GÖRÜNTÜLÜ

Hozat: Önder Apo Türkiye’nin son şansıdır

KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, “Türk devleti Kürt sorununun demokratik çözümü ve Türkiye'nin demokratikleşmesi temelinde bir irade ortaya koymalı. Önder Apo Türkiye'nin son şansıdır” diye uyardı.

“Rojava'da Kürtlerin öz savunmasına karşı çıkan, Özerk Yönetim’i tasfiye etmeye çalışan, Kürtleri soykırımdan geçirmek isteyen bir zihniyet ve bir iktidar, Türkiye'de Kürt sorununu nasıl demokratik temelde çözecek” diye soran Besê Hozat, mevcut tartışmaların bir “barış” veya “çözüm” sürecinden ziyade kendilerindeki algı, düşünce ve değerlendirmenin tüm bunların “bir özel savaş oyunu olduğu noktasında” olduğunu kaydetti.

Hozat, “Türkiye, Önder Apo'yla Kürt sorununu demokratik temelde çözmezse, Türkiye gerçekten demokratikleşmezse, Türkiye o zaman bölünür. Türkiye'de yüzyıllara yayılacak etnik çatışmalar ve mezhep çatışmaları gelişir ve ortada gerçekten Türkiye Cumhuriyeti adında bir devlet kalmaz. Dolayısıyla şu anda Önder Apo'nun ortaya koyduğu bu iyi niyet yaklaşımı, bu çağrılar, ortaya koyduğu bu çözüm iradesi Türkiye açısından, Türk devleti açısından çok büyük bir şanstır” diye ekledi.

Koma Civakên Kurdistan (KCK) Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, Medya Haber TV'nin sorularını yanıtladı:

Öncelikle Önderliğimizin yeni yılını kutluyorum. Görüşme heyeti Önderliğin durumunun, sağlığının çok iyi olduğunu, moralinin de yüksek olduğunu belirtti. Buna hepimiz çok sevindik, halkımız çok sevindi. Bu temelde Önderliğimizi saygı, sevgi ve özlemle selamlıyorum.

Tabii kamuoyuna yansıyan değerlendirmeler çok önemli. Kapsamlı değerlendirmelerin yapıldığı anlaşılıyor. Aslında bu görüşme Ömer Öcalan’la yapılan görüşmenin bir devamı, çok daha kapsamlı, derinlikli halidir. Böyle değerlendirmek doğru olur.

İlk yapılan görüşmede de Önder Apo tecrit devam ediyor demiş, koşullar oluşursa süreci çatışma zemininden, siyasi ve hukuki zemine çekme gücünde olduğunu, bu anlamda teorik ve pratik güce sahip olduğunu ifade etmişti. Şimdi bu görüşmede çok daha kapsamlı bölge ve Türkiye'deki gelişmeler değerlendirilmiş. Özellikle bu değerlendirmelerde Önder Apo'nun bölgedeki gelişmeleri, bölgeye dayatılan karanlık senaryoların, halklar açısından ne kadar büyük tehlikelere yol açtığını değerlendirmesi oldukça önemlidir.

Aslında bir bütün Önder Apo'nun savunmalarına baktığımızda, 26 yıllık İmralı direnişine, duruşuna baktığımızda, zaman zaman avukatlarla yaptığı görüşmelerde, HDP heyetiyle geçmiş süreçteki görüşmelerde yaptığı değerlendirme ve açıklamalardan yola çıkarak da şunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz. Önder Apo bölgeye, bölgedeki halklara dayatılan bu karanlık senaryoların, planların derinliğinin, yol açabilecekleri sonuçların çok yüksek bir öngörüyle farkındadır. Görüyor ve bu konuda sürekli uyarılarını yapıyor. İlgili güçlere, ülkelere, iktidara, halklara, muhalefete, tüm demokrasi güçlerine, kamuoyuna çağrılar oluyor.

Önder Apo şimdi yine benzer bir yaklaşımı ortaya koymuş. Bu anlamda eğer devlet, hükümet samimi yaklaşırsa, çözüm iradesini ortaya koyarsa, kendisinin de buna büyük katkı sunacağını, o güçte olduğunu, teorik ve pratik güçte olduğunu, bu konuda rolünü oynayacağını çok net bir biçimde ifade ediyor bu görüşmelerde.

TÜRKİYE KARANLIK PLANIN İÇERİSİNE DAHİL EDİLMİŞ DURUMDADIR

Şimdi karanlık planlar, senaryolar ne? Elbette o önemlidir. Gerçekten şu anda bölgenin içerisinden geçtiği durum, yaşanan gelişmeler ürkütücüdür. Bu bir gerçek. Önderlik, Gazze örneğini veriyor, Suriye'de yaşanan durumları örnek veriyor, öyledir. Şu anda kapitalist hegemonik güçler tarafından Büyük Orta Doğu Projesi uygulanmaya çalışılıyor. Bu anlamda bu plan İsrail'in güvenliği esas alınarak, İsrail'in bölgedeki gücünü güvenceye alma temelinde ve proje yürütülüyor. Bu anlamda Türkiye de bu planın içerisine dahil edilmiş durumdadır.

Bu anlamda Türkiye açısından da büyük bir tuzak ve komplo şu anda devreye konulmuş durumdadır. Yani bu gerçekten çok ciddi problemlere yol açacak ve sorunları daha da kangren haline getirecek bir durumdur. Önderliğimizin ifadesiyle; kangren haline getirecek, daha da derinleştirecek. Burada amaçlanan nedir? Çok açık. Eğer bu tarzda devam ederse bölge mezhep savaşlarına, din savaşlarına, etnik milliyetçi savaşlara sahne olacak.

Bu anlamda halkların birbirini boğazlaması, birbirini kırması, Ortadoğu'nun kan gölüne dönmesi, daha derin acıların yaşanması söz konusu olacak. Şu anda mevcut gelişmeler aslında onun işaretidir. Suriye'de yaşanan durumlar da öyledir.

Mevcut bu çelişki, çatışmalar derinleşirse Suriye'de de korkunç bir mezhep savaşı yaşanacak. Aynı şey Irak'ta yaşanacak. Hem mezhep savaşı hem çok ciddi etnik savaş...

Bunun Türkiye'ye çok ciddi yansımaları olacak. Bu anlamda halkları birbirine düşmanlaştıran, birbirine kırdırtan böl-parçala-yönet politikası çok bariz bir biçimde şu anda sahneye konulmuş durumdadır. Çok tehlikeli bir plan şu anda sahneye konulmuş durumdadır, uygulanmaktadır.

Türkiye de bir bütün olarak bu plana dahil ediliyor. Bu, bir bakıma aslında büyük bir komplodur. Yani Türkiye'ye, bölge halklarına kurulan büyük bir tuzaktır, komplodur.

