Türk iktidarının, mücadele karşısında sıkıştıkça, demokrasi güçlerinin öfkesi arttıkça özel savaşla halkın tepkisini azaltmak, kafa karıştırmak için çeşitli yollara başvurduğunu belirten KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, İmralı’da görüşmeler olacağı yönündeki haberlerin de bu çerçevede olduğunu söyledi. Karasu, “Kürt sorununda çözüm veya başka türlü adım atanlar demokratik olmak zorundadır. AKP’nin böyle bir özü, politikası olmadığı gibi böyle bir tutum içine girmesi mümkün değildir” şeklinde konuştu.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, Medya Haber TV’de yayınlanan Özel Program’da önemli değerlendirmelerde bulundu. Karasu’nun değerlendirmeleri şöyle:
TECRİT DÖNEMSEL BİR POLİTİKA DEĞİL
Önder Apo üzerinde aslında 24 yıldır bir tecrit politikası uygulanıyor. Ancak zaman zaman hem özel savaş gereği hem de halkımızın mücadelesinin sonucu görüşmeler oluyor, yaptırılıyor. Bunlar istisna ya da dediğim gibi özel savaş gereği. Bir dönem bazı görüşmeler oldu ama esas 24 yıldır Önder Apo üzerinde bir özel savaş ve tecrit politikası yürütülüyor. Bunu böyle anlamak lazım. Yani dönemsel bir politika değil. Genel politika bu ve politika da yürütülüyor. Düşünebiliyor musunuz, üç ayda bir disiplin cezası veriliyor tek kişilik bir hücrede. Bırakalım dünyayı, Türkiye'de hiçbir tutukluya bu kadar uzun süre disiplin cezası verilmemiştir. Sürekli disiplin cezası alan bir tutuklu yoktur. İster siyasi olsun, ister adli olsun. Peki Önder Apo'ya niye bu kadar disiplin cezası veriliyor? Hem de tek kişilik hücrede. Ne yapıyor? Yani her gün isyan mı ediyor, her gün hücresini mi yakıyor? Her gün orada gardiyanlara mı saldırıyor? Bunların hiçbirisi olmadığına göre disiplin cezaları tamamen Önder Apo üzerinde uygulanan özel savaşın gereği veriliyor ve bu temelde de avukatları görüştürülmüyor. Aileler görüştürülmüyor. Şu gerçeği gösteriyor; Kürt halkına karşı yürütülen mücadele, yüzyıllık bir özel savaştır. Kürt halkının önderi Önder Apo üzerinde yürütülen savaş da özel savaştır. Bu bakımdan orada bir özel savaş yürütüldüğünü söyleyebiliriz.
MÜCADELENİN MERKEZİ ASLINDA İMRALI’DIR
Kürt halkıyla Türk devletinin, soykırımcı sömürgeci devletin arasında süren mücadelenin aslında merkezi İmralı oluyor. Böyle anlamak lazım. Böyle bir savaş olduğu için orada tecrit uygulanıyor. Orada da bir baskı var, dayatma var, direniş var. Bu yönüyle de bunu o dayatmalara karşı direnen, bu dayatmaya tutum alan, Kürt sorununun demokratik çözümü isteyen; halkların kardeşliği temelinde çözüm isteyen, bu yönlü tutumunda da ısrar eden Önder Apo'ya baskı uygulanıyor, tecrit uygulanıyor.
ARTIK İMRALI POLİTİKASI TEŞHİR OLUP ÇÖKMÜŞTÜR
Türk devletinin uyguladığı soykırımcı sömürgecilik, çok teşhir olmuş. Gayrimeşru ve artık yürütecek durumda değil. Bu yönüyle de Önder Apo'nun birkaç sözü karşısında soykırımcı sömürgeci sistemin zayıflayacağını, darbe alacağını, yara alacağını, çökeceğini düşünüyor ve tecrit uyguluyor. İmralı'da uygulanan disiplin cezaları ve tecrit politikasıyla aslında Türk devletinin yürüttüğü mücadelenin ne kadar temelsiz olduğu, ne kadar zayıf olduğu, ne kadar güçsüz olduğu, hiçbir temele haklılığa dayanmayan çürük bir savaş olduğu, zayıf konumda olduğu ortaya konuluyor. Bu tecridi, disiplin cezalarını böyle anlamak gerekiyor. Dışarıdaki Kürt halkının yürüttüğü mücadeleyle oradaki durumu ayrı görmemek lazım. Nasıl ki Kürt halkına karşı yoğun bir savaş var, saldırı var, baskı var, yine askeri hareketler her yerde yürütülüyor, saldırı yapılıyor. Bu politika, İmralı koşullarında böyle uygulanır. Başka türlü de zaten İmralı koşullarında yapacakları bir şey yoktur. Buradan çıkarılan sonuç, Kürt sorununda nasıl bir sorun olduğunu, Kürt sorununda önderlik gerçeğin ne olduğunu , Önder Apo'nun bu mücadele açısından ne anlam taşıdığını, yine düşmanın Önder Apo'ya nasıl yaklaştığını, nasıl baktığını, Önder Apo'nun sömürgeci karşısındaki duruşunun, tutumunun ne olduğunu bu cezalara bakarak anlamak gerekiyor. Bir mücadele veriyoruz, tecride karşı mücadele veriyoruz. Bu, hükümeti çok sıkıştırmıştır, çok teşhir etmiştir. Ne kadar disiplin cezaları, tecrit uygulasalar da artık İmralı'da, İmralı üzerinde uygulanan politika çökmüştür, teşhir olmuştur. Bu 24 yıl içinde güçlenen ve etkili olan Önder Apo olmuştur. Ne kadar tecrit uygularlarsa uygulasınlar artık Önder Apo'nun düşünceleri bütün dünyada, her tarafta benimseniyor. Önder Apo'ya destek artıyor. Önder Apo'nun düşünceleri doğrultusunda örgütlenme ve mücadele artıyor. 24 yıllık tecrit politikası sonuç almadığı gibi, bundan sonra da sonuç alması mümkün değildir.
