Karasu: Türkiye denklemin dışındadır
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu: Türkiye, G-20’nin enerji yolunu engelleyemez. Kafa tutacak gücü yok, şantajları da sökmeyecektir. Ortadoğu’da denklemlerin dışına atılmıştır.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu: Türkiye, G-20’nin enerji yolunu engelleyemez. Kafa tutacak gücü yok, şantajları da sökmeyecektir. Ortadoğu’da denklemlerin dışına atılmıştır.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, Türk hükümetinin İsrail karşıtlığı yapmasının esas nedenin, İsrail ve ABD’nin bölgede kendisini dikkate almasını istemesi olduğunu söyledi. Türkiye’nin savaş yaygınlaşırsa hem kendisine ihtiyaç duyulur hem de İbrahimi Anlaşma çöker ve enerjinin önemli bir bölümünün de kendi coğrafyasından geçeceği bir ortam oluşur yaklaşımıyla hareket ettiğini kaydeden Karasu, İsrail ve İran savaşa girerse bölgedeki önemli rakibi olan İran zayıflar, İsrail’in de kendisine ihtiyaç duyar, hesabı içinde olduğunu belirtti. Sadece Kürt soykırımına kilitlenmiş bir Türkiye’nin Ortadoğu siyasetinde etkili olmasının mümkün olmadığını vurgulayan Mustafa Karasu, "Türkiye’nin sadece ekonomik değil, siyasi ve diplomatik imkanlarını da Kürtlere karşı savaşta kullanıp tüketmektedir. Jeopolitik konumunu Kürt soykırımını gerçekleştirme temelinde koruma çabaları, Türkiye’yi daha fazla çıkmaza sokmaktadır” dedi.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu ile söyleşimizin 3. bölümü şöyle:
HAMAS’ın 7 Ekim saldırılarının üzerinden bir yıl geçti. İsrail’in savaşı Lübnan’a da taşıması bölgede tehlikeleri katbekat artırmış durumda. Bir yıllık savaş neyi gösterdi, önümüzdeki gelişmeler ne yönde seyredebilir?
İsrail’in yakın hedefleri olarak HAMAS’ı ezmek ve Hizbullah’ı tırpanlamak olduğu biliniyordu. İsrail, buna hazırlanıyordu. HAMAS, İsrail’e saldırarak binden fazla sivili öldürüp, yüzlerce sivili esir alınca, İsrail bunu hedeflerine ulaşmada tarihi bir fırsat olarak gördü. HAMAS’a bu eylemleri Erdoğan’ın ekibi yaptırmıştır. Böylece hem İsrail’den geçecek enerji yolunu hem de İsrail ile Araplar arasındaki İbrahim Anlaşması’nı sabote etmeyi amaçlamıştır. Erdoğan, bu saldırıyı yaptırarak İsrail ve ABD’nin bölgeye yönelik planlamalarını gerçekleştirmede bir ajan-provokatör rolünü oynamıştır. Erdoğan’ın kişiliği bilindiğinden, birçok güç belli tahrikler yaparak Erdoğan’ı ajan-provokatör olarak kullanmaktadır. Erdoğan, her ne kadar İsrail karşıtı söylemlerde bulunsa ve ABD’yi de İsrail’in ortağı olarak gösterse de yaptıklarıyla ABD’nin kullandığı bir ajan-provokatör durumundadır. Erdoğan, politikalarıyla Türkiye’yi en fazla tehlikelerle karşı karşıya bırakan bir siyasetçidir.
JEOPOLİTİK KONUMUNU KAYBETME KORKUSU
Erdoğan, kendine göre Türkiye’nin jeopolitik konumunu koruma adına HAMAS’ı İsrail’e saldırtmıştır. Ancak politikalarıyla, müttefiklerine yönelik yaptığı şantajlarla, bizzat kendisi Türkiye’nin jeopolitik durumunu ortadan kaldıran bir rol oynamıştır. Böylece, Türkiye’nin en temel politik güç kaynağı olan jeopolitik konumunu kaybetme korkusu, Türkiye’yi telaşa düşürmüştür. Tutarlı olmayan, sadece tehdit ve şantajlarla konumunu koruma politikası yürütmesi, Türk devletinin çıkmazını daha da artırmıştır. Bir dönem kısa süreli çıkar elde ettiği politikalar, şimdi Türkiye’yi politikasız hale getirmiştir.
