EMEP İstanbul Milletvekili İskender Bayhan, iktidarın Kürt halkının taleplerini itibarsızlaştırmak için Kürt halkını ve barışı savunanları terörist ilan ettiğini söyledi.
Emek Partisi (EMEP) İstanbul Milletvekili İskender Bayhan, Uluslararası Komplo’nun yıl dönümü vesilesiyle Türkiye’de yaşanan değişimleri, Türk halkının, emekçilerin durumunu ANF’ye değerlendirdi. 25 yılın Türkiye burjuvazisinin ayrımcı politikalarının bütün ayrıntılarını, temel özelliklerini ortaya çıkarttığını belirten Bayhan, “Kürt halkı, onun temsilcileri, Abdullah Öcalan’da dahil, çözüm, müzakere süreci, oturup masada siyasal bir çözüm arama tutumlarını ortaya koydukça Türkiye burjuvazisinin aslında Kürt halkının özellikle Türkiye sınırları içerisinde hem de genel olarak Irak, İran, Suriye bölgesinde Kürt halkının yaşadığı coğrafyadaki zenginliklerinin paylaşılmasında, bu bölgesinde yeraltı, yer üstü kaynaklarının paylaşılmasında hiçbir şekilde çözüme yanaşmayacağı ve bütün bunlara kendisinin el koyacağı, el koymaya devam edeceği bir anlayışla hareket edeceğini gösterdi” dedi.
ÇÖZÜMSÜZLÜKTEN BESLENİYOR
Kürt sorununun çözümsüzlüğüne ilişkin bir de ekonomi politiği olduğunu belirten Bayhan, sadece Türkiye sınırları içerisindeki Kürt illerinin ‘gayri safi milli hasıla’daki payının 250 milyar dolar olduğunu ve Türkiye burjuvazisinin sadece bundan dolayı da bu sorunu çözmek istemediğini savundu. Bayhan, şunları söyledi: “Kürt halkının demokratik taleplerini yok saymayı temel alan politikalar izliyor sorusunun temelindeki en çarpıcı yanıt, Türkiye burjuvazisinin bu coğrafyadaki emelleridir, hedefleridir. Kürt halkının yaşadığı bölgede, Kürt halkının, bu coğrafyanın geleceğinde söz sahibi olduğu koşullardaki kaybedeceği şeyin büyüklüğüdür ve bunu bildiği için sürekli Kürt sorununu askeri operasyonlarla, terörle mücadele kapsamına alıp, ulusal güvenlik parantezine alıp ciddi bir baskı ve yok sayma politikası izliyor.”
Suriye’den sonraki süreçte artık devletin, yeni Osmanlıcı politikalar izleyerek yayılmacı bir anlayışı hedeflediğini söyleyen Bayhan, Türkiye’nin bu politika için İran, Rusya gibi ülkelerle de iş birliği yaptığını, Kürt halkının bu coğrafyada söz sahibi olmasını istemediğini, inkar etmeyi temel bir hedef haline getirdiğini belirtti.
TÜRK EMEKÇİLER DE BÖYLE GÖRMELİ
Türkiye’de yaşayan emekçilerin, işçilerin de geçen 25 yılı bu şekilde anlamalarını gerektiğini söyleyen Bayhan, şöyle devam etti: “Bence 15 Şubat 1999 ve 15 Şubat 2024, yani 25 yıl deyince bütün bu hikayenin özetini bu eksende anlayıp kavrayabiliriz. Türkiye’de yaşayan halk da, Türk kökenli emekçiler de ancak böyle görürlerse nasıl bir şeyle yüz yüze olduğumuzu kavrayabiliriz. Başımızda nasıl bir savaş politikalarından başka çıkış görmeyen bir egemen anlayışla, egemen sınıfla, onun iktidarlarıyla karşı karşıya olduğumuzu daha somut görürüz diye düşünüyorum.
