İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde tutulan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik tecridin kaldırılması ve fiziki özgürlüğünün sağlanması için cezaevlerinde tutsakların başlattığı dönüşümlü açlık grevi eylemleri sürüyor. "Abdullah Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa siyasi çözüm" kampanyası kapsamında 27 Kasım'da başlatılan eylem, 15 Şubat 2024 tarihine kadar devam edecek.
Cezaevlerinde başlatılan açlık grevleri ve Kürt Halk Lideri Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan tecride ilişkin ANF’ye konuşan Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) Amed Şube Eşbaşkanı Rıza Polat, şunları söyledi: “Cezaevlerinde gerek Sayın Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması gerekse Kürt sorunun çözüm koşullarının oluşması amacıyla cezaevlerinde başlatılan bir açlık grevi durumu söz konusu. Mahpusları başlatmış olduğu bu açlık grevinin politik ve hukuki yönünü değerlendirmeden önce, öncelikle dernek olarak bu süreçte neler yaptığımızı belirtmek isterim. Dernek olarak Elazığ, Malatya, Amed ve Erzincan'da bulunan cezaevlerinde ziyaretler gerçekleştirdik. Bu kapsamda açlık grevlerine başlayan mahpuslarla görüşmeler yaptık. Bir takım cezaevlerinde ciddi sorunlar var, açlık grevine başlayan mahpusların tek hücrelerde alınması ve darp durumu söz konusu. Kentteki diğer hak kurumlarıyla birlikte açlık grevinde ki mahpusları düzenli bir şekilde ziyaretleri gerçekleştiriyoruz.”
CEZAEVLERİNDE YÜKSELEN MEŞRU BİR TALEP SÖZ KONUSU
AKP-MHP iktidarın, 2015 yılından buyana Kürt sorununa yönelik bir çözümsüzlük politikasını diretmeye devem ettiğinin belirten Polat, “Bugün cezaevlerinde yükselen meşru bir talep söz konusudur. Tecridin kaldırılması ve Kürt sorununun önündeki engellerin kalınması yönünde politik tutsakların başlatmış olduğu bir açlık greviyle karşı karşıyayız. Bugün cezaevlerinde başlatılan açlık grevleri aslında Türk Devleti ve idari birimlerinin kendi hukukunu uygulaması yönünde başlatılan bir açlık grevidir. Dünya tarihine baktığımızda birçok defa hukuki ve ahlaki sınırların dışına çıkmış iktidarlara karşı açlık grevleri, gerek kişiler gerek gruplar tarafından başlatılmış bulunmakta. Bu açlık grevleri, iktidarın olmayan bir hakkı tanıması üzerine başlatılan açlık grevleriyken maalesef Türkiye’de başlatılan açlık grevlerinin büyük bir kısmı, mevcut hukukun uygulanması talebiyle başlatılmıştır. Açlık grevleri, devletin yapmış olduğu ve bağlı olduğu kanunları uygulaması için bir davet niteliğindedir” diye konuştu.
KÜRT HALKI ÜZERİNDE, 100 YILLIK BİR TECRİT POLTİKASI VAR
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan mutlak tecride tarihsel bağlantılarıyla bakmak gerektiğine dikkat çeken Polat, “Kürt halkının diliyle, varlığıyla, kültürüyle, fiziki koşullarıyla Ortadoğu’da tecrit edilmesi geniş çaplı bir şekilde tartışılmaktadır. Bu sebeple aslında Kürt halkı üzerinde uygulanan 100 yıllık tecrit patikasından bahsediyoruz. 1999 yılından sonra bu tecrit politikası Sayın Öcalan'ın şahsında fiziki bir şekilde devam ettirmektedir. 100 yıldır Kürt halkı Ortadoğu'da dilinden, kültüründen yoksun bir şekilde yaşamaya zorlanmış, katliamlarla karşı karşıya kalmış, sesi dünya tarafından duyulmamış ve adeta Ortadoğu’ya tecrit edilmesi söz konusudur” dedi.