ORTADOĞU’DAKİ DENKLEMLERİN DIŞINA ATMIŞTIR
AKP-MHP iktidarının bu tür politikalarla Türkiye’yi çıkmaza sokan esas etkeni, Kürt soykırım politikasıdır. Öyle ki, kendisi Kürtlere nasıl yaklaşıyorsa, herkesin de öyle yaklaşmasını istemekte ve bunun sonucunda müttefikleriyle bile sorunlu hale gelmektedir. Öte yandan, bu kadar yoğun Kürt soykırımına kilitlenmesi, birçok gücün TC’nin bu zaafından yararlanmasını beraberinde getirmektedir. Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı TC’ye verdikleri destek karşılığında da, birçok alanda Türkiye’yi esir almışlardır. Sadece Kürt soykırımına kilitlenmiş bir Türkiye’nin Ortadoğu siyasetinde etkili olması mümkün değildir. Türkiye’nin sadece ekonomik değil, siyasi ve diplomatik imkanlarını da Kürtlere karşı savaşta kullanıp tüketmektedir. Jeopolitik konumunu Kürt soykırımını gerçekleştirme temelinde koruma çabaları, Türkiye’yi daha fazla çıkmaza sokmaktadır. Jeopolitik imkanlarını kaybettiği gibi, müttefikleriyle yaşadığı sorunlar, Türkiye’yi Ortadoğu’da siyaset olarak tüm denklemlerin dışına atmıştır.
İRAN’IN BÖLGE POLİTİKASI SINIRLANACAKTIR
ABD, İsrail’in saldırılarına tam destek veriyor. Bunun anlamı, İsrail’in, HAMAS’ı ve Hizbullah’ı etkisizleştirerek bölgedeki siyasi ve askeri etkinliğini artıracaktır. İran ise bölgedeki ittifak güçlerini kaybederek içe kapanacaktır; bu da İran’ın bölge politikalarını değiştirecektir. Irak dışında, siyasi etkisi ya kalmayacak ya da sınırlanacaktır. Husiler de bir süre daha İran etkisinde politikalar sürdürecek ama ne bugünkü gibi Kızıl Deniz’de saldırılar yapacak ne de Suudileri zorlayacak bir durumda olacaktır. Özcesi, 7 Ekim 2023 öncesi siyasi durumda önemli değişiklikler olacaktır. İsrail ile İran arasında karşılıklı saldırılar olsa da sonuçta İran’ın dıştaki güçlerine dayalı bölge politikası sınırlanacaktır. Bunun orta vadede İran iç siyasetine de etkileri olacaktır. Kuşkusuz, İsrail’in etkinlik kurması, İran’ın sınırlanması Ortadoğu’daki sorunları çözmeyecektir. İsrail politikalarının, ABD’nin ve bölge ulus devletlerinin sorunları çözmesi mümkün değildir. Dolayısıyla, devletlerin sorunları çözmediği, hatta daha da ağırlaştırdığı Ortadoğu’da, halkların daha fazla devrede olacağı bir döneme girilecektir.
DEMOKRATİK KONFEDERALİZM DIŞINDA ÇOZÜM YOK
Şu açıktır ki; İsrail de sürekli dış destek ve askeri gücüne dayanarak bir bölge politikası yürütemez. Bu açıdan İsrail’in de politika değiştirmek zorunda kalacağı açıktır. Zaten İbrahimi Anlaşma ile bu yönlü bir adım atılmıştı. İsrail, varlığını ancak bir bölgesel anlaşma ve bölge halklarıyla demokratik ilişki çerçevesinde güvenceye alabilir. Bu açıdan bir daha belirtelim, İsrail-Filistin sorununun çözümü, demokratik ulus ve her topluluğun kendi yönetim iradesine sahip olduğu demokratik konfederalizmle gelişecek ve kalıcılaşabilecektir. Bunun dışında çözüm yoktur. Yoksa sürekli düşmanlık, gerilim ve çatışma sürer. Ancak bir çözümün kaçınılmaz olarak kendisini dayattığı da açıktır.