TÜRK VE KÜRT HALKLARININ KARDEŞLİĞİNİN GÜÇLENDİRİLMESİ BÖLGE HALKLARININ KADERİNİ DE BELİRLEYECEK

Bu süreç Uluslararası Komplo ile; Önderliğimizin esaretiyle başladı. Ve giderek böyle derinleşerek, kapsamlılaşarak devam etti. Önderlik bunun tehlikelerine dikkat çekiyor ve giderek bu çatışma ortamı, atmosferi bölgede derinleşiyor. Bu anlamda Önderliğimiz uyarılarda ve çağrılarda bulunuyor. Türk ve Kürt kardeşliğinin güçlendirilmesinin aynı zamanda bütün halkların kardeşliğinin de garantisi olduğunu, bu anlamda bütün halklar açısından da kader belirleyici, önemli ve aciliyet olduğunu ifade ediyor.

Gerçekten öyledir. Çünkü şu anda bu plan engellenemezse, devam ederse, bu Kürt ve Türk halkı arasında korkunç bir düşmanlaşmaya yol açacak. Çatışma daha fazla derinleştirilecek, yoğunlaştırılacak. Ve bu, bütün bölge halklarının geleceğini tehdit edecek. Bütün bölgenin geleceğini tehdit edecek bir noktaya ulaşacak. Bu açıdan önemlidir. Türk ve Kürt halkının kardeşliğinin güçlendirilmesi, bu anlamda bölge halklarının da kaderini belirleyecek önem ve aciliyete sahip bir durumu ifade ediyor.

Elbette Önderliğimiz şunu da çok net ortaya koyuyor. Devlet Bahçeli'nin söylemleri, çıkış olarak 1 Ekim'le birlikte ifade edilen süreç, bunun üzerinde açıklamalar, yürütülen tartışmalar var. Anladığımız kadarıyla Önderliğimiz de halen durumu anlamaya çalışıyor. Gerçekten bu açıklamalar, bu yaklaşımlar bir taktik midir? Bir özel savaş mıdır? Yoksa mevcut tehlikeyi Devlet Bahçeli de biraz fark ediyor, ön almaya mı çalışıyor? Bu anlamda Önderliğimizin ifadesiyle; AKP-MHP iktidarı-hükümeti yeni bir paradigma mı geliştirdi? Bunun üzerinden mi bu söylemler gelişiyor? Bu tehlikeli planı, bölge üzerinde yürütülen bu konsepti, hegemonik uluslararası güçlerin bu konseptini, planını fark etme temelinde geliştirdikleri yeni bir paradigma mıdır? Bu söylem biraz buna mı dayanıyor? Yoksa tam tersi, yani bu durumdan böyle çok büyük yaralar almadan iktidarın esas olarak çıkması için tekrardan böyle bir özel savaş bu konsepti midir? Psikolojik özel savaş mıdır? Bir taktik midir? Çünkü bu geçmişte çok denendi. Bu mudur? Elbette bunun çok iyi anlaşılması gerekir.

HALEN BİR SÜREÇTEN BAHSEDEMEYİZ; TURNUSOL KAĞIDI ÖNDER APO’YA YAKLAŞIMDIR

Dolayısıyla biz bu görüşmeyle birlikte de halen bir süreçten bahsedemeyiz. Öyle bazı kesimlerin tartıştığı gibi bir çözüm süreci, bir barış süreci söz konusu değildir. Yani bu görüşmeden yola çıkarak bir çözüm sürecinden, bir barış sürecinden söz etmek çok mümkün değil. Bunun gerçekten turnusol kağıdı İmralı'ya yaklaşımdır, Önder Apo'ya yaklaşımdır. İmralı'da halen tecrit ve işkence koşulları devam ediyor. Önder Apo'nun sağlık, güvenlik ve özgür yaşam çalışma koşulları sağlanmış değildir.

Kürt halkı üzerindeki soykırım saldırıları durmuş değildir. Bakur'da, Rojava'da, her yerde, Başûr'da çok kapsamlı soykırım saldırıları devam ediyor. Dolayısıyla bu sürecin adını bir çözüm ve barış süreci koyamayız.

Bu süreç geçmişte olduğu gibi tekrardan bir özel savaş sürecine mi dönüştürülecek? İktidar böyle rantçı yaklaşarak, Önder Apo'nun durumunu araçsallaştırarak, Kürt sorununu araçsallaştırarak kendisini ayakta tutma, iktidarını sürdürme sürecine mi dönüştürecek?

İktidar, 2013-2015 sürecini bu biçimde ele aldı. Erdoğan, tamamen bu amaçla o sürece yaklaştı. Taktik yaklaştı, süreci araçsallaştırdı. Önderliği de, Kürt sorununu da araçsallaştırdı. Devlete hakim olmak, egemen olmak için ve iktidarını sürdürmek için o süreci kullandı. Bir özel savaş süreci olarak değerlendirdi. Şimdi bu iktidar bu dönemi de bu biçimde mi değerlendirecek yoksa gerçekten bir çözüm iradesi ortaya koyup Önder Apo ile Kürt sorununun demokratik çözümü, Türkiye'nin demokratikleşmesi temelinde ciddi bir müzakere süreci mi geliştirecek? Bunu süreç gösterecek, pratik gösterecek.

BİZDEKİ ALGI BUNLARIN BİR ÖZEL SAVAŞ OYUNU OLDUĞU NOKTASINDADIR

Bu anlamda ciddi pratik adımlar atmadan bu sürecin adı konulamaz. Yani şu anda bu tartışmalara, bu çıkışlara da bir tanım getirilmeli. Zamanla neyin ne olduğu biraz daha net bir biçimde ortaya çıkacak. Fakat şu anda yaşananlardan bizim gördüğümüz, anladığımız ve değerlendirdiğimiz bir durum ve gerçeklik var. O da bu iktidarın tekrardan yeni bir özel savaş oyununa başvurduğudur. Tekrar yeni bir taktik geliştirdiğidir. Bunun somut gerekçeleri var.

Bir; İmralı'da tecrit ve işkence sistemi devam ediyor. Önder Apo'nun sağlık, güvenlik ve özgür yaşam ve çalışma koşulları sağlanmış değil. Önder Apo halen avukatlarıyla görüşemiyor. Sivil toplum kurumlarıyla görüşemiyor. İstediği her kesimle görüşemiyor. İmralı'ya her gün bir sürü başvuru oluyor. Görüşme başvuruları oluyor. Türkiye'den oluyor, siyasetçilerden oluyor, aydınlardan oluyor, sanatçılardan oluyor. Avrupalı birçok kesim, akademisyen, aydın, siyasetçi başvurularda bulundu. Hiçbir karşılık bulmadı. Yani işkence, tecrit sistemi olduğu biçimde devam ediyor. Önderliğin özgür yaşam ve çalışma koşulları da mevcut durumda sağlanmış değildir. Dediğim gibi saldırılar, soykırım saldırıları her yerde çok yoğun bir biçimde devam ediyor. Rojava'da Kürtlerin öz savunmasına karşı çıkan, Özerk Yönetim’i tasfiye etmeye çalışan, Kürtleri soykırımdan geçirmek isteyen bir zihniyet ve bir iktidar, Türkiye'de Kürt sorununu nasıl demokratik temelde çözecek? Nasıl gerçekten Kürt sorununun demokratik çözümüne samimi yaklaşacak? Bu çok büyük bir soru işaretidir, tartışma konusudur. Bu anlamda yani mevcut uygulamalar, mevcut politika, saldırılar hiçbir biçimde güven vermiyor. Kimseyi inandırmıyor. Kimsede güven oluşturmuyor. Nereden baksan, her yerde inkar imha politikaları, soykırım politikaları tüm yoğunluğu, tüm şiddetiyle devam ediyor. Dolayısıyla halen bizdeki algı, düşünce, değerlendirme, tüm bunların bir özel savaş oyunu olduğu noktasındadır. Bunu açıkça belirtmek istiyorum.

