‘Kürtler mevzilerini iyi korumalı’

PKK Merkez Komite üyesi Helin Ümit, bölge halkları için kader tayin edici günlerden geçildiğini belirterek Kürtlerin mevzilerini iyi koruması ve daha yoğun mücadele etmesi gerektiğini belirtti.

HELİN ÜMİT

Medya Haber televizyonunda yayınlanan özel bir programda konuşan Helin Ümit, Kürt halkının kader tayin edici günlerden geçtiğini belirterek daha yoğun mücadele edilmesi çağrısında bulundu. Devrimci Halk Savaşı strateji temelinde 7’den 70’e herkesin direnişe geçeceği, mücadele içinde olacağı bir tutumun sergilenmesi gerektiğinin altını çizen Helin Ümit, sürecin tehlikeler ve fırsatları barındırdığını ifade etti.

Bölgede Türkiye ve İran’ı bekleyen yakın tehlikelerin bulunduğuna işaret eden Helin Ümit, yakın gelecekteki tehlikelere karşı bölge halklarını uyardı. Helin Ümit, Kürtlerin, Türkiye toplumuyla beraber yaşamak iradesini taşıdığını da vurguladı.

Helin Ümit’in değerlendirmeleri şu şekilde; “Öncelikle Önder Apo'ya saygı, sevgi ve özlemlerimizi belirtiyorum bir kez daha. Dünyanın her yerinde yaşayan Kürtler, Kürdistan parçasında, parçalarında yaşayan Kürt halkı, Önder Apo'nun fiziki özgürlüğü temelindeki hamleyi sürdürdü. Bu vesileyle ben Önderliğin özgürlüğü hamlesine katılan herkesi bir kez daha selamlıyorum. Yine dostları, bu temelde yürütülen çalışmaları çok değerli bulduğumuzu belirtmek istiyorum.

Neden böyle bir giriş yapmaya ihtiyacı duydum? 23 Ekim'den bugüne özellikle, öncesinde Devlet Bahçeli'nin konuşmalarıyla başlayan bir tartışma, bir gündem vardı. İşte gelsin meclise konuşsun gibi, onun açtığı bu gündem etrafında böyle bir belirttiğiniz çerçevede bir tartışma var. Fakat 23 Ekim tarihinde Önder Apo ile yapılan görüşmede iki mesaj öne çıktı. Kamuoyuna da bunlar paylaşıldı. En son Ömer Öcalan, yeğeni meclise detaylı olarak da bunları aktardı. Ne dedi? Bir siyasi süreci siyasi ve hukuki zemine çekecek güce sahibim. Bununla aslında tabii ki karşısındaki güce devlete hitap etti. bu mesaj ağırlıkla devlete verilen bir mesajdı. Çünkü başta Kürt halkı olmak üzere tüm demokrasi güçleri, halklar aslında Önder Apo'yu biraz inceleyenler, tanıyanlar, onun mücadelesiyle bir şekilde temas etmiş tüm kesimler, yine uluslararası kamuoyu, güçler bunu biliyorlar zaten.

Önder Apo'nun Kürt sorunu söz konusu olduğunda tek ve gerçek muhatap olduğunu, tüm Kürtleri kapsayan tek önderlik olduğunu herkes biliyor. O anlamıyla bu aslında bu çevrelere yapılan bir çağrıydı, mesajdı, bir adımdı. Önder Apo adımını attı aslında. Biz bu açıklamayı böyle değerlendirebiliriz.

İkinci ana mesaj da “tecrit devam ediyor” çerçevesinde gelişti. İşte geride kalan 23 Ekim'den günümüze herhalde 55-56 günlük bir süreden bahsediyoruz.

Bu süre zarfında bu kadar tartışmaya rağmen, işte bu kadar gündeme alınmasına rağmen hiçbir gelişmenin olmaması tecridin devam ettiğinin göstergesi oluyor. Önder Apo aslında o mesajı verirken şöyle söylemedi. İşte siz geldiniz, Ömer Öcalan buraya geldi. Bakın işte devlet heyeti geliyor, gidiyor. Çünkü bu minvalde özel savaş medyasında çok fazla bir bilgi kirliliği var. Bilen bilmeyen, işte devlete yakın uzak, ağzı laf yapan herkes bu konuda bir şey kuruyor, bir cümle kuruyor ve hep şöyle bir hava yaratılmak isteniyor. Önder Apo için İmralı da aslında sürekli devletle görüşüyor. Aslında görüşlerini paylaşıyor. Devlet onu biliyor.

İMRALI SİSTEMİ BİR HALKIN VARLIK VE YOKLUK SAVAŞINA KARŞIDIR

Bilmesek, yoğunlaşmasak, anlamasak bu İmralı soykırım sistemi nedir? İmralı işkence sistemi nedir? İmralı denilen gerçeklik niye oluşturulmuştur? Bunun üzerine yoğunlaşmamış olsak, bilmemiş olsak diyeceğiz ki böyle İmralı'da böyle bir rahat bir ortam var. Gelenler var, gidenler var. Sanki İmralı bir esaret yeri değil de böyle Önder Apo'ya açılmış bir platformmuş gibi. Gerçekten çok fazla bir kafa karıştırıcı bir söylem var. Biz geçmişte de sizinle yaptığımız programlarda özenle şunu hep ifade etmeye çalıştık. Evet Uluslararası Komplo Önder Apo İmralı'ya götürülürken belli bir amaç çerçevesinde götürüldü. Hedef imha idi. O dönem imhayı boşa çıkartan temelde özgürlük gerillası, Güneşimizi Karartamazsınız eylemcileri ve halkımızın eşsiz direnişi duruşu oldu. O dönem önderliği imha temelinde böyle bir sistem kuruldu. İmralı işkence sisteminin nasıl kurulduğunu artık aslında teşhir oldu, deşifre oldu. bilinen bir yer haline geldi İmralı Adası'nın Kürt halkının özgürlük ve varlık mücadelesi karşısındaki konumu. Fakat şimdi sanki bunu böyle ters düz eden bir şey var, bir durum var.

Bunun doğru anlaşılması lazım. Bir gerçekten Önder Apo kimdir? Niye İmralı soykırım merkezinde tutuluyor? Orada ne yapılmak isteniyor? bunun doğru anlaşılması lazım. Orada bir halkın özgürlük ve varlık savaşımına karşı yoğun bir mücadele yürütülüyor.

Bu geride kalan iki aylık süreçte bu minvalde değişen bir durum yoktur. Evet bölgede değişen çok şey var. Türkiye'nin yaptığı hamleler var. Değişim, gelişme kavramını dar anlamda kullanıyorum. Özel savaş oyunlarının bir devamı gibi sürdürülüyor bu iki aylık süreç. düşünün ki Amerika'da bir gazetede yazılanlardan, Türkiye'deki sızdırılan haberlere kadar sürekli böyle sanki bir şey olacakmış gibi her gün bir isim veriliyor. Böyle bir bulanıklık var.

ÖNDERLİK BU SÜRECE KATILIRSA SÜRECİN GİDİŞATI DEĞİŞİR

Biz şunu çok iyi biliyoruz. gerçekten Önder Apo'yla bugün böyle bir görüşme olduysa 23 Ekim'de yine bu kadar gündemde tutuluyorsa bunun iki nedeni var. Biri önderliğimizin eşsiz direnişi, ikincisi halkımızın Önder Apo etrafında bitmek bilmeyen mücadelesi. Bu iki gerçeklik bu direniş ve mücadele gerçekliği Önder Apo'yu gündemde tutuyor. Bunun elbette ki günceldeki gelişmelerle bağlantısı var. Biri Ortadoğu'daki gelişmelerdir. bölgede yaşanan gelişmelerdir. Şimdi Türk Devleti'nin temel korkusu Kürtler. Kürtlerin Ortadoğu savaşı yoğunlaşırken, yeni hamleler planlanırken, özellikle yanı başında Suriye'de gelişmeler yaşanırken, Türkiye'de yaşayan Kürtlerin harekete geçmesinden, mücadeleyi yükseltmesinden ciddi bir korku var. Bunun için de Önder Apo'nun pozisyonunu araştırarak aslında bakın bizim bu konuda görüşmelerimiz olabilir.