TÜRKİYE ENERJİ YOLUNU ENGELLEYEMEZ
Türkiye, İsrail’i istikrarsız ve güvensiz gösterip G-20’nin kararlaştırdığı enerji yolunu engelleyemez. Öyle hegemon güçlere kafa tutacak bir gücü de yoktur. Artık şantajları da sökmeyecektir. Türkiye’nin kendini güvende hissetmesinin tek yolu, Kürt sorununu çözüp demokratikleşmekten geçmektedir. Türkiye demokratikleştiğinde, Ortadoğu halkları üzerinde siyasi, ekonomik ve kültürel etkisi olabilecektir.
Savaşın yayılması için herkesi teşvik eden Erdoğan şimdi de ‘İsrail’in gözü vatan topraklarımızda’ demeye başladı. Erdoğan bu söylemiyle esas olarak neyi amaçlıyor?
Türkiye, savaş yaygınlaşırsa hem kendisine ihtiyaç duyulur hem de İbrahimi Anlaşma çöker ve enerjinin önemli bir bölümünün de kendi coğrafyasından geçeceği bir ortam oluşur yaklaşımıyla hareket etmiştir. İsrail ve İran, tam savaşa girerse bölgedeki önemli rakibi İran zayıflar, İsrail de kendisine ihtiyaç duyar, hesabı içindedir. İsrail karşıtlığı yapmasının esas nedeni, Filistin dostluğu ve İsrail düşmanlığı değildir; İsrail ve ABD’nin bölgede kendisini dikkate almasını istemektir. Hem ABD ile müttefik olacak hem de İsrail karşıtlığı yapacak! Böyle bir denklem olmaz. Çok dışlandığını düşünüyor ve kendisinin dikkate alınmasını istiyor. Türkiye’nin İsrail karşıtlığı arkasındaki politikayı böyle anlamak gerekir.
DİKKATE ALINMAK İSTİYOR
İsrail’in Türkiye’ye saldırmayacağını biliyorlar. Böyle bir gündemle iki amacını gerçekleştirmek istiyor;
* İsrail gibi bir ülkeyi böyle gündemleştirerek, hem ABD’ye hem de ABD ve Avrupa üzerinde etkisi olan İsrail’e, bölgede kendisini de dikkate almaları dayatmasında bulunuyor. Zaten jeopolitik konumunu kaybetmeyi bir beka sorunu olarak görmektedir. Çünkü jeopolitik konumunu kaybederse ABD ve İsrail’in de Türkiye’ye olumsuz yaklaşmasından ürkmektedir. Bu nedenle İsrail karşıtlığı yaparak ve sürekli ABD’ye de bazı şeyler söyleyerek bu güçleri kendisine yönelik olumsuz tutumlarından vazgeçirmek, hatta siyasi olarak dikkate alınmak istemektedir. Şimdiye kadar hep bu politikayı yürütmüş. Şimdi de böyle yaparsam sonuç alırım, diyor. Tabii konjonktür çok değişti, bu politika ne kadar sonuç alır, tartışmalıdır.
* Bölgede savaş sürerken bir dış düşman yaratıp tüm muhalefeti ve toplumu arkasında hizaya sokmaya çalışıyor. Belki muhalefet bunu anlamış, ancak toplum üzerinde etkisi olacağı görülüyor. İsrail’in saldırmayacağını tüm siyasetçiler ve devletin kurumları da biliyor. Kapalı oturumda bilgi veren Dışişleri ve Savunma Bakanları da biliyor. Herhalde kapalı oturumda, Tevrat’ta geçen bir cümlelik vaat edilmiş toprakları iddialarına gerekçe yapmışlardır. Diğer taraftan, İsrail savaşı yayarsa bize çok mülteci gelir diye toplumu ve siyasi güçleri ürkütmeye çalışıyorlar. Bu Tevrat, 50 yıl önce de 75 yıl önce de vardı. Şimdiye kadar Ortadoğu’da İsrail’in en iyi dostu Türkiye’ydi. Birçok güç, Türkiye’yi 2. İsrail olarak değerlendiriyordu. Şimdi Tevrat’taki sözleri, Türkiye İsrail’in hedefinde, diyerek yoruma tabi tutuyorlar. Böylece toplumun dini duygularını da kullanmaya çalışıyorlar. İsrail tehdidi yok, ama AKP-MHP politikalarının Türkiye için büyük bir tehdit ve tehlike olduğu açıktır. Türkiye, bu ittifak politikaları sonucu hem içeride hem dışarıda sorunlu ülke haline getirilmiş, Kürt düşmanlığı ile Türkiye’yi hem içeride hem dışarıda zayıf duruma sokmuşlardır.
