6-9 Haziran tarihleri arasında düzenlenen Avrupa Parlamentosu (AP) Seçimlerinde birçok Avrupa ülkesinde aşırı sağcı partiler büyük kazanımlar elde etti. Kesin seçim sonuçlarında göre merkez-sağ partisi olan Avrupa Halk Partisi (EPP), parlamentodaki merkez parti olma özelliğini korumayı başarsa da, aşırı sağcı partilerin başta Fransa, Almanya ve İtalya’da güçlü bir şekilde sandıktan çıkması Avrupa Birliği’nin geleceği açısından derin endişelere yol açtı. Aşırı sağın ve politikalarının Avrupa’da güçlenmesi yeni olmasa da, sandıktan çıkan sonuçlar beraberinde birçok ülkede derin tartışmaları ve toplumdaki ciddi ayrılıkları da beraberinde getirdi.
Peki, AP seçimlerinde ortaya çıkan ve Avrupa’nın üstünü kara bulut gibi saran faşist eğilimin yükselişi ne anlama geliyor? 2. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’da açığa çıkan anti-faşist ve uluslararası dayanışma ruhu, nasıl ve neden yerini aşırı sağa bırakıyor? Avrupa’daki derin parçalanmalar ve faşist partilerin yükselişi, halkları 2. Dünya Savaşı süreci öncesine mi sürüklüyor? Bu ve benzer soruların cevabını İtalyan faşizmine karşı kurulan ve bugün hala yüz binlerce üyesi olan ve İtalya’nın en büyük örgütleri arasında yer almaya devam eden İtalya Ulusal Partizanlar Birliği (ANPİ) Genel Sekteri Fabrizio De Sanctis ile konuştuk.
‘AB’NİN POLİTİKALARI AŞIRI SAĞIN GÜÇLENMESİNİ SAĞLADI’
Avrupa Parlamentosu seçimlerinde bir kez yine açığa çıkan Avrupa’da aşırı sağın yükselişini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Avrupa'da aşırı sağın yükselişinin birkaç nedenle açıklıyoruz. Öncelikle Avrupa'da yaşam koşulları giderek zorlaşıyor, hem de çok zorlaşıyor. Hükümetler normalde seçim ağırlığını kaybediyor ve genellikle muhalefette olan aşırı sağ birçok yeni oy kazanıyor. İtalya'da aşırı sağcı partiler zaten hükümetteydi ama Georgia Meloni'nin post-faşist partisi birinci oldu. Ancak parti 700 bin oy kaybetti, yani mutlak sayı olarak Eylül 2022'de kazandığı oyların yüzde 8'ini kaybetti. Kendisini Avrupa müzakerelerinde önemli bir unsur olarak konumlandırmayı başaramadı.
Aşırı sağcı partiler Portekiz, Danimarka, Finlandiya ve İsveç dışında ilerleme kaydediyor. Özellikle Fransa'da ilerleme kaydediyorlar. En büyük sorun İtalya ve Fransa. Almanya'da, aynı şekilde ilerlemeseler de sosyal demokratların ardından ikinci büyük Neo-Nazi partisi haline geldiler.
‘NATO’NUN VARLIĞI AB’NİN GELECEĞİNİN ÖNÜNDE ENGEL’
Yine NATO’nun Avrupa üzerinde uyguladığı politikaların bu duruma etki ettiğini düşünüyoruz. Avrupa Birliği'nin (AB) geleceği söz konusu olduğunda NATO büyük bir engel teşkil ediyor. Çünkü NATO, AB'yi milli gelirinin yüzde 2'sini silahlanmaya harcamak zorunda bırakmaktadır. Örneğin İtalya için bu rakam, 10 yıl boyunca günde çok yüksek rakamlar harcamak anlamına geliyor. Bu nedenle derecelendirme kuruluşu Moody's önümüzdeki birkaç yıl içinde İtalya'da sosyal çatışma yaşanabileceği uyarısında bulundu. Bu durum, Sosyal Demokrat Parti'nin silahlanmaya yüz milyarlarca dolar harcadığı Almanya'da da önemli sonuçlar doğuruyor. Almanya geleneksel seçmen kitlesini koruyamadı ve Alman burjuvazisinde, ekolojik geçişi gerçekleştirmek isteyen üretici burjuvazi ile silah endüstrisi ve üretici olmayan sektörler arasında bir bölünmeye neden oldu. Tüm bu sektörler geleneksel olarak aşırı sağa yakındır.
