Piroğlu: Bu sessizlik siyasetini bozmak zorundayız

Can Atalay kararı ile birlikte artık sadece Kürt halkının değil herkesin devletin tehdidi altında olduğunu vurgulayan DEM Parti PM Üyesi Musa Piroğlu, “Bu süreci durdurmak istiyorsak yine aynı yere dönmek; bu sessizlik siyasetini bozmak zorundayız" dedi.

DEM Parti PM üyesi Musa Piroğlu, TİP’li Can Atalay’ın vekilliğinin düşürülmesine ilişkin, “El konulan Hatay halkının iradesi değil, bir bütün olarak bu ülkenin seçme iradesine el konulması, ortadan kaldırılması ve anayasanın topyekun tanınmaması anlamına geliyor” dedi. Piroğlu, çözüm yolu için sürecin başına dönülmesi gerektiğini ve Kürt halkıyla dayanışma ve birlikte mücadele ile bu baskı rejiminin yenileceğini söyledi.

Türkiye İşçi Partisi Hatay Milletvekili Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesine yönelik fezleke, 30 Ocak günü Türk meclisinde AKP’li Meclis Başkanı Bekir Bozdağ tarafından okundu. Fezlekenin okunmasıyla birlikte Atalay’ın vekilliği resmen düşmüş oldu.

Hatay Milletvekili Can Atalay’ın vekilliğinin düşürülmesine yönelik toplumun birçok kesiminden tepkiler gelirken, yıllarca Kürt milletvekillerine yaşatılan baskı da yeniden gündeme geldi. Onlarca Kürt milletvekilinin vekilliği aynı şekilde düşürülmüş, vekiller rehin alınarak zindanlara konulmuştu.

Eski İstanbul Milletvekili ve DEM Parti PM üyesi Musa Piroğlu, Can Atalay’ın vekilliğinin düşürülmesini, daha önceki zamanlarda Kürt milletvekillerine yönelik uygulananları ve bu baskıya yönelik neler yapılacağını ANF’ye değerlendirdi.

SÖZ KONUSU ATALAY DEĞİL ÜLKENİN SEÇME HAKKINA EL KONULMASIDIR

Söz konusu şeyin Can Atalay’ın vekilliğinin düşürülmesi ya da Hatay halkının iradesinin gaspı olmadığını söyleyen Piroğlu, yapılanın daha büyük bir durum olduğunu şu sözlerle dile getirdi:  “Peşinen söylemek gerekirse artık söz konusu olan Can Atalay’ın vekilliğinin son bulması değil, bu ülkede bir rejim meselesi olduğunu görmek gerekiyor. El konulan Hatay halkının iradesi değil, bir bütün olarak bu ülkenin seçme iradesine el konulması, ortadan kaldırılması ve anayasanın topyekun tanınmaması anlamına geliyor. Bir anayasasızlık dönemine giriyoruz. Bir hukuksuzluk süreci gündeme gelmiş durumda. Bunun anlamı, artık yönetenlerin, iktidarın kendi uygulamaları ve yönelimleri konusunda herhangi bir denetimi reddettiği, istediğini yapabileceği bir döneme girdiği, bir çeşit Azerbaycan ve Rusya tarzı yönetimin ayak seslerini duymaya başladığını görmemiz gerekiyor.”

KÜRT HALKINA SALDIRILAR KARŞISINDA SESSİZLİĞİN SONUCUNU ATALAY KARARINDA GÖRÜYORUZ

Can Atalay’ın vekilliğinin düşürülmesi ile ortaya çıkan yeni rejimin ayak seslerinin durdurulması için süreci iyi okumak gerektiğini, bu sürecin aslında DEP milletvekillerine yönelik yapılan meclis baskınına kadar gittiğini söyleyen Piroğlu, “Fakat bunun durdurulması gibi bir görev ile yüz yüzeysek o zaman Can Atalay’ın vekilliğinin düşürülmesine giden süreci de okumamız gerekiyor. Çünkü aslında bu sürece hakim olan sessizlik politikası, Can’ın vekilliğinin düşürülmesiyle noktalandı. Ve aynı sessizlik devam ettiği sürece bu ülkenin geri dönüşsüz bir şekilde ağır bir baskı rejimine teslim olmasıyla da sonuçlanacak. Bu süreç aslında Orhan Doğanların, Leyla Zanaların, Hatip Diclelerin vekilliğinin düşürülmesi ve polis zoruyla meclisten çıkarılmasıyla devlet tarafından uygulanmaya başladı ama 2015 sonrası, özellikle 1 Kasım seçimleri sonrasında Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve arkadaşlarımızın genel merkezimizin basılması, arkadaşlarımızın rehin tutulması ve vekilliklerinin düşürülmesi ve ardından çok sayıda arkadaşımızın vekilliğinin kabul edilmemesiyle de doruk yaptı. O dönemki sessizlik siyaseti, Kürt halkına karşı saldırılar konusundaki sessizlik siyaseti bugün Can Atalay’ın vekilliğinin düşürülmesiyle bir başka noktaya evrilmiş durumda” dedi.

