Ece: İnsan hakları savunan herkes tecride karşı olmalı

ÖHD Hapishaneler Komisyonu Eşsözcüsü Vedat Ece, hukuku ve insan haklarını, işkence yasağını savunuyorum diyen her bireyin tecride ses çıkartması gerektiğini söyledi.

Hukuku ve insan haklarını, işkence yasağını savunuyorum diyen her bireyin tecride ses çıkartması gerektiğini belirten ÖHD Hapishaneler Komisyonu Eşsözcüsü Vedat Ece, bunun için Kürt olmak, herhangi bir siyasi partiye üye olmak veya avukat olmak gerekmediğini kaydetti. 

ÖHD Hapishaneler Komisyonu Eşsözcüsü Av. Vedat Ece, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a uygulanan tecride dair ANF’nin sorularını yanıtladı.

İmralı'da uygulanan tecrit sisteminin bir süre sonra bütün cezaevlerine yayıldığı görüldü. Bunun nedeni nedir, 25 yıllık tutsaklık sürecinde verilen bu kadar disiplin cezası ve görüş yasağının iç hukukta yeri var mıdır?

Bildiğimiz üzere Sayın Abdullah Öcalan, 1993 yılından sonraki süreçten günümüze kadar Kürt sorununun onurlu, demokratik ve barışçıl bir şekilde çözümü için çok büyük bir çaba harcadı ve sesinin duyulduğu her fırsatta da bu emeği vermeye hazır olduğunu ifade etmiştir. Uluslararası Komplo sonucu tutuklanmasından sonraki süreçte de aynı tutumunu ve konumunu korumaya devam etmiştir. Bu nedenle kendisinin basta Kürt halkı olmak üzere Ortadoğu’daki halklar, siyasi partiler, politik mahpuslar üzerindeki etkisi ve liderlik rolü kaçınılmaz boyuttadır.

Ülkenin yakın tarihine baktığımızda Sayın Öcalan'ın bu konumunun aslında Türkiye'nin siyasi iktidarları tarafından kabul de edildiği görülmektedir. Şöyle ki; Türkiye'de 2013-2015 yılları arasında çözüm veya barış süreci olarak tarihe geçen süreçte 2013, 2014 ve 2015 yılının Newroz kutlamalarında Sayın Öcalan tarafından kaleme alınan mektupların süreç üzerindeki etkisi ve Türkiye halklarının kalbinde yarattığı barış umudu hepimizin anılarında halen tazeliğini korumaktadır. Bu nedenle bugün AKP-MHP iktidarı 8 yıldır uyguladığı mutlak tecritle kendisini ne kadar unutturmaya, dış dünyayla ve halkla bağlantısını koparmaya çalışırsa çalışsın barış sürecinde kabul etmiş olduğu bu gerçekliği değiştirememektedir. Tam da bu nedenlerle her seçim döneminde Sayın Öcalan üzerinde uyguladığı mutlak tecritle kendisinden bir kelime duyulmasına dahi müsaade etmeden onun adını çeşitli spekülasyonlara konu ediyor, Kürt halkını ve tüm seçmenleri manipüle ediyor.

1999’dan bugüne kadar gelinen süreçte yaşanılan siyasi ve askeri gelişmelere bakmış olduğumuz takdirde de Sayın Öcalan üzerinde uygulanan tecrit politikalarının şiddetini siyasal iktidar tarafından Kürt sorununda seçilen çözüm yolu ve pratiği belirlemiştir. İktidar, Kürt sorununda onurlu bir barış içinde çatışmasızlık ve müzakere yolunu tercih ettiği anda Sayın Öcalan üzerindeki mutlak tecrit tamamen ortadan kalkmasa da sesini halkına duyurmasına, avukatları ve ailesiyle görüşmesinin önündeki engellerin kaldırılmasına karar veriliyor. Bunun aksine iktidar son 8 yılda olduğu gibi Kürt sorununu yok sayıp tamamen militarist bir kafayla sorunu düşmanla savaş hukuku konseptinde "terörle mücadele" olarak tanımlayıp silahla çözme yolunu seçtiğinde ise Sayın Öcalan üzerindeki mutlak tecrit 30 ayı askın bir süredir tek bir ses dahi olsa haber alınamama boyutuna yükseliyor.