İKTİDARIN GÖRÜŞME VE ÇÖZÜM DİYE BİR POLİTİKASI YOK
Mücadelemiz karşısında sıkıştıkça, halkın demokrasi güçlerinin öfkesi arttıkça özel savaş da halkın tepkisini azaltmak, kafa karıştırmak için çeşitli yollara başvuruyor. İmralı’da görüşmeler olacağı haberleri de bu çerçevededir. Defalarca bu tür haberler gündeme geldi. Hep de böyle iktidar iktidar sıkıştığı dönemlerde bu tür haberleri gündeme getirdi. Bunu da onlardan biri olarak değerlendirmek gerekir. Aslında bu spekülasyonun ne olduğunu toplum daha iyi anladı. Son günlerde çok teşhir olduğu, artık o haberlerin etkisi azaldığı için çok fazla eskisi gibi gündeme gelmese de zaman zaman dillendiriliyor. Bu da özel savaş gereğidir aslında. Gemlik Yürüyüşü’nden sonra gündeme geldi. Tecrit gerçekten dünyanın gündeminde, Kürt halkının gündeminde. Bu bakımdan çok teşhir oluyorlar. Bu yönüyle Önder Apo ile bir görüşme yapmayacakları görülüyor. Mücadelenin bu kadar keskinleştiği, kıran kırana sürdüğü bir dönemde böyle bir görüşme yaptırmazlar. Aksine bu haberlerden sonra disiplin cezası verildiği ortaya çıktı. Yine İbrahim Kalın televizyonda kalktı konuştu. Kesinlikle böyle bir şey yok, dedi. Tek amaçlarının Kürt Özgürlük Hareketi'ni tasfiye etmek olduğunu söyledi. Dolayısıyla bu tür şeylere itibar etmemek lazım. Kürt sorununda çözüm veya başka türlü adım atanlar demokratik olmak zorundadır. AKP’nin böyle bir özü, politikası olmadığı gibi böyle bir tutum içine girmesi mümkün değildir.
HDP OLDUKÇA ETKİLİ VE İKTİDARI ÇIKMAZA SOKUYOR
Sömürgeci Türk devleti, Kürt halkına karşı soykırım savaşı üretiyor. Kürt halkı içinde en ufak bir özgürlük söylemini, demokrasi söylemini, talebini duymak istemiyor, bastırmak istiyor. Bu yönüyle Türk devletinin savaşı, bütün Kürtlere karşı topyekun bir savaştır. Türk devleti sıkışmış, bu bakımdan hiçbir yerde en ufacık bir mücadelenin, kendisini zorlayacak hiçbir hareketin olmasını istemiyor. Bu yönüyle direnen HDP'ye karşı saldırı yürütüyor. Bu, aslında şunu gösterir; HDP direniyor. HDP etkili. HDP, AKP iktidarını teşhir ediyor. AKP iktidarını çıkmaza sokuyor. AKP iktidarının yenilgisini hazırlamada çok önemli rol oynuyor. Bundan dolayı HDP'ye bu kadar baskı var. Eğer HDP etkili olmasaydı, AKP-MHP iktidarının çöküşünü hızlandıran bir güç olmasaydı bu kadar saldırı olmazdı. AKP iktidarı zaten en zayıf dönemini yaşıyor. Bütün diktatörler en zayıf dönemde saldırgan olurlar. AKP-MHP’nin saldırganlığı da en zayıf dönemini yaşamasındandır.