Önder Apo'nun kuracağı cümleler var, biz de biliyoruz var. Önderliğimiz bu sürece aktif olarak katılım sağlasa inanın ki sürecin rengi, gelişmelerin karakteri, atılacak adımların niteliği gerçekten çok değişir. Önder Apo'nun böyle eşsiz bir gücü var. sadece Kürt halkı üzerinde değil. Bir fikir ve düşünce dünyası olarak sürece yapacağı müdahaleler gerçekten Ortadoğu'da daha demokratik, daha güzel, daha adi, daha yaşanılır, daha birlikte, daha paylaşılır bir yaşamın kapılarını açar. Fakat işte karşımızdaki Türk devlet zihniyetinin böyle bir amacı olmadığı için tek hedef Kürt halkının işte bu var olan süreçte, 3. Dünya Savaşı gerçekliğinde yeni bir pozisyon kazanmamasının önüne geçmek için beklenti yaratmaya çalışıyorlar. Bir özel savaş oyununun devamı olarak kullanmaya çalışıyorlar. Fakat ben halkımızın bu oyunun farkında olduğunu düşünüyorum.

BAHÇELİ’NİN HİÇBİR CİDDİYETİ KALMADI

Devlet Bahçeli gibi işte Türkiye'de kara faşizmin, milliyetçiliğin öncülerinden olan bir şahsiyetin böyle bir açıklama yapması, Türkiye'deki bilinen kalıpların kırılması anlamında bir gelişmeydi. Çünkü doğrudan Önder Apo'yu muhatap almak demektir bu. “Biz onunla çözeceğiz” demek onun gücünü kabullenmek demektir. Gerçekten Devlet Bahçeli'yi de sanki derin devlet kullanıyor gibi geliyor bana. Hiçbir ciddiyeti kalmadı. Her hafta grup toplantısında çıkıyor, benzer şeyleri söylüyor. Pratikte hiçbir adım yok. Ciddi devlet adamı olarak tanınan bir isimdir Devlet Bahçeli. Belli oldu ki birileri birilerine oyun kuruyor ama bir taşla iki kuş vurmaya çalışma gibi bir durum var.

Erdoğan'la Bahçeli arasında çok derin çelişkiler var konusuna inanmadık. Bunlar öyle danışıklı dövüş gibi yapılan şeyler var ama belli ki birbiri üzerine de hesap yapan bir şey de var. İktidar bloklarının zaten karakteri böyledir.

Türkiye'de Önderlik etrafında gelişen süreç bir özel savaş süreci. Şimdiye kadar atılan hiçbir adım yoktur. Bununla Kürt toplumu sadece Bakur Kürdistan'da yaşayan Kürtler değil, dört parça Kürdistan'daki Kürtlerde bir beklenti ve umut yaratılmak isteniyor. Çok kirli çirkin bir oyun oynanıyor. böylelikle aslında bir yanda böyle beklentiye itilirken bir yandan da katliam, soykırım politikaları sürüyor.

TESLİM ALMA YAKLAŞIMI GÜNDEMDE

En ağır saldırıları yine bu dönemde sürdürdüler Bakur Kürdistan'da. Belediyelere kayyum atıyorlar sonra da bunu neymiş de sürecin önünü açmak için... Böyle bir şey olabilir mi? Bunu hangi akıl, hangi mantık, alabilir? Gerçekten böyle bir durum yoktur. Tam bir irade kırımı vardır. Teslim alma yaklaşımı gündemdedir.

Bunu değiştirebiliriz, bu çok hassas bir durum. Çünkü bölgede gelişmeler çok dinamik. Adeta Birinci Dünya Savaşı'nın devamı gibi. Birinci Dünya Savaşı'nda böyle yarım kalan hesapların yeniden hani masaya serildiği bir ortamdan geçiyoruz. Dha önce bir görüşme notunda yanlış hatırlamıyorsam önderliğimizde bu sürecin işte 1917-18-19 Birinci Dünya Savaşı dönemine benzediğini Cumhuriyet'in ilk kuruluş yıllarına benzediğini ifade etmişti. Gerçekten böyle bir şey var. Kırılganlık var. Niye söylüyorum? Evet Önder Apo'yu biz bugün işte Türk Devleti, Türk Devlet Güçleri başta Devlet Bahçeli ve Faşist Erdoğan böyle araçsallaştırmak ve kullanmak isteyebilir. Fakat bu süreçte biz bunu değiştirebiliriz.

ÖZGÜRLÜK ZAMANI GELMİŞTİR

Eğer Kürt halkı özgürlük hamlesi temelinde önderliğimizin fiziki özgürlüğü temelindeki hamleyi gevşetmezse, her mevziisinde mücadele ederse, daha örgütlü hareket ederse bunu değiştirebiliriz. gerçekten Önderliği muhatap alır hale getirebiliriz ve Önderliğin fiziki özgürlüğünü sağlayabiliriz. Bunun zamanı zaten gelmiştir.

Özgürlük zamanı gelmiştir, olmuştur, dolmuştur süre. Fakat bunun kendiliğinden olmayacağını bilmek, devletin eline bakmamak, özgürlüğümüze inanmak, özgürlük iradesini ortaya koymak kesinlikle gerekli.

Bu süreçte radikal eylemler olmasını istemiyor Türk Devleti. bu Tusaş eylemleri gibi.. PKK'yı, özgürlük güçlerini, savunma güçlerini baskılayan bir politikada uygulamaya çalışıyor. Yaparsa işte bakın Önder Apo'dan ayrı düştüler diyorlar. Hemen Abdülkadir Selvi böyle bir yazı yazmıştı ya, gömdüler falan diye.

Bu süreçte gerçekten olabildiğince kitlesel eylemsellikler yapılması lazım. Başta da Bakure Kürdistan'da. Halkımız yan yana gelmeli ve önderliğin özgürlüğünü haykırmalı. O temelde Ankara'dan, Amed'ten Ankara'ya yapılan yürüyüş var. Ben selamlıyorum, çok değerli görüyorum. Fakat böyle derler bir çiçekle bahar olmaz. Birçok yerde çiçek açmalı ki Kürtlerin baharı meyveye dursun. Artık Kürdistan'da özgürlük statüsü sağlansın. bunun iradesi açığa çıkabilsin.

SURİYE’NİN YIKILIŞINDAKİ TEMEL ETKEN DEMOKRATİKLEŞEMEMESİDİR

Gerçekten Suriye'deki gelişmeler böyle baş döndürücü oldu, hızlı oldu. Birçok çevre bu kadar hızlı bir gelişmeyi beklemiyordu. Fakat şöyle değil tabii, Suriye Devleti'nin çöküşü sadece bu olay mıydı? Öyle değil. Aslında yaklaşık 12 yıldır çeşitli güçler tarafından ayakta tutulan bir Suriye rejim gerçekliği vardı. Öncelikle bunu görmek lazım.

Dış destek olmasaydı aslında çok önceleri büyük bir gümbürtüyle devrilecekti. O konuda alandaki dengelere dayanan bir Suriye rejimi, Esad iktidarı, Esad ailesinin, hanedanlığının iktidarı vardı.

Tabii ki her güç eğer toplumsal bir yapı üzerinde etkinlik kurmak istiyorsa o yapıyla barışık olabilmeli. Bu bizim ilk kez söylediğimiz bir şey değil. Bu olayla birlikte Esad rejiminin yıkılmasıyla birlikte dile getirdiğimiz bir durum değildir. Çok çok öncesinden hareketimizin yaptığı tespitler, eleştiriler, yürüttüğü mücadele ortadadır.

