GÖRÜNTÜLÜ

Nils Andersson: Tecridin tarihsel amacı İmralı’da yenilgiye uğradı

Düşünür Nils Andersson, tecridin tarih boyunca temel amacının insan iradesini kırmaya yönelik olduğunu belirterek, “İmralı’da yenilen, komplocular oldu. İmralı direnişi insanın gücünü, Öcalan’ın gücünü ortaya koyuyor” dedi.

Uluslararası bir komplo sonucu esir alınan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın İmralı işkence sistemindeki esareti 26 yılını doldururken, kendisinden 43 aydır hiçbir haber alınamıyor. Aile ve avukat görüş hakkının bir bütün olarak gasp edildiği İmralı’da, dünyada eşi benzeri görülmemiş bir hukuksuzluk hüküm sürüyor. Türk devleti bu hukuksuzlukta ısrar etse de, 10 Ekim 2023’te küresel çapta startı verilen “Öcalan’a özgürlük, Kürt Sorununa Siyasi Çözüm” hamlesi de uluslararası alanda farklı toplumsal kesimlerin desteğiyle büyüyerek devam ediyor.

Küresel çapta, İmralı’daki tecrit koşullarının kırılması ve fiziki özgürlüğünün sağlanmasını hedefleyen hukuksal, politik ve diplomatik mücadele, aynı zamanda Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği fikirleri daha görünür hale getirdi. Özgürlük kampanyası kapsamında düzenlenen eylem ve etkinliklerde, İmralı’daki esaret koşullarında ortaya konan bu fikirler, kapitalist sistemin modern dünyayı tehdit eden krizlerine karşı alternatif bir yol haritası olarak farklı toplumsal kesimlerde değerlendiriliyor. Abdullah Öcalan’ın fikirleri, yalnızca Kürt sorununun çözümü için değil, aynı zamanda küresel çapta sosyal, siyasal ve ekolojik krizlere bir yanıt olarak şekilleniyor.

Peki, Abdullah Öcalan’ın fikirleri neden dünya halklarında karşılık buluyor? Kapitalist sistemin çıkmazında, Abdullah Öcalan’ın fikirleri nasıl bir öneme sahip? 26 yıllık İmralı direnişi ve İmralı tecrit rejimi ne anlama geliyor? Komplocular amacına ulaştı mı? Tüm bu soruların cevaplarını ve daha fazlasını, Abdullah Öcalan’ı iyi bilen bir isimle, Fransa’nın önde gelen düşünürlerinden Editör-Yazar ve İnsan Hakları Savunucusu Nils Andersson ile konuştuk.

Öncelikle Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın içinde bulunduğu tecrit koşullarıyla başlamak istiyorum. 27 yıldır İmralı Cezaevi’nde esir tutulan Abdullah Öcalan’dan 43 aydır hiçbir haber alınamıyor. Avukat ve aile görüş hakkı gasp edilen Abdullah Öcalan mutlak bir iletişimsizlik içinde tutuluyor. İmralı’da uygulanan bu tecrit sistemini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dört yıldan fazla süredir, tam olarak 25 Mart 2021'den bu yana devam eden bu tecrit bir utançtır. Bu tecrit, bizim utancımız ve bu utanca sessiz kalan, suç ortağı olan Batı'nın utancıdır. Tecrit, Abdullah Öcalan'ın bu iğrenç sisteme karşı amansızca ve hatta ona etkili bir şekilde karşı çıkanlara karşı daha da kararlı bir şekilde mücadele ederken açıklık ve güçle kınadığı kapitalizmin yasasını yansıtmaktadır.

Abdullah Öcalan’ın kapitalist sisteme karşı eleştirileri açıktır. Bir cümlesini aktarmak istiyorum: ‘Liberalizm ve bireycilik genellikle kapitalizmin ana ideolojik eksenleri olarak anılır, ancak kapitalizmin ideolojik hegemonyası bireyi daha önce hiçbir sistemin yapamadığı kadar tecrit etmiştir.’ Öcalan’ın bu tespiti çok doğru. Gerçekten de Öcalan, bu kapitalist sistem tarafından tecrit edilmiş ve dört yıl boyunca yalnızlığa itilmiştir. Böyle bir durumu ne kabul edebiliriz ne de bu duruma göz yumabiliriz.