Kamuoyunda da bu algı var. Tüm demokratik kesimlerde, çevrelerde, Kürtlerde hatta AKP içerisindeki Kürtler tartışırken bile hep böyle bir soru işareti var. “Acaba” var yani? Çünkü dikkat edelim; şu anda söylemlerde de köklü bir değişiklik, çözüme katkı sunacak, zemin oluşturacak  bir söylem var mıdır? Devlet Bahçeli'nin  ya da Erdoğan'ın söylemlerinde, iktidarın söylemlerinde yoktur. Devlet Bahçeli de ağzını açıyor, PKK’yi yok etmekten bahsediyor, Rojava'yı tasfiye etmekten bahsediyor, Kürtleri soykırımdan geçirmekten bahsediyor. Erdoğan ağzını açtığında da benzer şeylerden bahsediyor. Hep ifade ettikleri şeyler öldürmedir, yok etmedir, saldırıdır, savaştır. Yani böyle bunun dışında ortaya koydukları bir şey yok.

Farklı olarak algılanan ya da algı yaratmak istedikleri şey nedir? Türk-Kürt kardeşliği. Ağızlarına pelesenk etmişler. Ağızlarını açıp kapıyorlar; Türk-Kürt kardeşliği. Peki bu kadar yoğun soykırım saldırıları yürütülürken, Kürtlerin varlığı, özgürlüğüne dönük bu kadar büyük bir saldırı içerisinde olurken Kürtler, Kuzey ve Doğu Suriye'de, Rojava'da büyük bir bedelle, çok ağır bedellerle can vererek, kan dökerek bir özerk statüyü, özerk sistemi oluşturmuş; bunu ortadan kaldırmak için her türlü kontra yapıyı, çeteyi, gücü kullanarak, her yerde, dünyanın dört bir yanında bunun diplomasisini yapıp destek almaya çalışarak, Kürtleri yok etmeye çalışarak, Kürt-Türk kardeşliğini sen nereye oturtabilirsin? Bundan da Kürt-Türk kardeşliğinin, Kürt-Türk kardeşliği üzerinden büyük bir hamaset yapıldığı ortaya çıkıyor.

Yani evet, “Kürt var” diyor, fakat “ben özgür Kürt'ü kabul etmiyorum, hak arayan Kürt'ü kabul etmiyorum, özgürlük mücadelesi veren Kürt'ü kabul etmiyorum. Kendisini yönetmek isteyen Kürt'ü ben kabul etmiyorum. Benim kabul ettiğim Kürt, köle Kürt’tür. Kürt bana hizmet edecek, Kürt bana kölelik yapacak. Kürt, benim yayılmacı, işgalci politikalarıma hizmet eden temelde işbirlikçilik yapacak, her türlü desteği bana sunacak. Benim emperyal politikalarımın malzemesi olacak ve bunun hizmetine girecek. Ben böyle bir Kürt'ü kabul ederim.” Kabul ettiği Kürt; ölü Kürt’tür, köle Kürt’tür. Mevcut durumda bunun kardeşlikle de bağdaşır bir tarafı yoktur. Dolayısıyla şu anda halen bu iktidarın, bu devletin bir çözüm iradesi ortaya çıkmış değildir. Ortada bir samimiyet yoktur. Buna uygun bir politika, bir uygulama yoktur. Dolayısıyla inandırıcı da olamıyor. Güven de veremiyor. İnkar, imha, soykırım politikalarını tüm şiddetiyle ve hızıyla sürdürüyor. İmralı işkence, tecrit politikalarını sürdürüyor. Bir-iki görüşmenin yapılması, işkence ve tecrit sisteminin ortadan kalktığı anlamına gelmiyor.

ÖNDERLİK BİR ÇÖZÜM İRADESİ ORTAYA KOYDU, ARKASINDAYIZ

Önderlik ortaya bir yaklaşım koydu, bir çözüm iradesi koydu. Bu son derece önemlidir. Devlet bunun koşullarını oluşturursa, gerçekten çözüm zeminini yaratırsa, bu konuda samimi olursa, yani gerçek anlamda paradigmasını değiştirirse, politikasını değiştirirse, ben her türlü pozitif katkıyı sunmaya hazırım, dedi. Benim bu pratik ve teorik gücüm var, dedi. Çok güçlü rol oynarım, dedi. Bu görüşmede bunu net bir biçimde ortaya koyuyor. Muhalefete de çağrıda bulunuyor. Muhalefete de diyor, tüm siyasi çevrelere de. Bu sürece çok güçlü bir katkı sunmalı. Bu sürecin çözüm sürecine evrilmesi için, gerçek bir çözüm sürecine evrilmesi için, tüm siyasi güçler ve yapılar pozitif rol oynamalı, katkı sunmalı, inisiyatif almalı. Muhalefete inisiyatif alma çağrısında bulunuyor Önderlik. Tüm siyasi, yani iktidar dışındaki tüm siyasi güçlere de inisiyatif alma, pozitif rol oynama, katkı sunma çağrısında bulunuyor.

Bunu biz de geçmiş süreçte, çeşitli süreçlerde yaptık. CHP'ye de çağrıda bulunduk. Dedik; bu sürecin inisiyatifini al, ortaya çözüm projesi ortaya koy, bir çözüm planı koy. Çözüm politikan olsun. Diğer siyasi partilere, güçlere, kesimlere, sivil toplum örgütlerine, herkesin bu konuda güçlü rol oynaması için Önderliğimizin de çağrıları var. Biz bir bütünen Önderliğimizin çağrılarını destekliyoruz. Önderliğimizin ortaya koyduğu çözüm iradesinin arkasındayız. Bu iradeyi biz destekliyoruz. Kürt sorununun demokratik çözümünde baş müzakereci Önder Apo'dur. Biz bunu hep söyledik, tekraren söylüyoruz. Kürt sorununun demokratik çözümünde baş müzakereci Rêber Apo'dur. Biz bu çözüm iradesinin arkasındayız.