ÇOK ZORLANDIĞIMIZ BİR SÜREÇTİ
Çok samimi bir biçimde şunu paylaşmak istiyorum. 1999’daki Öcalan’ın Türkiye’ye getiriliş süreci, basının ona servis edilişi, o gün çıkan gazetelerdeki manşetleri, sonraki geçen bir hafta, iki haftalık sürece gerçekten bugünden bakıp anımsadığımızda, o zaman ben Evrensel gazetesinde çalışıyordum. O zaman da biz çok ciddi bir şokla da yüz yüze kalmıştık. Hiç beklenmedik bir durumdu, çok tartışılıyordu ama farklı farklı ülkelerde iltica müracaatları vardı, çok tartışılıyordu Öcalan’ın nereye yerleşeceği, nerede siyaset yapacağı, hatta legal bir siyaset alanına gelen bir figür olacağı çok tartışılıyordu ama bir anda CIA operasyonu ile Türkiye’ye teslim edilmesinden sonra ortamı çok iyi hatırlıyorum. Türkiye burjuvazisi, Türkiye’yi yönetenler, Ecevit hükümeti de dahil tamamen artık Kürt sorununu bitirdikleri, Kürt sorununa bütün her şeyi hallettikleri bir propagandaya yöneldiler. Yine tamamen Kürt halkının taleplerini, Kürt halkının mücadelesini, duygularını dikkate almak yerine tamamen onu kendi iktidarları ve kendi egemenliklerinin dayanağı yapan bir tutum izlediler ve biz o dönemde sokakta böyle bir siyasetin, böyle bir propagandanın, böyle bir ırkçı şoven ajitasyonun Türk halkına çok büyük zarar vereceğini, esas olarak burada barış ve kardeşliğin kazanması için fırsata çevirmeye gerektiğini anlatmaya çalışıyorduk ve çok zorlanıyorduk.
İŞÇİ VE EMEKÇİLERE ANLATMAK HEP ÇOK ZOR OLDU
O günden bugüne de belki müzakere dönemini, silahların susması ve ateşkes dönemini saymazsak Kürt sorununu Batı’da özellikle işçi ve emekçilere anlatmak hep çok zor oldu. Bunun çok nedeni var ama karşınızda o ülkeyi yöneten; devlete, siyasi iktidara, toplumsal sisteme egemen olan güç, sermaye gücü, burjuvazinin gücü hep barış karşıtı, hep halkların kardeşliğine karşı bir politika yaptı ve bunu savunan, bunu halka, emekçilere anlatmaya çalışan bütün kesimleri de bir terör ve terörist propagandasıyla mahkum etti. 80’lerin ortası ve özellikle 90’ların ortasından itibaren Türkiye genelinde bütün bir şey bu mücadeleyi, Kürt halkının en demokratik taleplerini de itibarsızlaştırmak ve bunu savunanları da bölücü, terörist ilan etmek oldu. Bunda şunun belki altını çizmek lazım, özellikle sosyalistler bunu anlatmakta çok başarılı olamadık, gerçekleri işçilerin emekçilerin kavramasında çok başarılı olamadık ama en azından Emek Partisi’nin pratiği açısından şunu söyleyebilirim ki; bundan da vazgeçmedik. Bundan da hep ısrar ettik. Yani olabilecek her kritik aşamada, sınır ötesi operasyonlar, asker ölümleri, bunun üzerinen yürütülen şehit propagandaları, bunların çok tavan yaptığı, ırkçı, şoven propagandanın çok ileri düzeylere yükseldiği dönemlerde bile bunun çözüm olmadığını, silahların susması gerektiğini, iki halkın bir arada, eşitçe yaşaması gerektiğini anlatmak üzere elimizde ne kadar olanağımız varsa bunu bütün gücümüzle kullanmaya çalıştık.”
EZİLENLERİN BİRLİKTE MÜCADELESİ, YARINLARIN DA SİGORTASIDIR
Emek Partisi olarak Kürt legal siyasetini de temsil eden partilerle ittifaklarından dolayı da terörist ilan edildiklerini söyleyen Bayhan, şunları ifade etti: “Gücümüz ne kadar bunu püskürtmeye yetti ayrı bir konu, açık ki yetmedi ama geri adım da atmadık. Bugün halen bunları konuşuyorsak ama bunun da bir kazanım olduğunu düşünüyorum, yani önümüzdeki dönemde çok önemli, çok belirleyici bir dönem olacak. Artık bu coğrafyada Türkiye egemenlerinin, sömürü ve savaş politikaları ile Türk ve Kürt halkının, Türkiye ve Kurdistan işçi ve emekçilerinin ortak mücadelesi esas olarak ana değişimin temel dayanağı olacak. Bu mücadeleden çıkacak, Türkiye’nin yarınlara ilişkin geleceği. Bunu da şöyle söyleyebilirim; yüzyıl öncesi Komintern’in ‘Bütün dünyanın işçileri ve ezilen halkları birleşin’ diye bir sloganı vardı. Bu çok rasyonel, bu çağa ait, bu yüzyıla ait kıymetli bir slogandır. Eğer gerçekten bu dünya sömürü ve savaş politikalarından kurtulacaksa, Ortadoğu, bütün bir bölge bir sömürü ve savaş politikalarından kurtulacaksa, emperyalistlerin ve onların iş birlikçilerin, bölgesel gericilerin, başta Türkiye, İran, Irak, Suriye olmak üzere bu ülkelerdeki devlet ve hükümetlerin bu bölgedeki paylaşım mücadelelerinin dışına çıkmak gerçekten eşit, özgür, barıştan, kardeşlikten yana bir coğrafya, bir devlet, toplum düzeni için ilerlenecekse bunun anahtarı dünyanın bütün işçileri ve ezilen halkları birleşin, sloganında yatıyor. Onun içinde Türkiye işçi ve emekçileri, Türkiye’de yaşayan işçiler ve ezilen halklar birleşmeli ve Ortadoğu’daki işçi sınıfı ve ezilen halklar birleşmelidir gerçeği yarınlarımızın esas hedefi, esas sigortası olacaktır.”
