AKP-MHP iktidarının “süreç” ve “iç barış” söylemleri adı altında kayyum darbelerinden sonra bu defa da toplumun en dinamik ayağı olan gazetecileri, yazarları, çizerleri, insan hakları savunucularını hedef alarak siyasi soykırım operasyonlarıyla rehin alma girişimine yönelik tepkiler büyüyor. Gözaltına alınan gazetecilerden Erdoğan Alayumat’ın ANF’ye konuşan meslektaşı ve arkadaşı Hayri Tunç, “Bu gözaltı ve baskılarla devlet gazetecilere ‘Gerçeğin yanında tarafsanız, bizim karşımızdasınız’ mesajını veriyor” dedi.
‘ERDOĞAN ALAYUMAT’IN GAZETECİLİĞİNE HEM BEN HEM DE HERKES ŞAHİT!’
Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı’nın başlattığı soruşturma kapsamında siyasi soykırım operasyonlarının hedefi olan ve çıplak arama işkencesine maruz kalan gazetecilerden Erdoğan Alayumat ile yıllardır aynı alanda haber takibi yapan Hayri Tunç, Alayumat’ın gazeteciliğine şahit olduğunu vurguladı. 15 yıl aşkın bir süredir gazetecilik yapan Erdoğan Alayumat ile Türkiye’nin birçok bölgesinde aynı sahalarda çalıştıklarını anlatan Tunç, Alayumat’ın herkes tarafından bilinen, yaptığı haberlerden dolayı devlet ve mahkemeler tarafından daha önce de hedef alınan ve işini her daim layıkıyla yapan bir gazeteci olduğunu vurguladı.
Alayumat’ın birkaç ay önce de aynı şekilde kriminalize edilmeye çalışılarak gözaltına alınıp tutuklandığını hatırlatan Tunç, ama hiçbir soruşturma veya davanın kendisini hakikatleri aktarmaktan vazgeçiremediğini kaydetti.
‘DEVLET ‘MAKUL GAZETECİ’ PROTOTİPİ YARATMAYA ÇALIŞIYOR!’
Bu gözaltılarla devletin özgür basın çalışanlarına resmen, “Gazeteci olacaksanız da bizim istediğimiz gibi gazeteci olacaksınız” mesajını vermeye çalıştığını belirten Tunç, sorunun da zaten burada başladığına işaret etti.
Devletin “makul gazeteci” prototipi yaratmaya çalıştığını vurgulayan Tunç, “Biz devletin makul gazetecileri değiliz. Biz devletin istediği çizgide duran insanlar değiliz. Biz hiçbir güç odağına bağlı değiliz. Bizim işimiz gazetecilik ve biz bu mesleği öğretmenlerimizin, hocalarımızın öğrettiği ilkelerle icra ediyoruz. Bu ilkeler de gerçeğin peşinden koşmak. Sesi duyulmayanın sesi olmak. İşkence varsa, hak ihlali varsa onu göstermek. Erdoğan ve gözaltında tutulan diğer gazeteci arkadaşlarımızın yaptığı da sadece bu. Devletin istediği şekilde ‘makul gazeteci’ olmadıkları için de hep hedefteler. Zaten devletin ‘makul çizgisi’nde olmayan herkes hedef. Bunu gazetecileri gören MLSA avukatlarının açıklamalarından da görüyoruz. Kısacası, ‘Sen yurtdışındaki bir basın kuruluşuna haber yapıyorsun, ben bu haber kuruluşunu kabul etmediğim için seni de kabul etmiyorum’ mesajı veriliyor” dedi.
‘BİR GAZETECİ GEÇİMİNİ HABER VE FOTOĞRAFLARDAN SAĞLAR’
Gazetecilik faaliyetinin dışında zaten hiçbir argümanın öne sürülemeyeceğini kaydeden Tunç, “Şimdi gazetecilerin banka hesaplarına para yatırılmasının da suç unsuru olarak gösterilmeye çalışıldığını yine MLSA avukatlarından öğrendik. Bir gazeteci geçimini yaptığı haberlerden ve çektiği fotoğraflardan sağlar. Türkiye’de de bütün dünyada da bu böyle. Bunu devlet de biliyor ama dert o değil, dert burada gazeteciliği kriminalize etmek. Ortaya çıkmasını istemedikleri haberleri yapanlara gözdağı vermek. Durum bundan ibarettir” diye konuştu.
