DOSYA

Alevilik ve Kürt kimliği

Göç ve kentleşme, Kürt Alevilerin hem inançsal hem de etnik kimlikleri açısından zorluk yaşamalarına ve yeni arayışlara yönelmesine yol açtı, yeni bir asimilasyon sürecine zorladı.

KÜRT ALEVİLİĞİ

Kentleşme sürecinin 1960/70’li yıllarda başlamasıyla Kürt Alevilerin inanç ve etnik kimliklerini yaşama ihtiyaçları, yeni bir asimilasyon sürecini beraberinde getirdi. Alevilik üzerine inşa edilmiş sivil toplum kuruluşları ve siyasi oluşumlarla ilişki biçimi, etnik kimlikten ziyade dinsel ihtiyaç üzerinden gelişti.

 Türkiye’de 1960’lara gelindiğinde tek partinin baskıcı politikalarında nispeten bir kurtulma havası oluşmuştu. Çok partili döneme geçiş ile sivil toplum örgütlenmelerin şekillenme süreçleri de belirginleşmişti. Alevi toplulukları da çeşitli sivil toplum kuruluşları ve siyasi partilerle ilişkiler geliştirdi. Bu ilişkiler, genellikle Kürt kimliğini dışlayan bir yapıdaydı. Bu dönemde kurulan Alevi dernekleri, federasyonları ve vakıfları, devletin ‘tekçi’ anlayışının çerçevesinde faaliyet gösterdi. Siyasi partilerle olan ilişkileri de Kürt kimliğinden arındırılmış bir Alevilik çerçevesinde sürdürüldü. Bu durum, Alevi topluluklar içinde Kürt Aleviliğinin siyasi ve sosyal görünürlüğünü artırırken, etnik anlamda da Kürt kimliğinin baskılanmasına ve görünmez kılınmasına neden oldu. Devletin Türkleştirme ve İslamlaştırma/Sünnileştirme stratejisi, Alevilik örgütlenmelerini Kürt kimliğinden arındırmaya zorlayan bir süreç geliştiriyordu. Türk-İslam sentezi politikaları çerçevesinde kendilerini yeniden tanımlamaya zorlandılar. Etnik kimlikten arındırılmış tümüyle inançsal sivil kurumsallaşmalar, Kürt Aleviliğinin erimesine ve etkin anlayış içerisinde görünmez kılınmasına neden oldu. Aynı süreçlerde başlayan göç ve kentleşme, Kürt Alevilerin hem inançsal hem de etnik kimlikleri açısından zorluk yaşamalarına ve yeni arayışlara yönelmesine yol açtı. Kentleşme süreci, Kürt dini pratiklerini yaşama, kültürel ve sosyal yaşamlarını düzenleme ihtiyaçları onları yeni bir asimilasyon sürecine zorladı.

GÖÇ VE MAHALLE BASKISI KISKACI

FEDA Eşbaşkanı Demir Çelik, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin  Türkiye’nin siyasi ve sosyal yapısında derin değişikliklere yol açtığını; bu süreçte siyasal İslam’ın yükselişinin sağlandığını belirterek, "1960’larda başlayan sanayileşme ve buna bağlı olarak kalan kente göç hareketi, önemli ölçüde Alevi topluluklarını etkilemiştir. Köklerinden, kutsal mekanlarından ve tarihi kadim coğrafyalarından koparılan Aleviler, kentlerde gettolar oluştursalar da inançlarını ve kültürel hakikatlerini sürdürmek zorluk yaşamışlardır” dedi. Çelik, kente göç eden Alevilerin, yeni yaşam alanlarında egemen dinin baskısına maruz kaldığını, mahalle baskısı ve devletin ideolojik aygıtlarının etkisiyle yabancılaşma ve başkalaşım sürecine girdiklerine de dikkat çekti.

SOL SEKTERLİK VE ASİMİLASYON

Bu dönemde sol hareketlerin sekter yaklaşımlarının da Aleviler üzerinde olumsuz etkiler yarattığını vurgulayan Çelik, sol hareketlerin, Alevi topluluklarının evrensel değerlerini ve inançlarını ateist söylemlerle inkar ederek, Alevilerin marjinalleşmesine neden olduğu yorumunu yaptı. Devletin, bu sekter yaklaşımı fırsat olarak değerlendirip siyasal İslam’ı iktidara taşıyıp Alevileri kendi politik çizgisine çekmeye çabalandığını kaydeden Çelik, Alevilerin kendi imkanları ile oluşturduğu cemevlerine, devletin Türk-İslam sentezini yansıtan sembollere taşıdığını ve Türkçe şahsiyetlerin sözlerini Alevi inancıymış gibi topluma sunduğunu söyledi. 