Öyle ki şimdi evet biz Rojava Devrimi'ni 2012'den sonra, 2011-2012 daha mücadele sonrasına hep getiriyoruz, onunla tanımlıyoruz. Fakat PKK'nin çıkışıyla, kendisini dört parça Kürdistan'da Kürtlerin özgürlük mücadelesini yürüten bir güç olarak tanımlamasıyla birlikte, aslında Rojava Kürdistan'da da hareketimizin mücadelesi başladı. Bunun biçimi daha çok neydi? Toplumsal örgütlenmeye, halkı bilinçlendirmeye, eğitmeye, o anlamıyla demokratikleştirmeye başladı. Kürt toplumunu demokratikleştirmeye, bunun bilincini kazandırmaya başladı. Suriye'deki rejime karşı mücadele, Kürtler açısından DAİŞ'le mücadeleyle başlayan süreçle ifade edilen bir dönem değil. Türkiye'deki soykırım sistemiyle kıyaslandığında, Irak'ta Kürtlere yapılanlarla kıyaslandığında, Esad rejimin Kürtlere yaptığı haksızlık, zulüm, tanımama, kimliksizleştirme, doğal asimilasyona uğratma gibi politikalar olsa da kaba fiziki yönelimleri azdır. Öyle bir gerçekliği vardır. Fakat buna rağmen bölgedeki katı ulus devlet yapılanmalarına dönük yaptığımız çözümlemeler, Türkiye'ye, Irak'a, İran'a, Suriye'ye yaptığımız çözümlemelerde olduğu gibi, Suriye açısından da temelde biz hep şunu söyledik, Suriye'nin demokratikleşmesi gerekir. Suriye'nin yıkılışındaki temel sorun demokratikleşememesidir. birlikte yaşadığı, daha doğrusu Suriye'yi oluşturan farklı etnik yapılarla, inanç biçimleriyle, gruplarla demokratik bir sistemi inşa edememesidir. Yoksa böyle hani şimdi şöyle bir hava esiyor şeyde, özel savaş medyasında ve hani Suriye ile ilgili tartışmalarda, işte Alevi bir iktidar vardı, Sünnileri eziyordu, onlar onları devirdi. Böyle bir şey değil.

BAŞKA BİR GÜCE DAYANARAK AYAKTA KALMAK MÜMKÜN DEĞİL

Suriye'de Hristiyan gruplar var, Dürziler var, Kürtler var, Aleviler var, Sünniler var. gerçekten çok zengin bir toplumsal dokuya sahip bir Suriye gerçekliğinden bahsediyoruz. Bunun kendi iç dengesini, barışını oluşturamamış olması günümüzdeki sonucu yarattı.

Günümüz dünyasında da hiçbir güç başka güçlere dayanarak aslında uzun süreli ayakta kalamaz. Bakın şimdi yeni Suriye tartışmaları yürütülüyor. Bu tartışmaları yürütenlerin bu gerçekliği çok iyi bilmesi lazım. Geçmişte olduğu gibi işte Alevi iktidar gitti yerine Sünni iktidar geldi. Esad gitti Suriye'de bütün sorunlar çözüldü. Artık işte Suriye özgürleşti ki özgürlük kavramı bu kadar basit bir kavram değil. Bir iktidar değişimiyle tanımlanacak bir kavram değil.

Bunun çok çok ötesinde halkların birlikte yaşam kültürünü oluşturacağı, demokratik uluslaşacağı, ulusun demokratik temelde bir araya geleceği bir sisteme ihtiyaç vardır. şimdi mesela şimdiki tartışmalar o minvalde yürümüyor.

Aslında duygusal gaza getirilmiş bir ortam var. İçinden ne çıkacağı belli değil. O yüzden ben mesela çok köşeli tanımlamalar yapmamak gerektiğini düşünüyorum. Çok keskin değerlendirmeler yapmamak gerektiğini düşünüyorum. Gerçekten anlamak lazım. Neler oluyor? Neler yapılmak isteniyor? Bunu çok iyi anlamak lazım ve buna göre adımlar atmak gerekli.

BÖLGEYİ BİR DİZAYN HAMLESİ VAR

İsrail'in konumu zaten bölgede hegemonik karakterde kendisini inşa etmeye çalışıyor. 7 Ekim'den beri de sürdürdüğü saldırıları biz bu temelde değerlendirdik. aslında kapitalist sistemin bölgedeki hegemonik çekirdeği oluyor. O temelde de aslında belirttiğiniz tarihten itibaren bölgeye yeni bir dizayn hamlesi vardır.

Bunu kimse inkar edemez. Evet işte Netanyahu çıktı böyle konuştu, o öyle diyor diye söylemiyorum. Ama işte Gazze'de yaşananlar, ardından Lübnan'da yaşananlar, şimdi günümüzde Suriye'de yaşananlar gösteriyor ki, bu konuda böyle bölgeyi yeniden şekillendirme hamlesi vardır. Suriye'deki gelişmeleri de ondan kopuk ele alamıyoruz. Mesela bu günümüzde çok fazla adı geçen Golani ya da Jolani diyorlar, yaptığı ilk açıklamalardan bir tanesi İsrail'le görüşmeye hazır olduğudur. İran'a karşıtlığıdır. Şii gruplara karşı mücadele edeceğine dair yaptığı açıklamalardır. Bunlar dikkat çekici.

İdlib'de kurdukları sistem şeriat sistemiydi. Çoğunun köken olarak işte El-Kaide ile bağlantıları işte önemli bir kısmının DAİŞ ile birlikte ortak savaş yürütmesi gerçeği var. O anlamıyla derler ya bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu. İsrail'e karşıt olmaları gerekirken böyle bir tablo çıkıyor karşımıza.

O anlamıyla bağlantılar olduğunu görmemiz lazım. Kendi iktidarını oluşturana kurumlaştırana kadar hani dünyaya verdiği mesajları böyle oluşturma temelinde de olmuş olabilir. Fakat yine de anlaşılması gereken bir durumdur.

İdeolojik perspektiften baktığımda ben gerçekten yeni Suriye tartışmalarında demokratik kriterler neler olacak çok belirsizdir. İlk söylenen şey bütün gruplar silahlarını bıraksın. Niye bıraksın? Ortaya çıkan bir şey yok ki. Bir gelecek perspektifi yok ki. evet Suriye'nin bütünlüğü korunsun. Ama nasıl korunacak bu bütünlük? Geçmişte de aslında Esat da bunun dışında başka bir şey istemedi. Beşer Esat'ın savunduğu çizgi Suriye'yi parçalama üzerine değildi ki. Suriye parçalanmasın diye kendince bir tutum sergiledi. Bazı güçlere dayanmak istedi. Rusya'ya, İran'a dayanmak istedi. Fakat sonuç alamadı. Başarısız oldu ve devrildi.

SİSTEM OLUŞMADAN KİMSE SAVUNMA GÜÇLERİNİ FESHETMEZ

Şimdi yeni güçler de diyorlar ki Suriye'nin bütünlüğünü istiyoruz. Fakat neye dayalı olarak istiyorsun? Hangi ilkelere dayalı olarak Suriye bütünlüğü sağlanacak? Bugün halen Afrin'de işgalci güçler var. Şimdiye kadar buna dönük yapılmış tek bir açıklama yoktur. İşgalcilik son bulacak mı? Bulmayacak mı? Kim koruyacak mesela oradaki halkı? Serekaniye'de işgalcilik bitecek mi? Bitmeyecek mi? Kürtler DAİŞ katliam saldırılarına karşı mücadele 10 bin şehit verdiler. Türk Devleti'nin soykırım ve işgal saldırıları altında günlük olarak şehit veriyor bu halk. Peki buna karşı ne yapacak? Yeni kurulacak hükümet garantisi nedir ? Böyle bir garanti veriyor mu? Niye bıraksın? YPG, QSD için deniliyor ki silahsızlanacak. Baştan bunu tartışmak gerçekten insana çok şüphelidir. Mesela kadınlar ne olacak? YPJ ne olacak? YPJ kadınların savunma gücü. bu Jolani ve ekibinin kadın karşısındaki pozisyonu nedir? Yanına iki tane kadın almakla kadın hakları garantiye alınmıyor ki. Vitrin oluşturarak bu böyle oluşturulamaz ki. Örneğin Hristiyan halklar... evet kilisede bugün dua okunmuş mesela. bunların göstermelik olup olmadığını nereden bileceğiz? Bunlar nasıl garantiye alınacak? Demek ki demokratik bir meclis kurulmadan grup hakları, toplumsal hakları, birey hakları anayasada yerleri belirlenmeden hiç kimse direniş mevzisini terk edemez. Kendi savunma güçlerini fesh edemez. Silahını bırakamaz. Çünkü katliam tehdidi var.