‘BATI, ÖCALAN’IN FİKİRLERİNİ KENDİSİ İÇİN TEHDİT OLARAK GÖRÜYOR’

İmralı tecridinde Batı’nın sorumluluğundan ve suç ortaklığından bahsettiniz. Batı veya uluslararası yetkili kurumlar neden İmralı’daki işkence karşısında sessiz kalmayı tercih ediyor?

Bakın, Batı, kendi dünya vizyonunu, yaşam biçimini ve düşünce tarzını dayatmak için Kabil, Afganistan, Libya, Sahel gibi birçok yerde yürüttüğü tüm savaşlarda ya askeri başarısızlıklar ya da askeri zaferler ama siyasi ve ideolojik başarısızlıklar yaşadı.

Bugün dünya, Soğuk Savaş'ın yerini alan bir tür Soğuk Savaş içerisinde.  Tarihte ilk kez Batı ister Avrupa ister ABD olsun, artık dünyanın merkezinde olmadığı, tersine dönmüş bir dünya ile karşı karşıya.

Toplumsal hareketler ortaya çıkmakta, kendilerini örgütlemekte ve kapitalist rekabet ve çelişkiler çatışmaktadır. 2000'de mutlak olan Batı hegemonyası, bugün artık öyle değil. Batı, şimdi sadece hegemonyasını kaybetme korkusuyla değil, aynı zamanda egemenliğini kaybetme korkusuyla da boğuşuyor. Bu kayba karşı kendini savunuyor ve doğal olarak Abdullah Öcalan gibi kapitalist sistemi eleştirerek hücresinden güçlü, inançlı ve etkili bir şekilde mücadele eden biri, kapitalist sistem için tehdit olarak görülüyor. Öcalan’a ve özellikle Türkiye'deki Kürt halkına yönelik devam eden bombalamalar, katliamlar, baskılar, tutuklamalara karşı sessiz kalınmasının bir nedeni bu.

‘ÖCALAN’IN FİKİRLERİ GERÇEK BİR ÖZGÜRLÜK SOSYOLOJİSİDİR’

Küresel çapta yürütülen özgürlük kampanyasıyla Abdullah Öcalan’ın fikirleri daha çok görünür olmaya başladı. Siz de her fırsatta Abdullah Öcalan’ın paradigmasının bugün yaşanılan birçok soruna çözüm sunduğuna dikkat çekiyorsunuz. Peki, Abdullah Öcalan’ın fikirleri neden önemli?

Evet, Öcalan ortaya koyduğu fikirlerle bugün birçok soruna çözüm sunuyor. Bugün Gazze'nin yanı sıra Lübnan'ı da vuran trajedi, iğrençlik ve dehşet nedeniyle bölgesel sorun daha da hassas bir hal almıştır. Dünyanın bu bölgesi, şu anda çelişkilerden, savaş ve çatışmaların yayılma riskinden etkilenmektedir. Doğal olarak, bu bölgedeki riskler hem Batı emperyalizmi hem de dünyanın daha adil paylaşımı için verilen mücadele noktasında çok önemli.

Burada, Abdullah Öcalan'ın düşüncesinin önemli bir yönüyle karşı karşıya olduğumuza inanıyorum. Bir parantez açarak, Öcalan’ın düşüncesinin Toros dağları gibi, coşkun bir sel gibi, antik uygarlıkların, özellikle de Mezopotamya uygarlıklarının tarihi boyunca ve ayrıca Yunan ve Roma uygarlıklarına bakışıyla günümüze kadar aktığını söylememe izin verin.

Abdullah Öcalan'ın fikirleri, hem kapitalizm eleştirisinde hem de savaş planlarının başarısızlıklarından dersler çıkardığı bölgesel bağlamda, gerçek bir özgürlük sosyolojisidir. Ve çok önemli bir konuya değiniyor; uluslararası hukukun mermerinde yer alan dokunulmaz bir ilke olan sınırların dokunulmazlığı.