CEMEVLERİNİ İDEOLOJİK DÖNÜŞTÜRME

Çelik, ulus devletin asimilasyon politikalarının özelikle 12 Eylül darbesi sonrasında tekrar hızlandırıldığını ve devletin, Alevi topluluklarını kendi kontrolü altına almak için cemevlerini ideolojik olarak dönüştürdüğünü söyledi. Cemevlerinin Türkçü sembollerle donatıldığını ve Reya Heq inancının özgün kavramlarının yerini Türk-İslam sentezi sembollerine tercih edilmesinin politik amacını irdeleyen Çelik, bu sürecin Alevi topluluklarını kendi kimliklerinden uzaklaşmasına ve devletin belirlediği kimlikler çerçevesinde şekillenmesine yol açtığını kaydetti. Cumhuriyetin ikinci döneminde devletin asimilasyon politikaları ve siyasal İslam’ın yükselişinin, Alevi toplulukları üzerinde derin etkiler bıraktığı yönünde tespitler yapan Çelik, bir kısım Kürt Alevinin kendisini Türk olarak görmeye başladığını, bir kısmının ise kendisini İslam’ın özü olarak tanımlamaya başladığını söyledi. Bu çarpık anlayışın devlet tarafından teşvik edildiğini, örgütlendirildiği için Alevi topluluklarını etkisi altına aldığını ifade eden Çelik, Alevilerin kendi kimlik ve inançlarından uzaklaşmasına neden olduğunu belirtti. Çelik, “Bu asimilasyon süreci, Alevi topluluklarını kendi hakikatlerine yabancılaşmasına ve kültürel kimliklerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalmasına yol açmıştır. Alevi toplulukları, bu zorluklara rağmen, kendi inanç ve kültürel kimliklerini koruma mücadelesini sürdürmüştür” diye konuştu.

CHP ÜZERİNDEN ASİMİLASYON

Dr. Dilşa Deniz ise, 1960’larda başlayan kentleşme sürecini Kürt Alevilerin ekonomik ve siyasi sebeplerle kentlere göç etmesine neden olduğunu belirterek, bu süreçte Türk-İslam sentezinin hâkim olduğu kentlerde özelikle cenaze gibi sosyo-dinsel ihtiyaçlarını karşılamak için büyük zorluklar yaşadıklarını; Türk ve Türkmen Alevilerle karşılaşmalarının Kürt Alevilerin kimlik mücadelesinde önemli bir dönüm noktası olduğunu kaydetti. Dilşa Deniz, kentleşme sürecinin devletin Kürt Alevilerini asimile etme çabalarını yoğunlaştırdığı dönem olarak tanımlayarak, burada devletin politikalarının CHP üzerinden uygulanmasını şöyle anlattı: "Devletin ağır baskıları da göz önüne alındığında, Türk ve Türkmen Alevilerin, onları özellikle kontrol altında tutmaya çalışan devlet partisi CHP’nin de yoğun olarak buralarda hâkimiyet sağlama çabaları, Kürt Alevilerin Türkleştirilmesi için de bulunmaz bir fırsata dönüştürüldü. CHP, bir yandan Alevilerin hak taleplerini görünmez kılarken, öte yandan da tüm Alevileri genelleyerek, adını koymadan Türk sayarak, Kürt kimliğinin dillendirilmesini de oluşturduğu atmosferle engelleyerek bu süreçte etkili rol oynadı. Aleni dillendirilmese de Kürt kimliğinin kullanımı başka açıdan 'bölücülük' olarak hissettirilerek bu asimilasyona Aleviler de dahil edildi. Bunun Dêrsim’de yedeklenen 'eski solcular' üzerinden bir dönem savunulan ‘Kürtlerin Alevi olamayacağı’ iddiası da bir zamanlar çok etkili olarak kullanıldı. Bu tez, şu anda çürümüş olsa d,a bu yolla neredeyse tüm Alevi ve Dêrsim STÖ’leri bu fikri savunan sol/ sosyalist kılıfı altında CHP’ye yedeklenenlerce kontrol altına alındı. Diğer bir söyleyişle Türk-İslam sentezinin CHP versiyonunun denetimi altına girmiş oldu. Bu işgal, halen etkili bir biçimde devam etmektedir. Dolayısıyla üzerinde konuşulmadan Kürt Alevilerin Kürt kimliklerini terk etmeleri ve bu kimliğin bu kurumlarda dillendirilmemesi sağlandı. Bu politik angajman CHP üzerinden Alevi STÖ’leri, yani cemevleri üzerinden yapıldı ve yapılmaya devam ediyor.”