İsrail'in eliyle bir küresel dizayn var. Çeşitli güçlerin müdahaleleri var. Herkes kendi çıkarı doğrultusunda sürece müdahale ediyor. Tek taraflı iradelerin, tek taraflı ben dedim oldu şeklinde yürümüyor süreç. Bakın Türk devleti de diyor ki ben yaptım. Türkiye'de böyle bir bayram havası, Emevi Camii'ne gidip namaz kılmalar, özel görüşmeler yapmalar. Israrla HTŞ ile kendi arasında organik bağ göstermeler değil mi? Orada oluşacak yeni kendisine bağlamak istiyor.

Bizi öne sürerek Türkiye her yerde böyle saldırılarını yürütüyor. Her yerde işgal saldırılarını yürütüyor. HTŞ'ye de dün terörist dediler, bugün muhatap alıyorlar.

Gerçekten bizim ilgililere, bizi duyanlara, işte HTŞ'ye, Golani'ye ya da gerçekten iyi bir Suriye isteyen, Suriye'nin bütünlüğünü isteyen, güçlü bir Suriye, özgür bir Suriye isteyenlere temelde söyleyebileceğimiz şey demokratik ulus projesine sahip çıkmalıdır. demokratik uluslaşma olursa halklar birlikte yaşayabilir, inançlar birlikte yaşayabilir, birlikte güç olabilir. O zaman gerek emperyalist oyunların, dışarıdan dayatmaların, gerek içeride çeşitli çıkar gruplarının, gerekse de bölgede hegemonya peşinde koşan güçlerin etkisine girme ve onların oyunlarına düşmeme sağlanabilir.

Ama eğer böyle olmazsa, taktik yaklaşımlar olursa, işte bir Sünni iktidar inşasına yönelim olursa, bu çok uzun sürmez. Kendi içindeki çelişkiler yeniden dışa vurur, halklar buna direnir, Kürtler direnir, kadınlar bir şekilde direnir. Bakın Rojhilat Kürdistan'da İran'da, kadınlar bitmeyen bir çabayla her gün o sistemin, kadınlar üzerine kurduğu o katı kuralları yıkacak adımlar atıyorlar, canlarını ortaya koyuyorlar, zindanlarda yatıyorlar, idam sehpalarına çıkıyorlar. Kimse özgürlük sistemini öyle geriletemiyor. Suriye açısından da bu böyle.

TÜRKİYE’NİN ÖZGÜRLÜK GÜÇLERİNE YÖNELİK SALDIRILARI

Aslında Türk Devleti'nin Kürtlere karşı yürüttüğü Soykırım Savaşı çok fazla teşhir oldu, deşifre oldu. AKP-MHP rejimi, özelde Erdoğan, bölgesel liderlik misyonu veriyor kendisine. O yüzden de doğrudan Kürtleri hedefliyorum, Kürtleri kabul etmiyorum diyemiyor. O yüzden de ikide bir PKK’yi, bizim yürüttüğümüz mücadeleyi gerekçe göstererek hem Kürtlere hem de özgürlük isteyen demokrasi güçlerine karşı çok yoğun bir saldırı yürütüyor. Ve bunu gayrimeşru, meşru olmayan bir savaş olduğu için kirli temelde yürütüyor, açıktan yürütemiyor.

Doğrudan Rojava devrimine karşı yürüttüğüm mücadele aslında fırsatını bulsa evet, işgal operasyonları yürütmek istiyor, ilhak etmek istiyor. Zaten niye Osmanlıcı bir çizgide yürüyor? O coğrafyayı, Kürtlerin yaşadığı tüm coğrafyaları aslında burada Türk milliyetçileri kendi yayılma alanı olarak görüyorlar. Bahçeli'nin konuşmalarında vardı, onlar bizim kardeşimiz de, aslında onlar gelişmemiş Türkler, ona getirmeye çalışıyor hep. O paradigma çökmüş ama yine de oradan sızmaya çalışıyor. Ve hep Kürtlerin bedel ödemesini istiyor, Kürtlerin fedakarlık yapmasını istiyor. Dönüyor, dolaşıyor, diyor ki çok kritik bir dönemden geçiyoruz, birlik olmalıyız, nasıl olacağız? Herkes Türk olacak, birlik olacağız. Şimdi bu yaklaşım hem Başur Kürdistan açısından hem Rojava Kürdistan açısından devam ediyor. Kürtleri aslında derin bir inkarcılık mı diyeyim, gizli bir inkarcılıkla böyle kendi denetimini alma politikaları var.

TÜRKİYE’NİN İŞGALE NİYETİ VAR

Fakat yürüttüğümüz mücadele özellikle de PKK'nin, partimizin yürüttüğü mücadele artık bunu böyle açıktan savunmaya imkan vermiyor. Kürtler yoktur desen, Kürtler Türktür desen herkes güler. Artık o noktaya gelmiş. O yüzden daha örtülü yürütüyor. Evet, işgal saldırılarını bizim varlığımıza dayandırarak yürütmeye çalışıyor. Bu süreçte niye yapmadı böyle bir şeyi? Suriye'de bir altüst oluştuğu, güçler harekete geçtiği, Türkiye'nin kendisine bağlı yetiştirdiği çeteler vardı. Aslında böyle girebilirdi. Fakat uluslararası kamuoyunun çekindiği için bunu yapamadı. Bunu böyle anlamak lazım. Bir de kendi içindeki Kürtlerin bilinçli ve politik olduğunu biliyor. Kürdistan'daki Kürtlerin politik bilincini biliyor. Orada yürütülen mücadelenin köklerinin farkında. Bundan çekindiği için de böyle bir şeye girmedi. Fakat fırsatını bulursa, bunun konjektürel şeylerini yaratırsa, koşullarını oluşturursa böyle bir niyet olduğunu bilmemiz lazım.

Bundan ziyade önümüzdeki süreçte, hem içinde bulunduğumuz süreçte hem önümüzdeki süreçte daha çok ne yapacak? Yetiştirdiği çeteleri işte, SMO'ları, Suriye Milli Ordusu adı altında, Türkiye'de kurduğu kamplarda, yine işgal ettiği alanlarda yetiştirdiği çeteleri Rojava Devrimi'nin üzerine daha yoğun sürecek. Daha fazla askeri destek verecek. Fırsat bulsa bunu yapmak istiyor. Öyle bağlamak istiyor. Bunu da parantez içerisinde söyleyeyim. Çünkü hemen Yaşar Güler açıklama yaptı. Biz destek verebiliriz, eğitebiliriz. Bir çağrınıza bakar. Bizi çağırın, meşruluk kazandırın. Biz öyle gelelim diye. Fakat halen mevcut Suriye'deki o yönetim meşru değil. Halen herkes çok temkinli. Birleşmiş Milletler çok temkinli. Mesela yaptığı açıklamalarda işte bölgedeki güçler çok temkinli. Fakat Türkiye böyle çok büyük bir hararetle yer kapma arayışına girmiş bulunuyor.

Rojava Devrimi'ne de bu temelde saldırıları aslında Türkiye organize ediyor. Minbiç'te, Tişrin'de, Til Rifat'ta. Sahte zaferler bunlar Türkiye toplumunu böyle kandırıyorlar.  Bir, istihbarat şeylerini yoğunlaştıracaklar. İstihbarat demek aynı zamanda özel savaş demek.

Türkiye'deki istihbarat çalışmaları sadece ve sadece bilgi toplamak üzerine değil. Aynı zamanda yönlendirme ve operasyonel tarza devam ediyor. Bunun önemli bir ayağını medya oluşturuyor. Medyayı da istihbarat alanına dahil etmek lazım. Türkiye'deki özel savaş basınının yarısı şu anda Suriye'dedir. Günlük hem bilgi topluyor hem etkilemeye çalışıyor. Hem Türkiye toplumunu etkilemeye çalışıyor hem Suriye toplumlarını etkilemeye çalışıyor. Böyle bir algı inşa etmeye çalışıyorlar.