Sınırların bu muğlaklığı, Kürt halkının Türkiye içinde özerklik elde etmesinin ya da Rojava halkının kendi koşullarında, dış müdahale olmaksızın özgürleşmesinin önündeki temel engellerden biridir. Sınırların varlığı, bugün temel bir sorundur ve Öcalan bunun altını özellikle çizmektedir. Herkes dünyanın bir halklar, kültürler ve dinler mozaiği olduğunun farkındadır. Her halkın, her nüfusun, her kıtada kendi tarihi vardır. Ancak genellikle savaşlar ve sömürgecilikle sabitlenen devlet sınırları, sınırlandırılmış coğrafi, kültürel ve dilsel bölgeler yaratmıştır. İşte bu nedenle Abdullah Öcalan'ın düşüncesi toplumsal özgürleşme ve kurtuluşa yaklaşımı açısından çok önemlidir, çünkü başta Kürt halkı olmak üzere tüm bu farklı halklara hak tanır.

Kürt halkının büyük bir bölümünün yaşadığı Ortadoğu'nun, bu meselenin merkezinde yer aldığını belirtmek isterim. Bu durumun çözüme kavuşturulması için öngörülen çözümler, tarihten, sömürgecilikten ve emperyalizmden miras kalan sınırları dikkate almalıdır.

‘ULUS-DEVLET ARTIK BİR DELİ GÖMLEĞİ HALİNE GELMİŞTİR’

Abdullah Öcalan, ulus-devlet kavramına derin eleştirerek getirerek, ortaya koyduğu toplumsal projeyle bu sistemi reddediyor. Öte yandan, günümüzün sistemleri hala ulus-devlet yapılarını korumaya ve ayakta tutmaya çalışıyor. Abdullah Öcalan’ın ulus-devlet kavramına dönük getirdiği eleştireler hakkında ne söylersiniz?

Ulus-devletler, 19’uncu yüzyılda doğal olarak özgürleştirici bir rol oynadı ve bizi hükümdarlardan, imparatorlardan, krallardan, oligarşik güçlerden vb. kurtardı. O zamanlar, tarihi bir özgürleşme anını temsil ediyordu. Ancak bugün, artık durum böyle değil. Halkların, kültürlerin, nüfusların, yaşam tarzlarının, dillerin ve her bireyin zenginliğini oluşturan tüm unsurların çeşitliliğine saygı göstermeyen bir deli gömleği haline gelmiştir. İşte bu nedenle ulus-devlet çerçevesinin ötesine geçmek gerekiyor ve Öcalan'ın düşüncesi de burada devreye giriyor.

Öcalan, kapitalist ulus-devletin ötesine geçmeyi önerirken, aynı zamanda sınırlılıklarını ve başarısızlıklarını göstermiş olan sosyalist ulus-devletin de ötesine geçmeyi öneriyor. Nihayetinde bu bizi, Öcalan'ın savunduğu ve Rojava'da hayata geçirilmeye ve gerçeğe dönüştürülmeye çalışılan uygarlık vizyonuna getiriyor.

Abdullah Öcalan'ın halkların kurtuluşu vizyonunun, kapitalizmle ve bugün var olduğu şekliyle ulus devletle bağdaşmadığı açıktır. Sonuç olarak, Öcalan, radikal ve mantıklı bir şekilde kendini savunan ve evrilmeyi reddeden mevcut ulus-devlet sorununu gündeme getirmektedir. Oysa bu evrim, Öcalan’ın dediği gibi kaçınılmazdır, çünkü halkların tarihi durmaz. Tarihin değişkenlikleri ve akışları o anı belirsiz kılsa bile, er ya da geç gerçekleşecektir. Evrim kaçınılmazdır; çünkü her güç, kendini savunmak, sürdürmek ve varlığını devam ettirmek ister.

Abdullah Öcalan’ın paradigmasının en temel ayaklarından biri de kadın özgürlüğüdür. Ve buna dönük fikirler farklı toplumsal kesimler arasında gittikçe daha büyüyor…

Elbette, Abdullah Öcalan'ın dediği gibi, kabaca aktarıyorum: ‘Kadın özgürleşmeden toplum ve erkek de özgürleşemez.’ Biri, diğerinden açıkça ayrılamaz. Bu, Öcalan'ın düşüncesinin temel bir ilkesidir, özellikle de kadınların özgürleşmesinin çok önemli ve değerli olduğu bir dünyada. Öcalan, bu ilkeyi güçlü bir şekilde savunmakta ve kadınların özgürleşmesi olmadan yeni bir toplum ya da toplum oluşmayacağını ileri sürmektedir. Öcalan, kadının özgürleşmesinin aynı zamanda erkeğin de özgürleşmesi anlamına geldiğini savunur.