CEMEVLERİ VE ASİMİLASYON

Dilşa Deniz, cemevlerinin Alevi topluluklarının ibadethaneleri olmasına rağmen devletin Türk-İslam Sentezi sembolleriyle donatıldığını; Atatürk (Türk İslam Sentezi), Türk bayrağı ve Ali(İslam) gibi sembollerin Alevilerin ibadethanelerinde belirgin hale getirildiğini söyledi. Bu sembollerin, Alevilerin ancak Türk-İslam sentezi ideolojisine uyum sağlayarak varlıklarını sürdürmesinin gayri resmi formülü olarak tasarlandığını kaydeden Dilşa Deniz, “Camilerde kullanılmayan semboller cemevlerinde el altından, kimin nasıl yaptığından bile haberdar olmayacak şekilde bir koşula dönüştürüldü. Oysa bir ibadethanede bir etnisitenin, başka bir dinin, devletin sembollerinin olmaması gerekir” dedi.

BEKTAŞİ SEMBOLLERİ VE ASİMİLASYON

Diğer bir asimilasyon formunda Hacı Bektaş posterlerinin Aleviliğin temsilinde kullanılması olarak değerlendiren Dilşa Deniz, durumun Kürt Aleviliğine karşı, Türk Aleviliğinin, özelikle Bektaşiliğin ön plana çıkarılmasının bir sembolü olduğunu kaydetti. Bu durumu asimilasyonun başka bir formu olarak tanımlayan Dilşa Deniz, şunları ifade etti: “Kürt Aleviler mesela bütün Osmanlı girişimlerine rağmen Bektaşiliğe eklemlenmemiştir. Hatta Bektaşilik çok negatif bir form olarak Kürt Alevilerin uzak durduğu bir konumda olmuştur. Bu, Hacı Bektaş’ın kendisinden öte, onun temsilinde kullanıldığı Bektaşilik ile ilgili bir durumdur. Hacı Bektaş, Aleviliğin kurucusu değildir, Alevilik içinde bir tarikatın öncüsü olarak kabul edilebilir. Dolayısıyla Hacı Bektaş’ın posterleri ile bir yandan Alevilik küçültülerek bir tarikata indirgenirken, bu yolla binlerce yıllık kadim geçmişi kesip atılırken, öte yandan da Aleviliğin erkek egemen formu güçlendirilmektedir.”

KÜRT ALEVİLİĞİ MÜCADELE ETTİ

Cemevlerinde Mustafa Kemal, Halife Ali ve Hacı Bektaş gibi eril sembollerin kullanılmasının, Aleviliğin cinsiyetsiz felsefesine ağır bir müdahale olduğunu savunan Dilşa Deniz, Mustafa Kemal’in Alevi kıyımlarında ciddi rol oynayan bir figür olarak devleti; Ali’nin kılıç zoruyla Müslümanlaştırmanın sembolü olarak İslam’ı; Hacı Bektaş'ın ise erkek egemen müdahaleyi temsil ettiğini söyledi.

Dilşa Deniz, bu sembollerin, etnik, dinsel ve cinsiyet temelli asimilasyonun ve kolonizasyonun göstergeleri olduğunun altını çizdi. Kürt Aleviliğin bu asimilasyon sürecinden kurtulmak için kendi özgün kurumsallaşmalarını yaparak, kimliklerini ve inançlarını koruma mücadelesi verdiğini hatırlatan Dilşa Deniz, Kürt Alevilerin özgün kimliklerini ve inançlarını yeniden inşa ederek, asimilasyon politikalarına karşı durmak zorunda olduğunu ifade etti. Dilşa Deniz, bu mücadelenin Kürt Alevilerini kendi kültürel ve dini hakikatlerini yaşatmalarının yolunu açacağını söyledi.

Devam edecek...