Kanar: Merkezi bir organın yerele kayyum ataması ancak sömürgeci rejimlerde olur

Hukukçu Ercan Kanar, merkezi bir organın yerele kayyum atamasının ancak sömürgeci rejimlerde olabileceğini vurgulayarak, “Bu, ezen ulusların rejiminde uygulanacak bir idari yöntem. Bu, Kürt halkının iradesi üzerinde despotluk yapmaktır” dedi.

KAYYUM DARBESİNE TEPKİLER

Colemêrg Belediyesi’ne el konulup Kürt halkının iradesinin bir kez daha iktidar tarafından gasp edilmesine yönelik tepkiler giderek büyüyor. İrade gaspına karşı adalet nöbetleri kararlılıkla sürerken, ülkenin dört bir yanından Colemêrg’deki mitinge akın eden on binler, “Kayyum rejimine geçit vermeyeceğiz! Kayyum rejimini def edeceğiz” mesajını verdi.

Konu hakkında ANF’ye konuşan hukukçu Ercan Kanar, merkezi bir organın yerele kayyum atamasının ancak asimilasyoncu, baskıcı ve sömürgeci rejimlerde olabileceğini vurguladı.

‘İÇİŞLERİ BAKANI KURALLARA UYMADI!’

Kanar, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda kayyum atama uygulaması olduğuna ancak bugün işletildiği şekilde olmadığına işaret etti. Kayyum kelimesinin Arapçadan geldiğini ve iki anlamı olduğunu belirten Kanar, “Biri temsili kayyum, diğeri ise idari kayyum. Temsili kayyum, cami hademesi veya hastane hademesi gibi bazı insanların bazı işlerini görmek için atanır. Mesela küçük yaştaki çocukların veya akıl sağlığı bozulmuş insanların yönetilmesi için kayyum atanır. İdari kayyum da kara para aklaması, uyuşturucu kaçakçılığı, silah kaçakçılığı, silahlı çete kurulması, rüşvet, zimmete para geçirme gibi hallerde şirketlere atanır. Şimdi burada birçok yanlış var. Seçilmiş bir başkanın veya belediye organının kalıcı olarak görevden alınması ancak yargı kararıyla olabilir. Ama İçişleri Bakanı ne yaptı? Seçilmiş olan Mehmet Sıddık Akış’ı tamamen görevden aldı. Geçici olarak görevden alabilirdi ki, o halde iki ayda bir bunu gözden geçirmesi gerekirdi. Ama İçişleri Bakanı bu kurallara uymadı” dedi.

‘NERESİNDEN BAKSANIZ KÜRT HALKININ İRADESİ ÜZERİNDE DESPOTLUK!’

Mehmet Sıddık Akış görevden alındığında hakkında kesinleşmiş bir mahkumiyet olmadığını hatırlatan Kanar, ancak görevden alındıktan sonra jet hızıyla ceza verildiğini belirtti. Bu uygulamaların burjuva hukukunun dahi ayaklar altına alınması anlamına geldiğini dile getiren Kanar, “Merkezi bir organın yerele kayyum ataması ancak asimilasyoncu, baskıcı ve sömürgeci rejimlerde olur” vurgusunda bulundu. Yerel yönetimlerin demokraside çok önemli olduğunu kaydeden Kanar, “Yerel yönetimler demokrasinin can damarıdır. Eğer yerel yönetimler üzerinde merkezi idare böyle bir baskı yaparsa demokrasinin D’sinden bile bahsedilemez. Bu, ezen ulusların rejiminde uygulanacak bir idari yöntem. Neresinden baksanız bu, Kürt halkının iradesi üzerinde despotluk yapmaktır. Kürt halkının seçme ve seçilme hakkını, iradesini gasp etmektir” dedi.