‘DEMOKRATIM DİYEN HERKES ÖCALAN’IN ÖZGÜRLÜĞÜNÜ TALEP ETMELİ’

Abdullah Öcalan’ın fikirlerinin öneminden ve kapitalist sisteme karşı önemli alternatif bir güç olduğundan bahsettiniz. Böylesi öneme sahip olan bir lider, bugün hala esir olarak tutuluyor. Abdullah Öcalan’ın içinde bulunduğu koşulların ortadan kaldırılması için ne yapılabilir?

Öcalan’a yaklaşım, bir güç dengesinin sonucudur; demokratik halk güçleri ile kapitalizm ve emperyalist güçler arasındaki bir güç dengesi. Bu güç dengesini değiştirmemiz gerekiyor. Bildiğimiz gibi, bu kolay değil; uzun zamandır devam eden bir sorundur.  Ancak bu bir güç dengesidir ve eylem olmadan değiştirilemez. İnsanları ikna etmemiz gerekiyor. Bugün, nasıl oluyor da insanlar fikirlerinden dolayı hala hapiste tutulabiliyor? Tıpkı Antonio Gramsci'nin hapse atıldığı gibi, Mandela'nın 25-30 yıl hapiste kaldığı gibi. Bugün Fransa'da Georges Abdallah'ın 40 yıldır hapiste olduğu gibi. Filistin'de Marwan Barghouti var, Kızılderili dünyasında Leonard Peltier var. Bu insanların mahkûm edilmesi nasıl mümkün olabilir? Bir adamı hapse atarak bir sorunu nasıl çözebilirsiniz? Bunlar sorgulanmalı.

Tecrit, sadece demokratik ya da insani bir mesele olmadığı gibi, sadece bir devrim ya da siyaset sorunu da değildir. Kendilerini demokrat olarak görenler, Abdullah Öcalan'ın ve Türkiye'deki diğer tüm siyasi tutukluların serbest bırakılmasını talep etmelidir. Demokratik duyguları nasıl uyandırabiliriz? Mesele rejimleri değiştirmek değil, bu demokratik duyguyu dönüştürmek. Öcalan’ın içinde bulunduğu koşulları hala nasıl kabul edebilirler? Tüm hükümetlere, tüm vatandaşlara, herkese çağrıda bulunulmalı; zora başvurmadan, değişim için elimizdeki tüm araçları kullanmalıyız. En azından mahkumları serbest bırakın, kendilerini ifade etmelerine, yaşamalarına izin verin.

Abdullah Öcalan gerçekten bir örnektir. Şöyle demişti: ‘Yoldaşlarım ve dostlarım benim bir trajedi yaşadığımı düşünüyorlar. Ama şunu anlamalısınız ki, bu trajedi olmasaydı özgür yaşamı tanıyamazdım.’ Bu cümle, bizim için, düşmanlarımız için ve anlamını anlayabilenler için derslerle doludur. İşte bu yüzden Abdullah Öcalan'ın serbest bırakılmasını şiddetle talep etmeliyiz.

‘ÖCALAN SÖZ KONUSU OLDUĞUNDA TECRİT YENİLGİDEN İBARETTİR’

Antonio Gramsci, Nelson Mandela gibi isimlerden örnekler verdiniz. Tarihe baktığımızda, egemenlerin tecridi politik tutsaklara yönelik bir silah olarak kullandığını görüyoruz. Tarihten bugüne tecride başvuranların temel amacı ne sizce?

Tecridin tarihsel amacı, insanın iradesini kırmak ve onu yenmektir. Mesele sadece bir insanı dünyanın geri kalanından izole etmek değil; mesele sadece yazılarının okunmasını ya da sesinin duyulmasını engellemek de değil. Asıl amaç, insanın iradesini kırmaktır; insanın iradesini kırmayı denemektir.

Ancak Öcalan söz konusu olduğunda bunun mutlak bir başarısızlık olduğunu görebiliyoruz. Öcalan’ın iradesi kırılamaz, çünkü inançları, bir toplum vizyonu ve halkının özgürlüğünü ve sahip olduğu hakları savunmak için devrimci bir ordusu var. Dolayısıyla, Öcalan’ın iradesi kırılamaz.