TÜRKİYE’Yİ DEMOKRATİKLEŞTİRME PARTİSİDİR
Bu ortamda HDP kongresini yapıyor. Bu program yayınlandığında kongrede gerçekleşmiş olur. HDP önemlidir. HDP, masa başında kurulan bir parti değildir. On yıllardır süren serhildanlara, demokrasi mücadelesine dayanan Kürt Demokratik Hareketi ile Türkiye'deki 100 yıllık demokrasi mücadelesinin, sosyalist güçlerin mücadelesinin ortaklaştığı bir demokrasi harekettir. Türkiye'yi demokratikleştirme partisidir. Biz öyle anlıyoruz. HDP bu anlamda hem serhildanların partisi, hem de Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin ve 100 yıllık demokrasi mücadelesi veren Türkiye halklarının birikiminin partisidir. Bir Türkiye'yi demokratikleştirme partisidir. Türkiye'yi demokratikleştirme temelinde başta Kürt sorunu, Alevilerin sorunu, kadınların sorunu olmak üzere tüm sorunları çözme partisidir. Bu yönüyle güçlü bir temele dayanıyor. HDP’yi böyle anlamak lazım. Serhildanlarla kurulmuş bir partidir. Türkiye'deki yüzyıllık demokrasi mücadelesine, sosyalistlerin mücadelesine dayanan partidir. Zindanlarda hem Türkiye halklarının devrimcilerinin hem Kürt Demokratik Güçleri'nin devrimcilerin direnişine dayanan partidir. Bu yönüyle çok ağır bedeller ödenerek ortaya çıkan birikimin partisidir. Bu bakımdan tarihsel temeli çok güçlüdür. Kürdistan'da boydan boya gerçekleşen serhildanlara dayanan bir partidir. Diğer taraftan 100 yıllık Türkiye sosyalistlerinin partisidir. Deniz Gezmiş'in Mahir Çayan'ın, İbrahim Kaypakkaya'nın, Hikmet Kıvılcımlı'nın, Vedat Türkali'nin partisidir. Dün belli eleştiriler olsa da Türkiye Komünist Partisi'nin mücadelesinin ortaya çıkardığı birikime dayanan partidir. Bu yönüyle Türkiye'deki sosyalistlerin, demokratların büyük mücadelesiyle büyük bedeller ödeyerek ortaya çıkardığı bir birikim var. Bu yönüyle bu kongre anlamlıdır. HDP Türkiye'yi demokratikleştirecek, Türkiye'de demokratik devrimi gerçekleştirecek bir partidir. Onlar da zaten sözümüz var, çözüm bizdedir, yaklaşımıyla kongrelerini yapıyor. Kongrenin başarılı olacağına inanıyorum. Türkiye halklarının demokrasi birikimi ile Kürt halkının demokrasi mücadelesinin ortaklaşması çok güçlü bir enerji ortaya çıkarıyor.
DAHA FAZLA TÜRKİYE HALKLARINA SESLENECEK
Bütün baskılara rağmen ayakta kalması bunun sonucudur. HDP’ye yapılan baskılar herhangi partiye yapılsaydı çoktan tasfiye olurdu. Bu yönüyle 3. Yol dediğimiz hareketin partisi olan HDP, tabii ki daha fazla Türkiye halklarına seslenecek. Türkiye'de şu anda bir çözümsüzlük var. Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı’nın Türkiye'yi demokratikleştirecek bir gücü yok. Cumhur İttifakı, zaten faşist diktatörlük kurmak isteyen bir ittifak. Millet İttifakı ise gerçekten sadece belli bir AKP muhalifi ama demokratikleşme konusunda tutarlı olmayan bir ittifak. Bu ortamda demokratikleşme mücadelesini güçlendirecek olan HDP'dir. HDP ve çevresindeki güçler, ittifaklar güçlü olursa o zaman belki bu CHP'nin ve diğer güçlerin olduğu partiler kısmen demokratik bir yaklaşıma girebilir. Dünyada böyledir. Bazı sosyal demokratları bazen böyle biraz sol sosyal demokrat görünen partilerin biraz radikalleşmesi, biraz demokratik yaklaşım içinde görünmesi ancak sosyalistlerin, gerçek devrimcilerin, gerçek demokratların duruşuyla, mücadelesiyle güçlenmesiyle olur. Yoksa onlardan bir şey beklenemez. Onlar ancak sistem içidirler. Yani sistemde belirli hasarlar varsa onu gidermeye çalışırlar. Hatta bu yönüyle sistemi onarma partilerdir. Bu açıdan da HDP'nin kongresi çok önemlidir. Biz bu kongreden güçlenerek çıkacaklarına inanıyoruz. Gerçekten de ağır bedeller ödediler. 90lı yıllarda da ödediler. Şimdi de eşbaşkanları, milletvekilleri, belediye başkanları, meclis üyeleri cezaevinde. Böyle bir partiye tabii ki mücadele de yakışır. Böyle bir parti demokrasi mücadelesinde öncü olmayı da, Türkiye'nin demokratikleşmesinde belirleyici rol oynamayı da hak etmiştir.