Fakat Türk devleti, AKP-MHP iktidarı, iktidarı ve muhalefetiyle bir bütünen devletin kendisi gerçek bir çözüm iradesi ortaya koymalıdır. Gerçekten Kürt sorununun demokratik çözümü, Türkiye'nin demokratikleşmesi temelinde bir irade ortaya koymalı. Önder Apo'nun bu çağrılarına olumlu cevap vermelidir, karşılık vermelidir ve bu konuda pratik somut adım atmalıdır. Türkiye'de Kürt sorunu çözülmezse, Türkiye mevcut bu politikasıyla devam ederse, Türkiye bölgede en büyük kaybeden güç olacaktır. Hiç kendisini kandırmasın. Hiç kandırmasın; Türkiye paramparça olur. Önder Apo Türkiye'nin son şansıdır. Kürdistan Özgürlük Hareketi, Türkiye'nin son şansıdır. Türkiye, Önder Apo'yla Kürt sorununu demokratik temelde çözmezse, Türkiye gerçekten demokratikleşmezse, Türkiye o zaman bölünür. Türkiye'de yüzyıllara yayılacak etnik çatışmalar ve mezhep çatışmaları gelişir ve ortada gerçekten Türkiye Cumhuriyeti adında bir devlet kalmaz. Dolayısıyla şu anda Önder Apo'nun ortaya koyduğu bu iyi niyet yaklaşımı, bu çağrılar, ortaya koyduğu bu çözüm iradesi, Türk devleti açısından çok büyük bir şanstır. Bu şansı geri teperse, ters teperse ya da istismar ederse, bunun rantını yaparsa çok büyük kaybeder. Bu konuda da gerçekten uyarma ihtiyacı hissediyoruz.

YERSİZ BEKLENTİLER OLUŞMAMALI, MÜCADELEDE ZAYIFLAMA ASLA OLMAMALI

Dolayısıyla Önder Apo'yla yapılan bu iki görüşmeden, tüm bu tartışmalardan yola çıkarak şunu da önemli görüyorum. Halkımızda, demokratik kamuoyunda böyle yersiz beklentiler oluşmamalıdır. Bu anlamda mücadelede, direnişte bir zayıflama asla olmamalıdır. Önder Apo'nun bu çözüm iradesini güçlendirecek olan da, Önder Apo'nun elini güçlendirecek olan da, bu süreci gerçek bir çözüm sürecine dönüştürecek olan da kesinlikle halkımızın, halklarımızın mücadelesidir, direnişidir. Topyekûn mücadele ve direniştir. Ancak bu, süreci gerçek bir çözüm sürecine dönüştürebilir. Önder Apo'nun bu çözüm iradesinin karşılık bulmasını sağlayabilir. Hiçbir biçimde böyle yersiz beklentilere girmemek lazım. Asla gevşememek lazım. Mücadeleyi, direnişi zayıflatmamak lazım. Mücadeleyi ve direnişi büyütüp geliştirmek lazım. Bu son derece önemlidir. Özellikle ben bunu halkımız açısından, Bakurê Kurdistan'daki halkımız, Türkiye'de yaşayan halkımız, dört parça Kürdistan'daki, yurt dışındaki halkımız, dostlarımız, tüm demokratik kesimler için belirtmek istiyorum.

Bu süreç halen bir sürü belirsizlikle doludur. Özel savaş olma olasılığı çok çok yüksektir. Bu iktidarın pratiği ortadadır, duruşu ortadadır, politikaları ortadadır, uygulamaları ortadadır. Bu açıdan da mücadeleyi çok güçlü bir biçimde sürdürmek lazım. Önder Apo'nun fiziki özgürlüğünü, Kürt sorununun demokratik çözümünü amaçlayan küresel özgürlük hamlesinin çok güçlü bir biçimde devam etmesi lazım.

İlk yılda gerçekten güçlü yürütüldü, çok ciddi bir gündem oluştu, sahiplenme gelişti. Bu ikinci yılda da, özellikle 2025 yılında da küresel özgürlük hamlesinin toplumsal ayağı, hukuksal ayağı, ideolojik ayağı, siyasi diplomatik ayağının çok güçlü bir biçimde yürütülmesi gerekiyor. Mutlaka 2025 yılını Önder Apo'nun fiziki özgürlüğünü sağlayacak, Kürt sorununun demokratik çözümünü, Türkiye'nin demokratikleşmesini, bölgenin demokratikleşmesini sağlayacak bir sürece gerçekten ulaştırmamız gerekiyor. Bu hedefle çalışmamız gerekiyor. 2025 yılının hedefi bu olmalıdır. Dolayısıyla hamleyi de çok güçlü bir biçimde asla zayıflatmadan, aksini güçlendirerek, mücadeleyi yükselterek bizim sürdürmemiz lazım.

TÜRKİYE MAYIN TARLASINA SÜRÜLEN BİR EŞEK DURUMUNDA

Bölgede 3. Dünya Savaşı çok şiddetli bir biçimde devam ediyor. Gerçekten çok önemli bir aşamaya da geldi. Artık bölge yeniden dizayn ediliyor. Bunu çokça değerlendirdik. Bölgenin dizaynında da İsrail, bölgenin temel birinci hegemonik gücü haline getirilmeye çalışılıyor. İsrail'in çıkarları temelinde de bölgeye yeni bir biçim veriliyor, verilmek isteniyor.

Aslında Büyük Ortadoğu Projesi’nin kendisi de böyle bir projedir. Dolayısıyla böyle bölgede etnik çatışmalar, mezhep çatışmaları, din çatışmaları bu projenin uygulanmasında temel bir silah olarak kullanılıyor. Plan biraz bunun üzerinden de yürütülüyor. Gazze'deki, Lübnan'daki savaş, şu anda Suriye'de yoğunlaşan savaş, rejimin yıkılması, HTŞ'nin Şam'da iktidara el koyması, giderek savaşın Irak'a yayılması, temel hedef olan İran'da yoğunlaşması ve Türkiye'nin de giderek savaşın yoğunlaştığı bir merkez haline gelmesi, bütün bu süreç bölge açısından yeniden bir dizayn süreci oluyor.

Süreci bu temelde değerlendirmek ve halklar açısından da yol açacağı sonuçları çok iyi görmek, öngörmek, o temelde de mücadele etmek gerekiyor. Suriye'de 12 günde HTŞ geldi, 60-61 yıllık BAAS rejimini yıktı, Şam'da iktidarı ele geçirdi. Peki bu HTŞ'nin kendi öz gücüyle mi oldu gerçekten? Elbette ki değil. Bu bir uluslararası plandı. Bu planın başını Amerika, İngiltere, İsrail çekti. Türkiye de bu plana dahil edildi. Bu planın uygulanmasında da öncülük Türkiye'ye verildi. Türkiye bu anlamda bu planın pratikleşmesinde öncü rol oynadı, pratikte öncü rol oynadı. Dolayısıyla şöyle tanımlamak aslında yanlış olmaz. Bu, Türkiye tarafından da ileride daha net görülecek. Şimdi böyle zafer sarhoşluğuna kapılmışlar. Sanki büyük bir fetih yapmışlar, Suriye'yi fethetmişler. Adeta her şeyi ele geçirmişler, Ortadoğu'da büyük bir hakimiyet sahası oluşturmuşlar. İktidarda ve iktidar medyasında, çevresinde büyük bir zafer sarhoşluğu var gerçekten. Fakat işin gerçeği o değil. İşin gerçeği; Türkiye gerçekten adeta mayın tarlasına sürülen bir eşek durumuna gelmiş. Türkiye'nin durumunun özü budur.