İSRAİL DERKEN KÜRTLERİ HEDEF GÖSTERİYORLAR
“İsrail’in gözü bizim toprağımızda” ifadesinin arkasında, Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye’nin İsrail denetiminde olduğu ve buradan Türkiye üzerine hesaplar yapıldığını söylüyor. Tüm politikaları, ilişkileri ve söylemleri, Kürt düşmanlığına dayanıyor. Kim, Kürt düşmanlığında istediği düzeyde destek vermezse onu Türkiye’yi bölmekle ve parçalamakla suçluyorlar. İsrail’in toprağımızda gözü var, derken bile Kürtler hedef gösteriliyor. Rojava’ya yönelik saldırısının toplumsal desteğini böyle artırmaya çalışıyor. Böylece Rojava’yı ezerse İsrail’in toprağımızda gözü kalmaz! Sonuç olarak, İsrail’in gözü vatanımızda, bunu engellemek için Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye’de işgal yapıp Kürt soykırımını gerçekleştirmemiz gerekir, diyorlar. Bu konunun esas olarak da bunun için gündemleştirildiği anlaşılıyor.
Erdoğan, BM’de yaptığı konuşmada neredeyse insanlığa ders verecekti; bu durumu nasıl ele almak gerekir?
Erdoğan, tam bir demagogdur. Kendisinde olmayan iyi özellikleri kendisinde varmış gibi dillendiren, rakiplerini de en kötü şeylerle tanımlayan bir özelliğe sahiptir. Gerçekleri bu kadar çarpıtan bir siyasetçi tarihte görülmemiştir. Bu konuda usta olduğu söylenebilir. Bu konuda eline su dökülemez. Bir demagoji ustasıdır.
ADALETSİZLİK ZİRVEYE ÇIKMIŞTIR
Bir ay kadar önce yeni adli yılın açılışında adalet üzerine konuştu. Adaletin öneminden söz etti. Bu konuda tarihte söylenmiş tüm güzel sözleri ve değerlendirmeleri arka arkaya sıraladı. Adaletten yana olan herkesin onaylayacağı şeyler söyledi. Ne var ki, iktidarı boyunca, özellikle de son 10 yılda, tüm bu anlattıklarının tersini yaptı. Doğru söylediği tek şey vardı; adliye binalarının yapılması. Zaten devletler, adliye binalarını büyük yaparlar ki, toplum korksun. Öte yandan, izlenen politikalar o kadar suçlu yaratıyor ya da insanlar kolayca suçlanıyor ki, büyük adliye binası yapıyorlar. Zaten en fazla cezaevi de AKP iktidarı zamanında yapılmıştır. Son 10 yılda toplumda adaletsizlik o kadar artmıştır ki, Türkiye tarihinde hiç olmadığı kadar adalet sistemine güven kalmamıştır. Savcılar ve hakimler doğrudan iktidarın denetimine girmiştir. Özellikle siyasi alanda adaletsizlik zirveye çıkmıştır. Zaten Erdoğan, defalarca savcılara ve hakimlere talimat vermiştir. Adalet Bakanlığı aracılığıyla hangi suçlara nasıl yaklaşılacağı talimatı verilmektedir. Önceleri Fethullahçılar bu alana hakimdi, sonra doğrudan AKP’nin emrinde bir adli sistem oluşmuştur. MHP ittifaka dahil olunca MHP’liler de savcı ve hakimler içinde etkili olmuştur. Siyasi davalara doğrudan müdahale edilmektedir. Özellikle Kürtler ve demokratik siyasi alandan binlerce insan, uydurma gerekçelerle zindanlara doldurulmuştur. Zaten öyle bir terörle mücadele yasası çıkarmışlar ki, herkes terörle ilişkilendirilip zindanlara atılmaktadır. Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala davaları adaletin nasıl siyasal erkin hizmetine sokulduğunun kanıtıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bir karar alıyor. Bunun üzerine Tayyip Erdoğan müdahale ederek yeni bir dava açtırıyor ve içeride tutulmasını sağlıyor. Bu sadece bilinen bir örnektir. Başta Kürtler olmak üzere tüm muhalifler üzerinde uygulanan da budur. Bazı kuruluşlar, bazı konularda ülkeleri sıralıyorlar. Türk devleti adalette son, yolsuzlukta ilk sıralarda. İşlerine gelmeyince, bunlar siyasi yaklaşım diyerek kabul etmiyorlar. Bu kuruluşlar, AKP iktidarının ilk 5 yılında olumlu değerlendirmeler yaptığında ise bunu propaganda aracı olarak kullanıyorlardı.
