Mehmet Şimşek ve Hafize Gaye Erkan’ın ekonomi rotası…

Mehmet Şimşek ve Hafize Gaye Erkan’ın çizdiği ekonomik rotanın kime ve neye yaradığı tartışılıyor. Uluslararası finans şirketlerinin istediği şekilde yürüyen ekonomik program halka yüksek vergi, düşük ücret ve sefaletten başka bir şey vermiyor.

Geçtiğimiz mayıs ayında düzenlenen genel seçimler sonrasında AKP ve MHP iktidarı ekonomik yol haritasını değiştirdi. AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Faiz sebep, enflasyon netice” sözüne dayanan ekonomi programı yerini Mehmet Şimşek ile Hafize Gaye Erkan’ın başını çektiği ve uluslararası finans şirketlerinin doğrultusunda izlenen bir programa bıraktı. İlk olarak Merkez Bankası başına getirilip faizi artırması ardından görevden alınan Naci Ağbal’ın faiz rakamlarının da üzerine çıkıldı. Hatta Merkez Bankası’nın %42,5 olan faizi, 25 Ocak 2024’te 45’e çıkartması bekleniyor.

Şimdilerde ekonomi yönetiminin, özellikle de Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB)Başkanı Hafize Gaye Erkan’ın adı ailesinin kurum içindeki etkisi üzerinden gündeme geliyor. Hafize Gaye Erkan’ın seçimlerden sonra ya da seçimlerden önce görevden alınacağına ya da AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın tavrına göre devam edip etmeyeceği konuşulanlar arasında. Özellikle yabancı sermayeye ekonomik konuda ‘istikrar’ görünümü vermesi açısından Hafize Gaye Erkan’ın görevden alınıp alınmayacağı net değil. Zira Naci Ağbal’ın görevden alınması yabancı sermaye açısından ‘istikrarsızlık’ olarak algılanmıştı.

Peki, neredeyse tümü yabancı sermaye, daha doğrusu gelmesi düşünülen döviz yatırımı için dizayn edilen ekonomi yönetiminin rotası ve dış yatırımcıların beklentisi ve istekleri neler, bunlar ne kadar hayat geçti ve halk için bu politikalar ne anlama geliyor?

IMF’YE GİTMEYECEĞİZ AMA…

En başta faiz artırımları öncesine dönelim. Uluslararası finans şirketlerinin Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası başkanı ve ekonomi yönetimi değiştikten sonra faiz artırımı ve belli politikalara dair tahmin ve beklentilerini hatırlayalım. Ama onun da öncesinde bir parantez açarak AKP’nin IMF ile olan mesafeli duruşunu analiz edelim. AKP, iktidara gelemeden hemen önce patlak veren 2001 ekonomik krizinde IMF programının uygulanmasına tepkinin yoğun olmasından kaynaklı, Uluslararası Para Fonu’na mesafeli yaklaştı. Tabii bu mesafeli yaklaşım daha çok oy malzemesi haline getirildi. Erdoğan çeşitli zamanlarda “Öyle Bay Bay Kemal gibi, Londra'daki tefecilerden para dilenmeyeceğiz. Ülkemiz ekonomisini tekrar IMF komiserlerine teslim etmeyeceğiz” de dedi, “IMF bizden borç istedi” sözlerini de sarf etti. Oysaki mayıs seçimlerinden hemen sonra Temmuz 2023’te düzenlenen NATO Liderler zirvesinden IMF ile ilgili önemli bir iddia gündeme gelmişti. ABD Başkanı Joe Biden’ın Türkiye’ye İsveç’in NATO’ya katılımını onaylaması karşılığında 11-13 milyar dolarlık IMF kredisi teklif ettiği iddia edilmişti. İddianın sahibi ise Pulitzer ödüllü ABD’li gazeteci Seymour Hersh’tü. Gazeteci Hersh kendi internet sitesinde yayımladığı yazıda “Biden, Uluslararası Para Fonu tarafından Türkiye'ye çok ihtiyaç duyulan 11-13 milyar dolarlık kredi limitinin sağlanacağına söz verdi” sözlerine yer verdi.

