Resmi rakamlar dışında Türkiye’de toplam kaç göçmen ve mültecinin olduğu bilinmiyor. Kayıtlı göçmenler dışında Türkiye’de yaşamaya ve çalışmaya gelen göçmenler ise yoğunluklu olarak yoksul mahallelerde yaşam mücadelesi veriyor. Normal koşullarda zaten devletin ve iktidarların yönlendirdiği çetelerin baskısı altında bulunan yoksul mahallelerde, ötekileştirilen insanlardan daha da kötü durumlarda yaşamak zorunda bırakılan göçmenler, hem devletin, hem çetelerin hem de mahallelerde yaşayan insanların ve diğer göçmenlerin ayrımcı, ırkçı yaklaşımlarına maruz kalıyor.
Göçmenlere yönelik bu ayrımcı ve ırkçı yaklaşımlarla ise en çok çocuklar maruz bırakılıyor. Göçmen çocukları, büyüklerden gördükleri ayrımcılık hariç, kendi yaşıtlarından da zorbalık görüyorlar. Akran zorbalığına kadar varan bu ayrımcı yaklaşım çocukların yaşamlarını tamamen olumsuz etkiliyor.
Çocukların çektikleri zorluklar sadece yaşadıkları ayrımcı politikalar ve ırkçı saldırılardan ibaret değil. Ailenin yaşadığı her zorluk doğrudan çocuğu ve onun gelişimini de olumsuz bir şekilde etkiliyor. Türkiye’de bulunan göçmenlerin çoğunun çalışma izninin olmaması, yine çok sayıda göçmenin kaçak olmasından kaynaklı olarak, göçmenler buldukları ilk işlerde ucuz iş gücü olarak çalışmak zorunda bırakılıyor.
Çalışma saatlerinin uzun olması ve çoğu zaman çalıştıkları yer ile ev arası mesafede yakalanma riskinden dolayı toplu taşıma kullanmayıp yürüyerek gidip gelmek zorunda olmalarından kaynaklı olarak çok sayıda aile, gelişme çağındaki çocuklarını evlerde yalnız bırakıyor. Bu annelerden biri olan A., maruz kaldıkları ayrımcılıkları ve bunlardan kaynaklı olarak çocuklarının yaşadığı sıkıntıları anlattı.
Tarlabaşı’nda bir bodrum katında yaşadığını söyleyen A., yaşadıkları yerin rutubetli, karanlık bir yer olduğunu ve çok kötü koktuğunu söyleyerek şöyle devam etti: “Yaşadığım yer eski bir bina, rutubetli, kolon demirleri gözüküyor. Bina neredeyse başımıza çökecek gibi başka bir yerde bulamıyoruz. Kimse bize ev vermek istemiyor, bu evi de aslında ortalamanın çok üstünde bir kira ile tuttuk çünkü çocuklarımız vardı ve onların sokakta kalmasını istemiyorduk. Ev sahibi benim ve eşimin kaçak olduğunu bildiğinden istediği gibi zam yapabiliyor. İkimiz de aynı yerde çalışıyoruz. Çalıştığımız yer Okmeydanı’nda ve her gün Tarlabaşı’ndan Okmeydanı’na yürüyerek gidip gelmek zorundayız. Her yerde polisler kontrol yapıyor. Özellikle otobüsler, metrobüs duraklarında çok sıklaştırdılar.”
ÇOCUKLAR KONUŞMAYI BİLMİYOR, YEMEK YİYEMİYOR
Biri 6 diğeri, 3 yaşında iki çocukları olduğunu söyleyen A., işe gidip gelirken kimseye güvenemediklerinden dolayı çocuklarını evde bıraktıklarını ve çocukların bütün gün evde tek başlarına kaldığını belirterek, bu durumun çocukların gelişimini çok kötü etkilediğini, iki çocuğunun da ne Türkçe ne de ana dillerini konuşabildiklerini belirtti. Özellikle 3 yaşındaki çocuğun hiçbir şekilde konuşamadığını dile getiren A., şöyle devam etti: “İki çocuğum da konuşamıyor. Büyük olanı, bizim gibi Afrikalı göçmenlerin çocukları için başka bir semtte kaçak olarak açılan kreşe götürdüm birkaç defa. Orada konuşmayı öğrenmeye başladı ancak küçük olan konuşamıyor. Sorunlar sadece onunla da bitmiyor; küçük olanın ne tuvalet eğitimi, ne yemek yeme eğitimi var. Ben ve eşim sabahın beşinde evden çıkıp akşam 12’ye doğru eve geliyoruz. Yorgun olduğumuzdan kaynaklı olarak çok ilgilenemiyoruz. Küçük oğlum kendi başına yemek yiyemiyor, tuvalete gidemiyor, konuşamıyor. Doktora da götüremiyoruz çünkü kaçak durumdayız ve götürdüğümüz zaman bizi yakalayıp geri gönderme merkezlerine götürebilirler.”