Tüm bunlar Avrupa Birliği'nin geleceği için tehlikeli değişikliklerdir. Daha az yeşil dönüşüm ve daha çok silah var. Seçimlerden çıkan sonuçlar, Avrupa Parlamentosu’nu biraz daha sağa kaydıracak. Fransa'da yaklaşan seçimler büyük bir anlam teşkil ediyor. Bu seçimlerin ardından büyük değişikliklerin yaşanması bekleniyor.
‘AŞIRI SAĞ TOPLUMLARDA YARATILAN UMUTSUZLUKTAN BESLENİYOR’
Peki, faşizmin bu kadar yükselişini neye bağlıyorsunuz. Bu partiler nereden ve neden besleniyor?
Her şeyden önce aşırı sağ, toplumlarda yaratılan umutsuzluktan besleniyor. Yine Avrupa'nın kemer sıkma politikalarıyla aşırı sağın yükselişine katkıda bulunduğunu söylemek yanlış olmaz. Tüm bu kemer sıkma politikaları ve liberal politikalar, 2. Dünya Savaşı'nın ardından ortaya çıkan değerlerin yani, halkların faşizme ve Nazi-faşizmine karşı mücadelesinin ve tüm halklar için refah ve uluslar arasında dostluk vaadinin unutulduğunu göstermektedir.
Şu anda, özellikle Güney İtalya, İspanya ve diğer pek çok ülkede yüksek bir işsizlik durumuyla karşı karşıyayız. Fransa ve Almanya'da bile büyük ekonomik sorunlar var. Avrupa, savaş ve kitlesel silahlanma politikasıyla, bugün daha da küçük olan küçük elitlerin çıkarlarına hizmet etmek üzere örgütlenmiş gibi görünüyor. Bu durum sadece halkla değil, aynı zamanda çevre dostu sanayiye doğru ekolojik bir geçiş için yatırım görmek isteyen üretici burjuvazi ile de sorunlar yaratmaktadır.
İtalya'da gördüğümüz gibi, günlük yaşamın büyük zorluklarının aşırı sağın destek kazanmasına olanak sağladığı açıktır. Ancak aşırı sağın istihdam, eğitim, barış ya da sağlık sorunlarını çözemeyeceğini de unutmamak gerekir. Önümüzdeki zor yılların habercisi olan bu gerçeğin tam olarak anlaşılabilmesi için yaşanması gerekmektedir.
‘GİDİŞATI TERSİNE ÇEVİRECEK BİR TARİHE SAHİBİZ’
Ancak bu gidişatı ve Avrupa’nın üstündeki bu siyah dalgayı tersine çevirecek tarihe ve araçlara sahibiz. Avrupa'daki seçmenlerin yarısı oy kullanmadı. Bu çok endişe verici bir durum. İtalya'da ilk kez seçmenlerin neredeyse yarısı oy kullanmadı, bu da siyasi hayal kırıklığını gösteriyor. Oy vermeyenler, oy vermekle hayatlarının değişmeyeceğini düşünüyor.
Kurumlar halktan çok uzak görünüyor. Parlamento için oy veriyoruz ama Parlamento, Avrupa Konseyi’nin mutabakatı olmadan yasa yapmıyor. Avrupa'da politikayı yürüten Avrupa Konseyidir ve bu da pek demokratik değildir.
Para politikası, Avrupa kararnameleri temelinde, hiçbir zaman seçim uzlaşısı testine tabi tutulmayan ve bağımsız hareket eden Avrupa Merkez Bankası yetkilileri tarafından, son yıllarda çok katı ve sert bir politika ile tamamen özerk bir şekilde yönetilmektedir. Ancak bugün, kontrolü yeniden ele almak, anti-faşizm ve halk için refah politikasını, acı çeken ve ezilen halklarla gerçek dayanışmayı yeniden başlatmak için kesinlikle bir fırsatımız var.
‘AVRUPA SADECE İÇ DEĞİL DIŞ POLİTİKASINI DA DEĞİŞTİRMELİ’
Özellikle Kürt halkını düşünüyorum. Bir sembol haline gelen Abdullah Öcalan'ın durumu konusunda Türkiye'ye gerçek bir baskı uygulamalıyız. Bugün Sayın Öcalan’ın hayatta olup olmadığını bile bilmiyoruz. Yıllardır ailesiyle ya da avukatlarıyla görüşmüyor, bu da sessiz kalamayacağımız küresel bir skandaldır. Abdullah Öcalan'dan haber alınabilmesi ve insan haklarını kullanabilmesi için mücadele etmeye devam edeceğiz. Avrupa sadece iç politikasını değil, otoriter rejimler tarafından ezilen halkları ve özgürlük hareketlerini destekleyerek uluslararası politikasını da değiştirmelidir. Avrupa'da değişim kesinlikle gereklidir.
