DOSYA

Cumhuriyet dönemi asimilasyon süreci ve Kürt Aleviliği

Alevi Kürtler, hem dini hem de etnik kimliklerinden dolayı Cumhuriyet döneminde tarihin en büyük baskılarına maruz kalmıştır.

KÜRT ALEVİLİĞİ

Kurdistan’da kurumsallaşma aşamasında olan Diyanet merkezli yürütülen propagandalarda Kürt Aleviliğine yönelik inançsal ve mekânsal baskınlar arttı. Aynı merkezde Türkleştirme amaçlı yürütülen bu propaganda, Cumhuriyet’in Kürtleri topyekun yok etme projesi olarak devreye girdi. Kürt Aleviler marjinal ve sapkın bir inanç olarak topluma lanse edilerek, katliamların psikolojik altyapısı hazırlandı.

Kürt toplumunun Osmanlı İmparatorluğu döneminde siyasi ve inançsal ayrışması, devlet sistemi tarafından sunulan hizmet işleyiş süreçlerinde de bir farklılığa ve ayrışmaya tabi olmalarına yol açtı. Sünni Kürtler, başta askeri olmak üzere devletin çeşitli sistemlerine entegre olmuş olsalar da Kurdistan’daki eğitim sistemleri genelde devlet otoritesinin dışında işliyordu. Öte yandan Kürt Aleviler, tamamen devlet mekanizmalarının ve üretilen hizmetlerin dışında tutulmuştu. Her kesim de kendi toplulukları içinde eğitim sistemlerini sürdürüyordu. Hem Sünni Kürtler hem de Alevi Kürtler, dini, inançsal pratiklerini ve kültürel değerlerini korumaya yönelik, eğitim sistemlerini devlet mekanizmaların dışında tutmayı esas almıştı. Alevi Kürtler ve Sünni Kürtler, özgün tekke ve medreseleri vasıtasıyla inançlarını yaşatıyor, kültürel ve sosyal yaşamlarını düzenliyor ve nesilden nesile gelen bilgilerin ve değerlerin korunmasını sağlıyordu.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra 1925’te çıkarılan bir kanun ile tekke ve zaviyeler kapatıldı. Bu kanunlar her ne kadar ‘laik ve modern’ eğitim sistemine geçiş olarak lanse edilse de özünde Kurdistan’da asimilasyon sürecini başlatmaktı. Bu süreç, Kurdistan’da Kürt topluluklarının geleneksel eğitim ve inançlarını yaşattıkları yerlerin kapatılması ve dini pratiklerini yaşadıkları mekanların yasaklanması ile sonuçlandı. Türkleştirme politikaları esasına uygun şekilde Diyanet Başkanlığına bağlı dini kurumların Kurdistan’da yaygınlaşması süreci başlatıldı. Kürtlerin özgürlük için verdiği mücadelenin yenilgiyle sonuçlanması ise asimilasyonun derinleşmesini beraberinde getirdi. Bu süreç Kurdistan’da hem Şafii hem de Alevi Kürtler açısından asimilasyon sürecini kurumsallaştıran etkiler yarattı. Kurdistan’da yaratılan inançsal çelişki süreçleri, cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte dini kimlikleri ve farklılıkların tümü Türkleştirme politikalarına dönüştürüldü.

Cumhuriyetin kuruluş aşamalarında 1925’te Şêx Saîd önderliğinde gelişen Kürt Ulusal Mücadelesi sürecinde, Alevilere yönelik olumlu politikaların sinyalleri verildi. Bu dönemde devletin asıl hedefi olan Sünni Kürtler üzerinde baskılar yoğunlaşırken, Kürt Aleviler bir nebze bunun dışında tutuldu. Bu durum uzun sürmedi. Şêx Saîd ve Agirî direnişlerinin bastırılmasından sonra devletin yönü değişti. Kürt Aleviler daha açık hedef geline getirildi. Kürt Alevileri marjinal ve sapkın bir inanç olarak topluma lanse ederek katliamların psikolojik altyapısı hazırlandı.