Bir plan yapıldı ve bu planın uygulanmasında Türkiye'ye rol verildi. Aslında Türkiye'ye böyle bir komplo yapıldı. Türkiye bu komplonun içine çekildi. Böyle Türkiye'den de yararlanarak, Türkiye'yi de kullanarak, bu plana dahil edip İran'ın etkisini kırdılar Suriye'de. İran ciddi darbe yedi. Lübnan'da da zaten Hizbullah'a büyük bir darbe vurdular. İran etkisini de orada kırdılar. Suriye'de de Türkiye yoluyla İran’ın etkisini kırdılar. Şimdi Türkiye buna çok istekli bir biçimde balıklamasına daldı. İran'dan oluşan boşluğu Türkiye doldurmak istiyor. İran'ın yerine Türkiye kendisini tahkim etmek istiyor. Biraz onun iştahı, onun arzusuyla, böyle gözükara bir biçimde, önünü görmeden, arkasını görmeden yani hesaplamadan, planın derinliğini, yol açacağı sonuçları görmeden girdi işin içine. Dedi ki İran etkisiz duruma gelecek, tasfiye edilecek Suriye'de; İran'ın yerine ben geçerim, kendimi tahkim ederim, Suriye'yi de kendi eyaletim haline getiririm Osmanlı sürecinde olduğu gibi. Zaten şimdi onun tartışmalarını yoğun yürütüyorlar. Türkiye'nin bir vilayeti gibi şey yapalım, diyorlar. Türkiye'nin egemenliği altında bir Suriye, tamamen onun çıkarları temelinde değerlendireceği, yararlanacağı, faydalanacağı bir alan haline gelecek. Suriye üzerinde hegemonyasını kurarak, bölge üzerinde de büyük oranda zaten hegemonyayı kurmuş olacak. İran'la Türkiye 100 yıldır bölgede birbiriyle büyük bir rekabet, hegemonya savaşı içerisinde. Bunun rekabeti içerisindedir. Bundan da böyle kurtulmuş olacak. İran'ı da böyle devre dışı bırakacağım ve bölge hegemonyasını İsrail'le paylaşmış olacağım, diyor. Türkiye İran'ı bir bütünen bölgede tasfiye ederek, İran'ın hegemonyasını bölgede kırarak, İsrail'le birlikte bölgede hegemonya paylaşımını sağlamaya çalışıyor. Şimdi bunun hayali, bunun özlemi, bunun arayışı ve çabası içerisindedir.

Fakat Türkiye şunu bilmeli ki, Türkiye'ye Suriye'yi yedirmezler. Türkiye'nin bu hevesleri Türkiye'nin kursağında kalacak. Suriye büyük lokmadır. Bu lokmayı Türkiye'ye yedirmezler. Türkiye zorla bu lokmayı yemek isterse bu lokma Türkiye'nin boğazında kalır. Türkiye boğulur. Öyle kolay değil. İsrail, bölgede hegemonyasını Türkiye'yle paylaşmaz. Uluslararası hegemonik güçler de bölge hegemonyasını İsrail'le Türkiye arasında paylaştırmaz. Şu anda İsrail'i bölgede temel bir hegemonik güç haline getirmek, Türkiye'yi de bunun hizmetine koymak için, Türkiye yoluyla İran'ın hegemonyasını da bölgede kırmak için, ondan sonra da Türkiye'nin de etkisini kırarak, bir bütün İsrail'in hizmetine koyarak bir politika, bir plan yürütülüyor. Şu anda Türkiye kazanmış gibi Türkiye'de bilinçli bir algı da yürütülüyor, geliştiriliyor. Bu, bilinçli geliştiriliyor.

Trump'ın Erdoğan'a o övgüleri, “çok zeki, akıllı bir adam” demeleri, bu algıyı geliştirmek içindir. Sanki Türkiye gerçekten bölgede büyük kazanmış, kazanan güçtür.  Bunu söylerken Trump böyle arkasını dönüp gülüyor, alay ediyor. İsrail arkasını dönüp alay ediyor Türkiye ile. Türkiye şu anda büyük bir tuzağın içerisine çekilmiş durumdadır. Türkiye'yi kullanacaklar, ondan sonra Türkiye'yi istedikleri çizgiye çekecekler. Türkiye buna ayak direttiği anda da Türkiye'nin içini karıştıracaklar. Türkiye'ye her türlü müdahalede bulunacaklar. Her türlü oyunu Türkiye üzerinde oynayacaklar. Her türlü çorabı Türkiye üzerinde örecekler. Şimdi bu iktidar toplumu, demokrasi güçlerini, muhalefeti böyle aldatmaya çalışıyor. Muhalefet de buna kanmış. Bunun bir parçası olmaya çalışıyor muhalefet. Neredeyse iktidarla yarışacak. Şam'a gidecek, belediye hizmeti sunacak, ilişkileri geliştirecek. İktidarın bu politikalarını eleştireceğine, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ile muhalefet barışçıl bir politikayı iktidara önereceğine, uzlaşmacı bir politikayı önereceğine, aksine neredeyse mevcut iktidarın politikasını destekliyor ve bir parçası olmak için neredeyse can atıyor. Böyle de bir körlük var. Dolayısıyla mevcut durumda Türkiye en büyük kaybedenlerden biridir.

Bu sürecin kazananı kapitalist hegemonik güçlerdir, Amerika'dır, İngiltere'dir, İsrail'dir. O açıdan Türkiye bunu görmüyor. Yıllardır zaten bütün politikasını Kürt soykırımına dayandırmış, odaklamış. Kürtleri soykırıma uğratmak için yapmayacağı şey yoktur. Yani bir sürü kontra yapı oluşturmuş Suriye Milli Ordusu (SMO) adı altında. Bir sürü çete, DAİŞ artıklarının hepsini bir araya getirmiş. Gerçekten bu SMO dedikleri gücün kendisi, DAİŞ'in kendisidir. Bunları Kürtlerin üzerine sürüyor. Diğer taraftan da HTŞ'nin de benzer bir pozisyon almasını sağlamaya çalışıyor. Gün aşırı sürekli Şam'la ilişki içerisindedir. Bir ayağı Şam'dadır, bir ayağı Washington'dadır, Londra'dadır, bilmem nerededir. Bütün bu güçlerin de desteğini sağlamaya çalışıyor. Oradaki özerk sistemi dağıtmaya ve Kürtleri, Kuzey ve Doğu Suriye halklarını soykırıma uğratmaya çalışıyor. Bu politika ile kendince Suriye'ye hakim olacak, bölgede hegemonyasını tesis edecek, Türkiye ile bölgede hegemonyayı paylaşacak. Kendince çıkarını böyle sağlama alacak. Bu, kendini büyük kandırmaktır, aldatmaktır.

Mevcut durumda gerçekten çok yanlış, gerçek dışı, akıl dışı tehlikeli bir politika yürütüyor Türkiye. Ve bu Türkiye'ye çok büyük kaybettirecektir. Mevcut durumda zaten kaybeden taraftır. Bu açıktır.

DÖRT PARÇA KÜRDİSTAN ROJAVA DİRENİŞİNİN BİR PARÇASI OLMALIDIR

Rojava’da, Kuzey ve Doğu Suriye’de  çok görkemli bir direniş var. Ben bu direnişte şehit düşen tüm QSD, YPG, YPJ savaşçılarını, yurtsever halkımızı, halklarımızı büyük bir saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Yaralılara da acil şifalar diliyorum.

