sürecidir. 1999’dan itibaren başta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi olmak üzere çeşitli davalar açıldı. İzolasyon koşullarına ilişkin temel haklarına ilişkin.
Bununla birlikte Avrupa Konseyine bağlı işkence önleme örgütü olan CPT’nin ziyaretleri oldu. Raporları yansıdı. Avukatları olarak bizler de Sayın Öcalan’ın durumuna ilişkin olarak uzun dönemdir görüşmeler yapıyoruz. Kendilerini yazılı olarak her türlü gelişmelerden önce de bilgilendirdik. İlgili kurum olarak gerek, CPT gerekse de siyasi bir mekanizma olarak Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi nezdinde, Avrupa Konseyi’ndeki ilgili komisyonlar, Bakanlar konseyi nezdinde pek çok görüşmemiz, bilgilendirmemiz oldu. AİHM’de bugüne kadar çok dava açıldı. Yakın zamanda 2021 yılında arkadaşlarımız Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesinde Sayın Öcalan’ın izolasyon durumuna ilişkin başvuru yaptılar. BM İnsanları Hakları Komitesi Türkiye’ye karşı tedbir kararı verdi. Avukatların görüşmesini istedi” diye konuştu.
TÜRKİYE ULUSLARARASI HUKUKU YOK SAYIYOR
Şakar, uluslararası hukuk mücadelesi sonucunda 25 yıllık süreçte Kürt Halk Önderi Öcalan için bazı kararların açığa çıktığına dikkat çekerek, “2005 yılında İmralı yargılamaların adil olmadığı yönünde bir mahkeme kararı çıktı. 2014 yılında izolasyon koşullarının 3. Maddeye aykırı olduğu yani işkence yasağı ihlal ettiğine dair bir karar çıktı. Yine aynı yıl içinde ağırlaştırılmış müebbet cezanın işkence yasağı ihlali olduğunu ifade eden bir karar çıktı. CPT’nin raporlarında talepler var. BM’nin İnsanları Komitesinin tedbir kararı var. Uluslararası hukuk mekanizmaları, ilgili kurumları Türkiye’ye karşı Sayın Öcalan ile ilgili verdiği olumlu kararlar da var. Türkiye bu kararları uygulama noktasında direnç gösteriyor. Bu kurumların kararlarını ve tavsiyelerini uygulamama da ısrar ediyor.
Bugüne kadar Türkiye iç hukukunda bir tek olumlu karar verilmediğinin altını çizmem lazım. Türkiye’deki iç hukuk Sayın Öcalan’a kapatılmış durumdadır. Bu noktada bir hak elde etmek iç hukuk üzerinden mümkün değil. Türkiye’nin iç hukuku tecridin bir parçasıdır. Sayın Öcalan’ın durumu uluslararası hukuk ve uluslararası mekanizmalar açısından da bir sorun alanı olduğunu söylemek istiyorum. CPT kendi kararlarının arkasında güçlü duramıyor. Aslında kendi tüzüğünün gereği Türkiye üzerinde daha fazla baskı oluşturabilecek mekanizmaları kullanmıyor. AİHM kararlarının uygulamasından sorumlu olan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Türkiye üzerinde bir baskı geliştirmiyor. Tutum almıyor.
Bu kurumların ciddi yaklaşmaması, kendi kararlarının arkasında durmamaları, Türkiye’nin bu kararları uygulamasını sağlayacak bir tutum ortaya koymamaları, örtülü ya da açık bir uzlaşı içinde oldukları anlamına gelir. Bu sorunun temel ağlarından bir tanesidir. Türkiye ne kadar tecridin sahibi ise Uluslararası kurumlar da bunda pay sahibidirler. İkili bir yaklaşım ve ikili bir sorundan bahsedebiliriz. 25 yıldır sadece hukuki kurumlar ile değil farklı siyasi çevrelerle de ortaklaşa çalışmalar var. Geçen yıl Avrupa’da 300 Avukat Adalet Bakanlığına başvurarak Türkiye’ye gidip Sayın Öcalan ile görüşüp avukatlığını yapmak istediler. Zaman zaman hukukçu heyetler gittiler. Yerinde gözlemlediler. Avrupa’da sayın Öcalan’a yönelik tecritte yönelik çalışmalar devam ediyor. Çünkü bu sorun durduğu sürece bu devam edecek” ifadelerini kullandı.
ABDULLAH ÖCALAN’IN ÖZGÜRLÜĞÜ DEMOKRAT ÇEVRELER İÇİN ONUR SORUNUDUR
Öcalan’ın özgürlüğü için uluslararası hukuk kurumların etkisiz kaldığını ancak gelişecek toplumsal baskı ile bu kurumların harekete geçirebileceğini ifade eden Şakar, konuşmasını şu sözlerle sonlandırdı: “Sayın Öcalan’ın durumu sadece hukuki değil, kendisi aynı zamanda ciddi ve etkili bir siyasi aktördür. Bu anlamda, siyasal, toplumsal, hukuksal mücadele geliştiği ölçüde, uluslararası kurumlar da tecride karşı duyarlı hale geliyor. Bu mücadelede hukuk alanı, diplomasi alanı, siyasal ve toplumsal alanda Kürt halkı ve dostlarını yürüteceği mücadele çok önemlidir. ‘Abdullah Öcalan’a özgürlük, Kürt soruna siyasal çözüm’ amacıyla geniş bir kampanya başlatıldı. Uluslararası şahsiyetler ve kurumların nezdinde uluslararası hukukçularda bir duyarlılık geliştirdiler.
Sayın Öcalan’ın durumu hem Kürt sorununda yaşanan kriz, Türkiye’de yaşanan otoriterleşmeden kaynaklı giderek politik açıdan da öne çıkıyor. Ancak Sayın Öcalan’ın çözebileceği siyasal bir atmosfer söz konusu. Paradigmasının giderek yaygınlaşması, kabul görmesi, tüm bu olgular, siyasal çözüm kabiliyeti, Sayın Öcalan’a yönelik bir duyarlılık geliştiriyor. Avrupa’da özelikle STK ve şahsiyetlerin öncülüğünde bir çaba var. Kitapları toplu okutuluyor, paneller yapılıyor. Siyasilerden, hukukçular ve akademisyenlerin de içine girdiği tecrit karşıtı bir mücadele. Öcalan’ın özgürlüğünü esas alan bir mücadele var. Mart ayında bir konferans hazırlığımız var. Hukukçuların Türkiye’ye gitmesi konusunda çalışmalarımız var. Kolektif Toplumsal mücadele açısından hukukçularla birlikte bir çalışma yürütüyoruz.
Türkiye’deki ailelerin, tutsakların ortaya koyduğu tutum da duyarlılığı artırdı. Bu geniş kapsamlı mücadele içinde hukukçular geniş hamle ve kampanya içinde yer alarak katkı sürüyor. Son 3 yıldır Sayın Öcalan ve arkadaşlarından hiçbir şekilde haber alamadığımız, ağırlaştırılmış mutlak tecridin kırılması, sadece Kürtler açısından değil uluslararası demokratik çevreler açısından da bir onur sorunu haline gelmiş durumda. Hem Kurdistan parçalarında, hem de Avrupa ve dünyanın her yerinde yürütülen mücadele sonuç alacak. Uluslararası hukuk kurumların da rollerini oynaması ve duyarlı hale gelmesi için bu duyarlılığın olması gerekir. Toplumsal mücadelenin sürmesi gerekiyor. Süreklileştiren bir mücadele ile bu tecrittin kırılacağına inanıyorum.”