FİNANS KURULUŞLARININ İZİNDEN

Evet, ortada IMF ile yapılmış resmi, en azından görünürde bir anlaşma şu anlık yok fakat Mehmet Şimşek’in Hazine ve Maliye Bakanı; Hafize Gaye Erkan’ın da Merkez Bankası başkanlığına atanmasının ardından 22 Haziran 2023’ta yapılacak Para Politikası Kurulu (PPK) öncesi uluslararası finans kuruluşlarının faiz beklentileri yayınladı. O dönem Reuters’ın aktardığı bilgilere göre JPMorgan faizin yüzde 25’e ve Goldman Sachs yüzde 40’a çıkarılmasını beklerken, Türkiye’deki ekonomistlerin de beklentisi faizin yüzde 20’ye kadar yükseltileceği yönündeydi. Nitekim Merkez Bankası bu tahminleri boşa çıkartmadı. En sonuncusu 25 Ocak’ta yapılacak PPK ile faizin nihai olarak yüzde 45’i bulacağı tahmini çok yüksek. Fakat burada artık başka dengeler söz konusu. 15 Ocak’ta açıklanan 2023 bütçe verisine göre Aralık bütçe açığı 843 milyar TL. Öte yandan Hazine ve Maliye Bakanlığının açıkladığı merkezi bütçe raporuna göre 2022 yılında 142.6 milyar lira olan bütçe açığı 2023 itibarıyla 1 trilyon 375 milyar liraya çıkarak rekor kırdı. Bu rakamlar sonrası uluslararası finans şirketlerinin bir kısmına göre bile artık %45 oranında bir faiz oranının yetmeyeceği konuşuluyor.

Bütçe açığının açıklanmasından hemen önceki son faiz artırımı tahminlerinde ise yabancı finans şirketlerinin açıklamalarından bir detaya yakından bakalım. Anadolu Ajansı’nda yer alan haberde faiz artırımına dair şöyle bir ifade yer aldı: “TCMB'nin ocak ayında bir 250 baz puanlık artış daha yaparak politika faizini yüzde 45'e yükseltebileceğini söyleyen Drimal, enflasyonun Mayıs 2024’te yüzde 68'e kadar yükseldikten sonra hızla düşerek 2024 sonunda yüzde 39’a kadar inebileceğini aktardı.” Şirket tıpkı AKP gibi ekonomideki “düzelmeleri” seçim sonrasına bırakıyordu.

Uluslararası şirketlerin tek beklentisi ya da muradı bu değildi elbette. Örneğin yakın zamanda ABD merkezli uluslararası kredi değerlendirme kuruluşu Moody’s Türkiye’deki 17 bankanın not görünümünün durağandan pozitife çevirdi. Peki, uluslararası finans kuruluşların sözcüsü konumunda da olan bu derecelendirme şirketinin daha doğrusu yatırımcıların Türkiye’den beklentileri neydi? Yukarıda birçok finans şirketinin özellikle faiz beklentilerinin Merkez Bankası tarafından karşılandığını belirttik. Moody’s bunun da ilerisine giden bir adım atarak Türkiye ekonomisine ilişkin hazırladığı raporda sert bir ekonomi politikası beklentisi olduğunu açıklıyordu. Moody’s raporda “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının da etkisiyle, ortodoks para politikasına dönüş kesinlikle olumlu” derken asgari ücret belirleme öncesinde aynı raporda “Yakın vadede önemli bir risk talebe bağlı enflasyonist baskıları daha da artırabilecek aşırı ücret artışlarıdır” diyerek ücret artışlarının enflasyonu yükselteceğine dikkat çekip düşük ücret modelini işaret ediyordu.

Asgari ücret komisyonu toplantıları sonrasında seçim baskısıyla da Erdoğan’ın ‘belirlediği’ rakam, örneğin işçi sendikasının (Türk-İş) istediğine oranla ‘yüksek’ görülse de enflasyonun altında kaldı. Yani Moody’s kısmen memnun edildi. Fakat burada bir parantez daha açmak lazım, Moody’s’in aksine IMF’nin yayınladığı son raporda Avrupa’daki enflasyonu en çok artıran etmenlerin arasında ilk sırayı son iki yıldır şirket karları alıyor. Türkiye’deki şirket karları da bunu aratmıyor. Fortune Türkiye ve CRIF Türkiye’nin en büyük 500 şirketinin listelendiği Fortune 500 Türkiye Araştırması'nın 2022 sonuçlarına göre şirketlerin toplam net satışları bir önceki yıla göre yüzde 148,7 oranında artarak 7 trilyon 986 milyar liraya çıktı. Bu artış ilk araştırmanın yapıldığı Fortune 500 Türkiye-2007’den bu yana geçen 16 yılda gerçekleşen en yüksek oranlı artış oldu.