Hakan Fidan yerinde durmuyor. Kendi etkinliğini de kullanarak hem alan kazanmak istiyor ve Rojava Devrimi'ni fesh etmek istiyor. O yüzden mesela tüm platformlarda dile gelen şey YPG silah bırakacak. QSD kendisini fesh edecek. Suriye ordusuna dahil olacak. Ortaya çıkmış bir sistem yok ki. Suriyeli olmayanlar da oradan çıkacak diyor. Herhalde onunla da bizi, PKK'nin oradaki varlığını bitirmek istiyor. bunu hedeflediklerini söylüyor.

PKK felsefik bir hareket, PKK ideolojik bir hareket. PKK'nin örgütsel yapısı ayrı, PKK'nin çalışma tarzı ayrı. PKK'nin hiçbir zaman böyle devlet perspektifi yoktur. Biz 2000 yılından sonra paradigma değiştirdik. Demokratik ulus projesine inanıyoruz. Ve demokratik toplumun örgütlüğü temelinde özgürlüklerin gelişeceğine inanıyoruz. Mücadelemizi bu eksende yürütüyoruz.

SURİYE’DEKİ YIKIMDA TÜRKİYE’NİN BÜYÜK ROLÜ VAR

Tabii yine saldırılarını sürdürecek Türk Devleti. Özellikle çeteleri çok fazla kullanacaklar. Onun için beslediler herhalde. Türkiye'de o yüzden bu kadar ona yatırım yaptılar. Bu eğit donat birlikleri, o SADAT çalışmaları hep bugünler içindi. Daha önce Libya'da yaptılar. Mesela başka alanlarda denediler. Şimdi de SMO'yu aslında böyle bir işgal gücü olarak değerlendirmek istiyorlar. Kendilerine bağlı işbirlikçi bir güç olarak değerlendirmek istiyorlar. Hegemonya planlarını bu temelde bölgede harekete geçirmek istiyorlar.

Suriye'nin bu kadar yıkımında gerçekten Türk Devleti'nin çok önemli bir rolü var. Başından beri Suriye'deki iç karışıklıklarda Türkiye rol aldı. Aslında farklı bir rol oynayabilirdi. Kendisi demokratikleşmiş olsaydı, Türkiye Kürt sorununu çözmüş olsaydı, ideolojik hegemonya olarak muhafazakar, faşist çizgiyi dayatmasaydı, kendi içindeki farklılıklara, kadın özgürlüğüne daha açık olsaydı, Türkiye o zaman Suriye'yi de etkileyip değiştirip dönüştürebilirdi. Böyle bir rol oynayabilirdi. Fakat öyle olmadığı için çok geri bir rol oynadı. Yıkımında çok ciddi bir rol oynadı.

Şimdi diyor ki orası yıkıldı, ben inşa edeyim. Ekonomik sömürgeciliği, askeri sömürgeciliğin yanında bunu yapabildiği kadar yapmak istiyor, ele geçirmek istediği kadar yapmak istiyor. Yarın şunu duyarsanız şaşırmayın; İsrail, Golan Tepelerini yerleşim yeri olarak açıkladı Türkiye diyecek ki, İsrail yaptıysa ben de Efrîn'de böyle yaparım, ben burayı kendime bağlarım der.

Türkiye aslında koçbaşı rolünü oynamıştır. böyle İsrail ile çelişkiliyiz, yok atarlıyız, yok keserliyiz doğru değil. Evet bazı çelişkileri var. Türkiye daha fazla pay istiyor pastadan. Fakat hem küresel güçler, hem işte bölgedeki güçlerle böyle çelişkileri. Türkiye'nin her şeyi danışıklı dövüş değil. Fakat stratejik konularda ortaklar. Şimdi toprağını da büyütmek istiyor, katmak istiyor. Rojava devrimini tasfiye etmek istiyor. Kürtlerin hiçbir hak kazanmasını istemiyor. Aslında eski Suriye'den Türkiye rahatsızdı, değil mi? İşte katil Esad diyordu, zalim Esad diyordu. Demek ki rahatsızdı ki bunları söylüyordu. Ama iş, Kürt halkının varlık ve özgürlük savaşını, kendi öz haklarını kazanması, bunları bir statüye bağlaması, kimliğini kazanması ya, kimlikli bir halk haline gelmesi, kendi öz dilini konuşmasına gelince eski Suriye gibi olmalı diyordu.

Her şey eski Suriye'nin sınırlarına çekilmeli. Bütünlük olmalı, birlik olmalı. Herkes Sünni, Arap birliğinde birleşmeli. Kürtler de Araplaşmalı, Sünnileşmeli, öyle kalmalı diyordu. Saldırılar bu çerçevede yürüyor diyebilirim.

BU SÜRECE HAZIRLIKLI GİRDİK

Önder Apo sayesinde biz bu süreci böyle önceden aslında çözümlemiş olarak girdik. 3. Dünya Savaşı koşullarına yaşanan gelişmelere, biz hazırlıksız değildik. Önderliğimizin İmralı'da yaptığı çalışmalar özellikle 5 Büyük Savunması aslında evet hem tarihsel olarak yaşadığımız sorunlara çözüm üretiyordu.

Ama bir de güncel olarak Ortadoğu krizine, Ortadoğu kaosuna, bunun olasılıklarına, bu olasılıklardan nasıl çıkılacağını gerçekten bir intihar çizgisinde seyreden Ortadoğu'daki yaşam gerçekliğinin nasıl değiştirileceğine ilişkin gerçekten biz çok önemli bir giriş yaptık bu sürece. Hazırlıklı giriş yaptık . Böyle perspektifsiz, anlamayan, çözümlemeyen, kimin ne olduğunu bilmeyen, yaşanan sorunları tanımlamayan böyle bir durumda değildik.

Dahası bir de çözüm projesiyle girdik. bu çok önemliydi. Çünkü Ortadoğu'daki kriz, yapısal kriz kaotik bir hal almış durumdadır. Bunun kapitalist modernite dönemiyle ilişkisi var. Kapitalist modernite döneminde başta işte İngiltere olmak üzere emperyalist güçlerin bölgeyi kendi çıkarları temelinde dizayn etme arayışları, bu temelde yürütülen savaşlar gerçekten bölgedeki sorunları çok daha fazla ağırlaştırdı. Ama ondan da öte aslında devlet ve iktidar geleneğinin Ortadoğu'da yarattığı çok köklü sorunlar, krizler var. Bu sorunlar kendi çözümünü arıyor. Artık taşınamıyor. Artık halklar böyle katı despotik iktidarları taşıyamıyor. Bu kadar ayrıştırmayı taşıyamıyor. Mesela kadınlar bu kadar köleliği taşıyamıyor. Doğa bu kadar yıkımı taşıyamıyor. Böyle bir yoğunlaşmadan geçiyor içinden geçtiğimiz süreç. Bu tür patlamaları da biraz öyle de okumak lazım.

Ortadoğu'da direniş kendisini iyi ifade edemeyebilir. Bazen İslami bir gelenekle ifade edebilir. Bazen bir işte etnik bir direnişle ifade edebilir. Ama bunlar böyle aslında özünde bir özgürlük arayışı. Aslında bir iktidar ve devlet geleneğinin yarattığı sorunlara karşı öfke. Böyle bir gerçekliği ifade ediyor.

İKTİDAR DEĞİŞİMİ İLE ÖZGÜRLÜK OLMAZ

İşte bu yaşadığımız günler içinden geçtiğimiz süreç bize şunu gösterdi. Gerçekten bu tür dönemlerde ne kadar hazırlıklı olursak o kadar sonuç alabiliriz. mesela şu anda diyelim ki bir değişim ve dönüşüm süreci var. Halklar çözümünü arıyor. Mesela Arap toplumu çözümünü arıyor. Gerçekten Sünni Araplar da çözümünü arıyor. Yenilik arıyor, farklılık arıyor. Artık ezilmek istemiyor. Artık horlanmak istemiyor mesela. Başka bir yerde Aleviler ya da Şiiler benzer bir şekilde bunu arıyor. Başka bir yerde kadınlar arıyor. Bir yerde Kürtler arıyor. Bir yerde işte Çerkezler, Türkmenler bulundukları alanda arıyorlar. bunların gerçekten doğru değerlendirilerek özgürlük sistemine dönüştürülmesi lazım. İşte Demokratik Ulus projesi bu anlamıyla bir çözüm projesi. biz aslında önderliğimizin İmralı'da yaptığı yoğunlaşmalar ve sunduğu çözümün değerini şimdi daha iyi anlıyoruz. Ben şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim. Gerçekten bölgedeki sorunlara Demokratik Ulus projesi dışında çözümü dışında herhangi bir çözüm modeli çare olamaz. Ne iktidar değişimleri ne devlet inşaları bunun yolunu açamaz. Mesela kadınların neredeyse 9 bin yıllık 10 bin yıllık köleleştirilme sürecinin açığa çıkardığı problemleri çözemez.

