HEDEP sözcüsü: Kürt sorunu çözülmeden demokratikleşme imkansız
HEDEP Sözcüsü Ayşegül Doğan, gündeme dair düzenlediği basın toplantısında "Kürt sorunu çözülmediği sürece Türkiye'nin demokratikleşmesi imkânsız bir hale gelmiştir" dedi.
HEDEP Sözcüsü Ayşegül Doğan, gündeme dair düzenlediği basın toplantısında "Kürt sorunu çözülmediği sürece Türkiye'nin demokratikleşmesi imkânsız bir hale gelmiştir" dedi.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (HEDEP) Sözcüsü Ayşegül Doğan, HDP Genel Merkezi'nde bir basın toplantısı düzenledi.
Gündeme dair konuşan Ayşegül Doğan, Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş'ın da olduğu HDP milletvekillerinin tutsak edildiği 4 Kasım 2016’nın yıldönümüne dikkat çekti.
Ayşegül Doğan şöyle konuştu: "Hakikat ve adalet mücadelemizin sesi olmak yalnızca bizim çabalarımızla gerçekleşebilecek bir şey değildir. Bu sesi birlikte çoğaltacağız ve birlikte büyüteceğiz. Çünkü masanın bu tarafında sizler, burada bizler bütün bu gerçeklerin kadife bir karanlığa hapsedilmeye çalışıldığı bu çağda, birlikte mücadele edip sesimizi çoğaltmazsak, bu karanlığı aydınlığa kavuşturmamız çok zor. Bu hepimizi için tecrübeyle ne yazık ki sabit. Peki, gelelim bugün burada neden buluştuğumuza? Yarın 4 Kasım. O kadar çok tarih var ki, bizi buluşturma nedeni olan. 4 Kasım işte o tarihlerden biri. 4 Kasım 2016 tarihinde hepimizin malumu olduğu üzere hatırlatmak ve unutturmamak ve bir daha vurgulamak için düzenledik bu basın toplantısını. Bir gece yarısı operasyonuyla partimizin Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş, grup başkanvekillerin ve milletvekillerin de olduğu 12 vekil gözaltına alındı, sonra 10 vekil tutuklandı. Daha sonra tutuklu HDP vekil sayısı arttı, 15’e çıktı."
SİYASİ DARBE KESİNTİSİZİ SÜRÜYOR
Yedi yıldır siyasi darbenin kesintisiz sürdüğünü belirten Ayşegül Doğan, hafta içinde eski milletvekili Hüda Kaya’nın tutuklandığını da hatırlattı.
Ayşegül Doğan şöyle konuştu: “Hüda Kaya ile bir gazeteci olarak söyleşi yaptığımızda, 28 Şubat’ta yaşadığı mağduriyeti anlatıyordu. Umutluydu, heyecanlıydı çünkü bu mağduriyetlerle yüzleşilebileceğine inanıyordu. Ama bugün geldiğimiz noktada en son 28 Şubat darbecileri tarafından hapsedilen Hüda Kaya, bugün o günleri değiştireceği iddiasıyla iktidar yolculuğuna çıkan, iktidar tarafından tekrar hapsedildi. Yalnızca bu bile bu davanın neden ve nasıl kurgulandığını anlatmak için önemli. 7 yıldır hız kesmeden devam eden siyasi bir darbeden bahsediyoruz. Bir partiyi yok etme, çökertme operasyonundan bahsediyoruz. Bu nedenle de Kobanê davasına, Kobanê Kumpas Davası diyoruz. Siyasetçilerimiz uzun tutukluluk sürelerine rağmen hala hapisteler. Yani AİHM kararları, AYM kararları tanınmıyor. Bu artık yalnızca HDP’lilere ya da HDP’de siyaset yapmış veya yapmak isteyenlere yönelik bir operasyon dalgası olmaktan da çıktı. Bir kartopu gibi büyüyor ve ülkenin her yerine, her yanına yayılıyor.
