Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın İmralı Ada Cezaevindeki 25 yıllık esareti ağır tecrit koşullarında devam ettirilirken, kendisini esarete götüren süreçte olduğu gibi ve bugün içinde bulunduğu ağır koşullarında sorumlularının başında uluslararası güçlerin olduğu kaçınılmaz bir gerçek. Bir barış ve müzakere sürecini geliştirmek için 9 Ekim 1998 tarihinde Suriye’den çıkış yapan Abdullah Öcalan, bu tarihten Kenya’nın başkenti Nairobi’de tutsak alındığı 15 Şubat 1999 tarih aralığında yaşanan siyasi panoramayı “çarmıh komplosu” olarak değerlendirmişti.
9 Ekim’de 1998’de Moskova’ya varan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, 12 Kasım 1998’de ise Rus Havayolları’na ait bir uçakla Roma’daki Leonardo da Vinci havaalanına indi. İtalya’yı Kürt sorununun siyasi çözümü geliştirmek istediği için barış ve müzakere için bir şans olarak gören Abdullah Öcalan’ı, Roma’da 66 günlük zorlu bir süreç bekliyordu.
Abdullah Öcalan’ın esir alınmasından bugüne İtalya’nın komplo sürecindeki rolü oldukça tartışmalı olageldi. Kimileri dönemin Massimo D’Alema başkanlığındaki İtalya hükümetinin uluslararası komploda rol oynamadığını dile getirirken, kimileri ise D’Alema başkanlığındaki hükümeti Abdullah Öcalan’ın İtalya’da kalmasını sağlamakta yeterince cesaretli olmadığı noktasında eleştirdi. Gerçek olan ise, Abdullah Öcalan’ın 16 Ocak 1999 tarihli İtalya’dan çıkışının, beraberinde onu tutsaklığa kadar götürecek süreci başlattığıydı.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Roma günlerini, bu sürecin öncesini ve sonrasını dönemin yakın tanıklardan birisi olan ve Abdullah Öcalan’a 12 Kasım 1998 tarihli Moskova-Roma uçağında eşlik eden ve sonrasında Öcalan’ın İtalya’da kalması için önemli mücadele yürüten İtalya Komünist Yeniden Kuruluş Partisi Parlamenteri ve dönemin İtalya Dışişleri Komisyonu üyesi Ramon Mantovani ile konuştuk.
Sayın Mantovani, bir Kürt dostu olarak Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a Rusya'dan İtalya'ya gelirken uçakta kendisine eşlik ettiniz. O dönem İtalya Dışişleri Bakanlığı Komisyonu üyesiydiniz. Öcalan’a uçakta eşlik etmek süreci nasıl gelişti ve sürecin bir arka planı var mıydı?
Partim Komünist Yeniden Kuruluş Partisi kurulduğu 1991 yılından bugüne kadar Kürt halkının mücadelesi ile dayanışma içinde olmuştur. PKK, Başkan Öcalan İtalya'ya gelmeden bir yıl önce benimle temasa geçerek Kürt mücadelesinde tek taraflı ateşkes ve çatışmanın çözümü için bir barış müzakeresi perspektifini içeren yeni bir rotayı desteklemeyi hedefleyen bir tür parlamenterlerden oluşan inisiyatif geliştirmemi istedi.
10 Aralık 1997 tarihinde, İtalya Temsilciler Meclisi Dışişleri Komisyonu, diğer siyasi gruplara mensup diğer milletvekilleri tarafından da tartışılan ve imzalanan ve Alleanza Nazionale grubunun bir başka kararıyla birleştirilen ve benim sadece bağımsız bir Kürt devleti olasılığına ilişkin son noktayı eklemeyi kabul ettiğim bir karar tasarısını oyladı.
Anayasal açıdan bakıldığında, İtalya'da bir Komisyon ya da Temsilciler Meclisi veya Senato tarafından onaylanan bir kararın, halk egemenliğinin en üst organı olan Parlamentonun resmi tutumunu temsil eden bir belge olduğunu hatırlamakta fayda var. Hükümet, kararların tasarruf kısmında yer alan hususlara yürütme faaliyetlerinde uymakla yükümlüdür.
Bu kararla birlikte ilk kez bir Avrupa Birliği (AB) ülkesi Kürt meselesine ilişkin bir pozisyon almış, silahlı bir çatışmanın varlığını, Türk ordusunun Irak'a girmesiyle uluslararası hukukun ihlal edildiğini ve Kürt halkının insan haklarının çiğnendiğini kınamış ve hükümetine çatışmaya siyasi ve müzakere edilmiş bir çözüm bulunması için girişimlerde bulunması talimatını vermiştir.