KÜRT GAZETECİLER GERÇEKLERİ GÖSTERDİĞİ İÇİN BASKI ALTINDA
Kemal Korkut'u bir daha minnet ve saygıyla anıyorum. Gerçekten alçakça bir cinayettir. Dünyanın gözü önünde kameraların gözünün önünde bir genci bile isteye katletmişlerdir. Dünyada bundan daha ağır cinayet yoktur. Bunu böyle söyleyebilirim. Şimdi Türk devletinin Kürtlere karşı savaşı bir özel savaştır. Normal bir savaş değildir. Bu özel savaşın en önemli özelliği de Kürtlere karşı yürütülen soykırımı dünyanın gözünden kaçırmaktır. Bu soykırım uygulamalarını kimsenin bilmemesini sağlamaktır. Topluma kapatarak, dünyaya kapatarak Kürt’ü soykırıma uğratmaktır. Çünkü bu soykırım politikası bir insanlık suçudur, ağır suçtur. Kürtler üzerindeki soykırım faşist anayasalarla bile yürütülemez. Bu nedenle 12 Eylül Anayasası’nın bile dışına çıkılıyor. Kürtlere karşı uygulanan bütün politikalar, evrensel yasalara göre, insani ve toplumsal değerlere göre suçtur. Bu düzeyde işlenen suçlarla gerçekleşebilecek bir soykırımı tabii ki gizlemeleri gerekiyor. Dünyaya kapatmaları gerekiyor. Kimsenin görmemesi gerekiyor. Dünya, Türkiye halkları, Kürt halkı tümden görürse bu soykırım politikası yürütülemez. Dünya da tepki gösterir. Kürt halkı zaten gösteriyor. Türkiye halkları da tepki gösterir. Bu açıdan Kürdistan'da uygulanan soykırım politikasının üstünü kapatmak, soykırım politikasını görünmesini engellemek için basın üzerinde baskı uygulanıyor. Düşünebiliyor musunuz Kemal Korkut olayı dünyanın en ağır suçu, cinayeti. O sırada gazeteci Abdurrahman Gök o çekimi yapmazsa kimse görmeyecek. Nasıl bir cinayet olduğunu anlamayacak. İşte onlarca yıldır nasıl ki cinayetlerini öyle yürütmüşlerse 100 yıldır böyle dünyaya kapatarak, dünyanın görmemesini sağlayarak soykırım politikası yürütmüşse şimdi de yürütmek istiyor. Özellikle son zamanlarda baskıyı arttırdılar. Son zamanlar daha fazla hukuk dışı, daha fazla yasayı, anayasayı çiğneyen bir politika yürütüyorlar. Son 6-7 yıllık politika tamamen hiçbir yasaya, anayasaya, insan haklarına uymayan, vicdana uymayan politikalardır. Bu nedenle bunların görünmemesi için tabii ki Kürt gazetecileri tutukluyorlar, baskı altına alıyorlar. Amaç budur.
KÜRT GAZETECİLİĞİ BEDEL ÖDENEREK YAPILAN BİR İŞTİR
Öyle ki işte yakında bir sanal medya yasası getirecekler, orada bile kimseyi konuşturmayacaklar. Orada bile bir twit atanı zindana atacaklar. Buradan şu da çıkıyor; Kürt basını bir görevi yapıyor. Onları da saygıyla selamlıyorum. Onlar emek verdikleri için, çalıştıkları için, Türk devletinin politikalarını teşhir ettikleri için, o soykırım politikalarının dünyaya tanıttıkları için, bu yönüyle AKP faşist iktidarını zor duruma düşürdükleri için tutuklanıyor. Baskı altına alınıyorlar. Onları da selamlıyoruz. Onlar zaten Musa Anter'in, Gurbetelli Ersöz'ün ve birçok şehit gazetecinin, Nujiyan'ın, Deniz'in ve başka gazetecilerin yolunda gideceklerdir. Bu yönüyle Kürt gazetecilik geleneği de bir fedakarlık geleneğidir. Bedel ödenerek yapılan bir iştir. Nasıl gerilla bedeli ödüyorsa gazeteciler de dünden bu yana bedel ödemişlerdir, ödeyeceklerdir. Ne kadar baskı yaparlarsa yapsın Kürt halkını, gazetecilerini, Kürt insanını, aydınını susturmak mümkün değildir. Artık Kürdistan, Kürt toplumu kendi içinde sürekli özgür düşünceli insanları, gazetecileri, aydınları, gerillaları, sanatçıları, toplumsal mücadele yürütenleri, kadın özgürlük mücadelesi verenleri, gençlik mücadelesi verenleri çıkaracaktır. Artık böyle dinamik bir toplumdur. Bu bakımdan 10 gazeteciyi cezaevine atarlar, onların yerine onlarca genç gazetecilik yapar. Biz buna inanıyoruz. Mücadele her zaman gerçekleri ortaya çıkarır. Mücadelenin en önemli özelliklerinden biri de mücadele edildiği takdirde gerçekler gizlenemez, suçlar gizlenemez.
İHANET OLMAZSA TÜRK DEVLETİ BİR METRE BİLE İLERLEYEMEZ
Şu anda Zap, Avaşîn, Metîna ve diğer alanlarda gösterilen direniş fedaicedir. Bu direniş, her şeyden önce Kürt halkının, Türk devletini yenebileceğini gösterdi. Aslında Kürt halkı şunu gördü; eğer ihanet, iş birlikçilik olmaz, Kürtler arası birlik olursa Türk devleti bir metre bile adım atamaz. Kürt halkı bunu gördü. Gerilla, Kürt halkının gücün ne olduğunu tüm Kürt halkına ve dünyaya gösterdi. Artık Kürt gençleri böyledir. Fedaidir. Bunlarla her türlü mücadele yürütülebilir ve sonuç alınabilir. Bu önemliydi. Bu yönüyle Türk devletini durdurulamaz, Türk devleti girerse bir yere hemen girer gibi algılar, propagandalar zaten yerle bir edildi. Zaten bir buçuk yıldır sürüyor yani. İşte Garê'de geçen sene Şubat ayında saldırdılar, güya büyük darbe vurup esirlerini alacak ve büyük bir zafer ilanıyla seçime gideceklerdi. Olmadı, yenilgi yaşadılar. Geçen sene Avaşîn, Metîna'ya saldırdılar. Sonuç alamadılar. Çekilmek zorunda kaldılar. Aslında sonuç alsalardı yine Erdoğan, AKP-MHP seçime gidecekti. Şimdi yine saldırdı. Bir buçuk yıldır bu saldırılar sürüyor. NATO’nun ikinci büyük ordusu her türlü tekniği kullanıyor ama sonuç alamıyor. Tabii bunun yarattığı sonuçlar var, siyasi sonuçlar var.