El değiştirmek bir özgürlük olamaz. Bu ülkeler açısından da böyledir. Bu halklar açısından da böyledir. O yüzden bu sürecin temel ortaya çıkardığı şey Demokratik Ulus çözümünün ne kadar değerli olduğu ve acil uygulanması gerektiğidir.

DEMOKRATİK ULUS DEMOKRATİK SİSTEMDİR

Bu projenin mimarı Önder Apo. Bu projeyi halklara taşırmak lazım. Gerçekten Demokratik Ulus çözümü nedir? Devletçi Ulus'tan farkı nedir? Demokratik Ulus nasıl olunur? Mesela şöyle olunamaz. Halklar yan yana geldi işte hemen Demokratik Ulus oldular. Bu değildir Demokratik Ulus. Demokratik Ulus, demokratik bir sisteme sahip olmak demektir. Mesela meclislere sahip olmak demektir. Her farklılığın tanınması ve kendi kararlarını kendilerinin alacağı bir mekanizmaya kavuşması demektir. Bu konuda da bizim demokrasi kavramımızla, dile getirdiğim demokrasi kavramıyla burjuvaların, liberallerin bahsettiği demokrasi aynı şey değil.

Şunu söyleyebilirim. Barış kavramından biraz korktum ben bu dönemde. Şöyle korktum. Gazze halkını barış var, barış olacak, barış görüşmeleri diye, diye, yerle bir ettiler Gazze'yi. Lübnan'a barış görüşmeleri, dendikçe katliam, soykırım saldırıları arttı. Demokrasi kavramı böyledir. Tek adam rejimi inşa eden, işte başta Kürtler olmak üzere demokrasi güçlerine, sosyalistlere, ezilenlere, işçilere, daha fazla yüklenen ve sömürüyü artıran ama ağzından da demokrasi kavramını düşürmeyen, kendisini bir demokrasi modeli olarak da dünyaya sunmaktan da geri durmayan bir durumdadır mesela AKP-MHP faşizmi. O yüzden bizim bahsettiğimiz demokrasi doğrudan demokrasi. Doğrudan demokrasi uygulanabilir bir demokrasi biçimidir. sadece temsili demokrasiyle sistemler oluşmaz. İşte seçersin birilerini gönderirsin parlamentoya ondan sonra bilmem kaç öyle değil. Yerelde yerelin örgütlü olduğu, yerelde herkesin kendi farklılığıyla kendisini ifade edebildiği ve kendisi için söz kurabildiği, kararlarını daha ileriye taşırabildiği, üst mekanizmalara taşırabildiği bir sistem uygulanabilirdir.

Bunun için olması gereken şey nedir? Merkezi yapıların buna açık hale gelmesi. Kürtlerdir, Araplardır, işte kadınlardır, kendi meclislerini kurabilen gençlerdir, işte farklı halk grubu Türkmenlerdir, Dürzilerdir, söz konusu Türkiye ise Lazlardır, Çerkeslerdir. Her halkın kendi öz örgütlüğünü sağlayabilmesi ve bunları ortaklaştırabilecek bir mekanizmaya kavuşmasıdır.

Ancak farklılıktan birlik böyle doğar. Farklılıkları ortadan kaldırdığında birlik oluşturmazsın. Ne yaparsın? Tek renklilik oluşmuş olur, birini birine feda etmiş olursun. Ama Ortadoğu coğrafyasındaki çok renklilik, zenginlik, işte kültürel ve etnik toplumsal doku buna izin vermez. Bu olmadığı müddetçe Ortadoğu halkları başkalarının oyuncağı olmaktan kurtulamaz, dışa bağımlı olmaktan kurtulamaz, sürekli parçalanmaktan ve sömürülmekten de kendisini kurtaramaz.

Bu bilinçle yaklaşılsa, hem Kürt halkına, Türk halkına, Arap halkına, Farslara, işte bölgede yaşayan tüm halklara, inanç gruplarına, işte demokratik İslami kesimlerden tutalım, işte Alevilere, Hristiyanlara, biz gerçekten bunu anlatabilsek, bu konuda bir bilinç ve duyarlılık oluşabilse, bu tehlike görülebilse önemli gelişmeler yaşanacak.

Biz toplumsallığın başladığı bir coğrafyada yaşıyoruz. İnsanlık burada başladı. Evrensel tarihten bahsediyorum. Evrensel tarihin bu kadar yoğun yaşandığı bir yerin, işte başka kültürel saldırıları kabullenmesi öyle kolay değildir. Bunun krizlerini yaşıyor Ortadoğu toplumu. Bu yüzden bir türlü batıdan gelen saldırıları kabullenemiyor. İçselleştiremiyor, özümseyemiyor, dönüşemiyor. Hep kendisi kalmakta ısrar ediyor. Bu güzel bir şey.

Ortadoğu toplumlarının en güzel özelliği belki de bu. Kendisi kendi olmakta ısrar ediyor. Fakat günümüze geldiğimizde bu kapitalist sistemin saldırıları altında o kadar muğlaklaşmış bir tablo var ki renkler silikleşiyor, taklit, ağır basıyor. Kendisi olmaktan uzaklaşıyor. Bunu durdurmanın tek yolu demokratik ulus çözümünde yoğunlaşmak, onu anlamak ve her fırsat bulunduğunda da uygulamaya geçirmek, pratikleştirmek.

ORTADOĞU’DA DİRENİŞ HER ZAMAN OLACAK

2000 sonrası artık katı ulus devletler, kapitalist sistem içerisinde de taşınamaz bir yük haline geldi. Bunun bir nedeni, küresel kapitalizmin ya da küresel sermaye diyelim biz buna, hamleleri, bölge planları, ulus devletlerdeki sermaye grupları ile küresel sermaye grupları arasındaki çelişkiler. O temelde de devletlere yapılan müdahaleleri gördük biz aslında. İşte Saddam'ın Irak'ına yapılan müdahale böyle bir müdahaleydi.

Suriye'de benzer bir şeyi görüyoruz. Dediğim sadece bunlar belirlemiyor gidişatı. Fakat böyle bir müdahale gerçeği vardır. Şimdi Türkiye, İran, hatta Irak için de yine söylenebilir bu, eğer demokratik dönüşümü gerçekleştiremezlerse bu temelde kendi iç birliklerini, demokrasi temelinde, demokratik ilkeler temelinde, bir birlik geliştiremezlerse aslında orta vadede her üçünün de karşılaşacağı sorunlar ya da sonuçlar buna benzer olacaktır . Böyle hani fal bakar gibi bunları söylemek belki çok doğru değil ama, halklar özgürlük istemeye devam edecek, kendi farklılığını ve farkındalığını ortaya koyacak, direniş devam edecek. Toplumsallığın ilk coğrafyası vurgusunu boşuna yapmıyoruz. Toplumsallık direniyor bu coğrafyada. İlk oluşan kimliklerdir. Mesela Kürt kimliği, Ortadoğu'da ilk oluşan kimliktir. Adeta kök kimlik gibidir . Onu yok edemezler. Yok olmaz bir kimlikten bahsediyoruz.

Öyle olmayacağına göre, kabul etmeyeceğine göre ne olacak? Direniş her zaman olacak. Ve bu buradaki devlet yapılarını, ulus devlet yapılarının her zaman bir zayıf karnı olmasını ve dış müdahaleye de açık hale gelmesini getirecektir.

