Güneş: ÇEDES ‘kindar ve dindar nesil’ içindir

HEDEP Mardin Milletvekili Beritan Güneş, ÇEDES'in AKP tarafından oluşturulmak istenen ‘kindar ve dindar nesil' için son basamaklardan biri olduğunu söyledi.

ÇEDES projesiyle sosyolojik yapının ve gelecek yılların hedeflendiğini belirten HEDEP Mardin Milletvekili Beritan Güneş, “Adım adım Taliban'ın uygulamalarına giden bir süreci yaşıyoruz. Bunu durdurabilecek tek şey, mücadeledir, toplumsal rızanın olmadığını her alanda göstermektir" dedi.

Kamuoyunda okullara imam atanması olarak bilinen ve pilot olarak seçilen okullarda uygulanmaya başlanan ÇEDES projesi için Milli Eğitim Bakanlığı, 2023-2024 eğitim öğretim yılında tüm okullara yaygınlaştırılması kararını verdi. "Değerler Eğitimi" programı kapsamında "Manevi Danışman" olarak belirlenen kişilerin tamamı Diyanet personeli. HEDEP Mardin Milletvekili  Beritan Güneş Altın, AKP-MHP iktidarının ÇEDES ile neleri amaçladığıyla ilgili ANF’nin sorularını yanıtladı.

ÇEDES, Türk Milli Eğitim Bakanlığı, Diyanet ve Gençlik ve Spor Bakanlığı arasında imzalanan bir protokolle devreye girdi. Amacın, öğrencileri “bilime sevdalı, kültüre meraklı ve duyarlı; millî, ahlaki, insanî, manevi ve kültürel değerlere göre yetiştirmek” olduğu iddia ediliyor. Eğitime dair amaçları içeren birçok mevzuatta bu milliyetçi muhafazakar blok söylemi görmek mümkün. Aynı hedeflerle yeni bir projenin oluşturulmasını nasıl okumak gerekiyor?

21 yıllık AKP iktidarı boyunca yaratılmaya çalışılan yeni toplum düzenini ele almadan buna dair herhangi bir değerlendirme yapılabileceğini düşünmüyorum. ÇEDES, AKP iktidarının siyasetini, okullarda öğrencilere aktarma yöntemidir. Hedeflenen, doğrudan çocuklar ve gençler ile aslında bizim sosyolojimiz, gelecek yıllarımız. AKP, 21 yıllık iktidarı boyunca 'kinini ve dinini unutmayan' bir nesil yaratmayı hedefledi. Bu onların tanımıdır, kindar ve dindar bir nesli yaratmaya çalıştılar. ÇEDES de bunun projesidir, diyebiliriz.

ÇEDES, öğretmenler veya pedagoglar üzerinden değil imam, vaiz ve Kur'an kursu hocaları üzerinden hayata geçirildi. "Manevi danışman" olarak belirlenen kadronun tamamının Diyanet çalışanı olduğu biliniyor. Manevi danışan sıfatı ile görev verilen kişilerin baskın bir dini kimlik taşıması laiklik-siyasal İslam tartışmalarıyla birlikte öğrenci psikolojisi açısından nasıl bir anlam ifade ediyor, bir psikolog olarak bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?

Atadıkları din görevlileri ve vaizler, okul dışındaki alana, evlere kadar sirayet ederek, tam bir kontrol toplumu yaratmaya çalışıyor. ÇEDES bunun projesi. Okullarda pedagojik formasyondan yoksun, çocuklarla nasıl çalışılacağını, çocukların gelişim dönemlerini, çocukların ruh sağlıklarını bilmeyen kişiler, çocuklara eğitim verecek. Aslında normal bir sosyal düzende çocuklarla bu değerleri konuşabilmek, her çocuğun kendi değerini yaratabileceği bir alanı oluşturabilmek, rehberlik öğretmenlerinin görevidir. Rehberlik ve psikolojik danışmanlık mezunu olan kişiler, çocuk psikolojisi ve pedagoji üzerine uzmanlık yapmış kişilerdir. Ne hikmetse rehberlik öğretmenleri atama beklerken vaizler ve Diyanet personeli ile bu alan gasp ediliyor. Eğer çocuklar derslere girmezse devamsızlıktan kalacak. Derse girmediklerinde çocuklar, sigmatizasyon (damgalama) ile akran zorbalığına maruz kalacak. Bir noktadan sonra bu çocuklarda ciddi ruh sağlığı problemlerine ve çatışmalara sebep olacaktır.