ONLARIN YOLDAŞI OLMAKTAN GURUR DUYUYORUZ
Bunun sadece Kürt halkı üzerinde etkisi değil, Ortadoğu halkları, dünya halkları üzerinde etkisi var. Ortadoğu'da demokrasi güçleri üzerinde etkisi var. Ortadoğu gericiliğin yıpranması, gericiliğin zayıflatılması konusunda büyük bir etkisi var. Bu yönüyle gerçekten önemli etkide bulunuyor. Öte yandan bu direniş 50 yıllık mücadelemizin zirve gelişmesidir. Fedailiğin böyle bir düzeyde zirve ortaya çıkarmasıdır. Gerçekten de o yoldaşların direnişinden gurur duyuyoruz, onur duyuyoruz. Onların yoldaşı olmaktan da onur duyuyoruz, gurur duyuyoruz. Bu yönüyle Kürt halkının direniş gücünü güçlendiriyorlar. Kürt halkı, Kürt gençleri, kadınları bakıyor, görüyor ve etkileniyor. Hareketimizde de değişiklik yaşanıyor. Bütün Kürt toplumunda da değişiklikler yaşanıyor. Nasıl ki 14 Temmuz, Kürt halkının mücadelesinde, direnişinde yeni bir aşama oldu, güçlendirdi, direncini arttırdıysa şu anda fedaice direnen genç yoldaşlarımız da hem toplumun direncini hem de Hareketin direncini artırıyor. Şunu ortaya koyuyorlar; bu halk yenilmez. Bu halkı yenmek mümkün değildir. Böyle bir halk, fedaileri varsa, bu kadar dinleniyorsa demek ki güçlüdür. Halk, kendi gerçekliğinin farkında, varolmak istiyor. Varolma gücü çok fazla yok edilmek isteniyor ama varolma refleksi çok güçlü. Ben var olacağım, diyor. Kendi kimliğim ve kültürüm ile özgür olacağım, diyor. Bu zihniyet çok güçlenmiştir. Bütün Kürt halkı onlarla onur duyuyor. Belki bir saat sonra şehit düşecekler ama gözleri ışıl ışıl, moralli. Sadece halkının özgürlüğünü gerçekleştirme ve halkı demokratik yaşama kavuşturma dışında düşündükleri yok. Büyük bir aşk var. Özgürlük aşkı var. Halk aşkı var. Önümüzdeki dönem mücadelesini etkileyecek, etkiledi. Mücadelemize yeni bir güç kazandırdı. Yeni bir düzey kazandırdı. Her tür teknik karşısında göğüslerini siper ediyorlar. Bu düzey çok önemlidir. Bir toplumun gençlerinin böyle bir fedailik düzeyine gelmesi onların geleceğinin özgür olacağını, demokratik olacağını gösterir. Bu direniş sürecinde en fazla da bunu anlamak lazım. Zaten her gün darbe vuruyorlar. Kürt halkının mücadelesini çok iyi temsil ediyorlar. Tabii ki bunun karşısında hepimize sorumluk düşünüyor. Gençlere, kadınlara, şehirdekilere, ovadakilere, herkese bunlara layık olma sorumluluğu düşüyor. Bu yönüyle ben Kürt halkını, Kürt gençlerini, kadınların bunlara layık olmak için mücadeleyi geliştireceklerine, başarıya götüreceklerine inanıyorum.
SAVAŞIN HER ANI KAYIT ALTINA ALINIYOR
Daha fazla görüntüler var fakat savaş ortamında hemen gönderilmiyor, hemen ulaşılamıyor. Bir taraftan tabii savaş var, diğer taraftan KDP'nin kuşatması var. Bu yönüyle de birçok görüntü gönderilemiyor. Örneğin arkadaşlar helikopter vurulmasını, düşürülmesini görüntüledi. Yeni ellerinde görüntü olduğunu söylediler ama ulaşamıyorlar. Bu bakımdan çok görüntü var. Şu anda savaşın her anı kayıt altına alınıyor. Bütün gerillaların kafalarında kamera var. Bütün eylemler görüntüye almıyor. Ayrıca gazeteci arkadaşlar da var. Bazı önemli eylemlerde gazeteci arkadaşlar da, basıncılar da onlarla birlikte hareket ediyor. Öyle bir örgütleme de var ama diğer yandan teknik kullanıyor gerilla. Bu bakımdan bütün eylemler kayıt altında. İşte asker cenazeleri ortada, isimleri de veriyorlar. İlginçtir, Türkiye basını, Türkiye'deki siyaset bunu gündeme getirmiyor. Bu askerler nerede, bu kadar insan ölüyor, niye bunlar haber olmuyor, gösterilmiyor, dişe sormuyor. Sözleşmeli asker alırken de ölürse kamuoyuna açıklanmayacak, diye sözleşme imzalıyor. Buna göre hareket ediliyor, aileleri sahip çıkmıyor, kamuoyu sahip çıkmıyor, basın sahip çıkmıyor. Zaten şimdi bir basın kalkıp iki tane asker şurada vurulmuş, derse hain ilan edecekler. Zaten bu sanal medya yasasını niçin çıkarıyorlar ki? Kimse zayıflıklarını ortaya koymasın. İşte zam var, demesin.