Mesela dikkat edin, Türkiye ile herhangi bir sorunu olan ya da bir şey almak isteyen herhangi bir iktidarcı güç ya da devlet hemen böyle Kürtlerle yakınlaşarak oradan Türkiye'ye bir şantaj politikası uygulamaya sürdürüyor değil mi? bunları güncel olarak yaşıyoruz. Hani böl parçala yönet şeyi biraz da bu temelde oluşturulmuş bir strateji. Bölünmüş Kürtler. Her ülke içerisinde de biraz varlıkları var. İşte dört ülke içerisinde de varlıkları var. Diyelim ki o ülkeyle ilgili bir şey olduğunda onları böyle hareketlendirerek ya da destek vererek ya da öyle yaparak, Kürt toplumu da kullanarak böyle hizaya getirme şeylerini çok görüyoruz. Yaşıyoruz bu anlamda. Türkiye'nin neredeyse yüzde 80'ini sattılar. Dışa açık hale geldi, bağımlı hale geldi . Bu anlamıyla önümüzdeki süreçte eğer bu ülkelerde demokratik dönüşüm olmazsa, demokratik uluslaşma temelinde bir dönüşüm olmazsa, devlet demokratik topluma duyarlı hale gelmezse, bu yönlü gelişmelerin olacağını insan rahatlıkla söyleyebilir.

İki, devletçi sistem açısından da kapitalist, modernist sistemin Ortadoğu'daki hamlesi bağlamında da şunu söyleyebilirim. İran'a dönük bir planlamanın olduğu anlaşılıyor. Bunu gizlemiyor da zaten uluslararası güçler. ABD'nin açıklamaları, İsrail'in açıklamaları, İngiltere'nin tutumu, tavrı şunu ortaya koyuyor. Suriye'deki saldırılarda, savaşta işte Şii milisleri, Şii grupların hedeflenmesi, Irak'ta hedeflenmesi, Lübnan'da Hizbullah'ın hedeflenmesi, Hamas'la İran ilişkilerinin gerekçe yapılarak hedeflenmesi ve benzeri ve benzeri. Bunların hepsi aslında bölgede İran'ı zayıflatma ve düşürme hamleleri olarak da okunabilir. Nihai hedef İran mıdır? Böyle midir? Değil midir? Bunu tabi insan şimdiden kestiremiyor.

TÜRKİYE VE İRAN’I YAKIN GELECEKTE TEHLİKELER BEKLİYOR

Çünkü kapitalist modernitenin savaşsız geçen dönemi yoktur. Sömürüye dayalı olduğu için bu böyledir. O yüzden sistemi çok iyi çözmek ve ona karşıtı hale gelebilmek, bu kapitalist moderni sistemden kopmak, kapitalizme karşı olmak gerçekten çok önemli. Bunu geliştirebilmek çok önemli. Kendi özgürlük sistemlerimizi kurabilmemiz çok önemli. Demokratik sosyalist sistemlerimizi kurabilmek. Adına sosyalizm desek de demesek de özgürlük sistemlerini kurabilmek, bunun arayışı içerisinde olabilmek çok önemli.

En son Suriye'de yaşanan durum aslında 30 yıl öncesinden başlayan bir süreç ve istikrarlı bir şekilde devam ediyor. Mesela 90'larda Balkanlar bu hale getirildi. 2000'li yıllarda Irak. 2010'lu yıllarda Libya. Şimdi 2020'lerde Suriye'ye sıranın geldiğini görüyoruz. Suriye'nin düşürüldüğünü ve halkların birbirine karşılaştırıldığını görüyoruz. eğer buradan kaba bir matematik yapacak olursak eğer, belki de 2030'lu yıllarda İran'a ve belki de 40'lı yıllarda Türkiye'ye, devletler belki gidecek, tasfiye edilecekler. Ama halklara büyük bir düşmanlaşma sorunsalı bırakılmış olacak. Bir de bu çerçeveden bakıldığı zaman meselenin yakıcılığını daha sonra ortak olarak yaşayacağız. 2030'lar, 2040'lar değil de Türkiye'yi bekleyen çok yakın tehlikeler var.

Biz uyarıyoruz. Geçmişte Suriye'yi nasıl uyardıysak, şimdi günümüzde de biz Türkiye'ye uyarılar yapıyoruz. Bunlar Türk Devleti'ne, Erdoğan'a, Bahçeli'ye yapılan uyarılar değil. Böyle anlaşılıyorsa çok yanlış. Biz halkları uyarıyoruz. Türkiye toplumunu uyarıyoruz. Biz Türkiye toplumuyla birlikte yaşamak istiyoruz. Böyle bir stratejimiz var. Gerçekten Türkiye halkının demokratik değerlerine de bağlıyız. Denizlere bağlıyız, Mahirlere bağlıyız. O yüzden bu uyarıyı yakın zaman açısından belirtiyoruz. Türkiye'nin etrafında yaşanan gelişmeler, Türkiye'nin stratejik rolünün azalması, projelerinden çıkartılması, Güney Kıbrıs sorunu, diğer çevre ülkelerinin güçlendirilmesi, çok güvendiği Azerbaycan bile İsrail'le Türkiye'den çok daha yakın ilişki içerisindedir. Hiç kimse kendisini kandırmasın. Türkiye ile Azerbaycan ortaklığı çıkarılıyor. Ermenilere karşı uygulama içerisinde oldular ama iş çok daha derindir. Özetle şöyle bir plan var. Bölgede güçlü, büyük, etkili, katı ulus devletlerin dönemi aşılmıştır. Dikkat edilirse böyle daha küçük, minimal devletçilere doğru gidiliyor. Irak'ta halen durum belli değildir. Üçe böldüler. Halen Irak'ın durumu belli değil. Önümüzdeki yakın gelecekte Irak'taki grupların da hareketlendiği nevi arayış içerisinde olduğuna dair bilgiler geliyor. Suriye'nin durumu belli. Üç bölüm olacak, yok dört bölüm olacak. Bunların tartışmaları var. Türkiye bundan çok korkuyor. Mesela öyle bir Suriye olursa Türkiye ne yapacak? bundan korkuyor, çekiniyor. Benzer planlar İran ve Türkiye açısından da vardır. Bunu böyle bilmek lazım.

O anlamıyla benim yapabileceğim çağrı şudur. Çağrımız halklaradır, gerçekten devletlere diyeceğimiz bir şey yoktur. Onların çizgileri, amaçları, çıkarları belli gruplar temelindedir. Belli ideolojik sayıklar temelindedir. Kendi hedefleri var. Ama halklar özgür yaşamak istiyor. Halklar güvenlikli yaşamak istiyor. Halklar demokratik yaşamak istiyor. Halklar birlikte de yaşamak istiyor. Ben sınırlı da olsa Suriye'de kaldım. Geçmişte 95-96'da kaldım. İran'ı gördüm kısmen. Türkiye'de yetiştim biliyorum. Halkların birbiriyle yaşamama sorunu yoktur. Gerçekten böyle şey olmazsa, koşulları varsa, kışkırtılmazsa, oynanmazsa halkların birbiriyle dayanışma ve sevgi, saygıya dayalı birbirini tanıyan ilişkilerin ötesinde çelişkileri yoktur.

KÜRT HALKINA BU TARİHSEL DÖNEMDE ÖNCÜLÜK GÖREVİ DÜŞÜYOR

Önümüzdeki günlerde toplumların demokrasi mücadelesini yükseltmesi yaşamlarını daha özgür hale getirmesi çok önemli. Ancak bu bizi ağır kıyımlardan, savaş gerçekliğinden, katliamlardan koruyabilir.

Kürt halkına da bu minvalde şunu söyleyebilirim. Önder Apo'nun eğittiği, örgütlediği, yetiştirdiği, bilinçlendirdiği, politikleştirdiği bir halk olarak Kürt halkına böyle bir tarihsel dönemde öncülük görevi düşüyor. Kürtler daha fazla çalışmak zorunda, daha fazla kendisini anlatmak zorunda, bilinçlendirmek zorunda. Bu aynı zamanda böyle nasıl kendilerine harcanan bu büyük emeğin de karşılığı.

