9 Ekim 1998’de başlayan ve 15 Şubat 1999’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın İmralı Ada Hapishanesine alınmasıyla devam eden süreç üzerinden tam 25 yıl geçti. Uluslararası komplonun başlangıcı olan 9 Ekimle birlikte Türkiye’deki toplumsal barış ve Kürt sorunu ekseninde bu sürecin birçok sonucu ortaya çıktı. “Çözüm süreci” aşamasında barış konusunda belli bir mesafe kat edilse de AKP’nin biz süreci buzdolabına kaldırdık demesiyle bu da son buldu.
Çözüm sürecinin bitmesiyle birlikte Abdullah Öcalan’a uygulanan mutlak tecrit koşulları ağırlaştırıldı. Yaklaşık 31 aydır kendisinden haber alınmayan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a uygulanan bu tecrit önce cezaevlerine, oradan toplumun tüm kesimlerine uygulandı. 9 Ekim 1998 ile başlayan bu komplo ve güncel tecrit koşullarını Yeşil Sol Parti İstanbul Milletvekili Özgül Saki ANF’ye değerlendirdi.
TECRİT MESELESİ AKP-MHP İKTİDARININ EN HASSAS NOKTASI
Yeşil Sol Parti İstanbul Milletvekili Özgül Saki, tecrit meselesinin AKP ve MHP iktidarının en hassas noktası olduğunu söyledi ve şunları aktardı: “İmralı tecridi ile başlayan ve bütün toplumsal kesimleri de tecrit etme yönetimi altında yönetmeye çalışan bir iktidarla karşı karşıyayız. AKP, MHP iktidarı artık kendini devletle de özdeşleştiren bir şekilde yeni sistemle birlikte kurumsallaştırıyor. Tüm kurumlarıyla, tüm kolluk kuvvetleriyle kurumsallaştırıyor. Dolayısıyla burada tecride ve bir bütün olarak kapatılmaya karşı mücadele meselesinde yapılabilecekler nedir? Birleşik bir mücadele mümkün müdür? Bunun araçları nelerdir? Sorularının cevaplarının daha fazla konuşulması ve çok daha fazla tartışılması gerekli.
Tecrit meselesi AKP-MHP iktidarının en hassas noktası. Tecridi konu alan herhangi bir şey bütün olarak yargısıyla kolluk kuvvetleriyle hemen baskı kurulacak bir şey oluyor. Mesela Merdan Yanardağ’ı hemen aklımıza getirebiliriz. Cümle âlem biliyor ki Merdan Yanardağ'ın politik ekseninin Kürt Özgürlük Hareketi'nin politik ekseniyle ya da Abdullah Öcalan'ın politik ekseniyle uzaktan yakından hiçbir bağı yok. Ama buna rağmen uluslararası hukukta, İmralı tecridinin hiçbir dayanağı yoktur ve bu tecrit sonlanmalı dediği için cezaevine atıldı. Dolayısıyla burada söylemek istediğim şu: Bu tecrit sadece İmralı olan bir tecrit değil, toplumun tüm dokularına etkileri olan bir tecrit.”
KOLEKTİF MÜCADELENİN OLANAKLARI VE ARAÇLARINI TARTIŞMALIYIZ
Özgül Saki dünyada da benzer örneklerin yaşandığını hatırlatarak kolektif mücadele olanaklarının konuşulması gerektiğinin şu sözlerle altını çizdi: “Bunun tabii tarihsel, toplumsal izdüşümlerine de bakmak lazım. 24 yılı buluyor neredeyse bu tecrit ama ne Kürt Özgürlük Hareketi'nin politik mücadelesi ne devrimci, sosyalist, feminist hareketlerinin politik mücadelesi bitiyor. Bunlar devam ediyor ve o politik amaçlar doğrultusunda tüm ezme, ezilme ilişkilerinin sönümlendiği, tüm halkların özgür, eşit yaşam ideali ve buna ilişkin mücadele sürecek. Dolayısıyla bugünkü koşullarda nasıl süreceği meselesine de birçok yerden feyiz alabiliriz. Örneğin Latin Amerika'dan feyz alabiliriz. Mesela Kolombiya'da son seçimlerde şu an başkanlığa seçilen kişi bir FARC gerillasıydı. Şu anda Kolombiya'da hummalı bir şekilde toplumun yeniden inşasına ilişkin mücadele, barış görüşmeleri sürüyor. Biliyorsunuz, barış görüşmeleri FARC’la zaten imzalanmıştı. Şimdi yeni başkan diğer silahlı gruplarla birlikte barışı inşa etmek mümkün diyor. Peki, orada nasıl gelişti bu? Oralar bize belki feyz verebilir. Önceki barış sürecinde Barış İçin Kadınlar diye bir platformları var, orada epey vakit geçirdiğim için şunu söyleyebilirim. Kolombiya'da bu süreç, yerli halkların mücadelesiyle, bir bütün olarak işçilerin mücadelesiyle, tarım işçilerinin mücadelesiyle ve kadın hareketinin kolektif mücadelesiyle oluşan bir şey. Bir de şu çok önemli. Uluslararası dayanışma, yani Latin Amerika'da bu sadece Kolombiya'da olan bir şey değil. Meksika'da, Brezilya'da art arda sol iktidarlar gelmeye başladı. Bu birleşik olarak birbirini etkiliyor. Bizim coğrafyamızda aynı durumun olabilmesi için öncelikle ülke sınırları içinde kolektif mücadelenin olanakları ve araçlarını tartışmalıyız.”