Bu nedenle avukatlarının da açıkladığı üzere İmralı Ada Hapishanesini devletin kanunla kurulan hukuki kurumlarının, infaz savcılarının veya infaz hâkimliklerinin yönetmediğini; tamamen siyasal iktidarın keyfince yönettiğini söylemek rahatlıkla mümkündür. Sayın Öcalan hakkında uygulanan mutlak tecridin basta Türkiye'deki bütün hapishanelere benzer keyfi yöntemlerle yayıldığını, Kürt halkı ve siyasi hareketi üzerinde de siyasi soykırım operasyonlarına dönüştüğünü söylemek mümkün.

25 yıllık tutsaklık sürecinde Sayın Abdullah Öcalan'a verilmiş sistematik disiplin cezaları, aile ve avukat görüş yasaklarının elbette iç hukukta, uluslararası hukukta yeri yoktur. Anayasasında hukuk devleti yazan Türkiye Cumhuriyeti'nin 5275 sayılı infaz kanununda da yeri yoktur.

Yasada yer almıyorsa bu disiplin cezaları nasıl gerekçelendiriliyor? 

5275 Sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanunu’nun 25. ve 107. Maddelerinde haklarında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilen mahpusların infaz koşulları, aile ve avukat görüşme hakları, spor, sohbet ve kültürel etkinliklere katılma hakları düzenlenmiştir. Yasada vasi ve avukat görüş yasağının aile görüşmesine ilişkin verilen disiplin cezasıyla da kısıtlanamayacağı da açıkça yazılmıştır. Hepimizin bildiği üzere İmralı’da uygulanan mutlak tecritte kanun rafa kaldırılıyor.

Öncelikle Sayın Öcalan’ın İmralı’daki tutsaklığının ilk 12 yılına bakıldığında aile ve avukat görüşme başvurularının "koster bozukluğu, hava şartları" gibi soyut bahanelerle sürekli olarak engellendiğini söylemek mümkündür. Yine Nisan 2015’ten sonraki mutlak tecrit modeliyle beraber kendisinin aile ve avukat görüşme hakları fabrikasyon bir şekilde birbirini takip eden soyut ve matbu gerekçelerle yazılmış disiplin cezalarıyla engellenmektedir. Bu disiplin cezalarına ilişkin öyle bir süreç izleniyor ki İmralı’da Sayın Öcalan ile Ömer Hayri Konar, Hamili Yıldırım ve Veysi Aktaş'a verilmekte olan bu cezalar ve infaz hâkimliği kararları avukatlarıyla dahi paylaşılmıyor.

Avukatlarının infaz hâkimliğine usulünce sunduğu vekâletnamelere rağmen UYAP kayıtları yapılmıyor, dosyalardan örnek dahi kendilerine verilmiyor. Bu nedenle İmralı’da yaratılan bu mutlak tecrit modelinde hukuktan, kanundan, savunma hakkından dahi söz etmek mümkün değildir.

İmralı’da hukukun, kanunun, bağımsız ve tarafsız yargının olmadığını söyleyebildiğimiz gibi devletin de olmadığını söyleyebiliriz.

Sayın Öcalan üzerinde uygulanan mutlak tecridin kendisinin ruh ve beden sağlığına, manevi bütünlüğüne kast edecek boyuta geldiğini kendisine AİHS’nin 3. Maddesi ihlal edilerek açıkça işkence edildiğini göstermektedir.

AİHS’nin 3. Maddesi ihlal edilerek açıkça işkence edildiğini söylüyorsunuz, peki bu işkenceye ve özel hukuka karşı ne yapılmalı?

Bu duruma ilişkin elbette hukuku ve insan haklarını, işkence yasağını savunuyorum diyen her bireyin ses çıkartması gerekmektedir. İmralı’daki mutlak tecrit sistemine itiraz etmek, tecridin insanlığa karsı suç olduğunu ifade etmek için Kürt olmak, herhangi bir siyasi partiye üye olmak veya avukat olmaya gerek yoktur.