Kürt halkının Ortadoğu gerçekliğinde, Ortadoğu kaosundan çıkışta öncülük görevi vardır. Kürt halkının böyle bir görevi vardır. Bunun için gerçekten herkesin içinden geçtiğimiz dönemde durdurak bilmeden mücadele etmesi, çalışması, kendisini bilinçlendirmesi, dinlendirmesi, anlamlı kılması kesinlikle şarttır. Son olarak Rojava devrimini boğmaya dönük çok ciddi bir kapsamlı bir soykırım planı devrede Türk ordusu, Türk devleti bunu hem kendi bizzat kendi gücüyle yapmaya çalışıyor. Kim yerlerde de meşruiyet sağlamak adına işte Suriye Milli Ordusu diye kendisine bağlı uydu bir yapı olarak bir başka gücü kullanıyor, kullanmaya çalışıyor.

EYLEMLERE DAHA FAZLA YOĞUNLUK KAZANDIRILMALI

İşgalci ve soykırımcı saldırılara karşı önemli bir tepki var Avrupa'da da başka alanlarda da. Bu gelişmeler yaşandığı andan itibaren halkımız sokaklarda oldu. Avrupa sokaklarında sesini duymaya çalıştı. Orada yaşananların sözcüsü olmaya çalıştı. O anlamıyla ben o eylemlere katılan herkesi bir kez daha selamlıyorum. Sevgilerimi gönderiyorum.

Son günlerde Bakurê Kurdistan'da da sınır hattında sınır nöbetleri var. Onlar da çok değerli hele hele Türkiye gibi faşizm koşullarında. Fakat yeterli mi derseniz mevcut gidişatı değiştirmeye, müdahale etme konusunda daha fazla yoğunluk kazandırmak durumundayız.

Bakurê Kurdistan açısından da değil, Başur’da da eylemsellikler gelişebilmeli. Başta YNK olmak üzere çeşitli siyasi gruplar, daha yurtsever ve demokratik temelde mücadele etmek isteyen siyasi partiler çeşitli açıklamalar yaptı. Fakat daha kitlesel, mesela daha örgütlü, Kürt demokratik uluslaşmasını savunan, ona dayanan onun ruhunu geliştirmeye çalışan bir şey gelişmek durumunda.

Başûr’da, Bakur'da o anlamıyla eylemlikler azdır, yetersizdir. Daha fazla baskılayabilmeli mevcut siyasal sistemi Kürtlerin eylemselliği. Onun için de heval Cemal'in dün akşam Sterk TV'de yaptığı program vardı. Orada özellikle ulusal birliğe, Kürt güçlerinin bir araya gelmesine ve bu tarihsel dönemde stratejik bir temelde hareket etmesine öncülük etmesi çağrıları vardı. Onu çok önemsemek gerekir gerçekten. Sadece bunu çatıda değil, tepede değil, siyasal temsilciler olarak değil, tabanda da Kürt halkının bulunduğu her yerde birbirini duyarlı kılarak bu sürecin içerisine çekmesi, eylemli kılması, aktif kılması çok önemli. Mesela örneğin Avrupa aslında bizim ulusal birliğimizi en fazla ortaya koyabileceğimiz alanlardan biri.

Bakurê Kurdistan'dan giden binlerce insan orada, Başûrê Kurdistan'dan giden Kürtler var, Rojhilatlı Kürtler var, Rojavalı Kürtler var. Ortak, kitlesel, büyük, eylemsellikleri zengin çeşitli biçimlerde geliştirebilmeliler. Sadece yürüyüşten de bahsetmiyorum, sadece mitingten de bahsetmiyorum. Bunlar çok yaygın olarak eş zamanlı her yerde yapılacak eylemler olarak da örgütlenilir. Ama başta uluslararası kamuoyu olmak üzere Kürtlerin bu dönemde, işte bir yüzyıl öncesinde olduğu gibi, tarih sahnesinden dışlanmaması için, halklar ailesinde onurlu yerini alabilmesi için, Kürt halkının varlığının, şehitlerimizin bize emrinde olduğu gibi tanınabilmesi için böyle bir birliği geliştirmesi lazım. Bunu önemli görüyorum.

Başûrê Kurdistan açısından da bunu böyle vurgulayabilirim. Başûrê Kurdistan'da da bu dönem gerçekten çok tarihi, kritik bir dönem. Tehlikeler var. Böyle kimseye öyle paniğe falan da koymak istemiyorum ama gerçekten gereken yerde fedakarlık yaparsak, adım atarsak, örgütlü olursak, mücadelemizden vazgeçmezsek, irademize sahip çıkarsak, kalıcı sonuçları da alabileceğimiz bir süreç. Böyle bir süreç . Tehlikeleri de çok, fırsatları da çok. Bakurê Kurdistan'daki halkımızı ben bir kez daha bu temelde hareket etmeye çağırıyorum. Bu özel savaş oyunlarına gelmemeliler.

Tabi bu da yetmez. Kürtler arası birlik, ulusal birlik, hareket etme önemli. Ama bir de birlikte yaşadığımız halklarla birlikte hareket edebilmeliyiz. Dostlarla, demokrasi güçleriyle, sosyalistlerle. Sosyalist güçlerin bu süreçte çok fazla elini taşın altına koyması lazım. Daha fazla, daha aktif rol alması, inisiyatifler kurması, harekete geçmesi, geçirmesi. Mesela diyelim ki, örneğin bazı çalışmalar Kürtler adına yürütüldüğünde hemen, PKKlisin diye yaftalama oluyor, baskı oluyor. Bunu Türkiye, Türkiye'de sosyalistler, demokratlar bunları göğüslemeli. Onlar hakikati anlatmalı. Dostluk biraz da bunu gerektirir. Birbirinin hakikatine sahip çıkmayı, anlatmayı gerektirir.

KADER TAYİN EDİCİ GÜNLERDEN GEÇİYORUZ

Rojava halkı açısından da, hareketimiz yaptığı değerlendirmelerde aslında hem Türk Devleti'nin saldırıları, Rojava'yı bekleyen tehlikeler konusunda ciddi uyaralar geçmişte de yapıldı. Hep Devrimci Halk Savaşı'na hazırlık vurgusu yapıldı. Bu temelde mücadele edilmesi gerektiği belirtildi. Devrimci Halk Savaşı, halkın kendisinin savaştığı bir stratejidir. Öncüler olur. O savaşın yürütülmesinde öncüler yol açar, gösterir, yöntem kazandırır. Dünyada örnekleri var. En son Gazze'de mesela... Gazze halkı o kadar saldırıya rağmen yerini, yurdunu terk etmedi. Önemli bir duruş sergiledi.

Rojava'daki duruşun da Devrimci Halk Savaşı stratejisi temelinde 7'den 70'e herkesin direnişe geçeceği, mücadele içerisinde olacağı bir tutumu sergilemesi lazım. Zaten mesajlar da öyle geliyor. Mesela Rojava'dan yapılan halk röportajlarında halkımızda bu irade ve kararlılığın olduğunu görüyoruz. Bunu sürdürmek lazım. Tabii mevzilerimizi iyi korumamız lazım. Daha yoğun mücadele etmemiz lazım. Kader tayin edici günlerden geçiyoruz. Özellikle Rojava açısından da biraz böyle orada yoğunlaştı çünkü.

Kürtler eski Kürtler değil. artık yüzyıl öncesi olduğu gibi Kürtler aldatılamaz. Kürtler geçmişte kandırıldı. Türkiye'de kandırıldı Kürtler. İlk meclis birlikte kuruldu. Daha sonra Kürtler yoktu denildi ve soykırım planı uygulandı. Bu bir kandırmaydı. Kurtuluş Savaşı'nda, Kuvayi Milliye saflarında, birlikte hareket etti Kürtler ve Türkler. Çanakkale'de şehitliğinin çoğunda Kürtlerin dedeleri, ataları yatıyor. Ama artık Kürtler eski Kürtler değil. Kendi çıkarları temelinde hareket edecek tabii. Kendi çıkarları derken yanlış anlaşılmasın, varlık ve özgürlüğünü sağlama temelinde hem stratejiye sahiptir, hem taktik adımları atacaktır, hem de bu temelde gerekli ilişkileri kurarak Kürt halkını Araf'tan özgür bir yaşama taşıyacaktır.”