Atalay kararı ile birlikte artık sadece Kürt halkının değil herkesin devletin tehdidi altında olduğunu, buna karşı çıkmak için ise var olan sessizlik siyasetinin bozulması gerektiğini belirten Piroğlu, “Artık bundan sonra Kürt halkı değil, herkes devletin tehdidi altında olduğunu görmeli ve kabul etmelidir. Doğal olarak bu süreci durdurmak istiyorsak yine aynı yere dönmek zorundayız. Bu sessizlik siyasetini bozmak zorundayız. Herkes şunu görmek zorunda; gelmekte olan çok ağır bir süreçtir. Bu salt siyasal bir baskı değil, yönetenin hukukunun, dilinin hukuk olması anlamına geliyor. Ki bu, çalışma hayatında hukuksuzluk demektir. İşçinin kaderinin patronun iki dudağı arasına sıkışması. Bu sosyal hayatta hukuksuzluk demektir; ki kadının hayatının erkeğin iki dudağı arasına sıkışmasıdır. Ve bir bütün olarak ülkede hukuksuzluk demektir. Ülkedeki herkesin hayatının, geleceğinin, can güvenliğinin Erdoğan’ın ve ondan sonra gelecek olanların iki dudağı arasına sıkışmasıdır. Onlar bir aile devleti kurmak istiyorlar. Babadan oğula geçirecekler. Azerbaycan ya da Rusya gibi kalıcı olacakları ağır bir baskı süreci kurmak istiyorlar. Kendilerine itiraz eden herkesi düşmanlaştırıp, ötekileştirmeye devam ediyorlar” diye konuştu.

HUKUK YENİDEN İNŞA EDİLECEKSE KÜRT HALKIYLA OMUZ OMUZA OLUNMALIDIR

Bu baskı rejimini çözmek için sürecin başına dönülmesi gerektiğine vurgu yapan Piroğlu, Kürt sorununda uygulanan çözümsüzlük politikasının bugüne gelinmesini sağladığını belirterek, sözlerini şöyle sonlandırdı: “Bunu çözmenin yolu ise, yine sürecin başladığı yere dönmekten geçiyor. Ünlü bir Çin atasözü var; yolunuzu kaybettiyseniz başladığınız yere döneceksiniz, diye. Başladığımız yer, Kürt sorunundaki kayıtsızlık alanıdır. Türkiye demokrasi güçleri Kürt sorunundaki devlet saldırılarına kayıtsız kaldıkları sürece bugün köşe taşlarının döşendiğini görmeleri gerekiyor. Kürt sorunu çözülmeden bu ülkeye demokrasi gelmez. Kürt sorunu demokratik olarak çözülmeden bu ülkede hukuk inşa edilmez. Hukukun yeniden inşasından söz edeceksek, Kürt halkıyla omuz omuza, hem Kürt sorununun adil demokratik çözümü hem de bütün siyasi tutsakların serbest bırakılması konusunda demokrasi ve emek mücadelesini birlikte yürütmek, birlikte güçlendirmek zorundayız. Gelmekte olan baskı rejimini durdurabiliriz. Bunu durdurmanın bütün imkanları var. Türkiye bir Azerbaycan, bir Rusya değil ama biz sessiz kalırsak olacak. Sessizliği bozmak için Can Atalay için, Selahattin Demirtaş için, Figen Yüksekdağ için, hasta tutsaklar, siyasi tutsaklar için sesimizi yükseltelim. Beraber olursak, hem Erdoğan’ın kurmak istediği karanlık rejimi engelleyebilir hem de sistemi baştan aşağıya değiştirip, özgür bir ülkeyi yaratabiliriz.”