‘YA İKTİDARIN TARAFINDASIN YA DA HALKIN!’
Gazetecinin zaten taraf olması gerektiğini ifade eden Tunç, şunları kaydetti: “Ya iktidarın tarafında olursun, hak ihlallerini görmezsin, ya da halkın tarafında olursun, yaşanan hak ihlallerini yazarsın. Erdoğan’ın yaptığı da halkın tarafında olmak. Kentsel dönüşüm adı altında Fikirtepe’de evleri başlarına yıkılan insanların da sesi oldu, midyecilerin de sesi oldu, ormanı katledilen İkizköy halkının sesi oldu, atık kağıt işçilerinin de sesini duyurdu. Maraş merkezli depremin en çok etkilendiği kentlerden Hatay’da 1 ay kaldık. Orada yaşanan acıları da gördük. Yani bu acıları görüp, devletin açıklamasıyla sınırlı mı kalsaydık? Kalamazdık. Yaşadık çünkü; deprem bölgesinde insanların o acısını, o öfkesini, o terk edilişlerini gördük. Gazetecilik de tam burada devreye giriyor. Demin de söylediğim gibi ya iktidarın açıklamasıyla yetinip öyle haber yapacaksın ya da bu açıklamaya karşı gözlerinle gördüğünü yazacaksın. Biz deprem bölgesinde aç kalarak haber yaptık. Soğukta, hiç banyo yapmadan o insanlarla aynı koşulları yaşadık ve bunları görmezden gelemezdik. Buna ne insanlığımız ne de duruşumuz el verirdi. İşte tam da bu nedenle bugün hedefteyiz. Biz tarafız, devlet de bize, ‘Siz benim tarafımda değilsiniz. O zaman cezalandırılırsınız’ mesajını veriyor. Ve bu konuda da geri adım atmayız çünkü biz öğretmenlerimiz dediğimiz insanlardan böyle öğrendik. Metin Göktepe, 'haber var, oraya gitmem lazım' deyip katledildiğinde bizim öğrendiğimiz şey gitmemiz gerektiğiydi. Ya da Rohat Aktaş, Cizre bodrumlarında insanlar katledilirken istese gitmeyebilirdi. Ama orada katledilirken gitmek zorundaydı, görmek zorundaydı. Gördü, yazdı ve katledildi. O yazmasaydı kimse bilemezdi. Şimdi biz bunlardan öğrendik bu işi. Biz masa başında haber yapan insanlardan öğrenmedik ki. Biz oturduğu yerden devletin verdiği açıklamayı alıp böyleymiş diyen insanlardan öğrenmedik bu işi. Devlet bunu diyor ama bakalım sokak ne diyor diye yola çıktık. Biz bir taraftık; biz gerçeğin yanında taraftık. Devlet de dedi ki gerçeğin yanında tarafsanız bizim karşımızdasınız.”
‘SIKIŞMIŞ BİR İKTİDARIN SIKIŞMIŞ POLİTİKASI!’
Erdoğan Alayumat ve diğer gözaltındaki tüm meslektaşlarının gazeteciliğine şahit olduğunun ve onların gazeteciliğinin sonuna kadar savunucusu olduğunun altını çizen Tunç, sadece gazetecilerin değil gözaltına alınan insanların biat etmedikleri için bugün hedefe alındıklarını vurguladı. Erdoğan’ın daha önce de hukuksuz bir biçimde hapsedildiğini ve hapisten çıkar çıkmaz gazeteciliğe daha da güçlü sarılarak sürdürdüğünü hatırlatan Tunç, “Baskılar, gözaltılar, tutuklamalar biat etmeyen gazetecileri yıldırmaz. Ben de girdim hapishaneye, çıktığımda ara vermeden işime devam ettim ve hep de edeceğim. Sıkışmış bir iktidarın sıkışmış bir politikası bu. Bir gözdağı verme operasyonu” dedi.