7 HAZİRAN 2015
Peki ne olmuştu 4 Kasım 2016’dan önce? Kimler HDP’den neden bu kadar rahatsız oldu? Ve bu iklim nasıl oluştu? Biraz bunu hatırlatmakta da fayda var. Burada tabi 2013 çözüm sürecini ve 7 Haziran 2015 seçimlerinin özellikle altını çizmek gerekiyor. Çünkü önemli iki kırılma noktası tarihinden bahsediyoruz. 2013’ü çok uzun konuşabiliriz ama bugün gündemimiz, daha çok 4 Kasım 2016’dır. Kısaca şöyle hatırlatmak gerekirse 2013’te Türkiye’de belki ilk defa Kürt meselesinin çözümünde çok aktörlü, asıl muhataplar dikkate alınarak ve onlarla görüşülerek bir diyalog zemini oluşturulmaya çalışılmıştır. Ve bu zemin 7 Haziran 2915 seçimlerinde HDP’nin de yüzde 13’leri aşan bir oy potansiyelini ortaya çıkartmıştı. Yani o oy potansiyelini ortaya çıkarmıştı derken şunu söylemek istiyoruz. Mevcut olan bir şey oylara yansıdı. O mevcut olan şey de şuydu; bu ülkede demokrasi, özgürlük, eşitlik, hakikat, adalet için mücadele edenler, 7 Haziran 2015’de çok önemli bir şeye imza attılar.
KOBANÊ DAVASI İLE OTORİTERLEŞME ZEMİNİ OLUŞTURULDU
Yıllarca Kürtler ve demokrasi güçleri ve onların temsiliyeti parlamentoda yer almasın diye bu ülkede dünyanın en yüksek barajı uygulandı. Ve o baraj alaşağı edildi. Şimdi tam böyle bir iklimde iktidar çoğunluğu kaybedince ne oldu? 7 Haziran seçim sürecini ve seçim sonuçlarını tanımadı. Yeniden bir seçim yapıldı, çözüm süreci cumhurbaşkanının deyimiyle ‘buzdolabına kaldırıldı’, DBP’li 102 belediyeden 94’üne kayyım atandı, açık bir kayyım rejimine geçildi, kentlerde aylarca süren sokağa çıkma yasakları ilan edildi, yüzlerce parti çalışanı ve siyasetçi tutuklandı, ülkedeki bütün dernekler, bütün sivil toplum kuruluşları neredeyse potansiyel bir hedef haline getirildi, çocuk ve kadın dernekleri dahil olmak üzere gazeteler, radyolar, televizyonlar kapatıldı. Akademisyenler ihraç edildi, siyasetçiler ve gazeteciler hapsedildi. Bütün bunlar neyin göstergesi; çok ciddi bir savaş konsepti yeniden güncellendi ve bütün ülke adeta yeniden bir ateşe atıldı, çatışma ortamına sürüklendi, savaş siyaseti tekrar temel bir siyaset haline getirildi. Suruç, Diyarbakır ve Ankara 10 Ekim katliamlarıyla ülke demokrasinin, özgürlüklerin ve hukukun askıya alındığı yeni sürece girdi. 4 Kasım siyasi darbesini takiben Kobanê Kumpas Davası ve HDP’nin kapatma davası ile en açık ve net bir ifade ile söylemek gerekirse bugün yaşadığımız otoriterleşme zemini oluşturuldu. Seçilmişler başta olmak üzere yüzlerce arkadaşımızın hala rehin tutulduğu bu darbe bir yanıyla da yüz yıllık Kürt sorununun çözümünde ısrarın sembollerinden biri haline geldi.”
BİR TARİH YAZILDI
HEDEP sözcüsü, demokratik siyasetin büyümesine tahammül edemeyenlerin, 1990’lardan bu yana yaratılan karanlıktan beslenmeyi tercih edenler olduğunu vurguladı ve şunları ekledi:
“Demokratik siyaset, diyalog, müzakere ve Kürt sorununda barışçıl çözüm istedikleri için. Eşit, özgür, adil, demokratik bir ülkede onurlu yurttaşlar olarak yaşamak istediğimiz için. Bunlardan dolayı partilerimiz kapatıldı, halkların iradesi ile seçilmiş vekillerimiz hapsedildi, sürgün edildi, hala daha diyebiliriz ki dışarıda yani sürgünde bir HDP, hapiste bir HDP ve bugün alanlarda, meydanlarda, parlamentoda bir Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi var, HEDEP var. Bu ülkede neredeyse yarım asır boyunca Kürtler ve demokrasi güçleri işte bu parlamentoya giremesinler, seslerini büyütemesinler, çoğaltamasınlar diye umudumuzu, güvenimizi ve dayanışma duygumuzu çalmaya çalıştılar. Bununla beraber pek çoğumuzun hayatına da kastedildi. Büyük bedeller ödeyerek bin bir emekle demokratik siyasetin önüne konulan bu engeller tek tek aşıldı ve bir tarih yazıldı.”
