Bakırhan: Direniş ve dayanışmayı büyütmemiz gereken süreçteyiz

HEDEP Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, "Daha fazla dayanışma ve daha fazla direniş içinde olmamız gereken bir sürece girdik. Yerel seçim çalışmalarında bir arada olmalıyız. Tek bir saniyemiz boşa gitmemeli" dedi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (HEDEP) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, partisinin Meclis grup toplantısında konuştu.

Bakırhan'ın konuşmasının öne çıkan bölümleri şöyle:

"Hepinizin bildiği gibi aslında Türkiye tarihi darbeler tarihidir. 27 Mayıs’ta, 28 Şubat’ta, 15 ve 20 Temmuz’da, 4 Kasım’da yaşanan darbeler bu tarihin örneklerindendir. Geçen yüzyıl içinde bunca darbenin yaşanmasının temel sebebi demokrasinin bu ülkeye hiç uğramamasıdır. Bir önceki grup toplantısında da dile getirmiştik; birinci yüzyıl darbelerle ve demokrasisiz geçti maalesef. Bakın buna iyi bir örnek şudur. 15 Kasım, Seyit Rıza ve yoldaşlarının katledilişlerinin 87’nci yıl dönümüdür. Ne demişti Seyit Rıza pirimiz? “Bu cinayettir, bu zulümdür” demişti. Geçen yüzyıl tam da bu iki cümlede saklıdır. Bu sözler çok anlamlıdır. Bu darbeci anlayışlara bir kez daha sesleniyoruz; yolumuz Seyit Rıza Pirlerin yoludur. Yolumuzdan ve demokrasi arayışımızdan bizi hiçbir darbe ve darbeci anlayış vazgeçiremeyecektir. Yarın Dersim’de bir heyetimiz Seyit Rıza anmasına katılacaktır. Seyit Rıza ve yoldaşlarını da saygı ve minnetle anıyoruz. Meclis’e de bir çağrıda bulunuyoruz. Dersim’in ismi iade edilsin. Seyit Rıza ve arkadaşlarının mezar yerleri bile belli değil. Biraz vicdan, hukuk ve etik değerleri varsa Seyit Rızaların mezar yerleri de açığa çıkarılsın -ki yerlerinin bilindiğini herkes çok iyi biliyor.
Yine bu katliamdan sağ kurtulan çocuklar var. Haklarında belgeseller ve filmler yapıldı. Katliamdan kurtulan küçücük çocuklar evlatlık verildi. Bu çocukların aileleriyle buluşturulması gerekiyor. Bu katliama ilişkin devletin elindeki bilgi, belge ve arşivin hem kamuoyuna hem de bizlere açıklanmasını talep ediyoruz.

'AKP-MHP DARBE MEKANİĞİNİN TA KENDİSİDİR'