Kurdistan’da kurumsallaşma aşamasında olan Diyanet merkezli yürütülen propagandalarda Kürt Aleviliğine yönelik inançsal ve mekânsal baskınlar arttı. Aynı merkezde Türkleştirme amaçlı yürütülen bu propaganda, Cumhuriyet’in Kürtleri topyekun yok etme projesi olarak devreye girdi. Birlikten yoksun inanç temelinde derin ayrışma içinde olan Kürt Sünni ve Alevi toplulukları, devletin kırım politikasından tarihin en büyük katliamlarına maruz kalacaktı. Alevi Kürtler, hem dini hem de etnik kimliklerinden dolayı cumhuriyet döneminde tarihin en büyük baskılarına maruz kalmıştır.

ALEVİLİĞİN ETNİK VE İNANÇSAL KIRIMI

Araştırmacı Yazar Ali Köylüce, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş paradigmasının Türk ırkçılığı ve Hanefi Türk İslam anlayışı üzerine inşa edilmesinin, farklı toplumları da bu potada eritme politikasının katliamlarla sonuçlandığını söyledi. Köylüce, 1924’te çıkarılan ‘Köy Kanunu’ ile birlikte cami-mescit yapımının “mecburi işler” arasında sayılmasının, köylerinin Sünni İslam’a uygun olarak düzenlenmesi gerektiği varsayımını güçlendirdiğini belirtti. Köylüce, 1925’te çıkarılan tekke, zaviye ve türbelerin kapatılmasına dair kanun ile Alevi ocak ve dergahlarının kapatılması sürecinin Alevi topluluğunu doğrudan hedef aldığını aktardı. 

Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren kamu görevlilerine hazırlatılan raporlar ile Alevi nüfusun uzak coğrafyalara iskân edilerek dağıtılmasının tasarlandığına dikkat çeken Köylüce, “1930 yıllar boyunca, Alevilerin cem ve ibadetlerine yapılan baskınları, tutuklama ve yargılamalar ile ilgili o dönemin gazetelerinde onlarca haber yayınlanmıştır. 1937-38 Dêrsim Alevi inanç soykırımında, eşine ender rastlanan bir mezalim uygulanıp, sağ kalanlardan kız çocukları evlatlık olarak subaylar arasında paylaşılmıştı” dedi. 

ŞEHİR MERKEZLERİNDE SÜNNİLEŞTİRME

Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında Kürt Alevilere yönelik uygulamaların çoğunun özünde Alevileri asimile ve yok etmeye dönük olduğunu vurgulayan Köylüce, asimilasyon sürecini şu örneklerle anlattı: “1939’da bir Jandarma Genel Komutanlığı raporunda, Alevi inanç önderleri açıkça aşağılanmış ve 1940’larda devlet arşivine Alevi pirleri konusunda onlarca rapor girmiştir. Bu raporlar, Alevi topluluğunu tasfiye etme ve Aleviliği yok etme amacını göstermektedir. Sonuç olarak Alevilerin çoğu, Sünni nüfus ile yaşadıkları yerlerde veya göç ettirildikleri şehir merkezlerinde Sünnileşmiştir. Köylerinden veya bölgelerinden ayrıldıklarında kültürel ortamlarından uzaklaşan Aleviler, kendi inançlarını yaşama imkanını yitirerek egemen dinin etkisine girmek zorunda kalmıştır. Devlet, bu sosyal projeyi deneyerek, özellikle Alevileri yerleştikleri yerlerden başka bölgelere yönlendirerek bu inancı daha kolay asimile etmeye çalışmıştır.”

TÜM KANUNLAR TÜRKLEŞTİRMEYE YÖNELİK

Ali Köylüce, cumhuriyetin kuruluşundan itibaren Türk ve İslami bir halk kimliği yaratma amacıyla hazırlanan raporlar ve çıkarılan yasalar doğrultusunda yapılan tüm katliamların bu hedefe yönelik olduğunun altını çizdi. Bunların Kürt ve Alevileri ya asimile etmek ya da bölgeden uzaklaştırmak amacıyla hazırlandığını kaydeden Köylüce, özellikle Şark Islahat Planı, Takrir-i Sükun Yasası, Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması gibi kanuni düzenlemelerin 1925’ten günümüze hala yürürlükte olduğuna dikkat çekti. 