TEKNİKLERİ OLMAZSA SAVAŞI SÜRDÜREMEZLER
Artık mızrak çuvala sığmıyor. Gerçekten büyük bir savaş sürüyor. Evet, gerillalarla göğüs göğüse savaşmıyorlar. Yani bu yönüyle öyle bir savaş yok. Vietnam'da kullanılan bombaların 100 katı, bin katı Kürdistan'da kullanılıyor. Şu anda Ukrayna'daki savaşta Rusya'nın kullandığı bombaların 10 katı, 100 katı Avaşîn ve Metîna'da kullanılıyor. Bu kesinlikle böyledir. Karada gerilla karşısında savaşma iradesi kalmamış. Sadece tekniğe dayalı, keşif uçaklarına dayalı, savaş uçaklarına dayalı bir savaş yürütüyor. F-16'lar istiyorlar, F35'ler istiyorlar. Bu kadar ve bunlara çok yoğunlaşmalarının nedeni savaşı tekniğe dayandırılmış. Onun için bu konuyu çok önemsiyorlar. Bu konuda ABD'ye sürekli sorun yaşıyorlar. Bu işte çeşitli anlaşmazlıkları var. Bu kadar ısrarlı olma nedeni kesinlikle savaş teknikleri olmasa savaş sürdüremezler. Kesinlikle sürdüremezler. Şu anda o hale geldi ki keşif uçağı olmasa mevcut uçaklar ve helikopterle bu savaşı sürdüremezler. O hale geldiler.
Bu yönüyle tabii ölülerini gizliyorlar. Diyelim savaştaki bu kadar kimyasal silah kullanıyorlar, bu kadar insanlık dışı uygulamalar yapıyorlar, zehirli gazlar atıyorlar ama buna rağmen de tabii gerçekler yine de kamuoyuna yansıyor. Dünya aslında görüyor. Yani şu anda dünya, Türk devletinin Zap'ta Metîna'da sıkıştığını görüyor. Aslında herkes bunu görüyor ama işte çeşitli güçler, çıkarları gereği Türkiye'yle ilişkilerini sürdürüyor. İşte kimyasal silah kullanmasına rağmen bu konuyu gündeme getirmiyor. Türk devleti ne kadar özel savaş uygulasa ve gerçekleri gizlese de hem açığa çıkıyor hem de yediği darbeler gizlenemiyor.
NATO’DA KÜRTLER ÜZERİNE KİRLİ PAZARLIK YAPILIYOR
Dünyanın gözü önünde Kürtler üzerine çok kirli bir pazarlık yapıldı. Hareketimiz, Kürt halkı ve Avrupa'da yaşayan Kürtler üzerinden pazarlık yapıldı. Açıkça hem de. Böyle gizli pazarlık da değil. Bu yönüyle mücadelemizin geldiği düzeyi gösteriyor. Bu durum giderek artık NATO'nun temel gündem oldu. 2005'te hatırlıyoruz; Bush, Erdoğan ile görüşmesinde PKK bizim de düşmanımızdır, dedi. Şimdi neredeyse NATO'nun temel düşmanı PKK olacak gibi. PKK’ye karşı kararlar alıyorlar. Bilmem PYD'ye karşı YPG'ye karşı kararlar alıyorlar. Gerçekten utanmazca. Hem de düne kadar DAİŞ'e karşı büyük savaşan, 10 binden fazla şehit veren YPG, PYD, YPJ'ye karşı NATO tutum koyuyor. İsveç ve Finlandiya’nın YPG'ye, PKK'ye, YPJ'ye, PYD'ye destek verdiğini duymadık. Böyle bir şey yok. Öyle ABD'nin de desteklediği falan yok. Türk devletine her türlü silah; F-16’dan en gelişmiş silahlara kadar. QSD'ye verdiği silahlar, DAİŞ'e karşı bireysel silahlardır. Böyle karmaşık silahlar, büyük füzeler, önemli silahlar falan verilmiş değil. Böyle bir şey yok ama Türk devleti, her türlü silahı Avrupa'dan alıyor. Avrupa'dan, ABD'den, şuradan buradan silah almasa ordusunu yürütemez. Kalkıp bilmem Finlandiya, İsveç destek veriyormuş. Ne desteği vermiş? İsveç ve Finlandiya'nın bize bir kuruş destek verdiğini, tek silah verdiğini duymadık. Belki bazı insan hakları örgütleri ve sivil toplum örgütleriyle bazı şeyler yapıyor olabilirler. Duyuyoruz o tür girişimleri olduğunu ama bunun dışında böyle bir şey yok.