Zorunlu din dersi dayatması Alevi kurumlarının uzun yıllara yayılan çabaları sonucunda AİHM ve AYM kararı ile mahkum edildi, ancak kaldırılmadı. ÇEDES ile hem Aleviler hem Sünni İslam ekseninde inanç sahibi olmayan tüm kesimler açısından zorunlu din derslerinin dolaylı yoldan artırıldığını söylemek mümkün mü?

Maneviyat eğitimleri aslında başka ülkelerde de verilen eğitimlerdir. Tabii ki farkı şudur; her gruba, her dine, her inanışa yer veriliyor. Türkiye’de ise zorunlu din dersleriyle sistem, farklılıkları yok sayarak kendi dinini ve ideolojisini dayatıyor. Alevi ve gayrimüslim çocuklar, artık 16 saat din dersi almak durumunda. Bu asla kabul edilemez. Bunun dayatma dışında başka bir adı da yoktur; asimile etme, yok sayma dışında başka bir şey değil. İktidar, kendi dışındakini kabul etmiyor. Sadece Sünni Türk’ü kabul ediyor. Buna Alevi kurumları ile birlikte bütün insan hakları aktivistlerinin ses çıkarması gerekir.

Kurdistan'da cumhuriyetin kuruluşundan itibaren özel politikalar uygulandı. Ana dilde eğitim hakkına yönelik ilk kısıtlama Tevhidi Tedrisat Kanunu ile getirildi. Tek millet, tek vatan, tek bayrak vurgusu ile eğitim, asimilasyonun temel şekillendirme misyonunu yüklendi. Şimdi de Sünni İslam ekseninde son şekil verilmeye çalışılıyor. Sosyal etkinlik olarak öğrencilerin Cuma namazlarına götürüldüğü biliniyor. Kurdistan özelinde uygulamaya dair size ulaşan örnekler var mı?

Aslında bütün meselenin özeti de temelinde yatan konu da bu. Mesele yalnızca Türkler ve Kürtler meselesi değil. Lozan itibarıyla diyebiliriz ki; Türk olmayanların dilleri, kültürleri, kendi toprakları üzerinde özgür yaşam hakları gasp edildi ve bu gasp 100 yıldan fazladır devam ediyor. Eğitim de bunun en önemli ayaklarından biri, çünkü iktidar ve devlet aklı, yeni nesillere ulaşmada, yeni nesilleri kendi isteğine göre dizayn etmede bunu sürekli kullanıyor. 80’li ve 90’lı yıllarda YİBO'larla çocukları asimile etmeye çalıştılar. Bu defa iktidar değişti, yine milliyetçi tekçi ama bir o kadar da dinci uygulamalar belirmeye başladı. Yani 100 yıldır şekil değiştiriyor, boyut değiştiriyor aşama değiştiriyor, siyasi konjonktüre göre değişimler oluyor ama bu tek tipçilik hiçbir zaman değişmiyor. İnkar değişmiyor. Çocukların Kurdistan sokaklarında da dinci sloganlarla yürütüldüğü günlerden geçiyoruz.

Kız öğrenciler açısından eğitim her zaman bir handikap niteliği taşıdı. Milliyetçi, cinsiyetçi ve eril kodlar üzerine kurulu bir eğitim sistemi var, üzerine manevi danışan adı altında yüzde 90’ı erkek olan Diyanet görevlilerinin okullara atanmasının kız öğrenciler üzerindeki olası etkileri nasıl olacak?