YÜZÜ KIZARMADAN ‘ADALET’ DİYOR
Özellikle son 10 yılda adaletsizlik zirve yapmıştır; Türkiye adaletsiz bir ülke haline gelmiştir. Ancak Tayyip Erdoğan, kürsüye çıkıp yüzü kızarmadan adalete ne kadar önem verdiklerini anlatıyor. Gerçekten utanmazlık! İnsan olmanın en güzel özelliklerinden biri de utanmak ve yüzünün kızarmasıdır. Erdoğan’da bu güzel insani özelliklerin zerresi yoktur. Erdoğan için adalet, kendisi ve yandaşları içindir. Başkaları, özellikle de siyasi muhalifler için bu hak yoktur. Erdoğan’a göre, onlara adalet uygulanmaz; onlar, adaletsiz davranılmayı hak etmişlerdir! Adalet kurumlarında adaleti temsilen elinde terazi olan gözü kapalı bir kadın figürü vardır. Yani adalet verilirken, kişinin kim olduğuna bakılmaz. Erdoğan’ın mahkemeleri ise her şeyden önce karşılarında kimin olduğuna bakıyorlar. Türkiye’de şu anda en fazla yankı bulan slogan, ‘hak, hukuk, adalet’tir. Türkiye insanının birinci önceliği haline gelmiştir. Adaletin bu halini tuzun kokmasına benzetirler. ‘Adalet mülkün temelidir’ denilir. Şu anda adalet çöktüğünden mülk de (yani devlet de) çürümüş ve çökmüştür.
NETANYAHU BİLE ERDOĞAN GİBİ DEMEDİ
Erdoğan, aynı zamanda vicdansız bir adamdır. Zaten adaletsiz olanın vicdanı olamaz. BM’de insan haklarından ve vicdandan söz etti. Türkiye, insan hakları sıralamasında da sonlardadır. Bu ülkenin yönetiminde de 22 yıldır Erdoğan vardır. Dünyada acaba mücadele ettiği ya da savaştığı bir güce ve topluma kadın da olsa çocuk da olsa gereğini yaparım, diyen başka biri var mıdır? Netanyahu bile açıktan kadın da olsa çocuk da olsa gereğini yaparız, dememiştir! Netanyahu’nun camileri vurduğundan söz ediyor; ancak Erdoğan faşist iktidarı da zamanında, içinde PKK’liler var denilerek 10’an fazla camiyi bombalatıp yerle bir ettirmiştir. Erdoğan, Roboskî’de, içinde bir PKK’linin olduğu iddiasıyla çoğu çocuk olan bir grubun tümden katledilmesi emrini vermiştir. Halbuki bu grubun içinde tek bir PKK militanı yoktur. Bir PKK’li komutan var diye, çoğu çocuk 34 kişi katledildi. Türkiye’de asker ve polislerin öldürdüğü çocuk, kadın ya da sivillerin hiçbirinin katili yargılanmamıştır. Asker ve polisler için cezasızlık vardır. Bunlara, terörle mücadele zayıf düşer diye ceza verilmiyor. AKP iktidarı döneminde böyle binlerce olay vardır. Tayyip Erdoğan, öz yönetim direnişleri sürecinde asker ve polislere ‘mevzuata takılmayın’ yani kendinizi kanunlara göre sınırlamayın diyerek, bizzat katliam emirleri vermiştir. Canlı canlı yakma emirleri vermiştir.