Ve direniş de çok görkemli bir biçimde devam ediyor. Gerçekten halkımız her yerde böyle savaşa, direnişe seferber oldu. Devrimci halk savaşı çizgisinde direniyor Kuzey ve Doğu Suriye halklarının hepsi, halklarımız, halkımız. Bu son derece anlamlıdır. QSD'nin yanında yer aldılar; savaş cephelerinde ve her yerde büyük bir direniş içerisindeler. Zaten yakışan da budur Kuzey ve Doğu Suriye halklarına. Varlıklarını, özgürlüklerini ancak direnerek sağlayabilirler, güvenceye alabilirler. Onun dışında başka yol yoktur.

Tek yol gerçekten direniştir. Direnerek varlığımızı sağlayabiliriz, direnerek özgürlüğümüzü sağlayabiliriz. Bunun da çok somut örneği, işte bugün Kuzey ve Doğu Suriye'de yaşanıyor. 7'den 70'e hepsi seferber olmuş durumdadır, direniyor. Halkımızın bu direniş iradesini de, bu direniş tutumunu da ben kutluyorum, selamlıyorum. Gerçekten son derece anlamlı ve değerlidir.

Bu direnişi çok güçlü bir biçimde sürdürmeleri gerekiyor. Yükselterek, güçlendirerek sürdürmeleri gerekiyor. Tabii başta Bakurê Kurdistan'daki halkımız, Kürdistan’ın diğer parçalarındaki, yine yurt dışındaki halkımız, dostlarımız, tüm demokratik kesimler de bu direnişe güç katmalıdır, bu direnişin yanında yer almalıdır. Bu direnişe çok büyük bir katılım sağlamalıdır, destek vermelidir. Bu anlamda Bakurê Kürdistan'da da ciddi bir sahiplenme var. Nusaybin'de, Pirsus'ta Rojava'yı savunma nöbet eylemleri yapılıyor. Yüzlerce insan, binlerce insan bu savunma eylemlerine katılıyor. 16-17 gündür, hatta daha fazla bazı yerlerde bu sürüyor. Ayrıca da eylemsellikler, basın açıklamaları oldu. Dolayısıyla Bakurê Kurdistan halkı hem Türkiye şehirlerinde, metropollerinde Rojava'yı sahiplenme, bu direnişe katılma, destek verme duruşunu, tutumunu ortaya koydu. Bu anlamlıdır. Ben bu direnişi de Bakurê Kurdistan halkımızın bu direnişini de selamlıyorum, kutluyorum. Fakat bu yeterli değildir. Bunu daha da güçlendirmek gerekiyor. Yüzlerce kişi, binlerce kişi değil, on binlerce kişi Rojava'yı savunma nöbet eylemlerine katılmalıdır. Yüz binlerce kişi katılmalıdır. Tüm sınır hatları Rojava'yı savunma nöbet eylemlerine, on binlerin, yüz binlerin katılımıyla Rojava'yı savunma eylemlerine dönüşmelidir, direnişe dönüşmelidir ve her yerde halkımız 7'den 70'e ayakta olmalıdır. En güçlü savunması gereken de Bakurê Kürdistan halkıdır.

Gerçekten Rojava'da Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi varlığını, özgürlüğünü sağlamaz ve koruyamazsa Bakurê Kurdistan'da da demokratik çözüm zemini oluşmaz. Bu konuda da bu gelişmeler birbirini koşulluyor. Bakur'da demokratik çözüm olmadan da Rojava'nın demokratik özerk sistemin varlığını, özgürlüğünü sürdürmesi mümkün değil. Artık Kürt sorunu bir bütün hale gelmiştir, iç içe geçmiş durumdadır. Dolayısıyla dört parça Kürdistan'da Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin, Rojava Devrimi’nin sahiplenilmesi halkımızın kendi varlığını ve özgürlüğünü sahiplenmesidir. Bunun böyle bilinmesi gerekiyor.

Dolayısıyla Bakure Kurdistan başta olmak üzere dört parça Kürdistan'da ve yurt dışında halkımız yediden yetmişe, binlerce, on binlerce, yüz binlerce, milyonlarca kişi sürekli sokaklarda olmalıdır ve Rojava Devrimi’ni savunmalıdır, Rojava'daki direnişin yanında yer almalıdır, bu direnişe katılmalıdır, bu direnişin bir parçası olmalıdır. Bu çok önemlidir.

Rojava Devrimi, bir kadın devrimidir, kadın eksenli gelişen bir sistemdir. Kadınların da büyük bir emeği var. Büyük bedeller verdi kadınlar. Kadınların özgürlüğü açısından da bu devrimin varlığı, geleceği çok önemlidir. Sadece Kürt kadınlarının değil tüm kadınların bu devrime sahip çıkması gerekiyor. Bu son derece önemlidir. Gençlerin de, tüm ekolojik çevrelerin de… Bunu özellikle belirtmek istiyorum.

SURİYE’DE MEZHEP ÇATIŞMASININ ÖNÜNE GEÇECEK BİR SİSTEM

Suriye demokratik, özerk bölgelere dayalı, demokratik, anayasal bir sistem kuruluşuna gidebilmelidir. Böyle bir sistem, böyle bir çözüm mezhep çatışmasının önüne de geçer, din çatışmalarının önüne de geçer, etnik-milliyetçi çatışmalarının önüne de geçer. Gerçekten bölgenin demokratikleşmesinde, halkların demokratik kardeşçe bir arada yaşamasında çok temel bir rol oynar.

Mevcut durumda Kürtler bunun öncülüğünü yapıyor, Kuzey Doğu Suriye halkları bunun öncülüğünü yapıyor, bunun pratiğini sergiliyor. Bu anlamda Türkiye'nin çıkarı da buradan geçiyor. Yani Türkiye'nin çıkarı, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’yle uzlaşmaktan, anlaşmaktan geçer.

Türkiye'de rasyonel bir devlet aklı olsa, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimiyle anlaşmayı, uzlaşmayı esas alır. Bakurê Kurdistan'da demokratik çözümü esas alır. Kürtlerle demokratik, barışçıl çözümü esas alır. Önder Apo'yla müzakereyi esas alır. Bu, Türkiye'yi bölgede büyük bir güç yapar. Yani Türkiye, Suriye'de büyük bir güç olmak istiyorsa, etkili bir güç olmak istiyorsa, tüm Ortadoğu'da etkili bir güç olmak istiyorsa, o zaman Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’yle anlaşmalıdır, uzlaşmalıdır. Uzlaşmacı, barışçıl bir politika izlemelidir. Türkiye’yi güç yapar. Dolayısıyla sorunlara demokratik çözüm odaklı yaklaşıp, o temelde çözüm geliştirmek gerekiyor. Suriye'de de çözüm ancak böyle mümkün olur. Aksi durumda Suriye sürekli böyle bir çatışma zeminine dönüşür. Şimdiden başladı, Aleviler üzerinde büyük bir katliam var. Dürziler üzerinde büyük bir katliam var. Kuzey ve Doğu Suriye halklarına yönelik zaten bir soykırım saldırısı var. Mezhep çatışmaları, din çatışmaları şu anda giderek alevleniyor.