SERMAYEYE KIYAK, ÇALIŞANA ORTAOYUNU

Şimdiye kadar uluslararası finans şirketlerinin Mehmet Şimşek ve Hafize Gaye Erkan’dan neler beklediğini bazı örneklerle anlatmaya çalıştık. Son olarak verdiğimiz şirketlerin süper karları aslında tüm bu politikaların esas amacını gözler önüne seriyor. Moody’s’in yüksek faiz, düşük ücret talebi elbette yerli sermaye açısından da cazip bir önerme. Peki, hükümet bu yöndeki uygulamalarda yani bu yüksek karları sağlamada nasıl rol alıyor?

Asgari ücrette AKP ve MHP iktidarının, seçimi de gözeten bir rakam açıkladığını belirttik. Fakat açlık ve yoksulluk sınırı altında belirlenen bu rakam dahası emekliye en düşük zam olarak açıklanan 10 bin lira öncesi bir algı yaratılıyor. Tartışmalar bu rakamlar üzerinden yürütülüyor. Örneğin son iki yıldır tespit komisyonunda yer alan Türk-İş, her defasında kendi açıkladığı açlık ve yoksulluk sınırı altında bir rakam telaffuz ediyor. Görüşmeler birkaç defa tekrarlandıktan sonra nihai rakamı Erdoğan açıklıyor. Erdoğan iki taraf arasında telaffuz edilen rakamın ortalaması sayılabilecek bir ücret “müjdeliyor”. Her defasında ortaoyununa dönüşen bu müsamere ile milyonların kaderi belirleniyor.

Peki, çalışanlar için düşük ücretlere böyle bir rıza üretilirken, yukarıda andığımız süper sermaye karları nasıl elde ediliyor? Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, sermayeye adeta vergi affını altın tepside sunuyor. Bütçe görüşmelerinde ortaya çıkan rakamlarda örneğin iktidar “vergi indirimi, muafiyeti, istisnası” (vergi harcamaları) adı altında sermaye kesiminden 2024’te 2 trilyon 210 milyar TL’lik bir vergiyi tahsil etmeyecek. 2024-2026 dönemini kapsayan üç yılda bu tutar 8 trilyon 211 milyar TL’yi bulacak. Buna karlılık Hazine ve Maliye Bakanlığı Aralık 2023’e ilişkin merkezi yönetim bütçe istatistiklerine göre işçilerden alınan gelir vergisi Aralıkta 82.3 milyar lira, sermayeden alınan kurumlar vergisi ise 19.5 milyar. Yine aynı verilere göre 2023 yılında işçiler 694 milyar lira vergi öderken, patronlar 786 milyar lira vergi ödedi.

Türkiye’de TÜİK’in 2022 rakamlarına göre kayıtlı işçi sayısı 15 milyon 987 bin 428. Bu sayıyı vergi oranı ile orantılayınca işçilerin nüfus bakımından patronlara yakın bir miktarda vergi verebileceği sonucu çıkabilir düz mantıkla. Ama öyle değil zira İsviçreli banka Credit Suisse 2023 Ağustos ayında yayımladığı raporuna göre, Türkiye'deki toplam 1 trilyon 41 milyar dolarlık servetin yüzde 39,5'lik kısmı, nüfusun sadece yüzde 1'lik kesiminin elinde bulunuyor. Nüfusun en zengin yüzde 5’lik kesimi toplam servetten yüzde 59,2 pay alırken, nüfusun yüzde 95’lik kesiminin aldığı pay sadece yüzde 40,8’de kaldı. Nüfusun en zengin yüzde 10’unun servetten aldığı pay ise yüzde 69,8… Dolayısıyla başa dönecek olursak bu gelir oranlarıyla vergi oranları patronların işçilerden daha fazla kazanıp daha az vergi ödediği anlamına gelir.