KÜRT HALKI, ASİMİLASYON POLİTİKALARIYLA KARŞI KARŞIYA
Kürt halkı birçok asimilasyon politikalarıyla karşı karşıya kaldığını söyleyen Polat, “Kürtler yok olma politikalarına karşı mücadele vermiş ve kendi öz gücüyle mücadele etmiş bir halk gerçeğiyle karış karşıyayız. 1999 sürecinden sonra Sayın Öcalan'ın şahsında uygulanan tecrit aslında bütün Kürt toplumu üzerinde devam ettirilmiştir. Bugün tecridin sirayetini toplumsal alanda, siyasal alanda, hukuk alanında, cezaevlerinde, bütün kapatma alanlarında ve kültürel etkinliklerde bir bütünüyle görmekteyiz. Bugün Amedspor'un seyirci yasağından tutun, bir basın açıklamasının engellenmesi, hukukçuların yaptığı savunmaların engellenmesi, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yasaklanması, Kürt siyasetçilerinin cezaevlerine atılmasına kadar bir bütünüyle Kürt halkının iradesi, talepleri ve varlığı söz konusu olduğunda bir tecrit politikasıyla karşı karşıya kaldığını görmekteyiz. Aslında bu sebeple Sayın Abdullah Öcalan'a uygulanan bir fiziki tecritten öte bir düşünsel ve fikirsel tecrit durumuyla karşı karşıyayız. Tecrit kelimesinin bile tecrit edildiğini görmekteyiz. Bugün cezaevlerinde başlatılan açlık grevleri, tecride bağlı olan Kürt sorununun çözümü önündeki engellerin kaldırılması talebiyle başlatılmıştır. Hasta tutsakların salıverilmemesi, işkenceye maruz kalmaları, tek hücre dayatmaları, mahpusların ailelerinden çok uzak yerlere sürgün edilmesini ele aldığımızda aslında bir bütünüyle İmralı Ada Hapishanesinde uygulanan tecrit politikasının Türkiye ve Kurdistan’da bulunan bütün cezaevlerine sirayet etiğini yılardır görüyoruz” ifadelerine yer verdi.
İKTİDAR, UZATILAN BU ELİ DEĞERLENDİRMESİ LAZIM
2015 yılından itibaren devletin sert ve baskı patikasından kaynaklı olarak toplumsal alanda bir gerileme yaşandığını belirten Polat, sözlerini şu şekilde tamamladı: “Hak kurumları, hukuk kurumları, sivil toplum örgütleri, muhalefet, demokratik siyasetin bir bütünüyle bunun düşünmesi lazım. İktidar, son süreçte sadece kendi meşru alan olarak çizmiş olduğu muhalefet çerçevesinin dışına çıkan herkesi yargı, cezaevi, işkence ve ölüm tehditleriyle sindirmeye çalışıyor. Kurum ve kuruluşların kendi misyonlarını farkındalığına varması gerekmektedir. Cezaevlerinde başlatılan açlık grevlerine dair hukuk kurumlarının başı olan barolar başta olmak üzere bütün hak ve hukuk kurumlarının bu duruma karşı sürecin takipçisi, meşru taleplerin kamuoyuna paylaşılması ve bu noktada iktidarı kendi hukukunu uygulamaya davet etmesi gerekmektedir. Çünkü açlık grevlerini salt, politik ve hukuki bir çerçeveden öte aslında etik ve ahlaki boyutuyla da toplama bu yönünü göstermemiz lazım. Bireyin onurlu ve özgür bir yaşam için kendi bedenini açlığa yatırması durumu ve bunu yaparken sadece eylemseli kendi bedeni üzerinde inşa etmesini iktidarında iyi bir şekilde algılaması lazım. Açlık grevleri iktidara bir mesajdır, ahlaki sınıra ve etik ölçülere bir davettir. İktidarın bu şansı, uzatılan bu eli karşılıksız bırakması ve tekrardan çözüm koşullarını değerlendirmesi gerekmekte. Bu toplumun bireyleri olarak; başta hukuk kurumları, toplumun diğer kurumlarına cezaevlerinde başlatılan açlık grevlerinin 2012, 2018 ve 2019 süreçlerindeki gibi ciddi bir sonuca varmadan, bireyin yaşamına sebebiyet vermeden acil bir şekilde bu sese kulak verip hukuki ve ahlaki bir çerçevede destek olunması ve bu bağlamda toplumsal barışın sağlanması için herkesin elini taşın altına koyması gerektiği çağrısını yapıyoruz. Aynı zamanda mevcut iktidara da bir çağrımız var; önümüzde bir çözüm süreci gerçekliği var. Toplumun her alanda en huzurlu geçirdiği dönemlerden bir tanesiydi. Bizler savaş ve güvenlikçi politikalarının çözüm olmadığını görmekteyiz. Cezaevlerinde, devletin tekrardan hukuki ve ahlaki çerçeveye dönme çağrısı yapılıyor.”