Tekçi, baskıcı, merkeziyetçi, faşist, ulus devlet sistemleri sadece çatışma getirir. Etnik çatışma getirir, mezhep çatışmaları getirir, din çatışmaları getirir. Bu büyük kayıplara yol açar. Zaten bu tekçi faşist ulus devlet sistemleri hiç bölgeye uygun değildi. 100 yıldır yaşanıyor. Gördük yani, deneyimledik. Bölge savaştan çıkmadı, çatışmalardan çıkmadı. Olacaksa bir ulus devlet, demokrasiye, demokratik öz yönetimlere duyarlı olarak yeniden yapılanmalı, yeni bir paradigma bu anlamda geliştirilmelidir yani. Diğer biçimde Suriye'nin durumu gözler önündedir. Giderek belli ki ortalık karışacak. İran'ın etkisini kırdılar, Suriye'de kırdılar ama İran'ı da öyle çok hafife almamak lazım. Öyle kolay kolay İran ne Lübnan'ı bırakır, ne Suriye'yi bırakır, ne Irak'ı bırakır. Herkes kendi gücünü yeniden bir biçimde yeni şartlara, yeni koşullara göre konuşlandırıp, kendisini örgütlemeye çalışıyor. Kendisini organize etmeye çalışıyor. Durum daha tehlikeli, gidişat daha tehlikeli bir sürece evriliyor.

Bunun önüne geçecek tek şey de, Önder Apo'nun ortaya koyduğu iradedir, çözümdür. Bu son görüşmede de o çözüm iradesini, çözüm perspektifini çok çarpıcı biçimde ortaya koymuştur. Son derece önemli ve değerli, gerçekten değerlendirmelerdir, Önder Apo'nun geliştirdiği değerlendirmeler.

TÜRKİYE IRAK’TA DAİŞ’İ ÖRGÜTLÜYOR

Türkiye Irak'ta da emperyal bir politika yürütüyor, Neo-Osmanlıcı bir politika yürütüyor. Suriye'de yürüttüğü politikanın bir benzerini Irak'ta yıllardır yürütüyor. Irak'ta Misak-ı Milli hedeflerine ulaşmaya çalışıyor. Onun üzerinden de Irak üzerinde hegemonyasının egemenliğini kurmaya çalışıyor. Irak'la yaptığı bu son anlaşma da mutabakat dedikleri metin de bir bütünün içeriği bu anlama geliyor. İşgal saldırıları da ilhak saldırıları da bu amaçla yapılıyor. Irak'ta da özellikle son yıllarda çok yoğun kendisini örgütlüyor. Askeri olarak örgütlüyor, ekonomik olarak örgütlüyor, siyasi olarak nüfus alanını artırmaya çalışıyor. Kendisine bağlı, yakın Türkmenleri örgütlüyor. Osmanlı Ocaklarından, Ülkücülerden bir sürü kişiyi götürdü. Orada silahlı güç oluşturdu. Kerkûk'te ve Musul'da, Til Afer'de böyle çabaları var. Başika’yı bunun merkezi haline getirmiş durumdadır.

Diğer taraftan böyle ekonomik olarak da Irak zordadır. Ekonomik olarak da Irak'ın bütün pazarlarını ele geçirmeye çalışıyor. Ve ekonomik hegemonyasını Irak üzerinde böyle teslim etmeye çalışıyor. Suyu bir koz olarak yıllardır Irak'a karşı kullanıyor. Irak'ı bu temelde teslim almaya çalışıyor. Suyu şantaj olarak kullanıp Irak'tan tavizler almaya çalışıyor. Böyle bir politika yürütüyor. Ve böyle kendince, kendi değerlendirmeleriyle bazı sonuçları aldığını düşündü. Irak'ın da onayıyla, Irak'ın da TC'nin bu ilhak saldırılarını meşrulaştırmasıyla girdiği yerlerde askeri üsler kurdu. O üsleri şimdi tahkim etmeye çalışıyor. Misak-ı Milli politikasına hız vermiş. Bu hedefini gerçekleştirmeye çalışıyor. Irak üzerinde de egemenliğini, hegemonyasını tesis etmeye çalışıyor. Bu çalışmalara hız vermiş durumdadır.

Mutabakat da bunun bir parçasıydı. Kalkınma Yolu Projesi de bunun bir parçası olarak ele alındı. O yüzden biz dedik, bu proje tuzaktır, buna gelmemek gerekiyor. Irak'a da bu konuda çeşitli çağrılarda, uyarılarda bulunmuştuk. Çünkü amaç, gerçekten Irak'ta hegemonyasını kurmaktır. Misak-ı Milli hedeflerine ulaşıp Irak üzerinde egemenliğini tesis etmektir.

Şimdi böyle adım adım bu yolu kendince yürümeye çalıştı. Suriye'de yaptıklarıyla, Irak'la yürüttüğü birçok ilişki, yürüttüğü tartışma, Irak'a dönüp kullandığı birçok argüman, söylem de deşifre oldu, ortaya çıktı, maskesi düştü. Şimdi ne kadar herkesi aldatmaya, kandırmaya çalışan bir ülke olduğunu, kaypak bir politika yürüttüğünü, aslında esas amacın bölgede hegemonyasını kurmak olduğunu, yani Neo Osmanlı politikaları olduğunu, yayılmacılık, işgalcilik, ilhakçılık olduğunu giderek aslında Irak'ta da devlet içerisinde, devlet dışında, iktidar içinde, iktidar dışında birçok kesim artık giderek fark ediyor. 

Çünkü Türkiye giderek Irak'ın içini ciddi karıştırıyor. Hem dediğim bu tarz örgütlemelerle hem de şimdi DAİŞ'i de örgütlüyor Irak'ın içinde. DAİŞ'i de harekete geçirmeye çalışıyor. Kendince bu Şii kanatları, Şii kesimleri birbirine düşürmeye çalışıyor. Mezhep çatışmasını körüklemeye çalışıyor Irak'ta. Sunni-Şii çatışmasını körüklemeye çalışıyor. Irak'ta da İran etkisini birbirine ortadan kaldırmak için öncülük yapıyor Türkiye. Uluslararası güçlerle birlikte Suriye'de nasıl öncülük yaptıysa, şimdi Irak'ta da benzer bir öncülük rolü oynuyor.

IRAK TÜRKİYE’NİN TUZAĞINA DÜŞTÜ

Takip ettiğimiz, izlediğimiz kadarıyla Irak'ta da birçok kesim giderek biraz bunu fark ediyor. Fakat tabii birçok şeyde bazı şeylerde geç kalınmadı ama bazı şeylerde de geç kalındı tabii. Irak büyük hatalar yaptı. Irak gerçekten Türkiye'nin tuzağına düştü. Türkiye'yle yaptığı o mutabakat çok yanlıştı. O Irak'a çok büyük zarar verdi. Irak bir bakıma kendi ayağına sıktı yani. PKK'yi yasaklı örgütler listesine alması, Irak'a büyük zarar verdi. Çok yanlıştı. Türkiye'nin çıkarına çalıştı, hesaplarına çalıştı.