KDP’YE KARIŞMA, KÜRTLERE NE YAPARSAN YAP
20. yüzyılda Lozan'da yapılan anlaşmanın farklı biçimde bugünkü güncellenmesidir. Lozan Anlaşması şöyleydi; Türkiye, Irak'a karışmayacak ama Kuzey Kürtleri üzerinde soykırım uygulayacak. Lozan Antlaşması esası budur. Musul ve Kerkük Irak'ta kalması karşılığında Kürdistan'da Kürtler üzerinde soykırım uygulanması. Böyle bir politika uygulanıyor. Yani KDP'ye karışma ama diğer Kürtlere ne yaparsan yap. Zaten KDP de bana karışma diğer Kürtlere ne yaparsan yap, diyor. Aslında biraz da NATO’nun, Avrupa'nın, diğerlerinin bu kadar Kürt karşıtı politika izlenmesinin bir nedeni de KDP'nin tutumudur. KDP ile ilişkileri üzerinden sanki Kürt politikaları iyiymiş gibi bir izlenim vererek Kürt soykırımı ortaklığını örtüyorlar. Dilini yok etmek istiyor. Bütün Kürtleri Türkleştirmek istiyor. Kürdistan'ı Türk uluslaşmasının yayılım alanı haline getirmek istiyor. 1915'te Ermenileri yok ettiler şimdi de Kürtleri yok ederek buraları Türkleştirmek istiyorlar. Bu soykırım değil midir? Buna suç ortağı derler. Artık takke düştü kel göründü. Gerçekten de bu son Madrid'teki NATO zirvesi, bu NATO'nun ne olduğunu, Avrupa ahlakının ne olduğunu, siyasi anlayışın ne olduğunu tümden gözler önüne serdi. İşte Soğuk Savaş bittikten sonra güya demokrasiden, demokrasinin gelişeceğinden söz ettiler. Artık Soğuk Savaş dönemindeki gibi, diktatörleri desteklemeyecekleri mesajı verdiler. Çünkü Soğuk Savaş dönemde Latin Amerika'da, Ortadoğu'da, her yerde diktatörlükleri destekliyorlardı. Şimdi aynı Soğuk Savaş dönemindeki gibi diktatörlükleri kendi çıkarları gereği destekliyorlar. Bu diktatörler kendi hizmetlerinde ise tamam herhangi bir şey yok ama kendi hizmetlerinde yoksa kıyameti koparıyorlar. Gerçekten çok kirli bir ilişkidir. Kürtler konusunu bu kadar pazarlık yapmaları suç ortaklığıdır. Yani soykırım ortaklığıdır. Bunu böyle belirtmek gerekir. Zaten Kürtler de böyle değerlendiriyor, dünya da böyle değerlendiriyor. Madrid toplantısı tarihe geçmiştir. NATO'nun nasıl bir kirli ittifak olduğunu, çıkar ittifak olduğunu, kendi çıkarlar söz konusuysa bir halkın soykırımına nasıl göz yumduğunu açıkça bir daha Madrid toplantısında görmüş olduk.
TÜRKİYE SİYASETİ ŞOVENİZM YARIŞINDA
NATO meselesindeki tepkiler, gerçekten çok ilginç. İşte Türkiye'deki siyasetin karakterini gösteriyor. Demokratik bir zihniyet yok, anlayış yok. Neredeyse Erdoğan'la milliyetçilik, şovenizm, daha fazla vatan millet Sakarya yarışına girdikleri gibi neredeyse diyecekler ki; niye İsveç daha fazla otoriter olmuyor? Niye baskıcı olmuyor? Erdoğan burada bu kadar baskı uyguluyor, zulüm uyguluyor, şimdi bunun aynısını İsveç ve Finlandiya da uygulasın. Muhalefet bunu söylüyor. Muhalefet Avrupa ülkelerini aynı Türkiye'de nasıl ki terör gerekçesiyle HDP'liler tutuklanıyor, her gün siyasetçiler tutuklanıyor, baskı altına alınıyorsa Avrupa da bunu yapsın, diyor. Hani karşıydınız bu tutuklamalara, baskılara, adaletsizliğe. Hani yargı siyasallaşmıştı? Şimdi istiyorlar ki orada da yargı siyasallaşsın. Orada da Kürtler içeri atılsın. Şimdi muhalefet bunu söylüyor. Zaten İsveç'e ve Finlandiya gidenlerin çoğu da 12 Eylül'den kaçmışlar, bir de bu AKP-MHP'nin faşist baskısından kaçmış gitmişler. Doğru yanlış gitmişler. Şimdi AKP, oraya gidinleri bana teslim edin, diyor. Muhalefet de Erdoğan'a niye daha fazla baskı kurmadın, diye sesleniyor. Niye tümden dediğini yaptırmadın, yani buradaki uyguladığın politikayı onlara niye kabul ettirmedin biçiminde bir yaklaşım gösteriyorlar. Yine insan şaşırıyor; bazı böyle muhalif basını izliyoruz. Zaman zaman iyi şeyleri