Kaçak olmalarından dolayı çocukları okula yazdıramadıklarını söyleyen A., bu durumunun da çocukları kötü etkilediğini belirterek, çocukların sağlık, eğitim, oyun haklarının tamamen ellerinden alındığını ve kendileri ile birlikte geleceksiz bir hale geldiklerini sözlerine ekledi.
KİMSE DESTEK VERMİYOR
Son dönemde Afrikalı göçmenlerle ilgili çalışmalar yapan Mayıs’ta Yaşam Kooperatifi çalışanı Tunahan Dursun, çocukların durumuna ilişkin TTB dahil bir çok kurum ile konuştuklarını ancak bir sonuç alamadıklarını belirtti. Dursun, doktorlardan gönüllü olarak gelip yardım etmelerini istediklerini ancak kurumların ve birebir konuştukları doktorların, pedagogların gelip tedavi etmeye yanaşmadıklarını belirtti.
Dursun, çocukların bir geleceklerinin olmadığını, kimliklerinin olmadığını, ülkelerinde süren ekonomik ve siyasi krizlerden dolayı oraya da gitmek istemediklerini belirterek, aileleri ile birlikte çocukların da artık kimliksiz, vatansız bir şekilde yaşamaya zorlandıklarını söyledi. Dursun, ileride bu çocukların tamamen mülteci olarak yaşayacaklarını ve nereye giderlerse gitsinler bir hayat kuramayacaklarını, hem Türkiye’nin hem de diğer ülkelerin göçmenlere yaşam hakkı vermediğini dile getirdi.
AYRIMCILIK DOĞUM ESNASINDA BAŞLIYOR
Göçmenlere yönelik baskıların giderek arttığı bu günlerde, 20 yılı aşkın süredir Türkiye’de olan ve burada kendisine bir yaşam kuran E. de kendi çocuklarının yaşadığı zorlukları anlattı.
Kendisinin 2016 yılında Türkiye’ye geldiğini söyleyen E., eşinin ise 2000 yılından beri Türkiye’de olduğunu belirtti. Çocuklar ile ilgili sıkıntıların aslında doğum sırasında başladığını sözlerine ekleyen E., devlet hastanelerinin göçmenleri kabul etmediğini, doğum için kendilerini özel hastanelere yönlendirdiklerini, özel hastanelerin ise normal bir ücretlendirmeden farklı olarak, normalinin iki ya da üç katı ücret aldıklarını sözlerine ekledi.
Çocukların kimliksiz olarak doğduğunu söyleyen E., “Eskiden anne pasaportunu gösterdiğinde çocuğu nüfusa kaydedebiliyorduk ancak yeni bir uygulama ile anne ve babanın hem oturum izninin hem de pasaportunun olması gerekiyor. Eğer bunların herhangi biri yoksa ya da anne veya baba da bunlar yoksa hiçbir şekilde çocuğu nüfusa kaydedemiyorsunuz. Bunların yanında çocuğa hastane doğum sertifikası da vermiyor. Doğum sertifikası alamadığınız için de çocuğa pasaport alamıyorsunuz, pasaport alamayınca da kimlik alamıyorsunuz. Kimliksiz olduğu içinde çocuk hem eğitim hem de sağlık hakkından yoksun bırakılıyor” diye konuştu.
Okulun aslında özellikle Afrikalı çocuklar için çok zor olduğunu söyleyen E., bu yıl kendi kimliği olduğu için büyük kızını okula yazdırdığını ancak tedirgin olduğunu da belirtti. E., çevredeki Afrikalı göçmenlerden duyduklarına göre okullarda da çocukların ayrımcı politikalara, akran zorbalığına maruz kaldığını, diğer çocukların Afrikalı çocukların ten rengi ile, konuşmaları ile dalga geçtiklerini, oyunlara almadıklarını hatta dövdüklerini belirtti.
Akran zorbalığının sokakta daha net olarak belli olduğunu dile getiren E., sokakta ise diğer göçmen çocukların da Afrikalı çocuklara zorbalık yapabildiğini, Türk veya Kürt çocuklarından çok diğer ırklardan göçmen çocuklar arasında zorbalığın daha fazla olduğunu sözlerine ekledi. Yaşadıkları zorbalıklara karşı Türkiye’de bir hayat kurduklarını ve kalmak istediklerini belirten E., son olarak şunları söyledi: “Normalde kalmak istiyoruz. 23 senedir buradayız. Diğer aileler de kalmak istiyor ama son zamanlarda artan operasyonlar ve çocuklarımızın kimliksiz olması bizi endişeye sürüklüyor. Her gün bu sıkıntıları yaşamak zorundayız. Bunlar bizi sorgulatıyor. Bazılarımız, çocukları Afrika’ya geri göndermeyi, orada okula gitmesini de düşünüyor. Çocukların kimliksiz olması, okula gidememesi bizi çok zorluyor.”