İSRAİL’DEN DAHA FAZLA BOMBA YAĞDIRDI
Türk devleti, Efrîn, Serêkaniyê ve Girê Spî işgallerinde kadın ve çocuk binlerce sivili katletmiştir. Bunun emrini de Erdoğan vermiştir. Daha bir gün önce Minbic’de kardeş olan iki çocuk katledilmiş, birkaçı çocuk olmak üzere ailede yaralananlar da olmuştur. Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye’de böyle yüzlerce olay vardır. Yine Medya Savunma Alanları’na yapılan bombalamalarda onlarcası çocuk, yüzlerce sivil katledilmiştir. Bunların hepsi Erdoğan yönetiminde olmaktadır. Gerillanın üzerine İsrail’in Gazze’ye yağdırdığından daha fazla bomba yağdırılmaktadır. Türk devletinin SİHA’ları her yerde insan öldürme avına çıkmıştır. Bunlar, gerilla ve sivil ayrımı yapmadan insanları katletmektedir. Örgütlediği çeteler, Efrîn’de insanları kaçırmaktadır. Türk devletinin işgal saldırıları sonrası Efrîn, Serêkaniyê ve Girê Spî’de yüz binlerce insan topraklarını bırakmak zorunda kalmıştır. Bu insanlar çadır kentlerde zor koşullarda yaşamlarını idame ettirmeye çalışmaktadır.
KADIN DÜŞMANI BİR İKTİDARDIR
Erdoğan iktidarı, aynı zamanda kadın düşmanı bir iktidardır. Böyle olduğu halde kendisini kadın savunucusu olarak göstermektedir; geçmişteki başörtüsü yasağına dayanarak kendisini böyle göstermeye çalışmaktadır. Ancak Türkiye’de kadın düşmanlığı ve kadın cinayetleri AKP iktidarı döneminde zirve yapmıştır. Tüm kadın hareketleri, AKP iktidarının kadın düşmanı politikalarına karşı mücadele etmektedir. Çünkü erkeğin reis olarak kabul edildiği ve kadının iradesinin hiçbir biçimde olmadığı bir aile politikası yürüttüğünden, AKP iktidarını, kadını erkeğin egemenliğine koyan bir zihniyete sahip olarak görüyorlar. Kadınlar, Tayyip Erdoğan’ı egemen erkeğin temsilcisi olarak görürken, neredeyse kendisini feminist olarak göstermeye çalışmaktadır. Ne düzeyde demagog olduğu bu yaklaşımında da görülmektedir.
İŞLEDİĞİ SUÇLARIN HADDİ HESABI YOKTUR
AKP iktidarı, sadece Kürdistan ve Türkiye’de değil, Ortadoğu’da da gericiliğin, demokrasi karşıtlığının, kadın düşmanlığının öncüsüdür. AKP iktidarı döneminde işlenen suçların haddi hesabı yoktur. Ancak hala adalet ve insan haklarından söz ediyor! Türkiye’de 25 milyon Kürt var ama bunların ne kimliği ne kültürü ne de dili tanınıyor. Devlet zoru, baskısı ve katliamlarıyla Kürtler, kültürel soykırıma uğratılıp Türkleştirilmek isteniyor. Bu adaletsiz, vicdansız, ahlaksız ve Kürtlere karşı soykırım politikası izleyen adam, Filistin halkını savunuyor! Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye’yi tümden işgal edip Kürtleri topraklarından sürerek demografi değişimi ile soykırım yapmak istiyor ama BM’de insanlığa ders vermeye çalışıyor! İşte Erdoğan, böyle utanmaz, vicdansız ve ahlaksız bir adamdır. Gerçekten ikiyüzlülük ve utanmazlıkta çok başarılı. Böyle bir ödül verilirse hak eden Erdoğan’dır.
BİTTİ