Türkiye'nin işgalini, ilhakını meşrulaştırması Irak'a çok büyük bir zarar verdi. Irak'ın bütün bu yaşananlardan sonuç çıkarması oldukça önemlidir. Artık gelinen aşamada Irak'ın Türkiye'yle yaptığı bu mutabakatın feshedilmesi gerekiyor. PKK'nin yasaklı listeden çıkarılması gerekiyor. Türkiye'nin bu işgalci, ilhakçı politikalarına karşı tavır tutum alınması gerekiyor. Türkiye'nin Irak'tan çıkarılması, başrolü Kürdistan'dan çıkarılması gerekiyor. Bunun için çok ciddi bir mücadelenin siyaseti yürütülmesi gerekiyor. Irak bu iradeyi ortaya koyabilmelidir. Aksi durumda Türkiye'nin bu Neo Osmanlıcı, yayılmacı, işgalci, ilhakçı politikalarına, Irak üzerinde hegemonya kurma politikalarına Irak'ın kendisi alet olmuş olacak, hizmet etmiş olacak. Bundan gerçekten vazgeçmek gerekiyor. Biz bunu hep söyledik, yine de tekrar söyleme ihtiyacı duyuyoruz.

YENİ ÖZ SAVUNMA VE SAVAŞ DOKTRİNİ MEYVELERİNİ VERECEK

Medya Savunma Alanları’nda çok güçlü bir direniş geliştirildi. Türk devletinin inkar, imha politikaları, soykırım politikaları çok büyük bir darbe aldı. Türk ordusu büyük bir çıkmazın içerisine girdi. Büyük bir darbe yedi. Gerçekten Türk devletinin bu Misak-ı Milli politikaları ciddi bir çıkmaza girdi ve sekteye uğradı. Mevcut durumda gerilla bunun önünde ciddi bir bent, engel oluşturdu. Dolayısıyla girdiği yerde gerçekten hep söyledik, çakılıp kaldı. Bir yerde kilitlendi. Yani Medya Savunma Alanları'nda biraz yaşanan durum budur. Bu anlamda tabii yoldaşlar çok güçlü bir direniş ortaya koydu. Büyük şehadetler yaşandı. Ben şehit düşen tüm yoldaşlara büyük bir saygı, sevgi, minnetle tekrardan anıyorum.

Direniş halen devam ediyor. Her yerde halen çatışmalar var. Saldırılar çok yoğun bir biçimde sürüyor. Büyük bir direniş var. Ben bu direnişi de selamlıyorum. Türk devleti bu şimdiye kadar sonuç almadı. 2025 yılında da sonuç almayacak. Bu direniş daha da büyüyerek, kapsamlılaşarak devam edecek. Sadece tabii Medya Savunma Alanlarında değil. Artık yeni öz savunma doktrini temelinde, savaş doktrini temelinde giderek Bakur Kürdistan'da da artık yeni öz savunma doktrini pratikleşecek. İleriki süreçlerde, özellikle 2025 yılında bunun pratiğini daha güçlü bir biçimde göreceğiz. Meyvelerini verecek bu yeni öz savunma ve savaş doktrini. Bu anlamda Bakurê Kürdistan'da da ben inanıyorum ki, 2025 yılında çok büyük bir öz savunma savaşı, devrimci halk savaşı yürütülecek. Bu da kendisiyle birlikte çok ciddi gelişmeler ortaya çıkaracak.

Aynı biçimde dört parça Kürdistan'da da özgürlük mücadelesi büyüyerek, güçlenerek devam edecek. Bu temelde 2024 yılı nasıl büyük bir direniş ve mücadele ile geçtiyse 2025 yılı da bu mücadeleyi daha da katlayan, daha da büyüten bir biçimde güçlü bir mücadele ve direnişle geçecektir.

ARALIK MÜCADELE VE DİRENİŞLE GEÇEN BİR AY OLDU

Aralık ayı büyük şehadetlerin yaşandığı, çok büyük katliamların da yapıldığı, aynı zamanda büyük bir direnişin de geliştiği bir aydır. Bu ay içerisinde işte Maraş Katliamı geliştirildi. Çok sayıda insanımız bu katliamda yaşamını yitirdi. Ben hepsini büyük bir saygıyla anıyorum.

Yine Roboskî Katliamı yaşandı. Roboskî'de Kürt gençleri bombalandı. 34 genç insan yaşamını yitirdi, katledildi çok vahşi bir biçimde. Ben bunları saygı ve minnetle anıyorum.

2001'de zindanlara dönük bir operasyon yapıldı, bir saldırı yapıldı. Çok sayıda devrimci, demokrat, insan yaşamını yitirdi. Ben hepsini büyük bir saygı ve minnetle anıyorum.

23 Aralık'ta Paris merkezinde Evîn Goyî, Mîr Perwer, Abdurrahman Kızıl katledildi. Çok hunharca, vahşi bir biçimde... Bunu Türk MİT’i yaptı. Fransa istihbaratı elbette buna destek verdi. Fransa bunun ortağı durumuna geldi. İkinci bir Paris Katliamı olarak bunu ifade ettik.

Birinci Paris katliamında da Heval Sakine, Ronahî ve Rojbîn yoldaşlar çok vahşi bir biçimde katledildi yine Paris'te. Ben bütün bu yoldaşları da büyük bir saygı, sevgi ve minnetle anıyorum.

Tabii bu ay içerisinde büyük gerilla şehadetleri de var. Büyük gerilla komutanları da şehit verdik. Heval Adil, heval Gulbahar’ın şehadeti var. Dersim eyaletinin öz savunma komutanı sorumlusu Aziz Dersim, 6 arkadaşla birlikte 31 Aralık 2011'de Dersim'de bir çatışmada şehit düştü. Ben bütün bu yoldaşları da büyük bir saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Anılarına bağlı kalacağımızın, bu mücadeleyi mutlaka zafere götüreceğimizin sözünü veriyorum.

Gerçekten büyük bir mücadele ve direnişle geçen bir ay oldu. Özellikle Rojava'daki direniş de bunun çok önemli bir parçası oldu. Aralık ayı boyunca büyük şehadetler yaşandı. Cihan Bilgin, Nazım Daştan hakikatin gür sesi oldular bu direnişte. Bu gazeteciler, hakikatin temsilcileri, değerli insanlar yaşamlarını yitirdi. Yine onlarca QSD, YPG ve YPJ savaşçısı, yurtsever halkımız, halklarımızdan insanlar yaşamını yitirdi. Ben hepsini de büyük bir saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Anılarına bağlılık ancak tabii ki mücadeleyi başarıya götürmekle mümkündür. Zafere götürmekle mümkündür. Ben bunun sözünü verebilirim. Anılarına bağlı kalacağız ve mutlaka özgürlük mücadelesini başarıya ve zafere götüreceğiz. Bunun sözünü halkımıza, tüm değerli şehitlerimize veriyorum.