İMRALI TECRİDİ, TOPLUMU BASKI ALTINA ALMAK İÇİN KULLANILIYOR
Kürt Halk Önderi üzerinde tecrit ile ilgili de konuşan Bayhan, bu durumu iki başlıkta özetlemeye çalıştı: “Başta İmralı olmak üzere cezaevlerindeki tecrit ve baskı politikası, bugün açısından Erdoğan ve rejiminin her tür sömürü ve baskı politikasının meşrulaştırılmasının aracı olarak kullanılıyor. Bütün işçi ve emekçilere de aslına bakarsan, işsizlik, yoksulluk, açlık, daha fazla hak kaybı, daha fazla anti demokratik uygulama, basın özgürlüğünden gösteri hakkından, toplu hak arama mücadeleleri açısından, çevresini, doğasını savunması açısından bütün bu mücadeleleri ezmenin, yok saymanın, bütün bunları bastırmanın en önemli halkalarından birisi olarak kullanılıyor. Bizde aslında en büyük yanılgı bu sorunların, Türkiye’de ekonomik, sosyal, dış ve iç politikada yaşanan sorunların birbirinden bağımsız, kopuk, birbiriyle alakasız, sanki başka başka güçlerin izlediği politikalarmış gibi algılanması, bugün Türk kökenli işçi ve emekçilerin en büyük yanılgısıdır. Aksine aynı merkezden aynı güçler, aynı çıkarlar için uyguluyor politikaları. Bir kere burasının altını çizmek lazım.
Tecrit ve baskı politikalarında ikinci önemli nokta da sürekli Kürt halkı içerisinde, Kürt halkının geleceğe, birlikte mücadeleye, işçilerle, emekçilerle, ilerici, devrimci, sosyalist güçlerle ortak mücadeleye olan ihtiyacını sorgulatıp, bunu zayıflatan bir argüman olarak kullanılıyor. Bu da aslına bakarsak bugünün en önemli değiştirici gücü, Türkiye’nin geleceğine umutla bakabileceğimiz değiştirici gücünün birleşmesini zayıflatmasına yol açıyor.”
TECRİDİN KALKMASI TÜRKİYE’NİN SORUNLARININ ÇÖZÜMÜDÜR
Türkiye’de tecridin çözümüne ilişkin üç temel noktanın çözülmesi ile birçok sorunun da çözüleceğini belirten Bayhan, şöyle izah etti:
* Tecridi kaldırmak bu ülkenin işçilerine, emekçilerine ne gibi zarar verir? Hiçbir zararı olmaz. Abdullah Öcalan’ın ailesinin, avukatlarının, siyasi temsilcilerinin, isteyenlerin görüşebilmesinin önünü açmanın ne zararı olabilir? Hiçbir zararı olmaz. Geçmişte bunlar oldu hiçbir zararı olmadı.
* Sınır ötesi operasyonların durdurulması, askeri operasyonların durması, asker ölümlerinin bile durması açısından bu bölgedeki kaosun, bu bölgedeki savaş ve çatışmaların gerilemesi, onları zayıflaması açısından ne zararı olur? Hiçbir zararı olmaz, aksine olumlu olur.
* Büyük bir savaş ekonomisinin bütün bir halkı yoksullaştırması açısından, savaşa ayrılan bütçenin bu ülkede Kürt sorununun çözümü, barış ve kardeşlik için izlenecek politikalarla, halkın, emekçilerin yaşam koşullarının iyileştirilmesi için kullanılabilmesidir.
BU ÜÇ TEMEL ADIM ATILMAYINCA
Bu üç tane temel mesele hem bugün açısından gittikçe daha felakete sürüklenen bir ülke ve bölge gerçeğini değiştirecek olan temel adımlardır. Çok basit, atılması çok zor olmayan adımlardır. Bu adımlar atıldığında Türk işçi ve emekçileri de sömürülen sınıflar, emekçiler de ezilen halklar da bu coğrafya da kazanım sahibi olacak. Peki bu üç adım kimin işine gelmiyor? Bu üç adımı atmayınca ne oluyor? İşte bu ülkeyi yönetenler, tek adam düzeni, saray düzeni tamamen kendi egemenliğini sürdürmek için işçi ve emekçileri hem sömürü hem de savaşa mahkum ediyor.”