Bu yaşanan darbelerin nedeni nedir? Birincisi, demokratik siyaset tasfiye edilmek isteniyor. İkinci olarak, Kürt sorunu çözümsüz bırakılmak isteniyor. Bunu en iyi Sayın Öcalan tarif etmişti. Türkiye’de bir darbe mekaniğinin sürekli canlı olduğunu söylemişti. Bu darbe mekaniğini teşhir ettiği için de mutlak bir tecrit altında tutuluyor. Tecrit bu darbe mekaniğinin özüdür. Tecrit gerçeği anlaşılmadan Türkiye’deki bu darbe gerçeği anlaşılamaz. Darbe mekaniği devlet aklının en karanlık tarafıdır. Sadece Kürtlere karşı değil, Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar, sosyalistlere, devrimcilere, Alevilere, hak arayan herkese karşı bir çözümsüzlük konseptidir. AKP ve MHP darbe mekaniğinin ta kendisidir. Bunu net bir şekilde ifade ediyoruz. 2015’ten beri bu darbe mekaniği kesintisiz bir şekilde Kürdistan coğrafyası ve Türkiye’de devam ettiriliyor. Her gün her an topluma parmak sallayan, herkesi kendi çizgisinde hizalamaya çalışan, farklıları asla kabul etmeyen ve sürekli savaş naraları atan bir zihniyetin olduğu bir zamandan geçiyoruz. Demokratik siyaseti ve adaleti hiçe sayan bu darbeci anlayış Türkiye’yi çoklu krizlerle karşı karşıya bıraktı. Bu darbeci zihniyet yaşayabilmek için ölüme ve öldürmeye ihtiyaç duyuyor. Rojava'da insanların katledilmesi ve yaşam alanlarının bombalanması da bunun en iyi göstergelerindendir. Bu darbeci zihniyet, Kürt halkının haklarını ve statüsünü inkar ederek “tek millet” sayıklamasına devam ediyor. Darbeci zihniyet farklılıklarımızı yok sayıyor. Yandaşlarını doyurarak milyonlarca insanı açlık ve yoksulluğa mahkum ediyor. Bu darbeci zihniyetin bölgede Kürde ve Kürtçeye nasıl düşmanlık yaptığını, en son Cizre’de yapılmak isteyen 3 etkinliğin yasaklanmasıyla anlatmaya çalışacağım. Batman’da askeri üniformalarla silahlarla gösteri şovuna izin veren bu sistem; Cizre'de Gerok MA tarafından düzenlenen çocuk atölyesini yasaklıyor, Birca Belek Dil ve Kültür Merkezinin düzenlediği dengbêjler etkinliğini yasaklıyor, Cizre Kültür ve Sanat Festivalini yasaklıyor. Ne kadar iki yüzlü ve ayrı bir hukukun Kürtlere uyguladığının yakın zamandaki 3 örneğini söyledim.

Darbeci anlayışın istikrarsızlaştırdığı bu ülkede bugün 30 milyondan fazla insan açlık sınırının altında yaşıyor. İstanbul’dan Wan'a kadar pek çok yerde insanlar çöpten topladığı çürük domateslerle, bayat ekmeklerle ve giysilerle yaşamlarını idame ettirmeye çalışıyor ki buna yaşamak denirse. AKP-MHP-Ergenekon ittifakının kurulduğu 2015 yılından bu yana ekonomide, hukukta ve ifade özgürlüğünde Türkiye sınıfta kaldı. Uluslararası enstitülerin yaptığı çalışmalarda ve hazırladığı raporlarda Türkiye hukukun üstünlüğü kategorisinde 173 ülke arasında 148. sırada yer almaktadır. Bu darbeci zihniyet bu topraklardan def edilene kadar bu sıkıntıları yaşayacağız. Bu darbeci zihniyeti defetmek için de elbirliğiyle, güç birliğiyle durmamız, direnmemiz ve mücadele etmemiz gerek. Kısacası darbe mekaniğinin güncel bir durumuyla karşı karşıyayız.