YAĞMURDAN KAÇARKEN DOLUYA TUTULDULAR

CHP’nin tek parti iktidarı döneminin Alevilere yönelik katliam, sürgün ve baskınlarla geçen bir dönem olduğuna işaret eden Köylüce, değerlendirmelerini şöyle sürdürdü: “Demokrat Parti’nin ilk defa katıldığı 1950 genel seçimlerinde, Alevilerin ezici çoğunluğu oraya yönelmişti. Demokrat Parti’ye giden Aleviler, deyim yerindeyse yağmurdan kaçarken doluya tutulmuştu. 1950’li yılların ortalarında bazı cami hocaları, Alevilerin cenaze namazını dahi kılmak istememiş, 'dirisinin girmediği camiye ölüsü de gelmesin' demiştir. Bu bir nefret söylemi olarak ifade edilmiştir. Gerisini zaten hepimiz biliyoruz. 1960-70’li yıllardan itibaren devletin kamu görevlileri ve paramiliter güçleri tarafından yapılan Maraş, Çorum, Sivas, Elbistan, Malatya, Adıyaman, Madımak, Gazi ve Ümraniye gibi birçok katliam, Demokrat Parti ve türevi parti kadroları ile günümüze kadar devam etmektedir.”

TEK TİPLEŞTİRME HAMLELERİNİ DEVRİM DİYE PAZARLADI

FEDA Eşbaşkanı Demir Çelik de, Türk ulus devleti anlayışının 3 Mart 1924 sabahı hilafeti kaldırdığını, aynı gün öğleden sonra da Diyanet İşleri Bakanlığını kurduğunu anımsatarak, Kurdistan’da o gelişen inançsal baskılar konusunda şu bilgileri paylaştı: “Hilafeti kaldırdığını söyleyerek başta Aleviler olmak üzere farklı din ve inanç topluluklarında rıza üretir. Diyanet’i kurarak da Sünni, Şafii ve Şii mezheplerinden İslami kesimlerde rızalık üretir, iktidarına onları ikna eder. Devlet, 1924 Anayasası’nın 2. Maddesi’nde ‘devlet demokratik, laik ve sosyal hukuk devletidir’ demesine rağmen Diyanet İşleri Başkanlığı üzerinden Türkiye’de yaşayan farklı din ve inançtan topluluklara tek dini, yani egemen dini dayatır. Bunun sonuç vermesi için 1925’te Tekke ve Zaviyeleri Kapatma Kanunu çıkarır. Amaç, devlet dini dışındaki yapı ve kurumları dağıtmaktır. Bu kanuna dayanarak Şafii Kürtlerin medreselerini, Raa /Reya Heq Kürtlerin ocaklarını kapatır.

Gerek medreselerde gerekse ocaklarda devlet ve iktidar dışı Kürt toplumsallığının dilsel, kimliksel, kültürel ve inançsal ihtiyaçları karşılanmaktaydı. Medreseleri kapatarak Sünni ve Şafii Kürtleri, Diyanet’in dini anlayışına yedeklemeye çalışan devlet, ocakları kapatarak Alevi inancının devlet ve iktidar dışı toplumsallığını sürdürülemez olsun, istemiştir. Bununla da yetinmemiş, bir yandan pirlerin talip topluluklarına gitmesini engellemeye çalışırken öbür yandan da ocak pirlerine birer Kuran ile cenaze kaldırmanın tamimini gönderir. Pirler üzerinden Alevileri biçimlendirmek, başkalaşıma uğratmak ister. İnanç sahiplerini kutsal mekanlarından ve coğrafyasından göçerterek, onları metropollerde mahalle baskısına maruz bıraktırır. Okul, cami ve kışla üzerinden olduğu kadar ideolojik aygıtlarıyla tüm topluma Türkçü-Siyasal İslam zihniyetini dayatır. Yeni bir kimlik ve yeni bir bellek oluşturmaya çalışarak toplumu tek tipleştirmeyi dayatan Kemalist devlet, tüm bu hamlelerini topluma devrim diye pazarlamaktan da geri durmaz. ‘Türk gurur ve şuuru, İslam ahlakı ve fazileti’ diyerek bize egemenin deli gömleğini giydirir ulus devlet.”

Devam edecek…