KÜRT KORKUSU
Ayşegül Doğan sözlerini şöyle sürdürdü:
“Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi olarak siyasetimizin özeti vazgeçmemektir, inattır, kararlı mücadeledir. 4 Kasım 2016’nın yarın 7’nci yılını geride bırakacağız. Yıldönümü vesilesiyle bir kez daha vazgeçmeyeceğimizi, inadımızı sürdüreceğimize, bu kararlı mücadele ve duruşla geride bıraktığımız yüzyılda tüm engellere rağmen, kapatılan partilere, değişen iktidarlara, değişen savaş yöntemlerine rağmen, bu vazgeçmeyişin hikayesini sizlerle paylaşmak istedik. Bizler acısını çekerek çok iyi biliyoruz ki Türkiye'nin yüzyılına damga vuran en önemli olan biri de demokratik siyaset konusudur. Başka bir deyimle ifade etmek gerekirse, bu korku yüzyıldır öteki olarak gördüğü, kabul ettiği herkesi, siyaset dışında tutmak için adeta bir kurum olarak canla başla çalışıyor. Korku yalnızca konuşmamızı engellemiyor, dayanışma duygumuzu ve bir araya gelişimizi de uzak tutmaya çalışıyor. Ne yazık ki bu durumun en açık biçiminin görüldüğü alan da Kürt korkusudur.
SAVAŞ KONSEPTİNDEN BESLENİYORLAR
Devlet tüm kriz anlarında tırnak içerisinde söylüyorum kendi normalini hissetmek için bu korkuyu devreye koyuyor. Kürtleri ve Kürtlerle birlikte Türkiye demokrasi güçlerine sürekli iç düşman olarak yaftalayıp onları siyasal alanın dışına itmeye çalışıyor. Kitleleri düşmanlığı etrafında toplayarak vaziyet almaya çalışıyor. Hemen bir seferberliği yeniden devreye koymaya çalışıyor. Kürt siyasetinin barışa yönelik bütün çabalarını çıkmaza sürerek bununla da kalmayıp cezalandırarak bu seferberlik diline tutunarak tırnak içinde kendi bekasını korumaya çalıştığını iddia ediyor. Şimdi yeniden hatırlatmaz mı ki Kürt sorunu Türkiye'de demokrasinin turnusol kağıdıdır ve en azından 30 yıl bize bunu çok açık ve net bir şekilde göstermiştir. Kürt sorunu çözülmediği sürece Türkiye'nin demokratikleşmesi imkânsız bir hale gelmiştir artık. Yani esasında Kürt sorunu Türkiye’nin demokratikleşmeme sorunudur. Görmezden gelinerek çözülemeyeceği de bunca yaşanmışlıktan sonra hala anlaşılmamış olabilir mi, olamaz. Dolayısıyla demokratik siyasetin büyümesine tahammül edemeyenler, rahatsız olanlar ısrarlı bir biçimde hala bu savaş konseptinden beslenmek istiyorlar.
MECLİS RAPORUNDAKİ İTİRAF
Size bir rapordan bahsedeceğim. Meclis raporundaki bir itiraftan diyelim. 2 Mart 1994’te yaşananlara dair Meclis’in darbeleri araştırma komisyonunda hazırlanan bir rapor. Raporda 90’lı yıllarda terörle mücadelede gayri nizami harp düzenine geçildiğine dikkat çekiliyor. Terörle mücadele de gayri nizami harp düzenine geçmek. Şimdi bundan daha açık bir itiraf olamaz. Bundan daha açık bir tanımlama olamaz. Kürt sorununda çözüm umutlarının da tükenmesine yol açtığını söylüyor bu rapor. Meclisi Darbeleri Araştırma Komisyonu’nun bu raporuna rağmen bugün Kürt siyasetçiler, Türkiyeli siyasetçiler, HDP’li siyasetçiler, seçilmişler, üyeler neden hala içeride? Bir 28 yıl daha mı beklemek için? Ya da raporlar yazıp bu tür itirafları yapmak için mi? Neden Kobanê bir kumpas davası değilse ne davası olabilir. O kadar absürt bir dava ile karşı karşıyayız. Bilinçli olarak sürdürülen, kaldırılan idam yerine ağırlaştırılmış müebbet hapis gibi bir ceza getirildi. Bir dönemler Devlet Güvenlik Mahkemeleri vardı. O zamanlar, DGM’lerde DEP milletvekilleri yargılandı. Bugün DGM’lerin adı yok ama uygulamalar aynen olduğu gibi devam ediyor. İddianameleri yan yana koysanız yargılama süreçlerine baksanız o gün itirafçılar eliyle yapılanlar, korucular eliyle yapılmak istenenler, bugün gizli tanık eliyle yapılmaya çalışılıyor ya da devletin neredeyse tüm kurumlarının davaya müdahil olmak istediği bir şekilde yapılmaya çalışılıyor. İşte tam da böyle bir günde, bu tarihsel süreci yeniden hatırlatmak istedik.”