Devlet aklı, her zaman erkeğin ekonomik olarak çalışıp güçlenebileceği bir düzen yaratıyor. İktidar, kız çocuklarının ve kadınların güçlenmesini istemiyor, çünkü kendi zihniyetine göre toplumu şekillendirmek istiyor. Bu zihniyette de kız çocuklarının yeri sokaklar, çalışma alanları, mücadele alanları değil. 2012’de uygulanmaya başlanılan 4+4+4 sistemi ile birlikte kız çocuklarının dolaylı bir şekilde okula gitmemesi ya da okulu dışarıdan bitirmesi için çabaladılar. Yine 2013’te ortaokuldayken kızların nişanlandırılabileceğini söylediler. Erken evlilikler gittikçe yayıldı. Bir takım temeli olmayan dayanaklarla sırf ideolojik saiklerle karma eğitimin önüne geçmeye çalışıyorlar. Bu ilk adımdır, bunun bir sonraki adımı artık kız çocuklarının dışarıya çıkamaması, markete gidememesi, sokakta oynayamamasıdır. Yaşamın doğal akışı içerisinde erkek çocuğunun olmadığı bir ortam bulmak imkansızdır. Onlar da bu imkansızlığın farkındadır ki Taliban rejimini andıran uygulamaları devreye sokmaya çalışıyorlar.

TC tarihinin en milliyetçi ve muhafazakar parlamentolarından biri, Mayıs ayındaki seçimler sonrasında şekillendi. Hüda Par’ın seçim propoganda argümanlarından biri de karma eğitimin ortadan kaldırılmasıydı, seçimlerden sonra da bu doğrultuda çalışma yürüteceklerini açık bir şekilde beyan ettiler. Yaşamın bütünlüklü olarak din kıskacına alınmaya çalışıldığı bir süreçte muhalefetin duruşunu, tavır ve eylemselliklerini nasıl buluyorsunuz?

AKP-MHP iktidarı, kendini sürdürebilmek için 90’lı yıllarda isimleri Hizbulkontra ile anılmış kurumlarla, partilerle, birtakım odaklarla iş birliği içerisine girdi. İstanbul Sözleşmesi'nin kaldırılmasından sonra şimdi de karma eğitimin kaldırılmasına yönelik çalışmaların tamamını bu iş birlikleriyle birlikte okumalıyız. Uzun yılları hedeflediklerini söyledikleri Hüda Par’la olan iş birliğinin Türkiye’yi ne kadar büyük bir bataklığa çekeceği ortada. Bunları destekleyenler, kendi çocuklarını devlet okullarına, karma eğitimin kaldırılmasını istedikleri okullara göndermeyecek. Hatta Türkiye'deki okullara göndermeyecekler. Olan yine halkın, emekçinin çocuklarına olacak. Dolayısıyla bunun asla kabul edilmemesi gerekiyor. Hüda Par, geçen günlerde Kızıltepe'de bir yürüyüş yapmak istedi. Yürüyüşün konusu Filistin'de çocukların öldürülüyor ve camilerin bombalanıyor olmasıydı. Eş zamanlı olarak Rojava'da da aynı şeyler oluyor. TC tarafından Meclis’ten geçirilen tezkerelerle Rojava'daki çocuklar, sivil halk bombalanıyor; camiler, yaşam alanları, temiz su kaynakları bombalanıyor. İşte bunlar, Kızıltepe gibi Suriye sınırına çok yakın olan bir yerde gözünün önünde olanı görmezden gelerek sadece Filistin için yürüyor. Bu onların ikiyüzlülüğünün, Kürtlüğü ve dini kullandıklarının çok açık göstergesidir. Halk, artık AKP iktidarını da onun ortaklarını da çok iyi tanıyor ve siyasetlerini de deşifre etmiş durumdadır. Bunu durdurabilecek tek yol, toplumsal rızanın olmadığının her alanda gösterilmesidir, her alanda kazanımların korunmaya çalışılmasıdır. Mücadele edilmez, var olan tehlike yeterince iyi okunamazsa Taliban'ın uygulamalarının her gün bir yenisiyle tanışacağız.