İşkence kullanımı gibi tecritte da nafiledir. İşkencenin korku ektiği söylenir; ancak işkencenin bir halkı yenmeyi başardığını hiç görmedik. Cezayir örneği bunu göstermektedir: Sömürge sisteminin şiddetine rağmen Cezayir halkı mücadelesinde pes etmemiş ve bağımsızlığını elde etmeye devam etmiştir. Bir halkın ruhunu kırmanın hiçbir yolu yoktur. Tecrit, gericilerin ve emperyalistlerin zihninde bir efsanedir, ancak imkansızdır. Öcalan bunun örneğidir. Tecride rağmen yazmaya ve düşünmeye devam ediyor ve bunu olağanüstü bir güçle yapıyor. İçinde bulunduğu tecrit koşullarında, birbirini izleyen başarılı çalışmalarıyla düşüncesini geliştirmeye devam ediyor. Bu da Öcalan’ın rakiplerinin ve düşmanlarının başarısızlığını açıkça göstermektedir.

‘KOMPLOCULAR İMRALI’DA YENİLGİYE UĞRADI’

Tecridin tarihten bugüne sürüp gelen amacından ve Abdullah Öcalan’ın İmralı direnişinden bahsettiniz. Bildiğiniz gibi Abdullah Öcalan uluslararası bir komplo sunucunda esir alındı. İmralı’da ortaya koyduğu direniş göz önüne alındığında, komplocuların amacına ulaşamadığını söylemek mümkün mü?

Evet, kesinlikle. Öncelikle, Abdullah Öcalan'ın fikirleri medeniyetler tarihini kucaklıyor. Ama aynı zamanda bugün Rojava'da çok özel bir şekilde demokratik ve komünalist bir deneyle somut bir biçim alması, bence oldukça sıra dışı. Öcalan, şimdiye kadar toplumları yapılandıran tüm evrenselci ve mekanik düşünceleri bir araya getiriyor. Tüm bunları hücresinde, içinde bulunduğu tecrit koşullarında yapıyor ve yine de düşüncesini geliştirmeye devam ediyor.

Bence onunla ilgili en dikkat çekici şey de bu. İradesinin kırılmak istendiği yerde olağanüstü bir güç gösteriyor. Halkların tarihini ihmal etme, her uygarlığın değerlerini, kültürlerin çeşitliliğini ve zenginliğini, her topluma özgü çerçeveleri ve gelenekleri unutturma ve inkâr edilme eğilimi var. Öcalan ise bize sürekli bu değerleri hatırlatıyor.  Eğer başka bir toplum inşa etmek istiyorsak, kapitalizmin ötesine geçmek istiyorsak, bu değerlere başvurmamız gerektiğini vurguluyor.

Ve tüm bunları içinde bulunduğu tecrit koşullarında yapıyor olması, insanın gücünü, Öcalan'ın gücünü ve devrimcinin gücünü gösteriyor.

‘AVRUPA SOLU ÖCALAN’IN FİKİRLERİYLE YENİDEN CANLANMALI’

Son dönemlerde Abdullah Öcalan’ın fikirlerinden ilham alanlar arasında Avrupa sol hareketlerinin de olduğunu görüyoruz. Avrupa’da olduğu gibi dünyada yükselişte olan aşırı sağ politikalar karşısında sol hareketlerin yetersiz kaldığına dönük eleştiriler var. Avrupa solunun yaşanan krizler karşısında politika geliştiremediğine dikkat çekiliyor. Böylesi bir süreçte Abdullah Öcalan’ın fikirleri sizce Avrupa solu için nasıl bir öneme sahip?

Avrupa solunun içinde bulunduğu kriz son derece önemlidir, çünkü şu anda bir tür siyasi çıkmazda olduğunu kabul etmeliyiz. Gerici, ırkçı, faşist ve aşırı sağcı akımlar yayılmaktadır. Elbette, Avrupa'da, sürekli bir geri çekilme içinde olan Avrupa solundan bahsediyorum. Sol söylem, anlamını ve etkinliğini yitirmiştir. Bundan tamamen sol sorumludur. Bugün içinde bulunduğu ve halkların kurtuluşu ve kendi kurtuluşu için ciddi bir handikap olan zayıflamış durumda olması düşmanın suçu değildir. Önümüzde uzun bir yol olduğuna inanıyorum. Sosyalizmin yirminci yüzyıldaki başarısızlığı onu güç dengesinden uzaklaştırıp, istikrarsızlaştırdı. Ve güç dengesini, düşünme, hayal gücü ve örgütlenme kapasitesini yeniden kazanamadı.