‘AVRUPA SOLU LİBERALİZME KAYDI’
Aşırı sağın yükselişinde Avrupa salonunun yanlış veya eksik politikalarının da konuşulması gerektiğini düşünüyor musunuz? Örneğin birçok kesim Avrupa solunu eleştiriyor ve artık tıkandığını, politika üretmediğini söylüyor…
Evet, size katılıyorum çünkü sol uzun süre liberal politikalara dönerek kaybetti. Şimdi Fransa'dan gelen bir umut var. Anti-faşist Halk Cephesi'nin kurulması çok önemli. Fransa'daki halk hareketliliği Avrupa için çok önemli. Bugün İtalya'da da sol güçleri birleştiren bir gösteri olacak. Tüm sol partiler, aşırı sağın anti-faşist anayasayı tamamen elden geçirme planına karşı bir araya geliyor. Bu anayasa taslağı parlamentoyu hükümete ve bir anlamda hükümet başkanına teslim edecek.
Yani bir kez daha tek bir erkeğin ya da bir kadının her şeye karar verme riski ile karşı karşıyayız.
Hükümetin, yargının ve basının başında tek bir kadın veya tek bir erke. Bunların hiçbirini kabul etmiyoruz. İtalya'daki Avrupa seçimlerinde de gördük ki hükümet partileri muhalefet partilerinden daha az oy aldı. Dolayısıyla mücadeleye devam etmek önemli.
‘HAYAL EDİLEN AVRUPA BU DEĞİLDİ’
Avrupa’da son dönemde ortaya çıkan ciddi parçalanma, kutuplaşmalar ve faşist politikaların gün geçtikçe daha gözle görülür hale gelmesi, 2. Dünya Savaşı öncesinde yaşanan süreçle benzerlik taşıyor mu?
Evet, içinde olduğumuz süreç çok tehlikeli. Büyük Avrupa ülkelerindeki durum bazı açılardan faşizme ve Nazizm’e yol açan durumu andırıyor. Her şeyden önce sosyal umutsuzluktan, çok sayıda yoksul insandan, umutları olmayan çalışan yoksullardan bahsediyorum. O dönemde insanlar, faşizmin yasal ve yasadışı olmak üzere çifte taktikle harekete geçmesini denediler. Ancak iki süreç arasında önemli farklılıklar da var.
İlk fark, 100 yıl önce yaşadığımız şiddete sahip olmamamızdır. Ve bu şiddetin geri dönmesini beklememeliyiz. İtalya, Fransa ve Almanya'da açıkça faşist, Neo-faşist, Neo-Nazi olan tüm partileri yasaklamalıyız. Ve bir fark daha var, sadece ahlaki bir etkisi değil, aynı zamanda savunulması gereken yasal bir etkisi de olan anti-faşist anayasalar var.
Ticaret yapmak istiyorlar. Büyük Amerikan yatırım bankaları ticaret yapmamız gerektiğini çünkü çok fazla özgürlük olduğunu söylemişlerdi. Ve biz de her seferinde onların politikalarını savunmak zorunda kalıyoruz. Bir başka fark daha var ki o da şu an için Avrupa Birliği'nin varlığı. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra görmek istediğimiz ve inşa edilen AB’nin bu şekilde olması değildi.
‘DEMOKRASİYE DEĞİL PARAYA DAYALI BİR AB MEVCUT’
İçinde yaşadığımız AB, bir dayanışma birliği değil. İnsan hakları ve sosyal haklar üzerine kurulu bir AB değil. Diğer kıtalardaki halklar da dahil olmak üzere halkların dostluğu üzerine kurulmuş bir AB değil. Aktüel olarak paraya dayalı bir Avrupa Birliği mevcut. Ve bizler, Avrupa halkları bu durumdan hiç memnun değiliz. Ancak her halükârda bu bir farktır. Avrupa ülkeleri arasındaki ticari rekabeti engelleyen bir fark. Yani 2. Dünya Savaşı öncesi süreçle farklılık var. Şu an 100 yıl önceki şiddet yok. Birçok ülkede Anti-faşist anayasalar var. Politikaları yanlış olsa da birleşik bir Avrupa var.
Yükselen aşırı sağ karşısında Avrupa anayasasını savunmalıyız. Bizler, 2. Dünya Savaşından çıktık ve Avrupa'yı anti-faşist ulusal ve uluslararası dayanışma gösterecek şekilde değiştirmeliyiz.
Yarın: İmralı tecridi