YARGITAY'IN DARBE TEŞEBBÜSÜ

Biliyorsunuz Yargıtay ve AYM üzerinden başlayan bir tartışma var. Biz buna ilk günden itibaren darbe teşebbüsü dedik. Yargıtay, darbeye teşebbüsün ilk adımını atmıştır. Asıl darbe ise Saray tarafından yürürlüğe konulmuştur. Erdoğan açık bir dille Yargıtay’a destek vererek darbeye destek olmuştur. Bu teşebbüsün başında olduğunu bir kez daha itiraf etmiştir. Bu darbe teşebbüsünün asıl vurucu gücü ise küçük ortaktır. Küçük ortak bugün yine esip gürlüyordu. Her hafta esip gürlemek dışında da bildiği başka bir şey yok. “Tek olalım, Türk olalım, bütün renkler solsun, hukuk olmasın, demokrasi olmasın” diyor. Biz de bu salonda küçük ortağa şunu söylüyoruz: “Biz demokrasi için ağır bedeller ödedik, ödemeye devam ederiz. Senin nara ve tehditlerinden korkacak değiliz. Haddini bil, işine bak, bu kin ve nefret dilini terk et”. Küçük ortak düşüncesini açık ediyor; “AYM’yi kapatacağız ya da kendimize benzeteceğiz” diyor. Vallahi, size benzeyen hiçbir şeyden bu topluma hayır gelmez!
İktidar bu darbe teşebbüsüyle tabuta konulan hukuk sistemine son çiviyi çakmak istiyor.
Nazi Almanyası’ndaki mili ve yerli yargıyı isteyenleri uyarıyoruz; buna asla Türkiye emekçileri, halkları izin vermeyecektir. Yargı ancak ve ancak bağımsız olur, özgür olur. Peki, bu aşamaya nasıl gelindi? Bunun cevabı önemlidir. HDP’nin kapatılması davasında hukuk dışına çıkan, AİHM'in emsal kararlarını tanımayan bu Yargıtay değil miydi? Ülkedeki tüm muhaliflerin sesini kesmek için hukuksuz kararlarla onları mahkum eden bu Yargıtay değil miydi? Her verdiği kararda siyaset tarafından ödüllendirilen, terfi ettirilen yine bu Yargıtay’dı. Elinde adaletin kılıcı yerine iktidarın tırpanını tutarak toplumu tırpanlamaya çalışıyor Yargıtay. 2016’da dokunulmazlıkların kaldırılmasına, Anayasaya aykırı olmasına rağmen evet diyenlere de bir şey söylemek gerekiyor. Kayyım atamalarına ses çıkarmayanlara, Kürtlere ve onun temsilcilerine yapılan ayrımcılığa sesini çıkarmayanlara da bir hatırlatmada bulunmak istiyoruz. 2016’da Anayasaya aykırı olmasına rağmen “evet” diyenler bugün mumla anayasayı arıyorlar, her gün “hukuk ve adalet talep ediyoruz” diyorlar. Biz o zaman da söylemiştik: Bu ateş bir biçimiyle bir gün gelir hepinizi yakar, demiştik. Kürtlere başka bir hukuk işletilmesine göz yumuldu. Oysa hukuk hepimiz için gerekliydi. Biz bu darbelere karşı koymamız gerektiğine o gün de inanıyorduk, bugün de inanıyoruz ve bunu söylemeye devam edeceğiz. Toplumsal muhalefetin tüm bileşenleri en güçlü şekilde sesini yükseltmediği müddetçe bu darbeciler ve darbe süreci devam edecek ve onlar cesaretlenecekler. Ünlü bir söz var: “Devletten hukuku çıkarırsanız geriye çete kalır”. Tam da bugün yaşadığımız durumu en iyi özetleyen sözlerden birisidir. Gültan Kışanak, Sebahat Tuncel, Figen Yüksek, Selahattin Demirtaş 7 yıldır çifte rehineler, haksız hukuksuz bir şekilde tutuluyorlar. Bu dört arkadaşımızın aslında uzun tutukluluktan dolayı bırakılmaları gerekiyor, ancak maalesef bırakılmıyorlar. Hem arkadaşlarımız bırakılmalı hem de Can Atalay kararı uygulanmalıdır. Tüm tutsaklar özgür olana kadar mücadelemizi sürdüreceğiz.

 AYM’ye darbe teşebbüsünde bulunanlar, hangi akılla yeni bir anayasa yapacak?
Yeni anayasa ancak demokratik bir temelde inşa edilirse kıymetlidir. Bu nedenle sizin huzurlarınızda Meclis’e çağrı yapıyoruz: Gelin demokratik bir anayasa yapalım. Ancak bunun koşullarını yaratmak için elimizi taşın altına koyalım; önce TCK’yi demokratikleştirelim, hepimizi içeri tıkan TMK’yı ortadan kaldıralım, merkez-yerel ilişkisini yeniden belirleyelim, demokratik siyasetin önündeki yargı vesayetine son verelim, İç Güvenlik Yasasını ortadan kaldırarak Emniyetin sopasından kurtulalım, kayyım atamalarına son verecek düzenlemeler yapalım, herkesin kendisini özgürce ifade edeceği demokratik uzlaşı ve evrensel ilkelere uygun yeni bir anayasanın alt yapısını hazırlayalım. Aksi halde yeni anayasa tartışmaları kandırmaktan öteye geçmeyecektir.