DÖVİZ NEDEN DÜŞMÜYOR?

Buraya kadar anlattıklarımızı alt alta koyunca Mehmet Şimşek ve Hafize Gaye Erkan’ın çizdiği ekonomik rotanın uluslararası finans şirketlerinin istediği şekilde yürüdüğünü söylemek mümkün. Zira yukarıda andığımız rakamlar Mehmet Şimşek’in sık sık dile getirdiği “Vergiyi tabana yayacağız” sözlerine de açıklık getiriyor. Zira alınması planlanan, vazgeçilen ya da af getiren vergi oranları ve ülkedeki kişi başına düşen milli servet oranları bu “tabanın” halk oluğunu ortaya koyuyor.

Peki, en çok dile getirilen ya da ekonomi politikasının rotasına rağmen dövizin neden düşmediği sorusuna gelelim. Mehmet Şimşek ve Hafize Gaye Erkan sermaye karını artırmada başarılı fakat burada başarısız mı? Aksine değil burada da yine sermayenin çıkarları gözetiliyor. Erdoğan’ın daha önceki faiz politikasında hem ihracatı hem de iç talebi gözeten bir yerden hareket ettiği çok fazla ifade edildi. Geldiğimiz noktada faizler neredeyse yüzde 50 bandına yakın olsa da dövizde bir düşme söz konusu değil. Bu çerçevedeki açıklamalara ve rakamlara bakalım.

En başta Hafize Gaye Erkan’ın adının, Merkez Bankası’nda yaşanan aile krizinden dolayı gündemde olduğunu söylemiştik. Merkez Bankası başkanı Hafize Gaye Erkan bu iddialara cevap verirken ABD’de finans çevreleriyle görüşmeler yürüttüğünü özellikle belirtti. Öte yandan iktidara yandaş medya bir süredir Hafize Gaye Erkan’ın 50 milyon dolarlık anlaşma yaptığını duyuruyor. Bu anlaşmaların henüz net bilgisi olmasa da bu haber dolaşıma sokuldu. Zaten Mehmet Şimşek ve Hafize Gaye Erkan ABD’den Londra piyasalarına ve de körfez ülkelerine kadar aylardır görüşme trafiğinde. Peki, tüm bu faiz artırımı ve de görüşmeler neticesindeki ülkede beklenen döviz artışı nasıl oldu? TCMB verilerine göre rezervler 12 Ocak haftasında 139,8 milyar dolar olarak açıklandı. Bir önceki hafta rezervler 139,6 milyar dolar düzeyindeydi. Net rezervler aynı dönemde 29,5 milyar dolar oldu. Bir önceki hafta net rezervler 32,3 milyar dolardı. Yani Swap hariç net rezervlerde sınırlı bir artış yaşanırken TCMB'nin swap hariç net rezervi Ocak ayının ilk haftasında eksi 39,3 milyar dolar oldu. Bir önceki hafta swap hariç net rezerv eksi 39,6 milyar dolar olarak kaydedilmişti.

Bu rakamlara gelinmeden Ekim ayında açıklanan cari açık rakamlarına bakalım. Ekim ayında cari açık fazla verdi, yıllık açık Mayıs’a göre 9,6 milyar dolar azaldı. Mehmet Şimşek bunu “Cari dengedeki düşüş ve ülkemize yönelik artan uluslararası yatırımcı ilgisi sayesinde rezervlerimiz 140 milyar dolar ile tarihi yüksek seviyesine ulaştı” diye müjdelemişti. Şimdi Swapla birlikte döviz rezervi bu rakamın da altında. Ayrıca döviz rezervleri ihracat artışları ile değil, bankaların yurt dışından bulduğu kredilerle ve yine TCMB’nin dışarıdan döviz borçlanmasıyla artış gösteriyor. Yani ülkeye ait olmayan parayla bir rezerv artışı olduğu algısı yaratılıyor. Bunun yanı sıra Merkezi yönetimin döviz cinsi borç stoku 147 milyar dolar. Türkiye net dış borç stoku ise 264 milyar dolar.