Bunlar, Öcalan'ın düşüncesinin, özellikle de örgütlenmenin tam kalbinde yatan niteliklerdir. Avrupa solu henüz gücünü yeniden keşfetmiş değil. Bu, karmaşık bir yol, basit bir yol değil; özellikle de Avrupa ekonomik zor dönemlerden geçerken.

Avrupa, uzun bir süre sömürgeciliğin ve kapitalizmin meyvelerinden faydalandı; yaşam standardı ve gelişimi de dünyanın geri kalanının sömürülmesine bağlıydı. Ancak bugün, bu sömürü artık aynı olamaz. Güney güçlenmekte, güç paylaşımı ve benzeri taleplerde bulunmaktadır. Ve bu yeni dünyada Avrupa, şaşkın ve zayıflamış durumda. 1914-1918'den önce Avrupa'nın sömürgeleri üzerinde güneş hiç batmamıştı. 1939-1945'ten sonra zayıfladı ve bugün daha da zayıf halde.

Avrupa solu, Avrupa Birliği ile bağlantılı olan bu zayıflık travmasının farkına varmalıdır. Sadece krizde olmakla kalmıyor; aynı zamanda kıtada bazen kendini marjinalize edilmiş buluyor. Geçmişte herkes Avrupa'ya bakardı, tüm devrimciler nasıl devrim yapılacağını öğrenmek için Avrupa’ya gelirdi. Ancak bugün, dünyanın geri kalanının devrimci bir model olarak Avrupa'ya bakması için hiçbir neden yok. Artık örnek yok, enerji yok, güç yok.

Dolayısıyla, Avrupa'nın kendini yeniden düşünmesi ve Avrupa solunun Kürtlerle dayanışma gösterme, demokratik ve komünalist bir deneyimin ortak projesini destekleme ve bunun için mücadele etme, kadınların özgürleşmesiyle yeni bir toplum inşa etme kapasitesiyle kendini yeniden tanımlaması gerekiyor. Abdullah Öcalan'ın fikirleri ve yazıları, bu perspektifin temeli ve parçasıdır. Dolayısıyla, Öcalan’ın fikirleri esas alınmalı.

‘ÖCALAN’I ÖZGÜRLEŞTİRMEK HEPİMİZİN GÖREVİ’

Son olarak eklemek istediğiniz bir husus var mı?

Dediğim gibi, Abdullah Öcalan’ın içinde bulunduğu tecrit koşullarına son verilmeli ve özgür olmalı.  Bu utanç ve alçaklık sona ermeli, Öcalan özgür olmalıdır. Öcalan’ı özgürleştirmek bizim görevimiz ve vazifemizdir.

Nils Andersson kimdir?

91 yaşındaki Frédy-Nils Andersson, genellikle Nils Andersson olarak bilinen İsveç kökenli İsviçreli-Fransız düşünür, editör-yazardır. Özellikle sömürgecilik karşıtlığı ve barış yanlısı duruşuyla tanınan Nils Andersson, Cezayir’in bağımsızlık mücadelesini ve Vietnamlı savaşçıları destekleyen çeşitli yazılar ile Mao Zedung’un düşüncelerini de içeren yayınladığı metinler nedeniyle 1966 yılında İsviçre’den sınır dışı edildi.

Daha sonra Fransa’da yaşamaya başlayan Nils Andersson, eğitim ve politik yaşamını burada sürdürmeye devam etti. Çok sayıda kitabı bulunan Nils Andersson, özellikle sömürgecilik karşıtı duruşu ve dünya genelindeki özgürlük hareketlerine desteğiyle entelektüel ve siyasi alanda önemli bir figür.

Nils Andersson, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın "Demokratik Uygarlık Manifestosu" kitabının Fransızca baskısının da önsözünü yazdı.