YEREL SEÇİM SÜRECİ

11-12 Kasım’da Yerel Yönetimler Konferansımızı gerçekleştirdik. İki gün boyunca hem özgün hem de karma konferanslar düzenledik. Bundan önce yüzlerce, binlerce toplantı yaptık; halkımızla buluştuk, onların düşünce ve önerilerini aldık. Bu konuda mücadele tarihimizden muazzam bir birikim var. Bu toplantılar bizlere yol gösteriyor, önümüzdeki dönem yol haritamızı belirliyor. Yerel yönetimlerde, “halkla beraber halk için kendimizi de kentimizi de yöneteceğiz” şiarıyla yola çıkmıştık. Konferanslarımızda ifade ettik, sizlerin huzurunda bir kez daha ifade etmekte fayda var.
Adaylarımızı halkın en geniş katılımıyla ve tercihleriyle belirleyeceğiz. Kayyum tarafından gasp edilen bütün belediyelerimizi kayyımlardan kurtararak özgürleştireceğiz, geri alacağız. Önümüzdeki tarihi yerel yönetimler seçimine ilişkin ne düşündüğümüz ve yol haritamız kamuoyu tarafından merak ediliyor. Bize de bu konuda sık sık sorular soruluyor. Bu konuya açıklık getirmek istiyorum. Tartışmalarımız henüz bitmedi, fakat ortaya çıkan bir çerçevemiz var. Bu konuda halkımızı bilgilendirmek istiyoruz. Yerellerdeki toplantılarda halkımız yerel seçimler için önemli değerlendirmelerde bulunmuşlardı. Kazandığımız yerlerde daha güçlü kazanacağız. Kendimize güvenimiz tamdır. Bu kadar ödenen bedel ve çabadan sonra bizler başta Kürdistan olmak üzere, bulunduğumuz her yerde irademizi yerel yönetimlere yansıtacağız. Açık söyleyelim, biz ittifaklara kapalı değiliz. Önümüzdeki dönem hem bölgede hem batıda halklarımızın yoğun olduğu kentlerde, halkımızın iradesi kesinlikle yönetimlere yansıyacaktır. Bunun anlamı her ittifakta olmak değildir; halkımızın işine gelmeyen, emekçilerin işine gelmeyen, emekçilerin ve halkımızın derdine çare olmayan ittifaklar dayatılırsa kesinlikle seçeneksiz değiliz.
Bu ittifakları açık yapacağız ve şeffaf şekilde yapacağız. Kiminle neyi konuştuk, neyi görüştük en başta siz değerli halkımızın, Türkiye kamuoyunun
bilgisi olacak. Halkımızın da beklentisi ve görmek istediği budur. Bizden beklenen şudur: Bölgede kazanan ama batıda kaybettiren pozisyondan çıkacağız. Hem bölgede kazanan hem batıda kazanan bir pozisyon içinde olacağız. Bunu geçmişte defalarca başardık, yine başaracağımıza eminiz. Batıda da belediyelerimiz olacak, batıda da halklarımız kendisini yönetim kademelerinde kesinlikle yönetecektir.

'DAHA FAZLA DAYANIŞMA VE DİRENİŞ GEREKİYOR'

Birkaç şey daha belirterek toplantıyı bitirmek istiyorum. Değerli arkadaşlar, zor ve ağır bir sürece; küçük ortağın saldırıları ve tehditlerine bakılırsa, daha fazla dayanışma ve daha fazla direniş içinde olmamız gereken bir sürece girdik. Şimdi her birimiz dört elle, demokrasi mücadelesinde ve yerel seçim çalışmalarında bir arada olmalıyız. Tek bir saniyemiz boşa gitmemeli. Büyük bedel ve emeklerle yaratılan il ve ilçe örgütlerimize sahip çıkma zamanıdır, onlarla birlikte dayanışma zamanıdır. Bu kayyum ve kayyım sevicilerini sandığa gömerek göndereceğimize olan inançla, siz değerli arkadaşlarımızı saygıyla selamlıyorum. Kazanan bizler olacağız, halklarımız olacaktır."