Başta andığımız ihracatçıların yakın zamanda döviz hakkındaki açıklamalarına bakalım: Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı Mustafa Gültepe artan asgari ücrete ilişkin şunları söylemişti “Asgari ücret zamları piyasadaki dengeyi bozdu (…) İşçilikte 850 dolarla rekabet etme şansımız yok. Ayrıca enflasyonla mücadele de edilemez.” Gültepe ayrıca doların en az 41-42 TL olması gerekliliğine işaret etti. Yani tekstile dayalı ihracatçılar hala doların yükselmesinden yana. Öte yandan asgari ücret maliyetini fazla bulan TİM başkanının zor durumda dediği ihracatçılar geçen yılı 255.8 milyar dolar gelirle kapatırken, 2024 için ihracatı için de önlerine 402 milyar dolar gibi bir rakam koyuyor. Buna rağmen ucuz emek istemekte devam ediyorlar.

Özetle gelen yatırımcının daha çok risk fonu; göreli olarak likit olan mal varlıkları üzerinden al-sat yapılan bir yatırım fonu türü olan ve “Hedge fon” olarak adlandırılan yatırım için gelmesi ihtimalinin olması. Döviz rezervinin swaplardan oluşması ve ihracat devlerinin yüksek dolar istediği bir çerçevede faiz artışlarının TL’yi güçlendirmesi zor görünüyor. Buna KKM gibi belli oranda dolarizasyonun önüne geçen uygulamanın da kaldırılması eklenince TL’nin değerlenmesi kısa vadede olmayacak. Aksine yazının başından bu yana andığımız uluslararası finans kuruluşları yılsonu dolar tahminlerini yukarı yönlü revize ediyor.

EKONOMİDE DARALMA VE DAHA ÇOK İŞSİZLİK

Sonuç itibariyle Mehmet Şimşek ve Hafize Gaye Erkan’ın yabancı yatırımcı aramaları, izlenen ekonomik politikalar halka da fazla fakirleşmeden başka bir şey getirmiyor. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun (BDDK) son verilerine göre; 2022’de 446 milyar lira olan toplam kredi kartı borcu, 2023 sonunda 2.5 kat artarak 1 trilyon 155 lirayı aştı ve kendi rekorunu kırdı. Faiz artışlarının başlamasıyla istihdamın daralacağı çoğu kez dile getiriliyordu. Zira Kasım ayına ait işsizlik ve sanayi üretimi verileri bunu kanıtlar nitelikte. Bu rakamlara göre sanayi üretimi 5 aydır daralma yaşıyor. Sanayi üretimi kasım ayında, aylık yüzde 1,4 azalırken, yıllık yüzde 0,2 arttı. Kasım ayında işsizlik oranının yüzde 0.4 artarak yüzde 9’a vardığını görüyoruz. Bir diğer gerileme de istihdamdaydı. Kasım’da istihdam edilenlerin sayısı bir önceki aya göre 236 bin kişi azalarak 31 milyon 611 bin kişiye geriledi.

Bu rakamlar hem enflasyonun hem de faiz artışının olduğu bu ekonomide işsizliğin daha da artacağına işaret ediyor. Buraya kadar ele aldığımız rakamlar ve politikalar AKP ve MHP iktidarının ekonomik ajandasının özellikle işsizlik gibi bir tehlike karşısında seçimlerde sert bir zemine çarpacağı yönünde. Öte yandan seçimlere kadar farklı yıllarda yapıldığı gibi bazı noktalarda taviz verileceği öngörülse de seçim sonrası dönemde Türkiye halkları açısından çok daha zorlu bir ekonomik viraja girilecek. Zira Davos’ta yapılan ve Türkiye ekonomi yönetimin katılmadığı Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF) açıkladığı Küresel Riskler Raporu’nda ‘çoklu krizi’ işaret ediliyor. Bunların başında yaşam maliyeti krizi, iklim değişikliği, savaşlar gelirken Dünya Bankası’nın 2024’e ilişkin tahminlerinde de ekonomik büyümenin yavaşlayacağı yönünde görüşler yer alıyor. Küresel çaptaki çoklu krizin ve durgunluğun Türkiye gibi kırılgan ekonomilere sahip ülkeler açısından şimdiden daha acı reçeteler ve Moody’s gibi kuruluşların muradı yönündeki sert ekonomik politikaları üreteceği neredeyse kaçınılmaz.