BU İLİŞKİLENMEYİ TEKRAR KURMAK ZORUNDAYIZ
Tarihten birçok örnek veren Özgül Saki, ortak mücadele vurgusuna şu ifadelerle dikkat çekti: “2015’ten sonra devletin çözüm sürecini askıya alması ve askeri çözümü tüm kurumlarıyla hayata geçirmeye çalışması, topyekûn olarak toplumsal muhalefette ve bir bütün olarak devrimci harekette içe dönüş yaşattı. Ve Kürt Özgürlük Mücadelesiyle ilişkilenmeyi azaltan bir etki yaptı. Bu ilişkilenmeyi tekrar kurmak zorundayız. Bu ilişkilerle sadece seçim dönemlerinde olan bir ilişkilenme olmamak zorunda. Çünkü kadınlar da toplumdan tecrit ediliyor. Yeni gelen anayasada kadınlar için öngörülen yasalar bir bütün olarak kadınların tecridi meselesidir. AKP, MHP iktidarı makbul diye tanımlamadığı herkesi tecrit ediyor. İşçi direnişleri arttı. Örneğin Agrobay, Trendyol ya da Sputnik ile görüştüğümüzde bize direnişle basın arasındaki ilişkilerin tamamen kopartılmak istendiği söyleniyor. Cumartesi Anneleri'nin eyleminde de bunu görürüz. Bu da bir tecrit. Yani seslerini kısmaya çalışan, iletişimi ortadan kaldıran bir şey yapılmaya çalışılıyor. Bunu kırmak bir bütün olarak her birimizin, her bir siyasi mücadele alanının kolektif mücadelesiyle mümkün olacak.
Ama şöyle bir özgüven de var. Mesela tarihten örnek verelim; Galileo Galilei güneş merkezli evren tahammülünden önce bu konuda ortaya teori atan Giordano Bruno var. O da yakılarak öldürülüyor. Ama buna rağmen Galilei teorisini söylüyor. Sonra da engizisyon mahkemesi diyor ki, sen konuşmayacaksın ve ev hapsinde tutulacaksın. Yıllarca ev hapsinde kalıyor, konuşmuyor. Ama bugün Galile'nin bilim dünyasındaki yerini hepimiz biliyoruz. Mesela çok sevdiğim bir heykeltıraş var; Camille Claudel. O hayatının 40 yılını akıl hastanesinde geçiriyor ve orada ölüyor. Peki niye? Çok yaratıcı, asi ve başkaldırıyor eserleri. Kendi varoluşunu böyle inşa ettiğini söylüyor. 40 yıl akıl hastanesinde, abisi, sevgilisi, annesi eşliğinde çamur bile verilmiyor heykel yapması için. 40 yıl heykel yapmak istiyorum diye diye orada kalıyor. Ama bugün mesela o isyankâr hali bir sürü yere ilham oluyor. Biraz bunları da düşünmek gerektiğini düşünüyorum ben. Nelson Mandela mesela hemen aklıma gelen tarihten örnek. Bir dönem yıllarca cezaevinde tutulurken bir dönem bir halk kahramanı oluyor. Bütün bunlar tarihsel, toplumsal durumlara özgü şeyler. Bizim şimdiki sorumluluğumuz şu an içinde bulunduğumuz, faşizmin kurumsallaştığı bir rejimin hızla inşa olduğu bir yerde bu tarihsel, toplumsal anı nasıl tüm ezilenler, mücadele eden halklar ve kadınlar için ortak mücadeleye dönüştüreceğiz meselesi? Seçim sonrası sarsıntı atlatıldı. Bence böyle bir yola girilmeye başlandı.”