de söylüyorlar ama onları da dinledik. Şaşırdık yani. Onlar bile işte yüz bin tane terörist var, Kürt terörist. Rojava'yı kastediyorlar. Niye onlara terörist damgasını vurduramamışsınız o toplantıda, diye yakınıyorlar. AKP-MHP’ye şunu demiyorlar; Sorunları burada çözelim. Bir barış kuralım. İç sorunlarımızı niye bu kadar dışa taşıyoruz? Kürtlerle yaşadığımız sorunları barış içinde çözersek o zaman onlara muhtaç olmayız. Bunlara yalvarmayız. Kendimizi niye böyle baskı uygulayarak, zulüm uygulayarak kötü duruma düşürüyoruz. Teşhir ve tecrit oluyoruz, ondan sonra da gidip onlara el avuç açıyoruz… Bu yönlü bir teşvik edeciğine AKP-MHP ile şovenizm yarışına giriyorlar, milliyetçilik yarışına giriyorlar. İsveç'i, Finlandiya'yı NATO, Avrupa ülkelerini daha fazla baskıcı olmaya, oradaki Kürtler üzerinde daha fazla baskı kurmaya teşvik ediyorlar. Bunu gördük, utandık yani. Bir de zaman zaman Deniz Gezmiş'ten söz ediyorlar, Mahir'den, İbrahim'den söz ediyorlar. Ya biz biliyoruz. Mahir de, Deniz de, İbrahim de hepsi Kürt halkının özgürlüğünü kabul ediyorlardı. ulusların kendi kaderini tayin hakkını kabul ediyorlardı. Özerkliği değil, federasyonu da kabul ediyorlardı. Sadece birlikte örgütlenme, ortak örgütlenme tezleri vardı. Aslında biz de ilk çıktığımızda ortak örgütlenme eğilimindeydik ama Kürtleri bir irade olarak tanınmayınca ayrı bir kanalda mücadele gelişti. Önderlik Mahirlerin, Denizlerin Kürt sorununa yaklaşımını örnek aldı. Onlardan moral aldı. Şimdi Mahir'den, Deniz’den ve İbrahim’den söz ediyorlar ama Kürtlere geldi mi Kürt karşıtlığı yapıyorlar. Bırakalım federasyonu biraz özgürlüğü tanımayı bile Kürtlere çok görüyorlar. Gerçekten bu muhalefetin ciddi bir sorunudur. Bu muhalefetle nasıl Türkiye demokratikleşecek? Gerçekten kolay değildir. Bu açıdan diyoruz işte HDP'dir, HDP çevresindeki sol güçlerin güçlü olması gerekir ki bu muhalif güçlere de biraz daha AKP karşıtı, daha demokratik çizgiye çekebilsinler.
İSVEÇ VE FİNLANDİYA TOPLUMU KABUL ETMEZ
Finlandiya ve İsveç'te demokratik karakterde bir toplum var. İsveç ve Finlandiya toplumları, dünyada örnek gösteriliyor. Şimdi İsveç'te ve Finlandiya'da Erdoğan Kriterleri mi uygulanacak? Erdoğan bunu da yaptı NATO’ya. İsveç ve Finlandiya da bazı konularda ‘evet’ dediler. Tam ne kadar dediler bilemiyoruz ama ‘evet’ dediler. Fakat şu açıktır; ne kadar orada bir anlaşma yapmış olsalar da mevcut İsveç yasalarını, Finlandiya yasalarını tümden atlayamazlar. Erdoğan gibi İsveç'te, Finlandiya'da yasaları dinlemeyin, diyemezler. Türkiye'de öyle. İsveç ve Finlandiya'da bunu yapmaları zordur. İsveç toplumu da Finlandiya toplumu da bunu kabul etmez. Oralar da gerçek demokrasi değil, eEgemen sınıfların etkili olduğu bir sistemdir ama yine de halkların mücadelesiyle, emekçilerin mücadelesiyle belirli demokratik değerler ortaya çıkmıştır. Yoksa egemenlerin verdiği bir imkan, bir lütuf değildir. Bu yönüyle orada öyle AKP'nin veyahut orada antlaşmada ortaya konulanların, dediklerinin tümünü yapmaları mümkün değil. Şu var; bir ahlaki kriz ortaya çıkabilir, bir değerler krizi ortaya çıkarabilir. Çıkaracak. Çünkü Madrid'de bu kadar gündeme geldi. Hepsi açısından mı geçerli? Sadece Finlandiya ve İsveç açısından değil, bütün Avrupa ülkeleri açısından bir değerler krizi ortaya çıkacak. Esas olarak Erdoğan, sadece İsveç ve Finlandiya’ya değil, Almanya'ya ve Fransa’ya böyle yap, diyor. Ben burada nasıl yargıyı siyasallaştırmışım sen de siyasallaştır. Ben burada nasıl Kürtler üzerine baskı kuruyorsam sen de kur, diyor. Bunu dayatıyor. Erdoğan'ın dediklerine uydukları takdirde çökerler.