‘AKP DÖNEMİNDE DÜŞMANLA SAVAŞ HUKUKU GENİŞLETİLDİ’

Colemêrg Belediye Eşbaşkanı Mehmet Sıddık Akış’a KCK adı altındaki kumpas davalarından ceza verilmesini de değerlendiren Kanar, konu Kürtler ve solcular olunca düşmanla savaş hukuku işletildiğini vurguladı. Kanar, normalde geçersiz sayılması gereken KCK gibi siyasi soykırım davalarının geçerli kabul edildiğini belirterek, AKP döneminde düşmanla savaş hukukunun coğrafyasının genişletildiğini vurguladı. AKP'nin uyguladığı düşmanla savaş hukukunun bu alanda görülen en katı, en gaddar uygulamalardan olduğuna dikkat çeken Kanar, şunları kaydetti: “Nazi döneminde Nazi Almanyasının baş hukukçusu Carl Schmitt'ti. Carl Schmitt'in teorisine, göre bir devletin ayakta durabilmesi için sürekli düşman yaratması gerekir ve muhaliflere yurttaş ceza yasası uygulanmaz. Düşman ceza yasasının uygulanması gerekir. Muhaliflere masumiyet karinesi uygulanmaz. Non bis in idem (Aynı suçtan iki kez yargılanmaz) kuralı uygulanmaz. Yani baskıcı rejimlerde muhaliflerin elinden bütün temel insan hakları alınır. Bu tür hukuka biz düşman savaş hukuku diyoruz. AKP döneminde düşman savaş hukuku daha da katılaşarak genişletildi. Eskiden kararlı olan muhalifler yargılanırdı, şimdi ise AKP’ye muhalif olan herkes delil olmadan düşman muamelesi görüyor. AKP iktidara geldiği zaman hapishanelerin nüfusu 49 bin küsurdu, şimdi ise 330 binlerde.”

‘YUMUŞAMA DEĞİL SERTLEŞME!’

İrade gaspına sadece Kürtlerin değil herkesin karşı çıkması gerektiğinin altını çizen Kanar, aksi takdirde bu hukuksuzluğun daha da yaygınlaşacağı uyarısında bulundu. Bu konuda bazı baroların üç maymunu oynamasına da tepki gösteren Kanar, “Bu hukuksuzluğa karşı 28 baro başkanı ortak basın açıklaması yaptı, eleştirdiler. Halbuki neredeyse 90'a yakın baro var Türkiye'de. Hiç olmazsa bunun 80’i imza atabilmeliydi. İstanbul Barosu mesela imza atmadı, ayrı bir açıklama yaptı. Sendikaların, TTB’nin ve tüm sivil toplum kurumlarının da bu hukuksuzluğu eleştirmesi gerekir. Yoksa bu tehlike yaygınlaşabilir. Şimdi bir yumuşamadan bahsediliyor ama sertlik devam ediyor. Burada CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in de hataları var. Görüşmeler olumlu geçti diyor. Halbuki olumlu bir şey yok. 1 Mayıs tutuklamaları oluyor, kayyum atanıyor, mahkemeler dava dosyalarıyla dolup taştı. Yani ana muhalefet partisi üstüne düşen görevi yapmıyor” dedi.

‘AKP YARGISI DÖNEMİ 12 EYLÜL’DEN DE, DGM’DEN DE KÖTÜ!’

İktidarın demokrasiyle hiçbir alakası olmadığının altını çizen Kanar, bu anlamda Cumhuriyet tarihinin hemen hemen en baskıcı döneminin yaşandığına dikkat çekti. 43 yıldır hukukçu olduğunu hatırlatan Kanar, şu anki AKP yargısının 12 Eylül cunta yargısından daha katı olduğuna işaret etti. 12 Eylül'de askeri mahkemelerde avukat olarak sayısız dosyaya girdiğini anlatan Kanar, “12 Eylül askeri mahkemelerinde işkence ürünü ifadeler delil olarak kabul edilirdi ama askeri mahkemelerin yine kriterleri vardı. Sahte kimlik olmadan, illegal yazı olmadan üyelikten ceza vermezlerdi. Sonra Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) geldi, o daha da kötü oldu. DGM'den sonra özel yetkili mahkemeler geldi, o da DGM'den kötü oldu. Ama en kötüsü şimdiki dönemin yargısı. Bu açıdan hukuksuzluğa topyekûn karşı durmak lazım. 'Susma, sustukça sıra sana gelecek' deyişini unutmamak lazım” diye konuştu.