Kararın kabul edilmesinden birkaç hafta sonra dönemin İçişleri Bakanı Giorgio Napolitano, Forza Italia grubunun İtalyan makamlarının Türk pasaportlu Kürt vatandaşlarına mülteci statüsü vermesine ilişkin protestolarına yanıt verirken, Dışişleri Komisyonu'nun kararı onaylamasının bir sonucu olarak bunu yapmak zorunda olduğunu söylemişti.
Bir süre sonra, PKK tarafından büyük bir başarı olarak selamlanan bu girişimin ardından, Başkan Öcalan partimizden bir heyetle görüşmek istediğini bana bildirdi. Eylül 1998'de ben, milletvekili Walter De Cesaris ve partimizin Dış İlişkiler Departmanı Barış Süreçleri Başkanı Alfio Nicotra'dan oluşan bir heyet Başkan Öcalan ile Ortadoğu'da bir araya geldik.
Bu toplantı bizim ve Öcalan için önemliydi çünkü ilişkilerimizin sol kanat siyasi güçler arasındaki geleneksel dayanışmanın çok ötesine geçebileceğini fark ettik. Kapitalist küreselleşmenin olumsuz yeniliklerine karşı aynı ilgiye ve endişeye sahip olduğumuzu, devrimci güçlerin dünyada bir bütün olarak düşünmesi ve hareket etmesi gerektiğini ve kendilerini basit dayanışma ilişkileriyle sınırlamamaları gerektiğini, barışı ve dünyadaki silahlı çatışmaların müzakere yoluyla çözümünü, uluslararası anlaşmazlıkları ve ayrıca ulusal azınlıklarının varlığını ve haklarını tanımayan ülkelerdeki iç anlaşmazlıkları ele almanın ve çözmenin tek yolu olarak gördüğümüzü keşfettik.
Toplantı, partimin gazetesi 'Liberazione' tarafından kamuoyuna duyuruldu ve bu gazetede geniş yer buldu.
Bahsi geçen 10 Aralık 1997 tarihli İtalya Parlamento kararına buradan ulaşılabilir: https://leg13.camera.it/_dati/leg13/lavori/bollet/199712/1210/pdf/03.pdf
Peki, dönemin İtalya hükümeti Abdullah Öcalan’ın İtalya’ya ya geleceğinden haberdar mıydı? Öcalan ile görüşmeniz sırasında neler yaşandı ve uçakta Öcalan ile hangi konuları konuştunuz? Sizce Öcalan'ın İtalya’yı tercih etmesindeki etken neydi?
Başkan Öcalan'ın Suriye'den çıkmak zorunda kaldığını uluslararası basından öğrendim. Kısa bir süre sonra Rusya Federasyonu Komünist Partisi'nden Öcalan'ın Rusya'da bulunduğu ve Duma'da bu konunun görüşülüp kendisine siyasi sığınma hakkı verilmesi yönünde karar alınabileceği bilgisini aldım.
Öte yandan, İtalya'daki Kürt yöneticiler tarafından Başkan Öcalan'ın Rusya'da tehlikede olduğu, çünkü hükümetin ve istihbarat aygıtının bir kısmının onu Türkiye'ye teslim etmeyi planladığı konusunda bilgilendirildiğim 10 Kasım 1998 akşamına kadar başka bir şey bilmiyordum. Ve bana Başkan'ın başka alternatifleri de olmasına rağmen İtalya'ya gelmeye karar verdiğini söylediler, çünkü hem İtalyan parlamentosu Kürt sorunu konusunda en ileri pozisyona sahipti hem de barış süreçlerini destekleme ve bu süreçlere dahil olma konusunda önemli bir geleneğe sahip olan bir AB ve NATO ülkesinde barış görüşmeleri için bir çağrı ve öneri başlatmak istiyordu.
Başkan Öcalan’ın İtalya'ya gelme ve siyasi mülteci statüsü kazanma hedefine ulaşmasına yardımcı olmak için derhal çalışmaya başladık. Açıkçası, her şeyin mümkün olduğunca sorunsuz ilerlemesini sağlamak için bir şekilde faydalı olabilecek tüm kurumları ve aygıtları araştırdık ve onlarla danıştık. İtalya'daki ve diğer ülkelerdeki kurumsal temaslarımız hakkında daha fazla ayrıntı veremeyeceğim.
Pek çok nedenden ötürü bu süreç kolay olmadı. Türkiye, parlamento kararının ardından yaptığı gibi yaptığımız çalışmalara karşı misillemede bulunacaktı. Türkiye'nin yanı sıra Almanya'nın da Öcalan hakkında uluslararası tutuklama emri vardı. İtalya'ya varır varmaz, esas olarak Almanya'nın yakalama emri nedeniyle tutuklanacağı ve İtalya'nın Almanya'nın iade talebine olumlu yanıt vermek zorunda kalacağı en başından beri açıktı.
Tüm zorluklara rağmen, ki bunlar çok fazlaydı, Başkan Öcalan’ın İtalya'ya seyahat edebilmesi için gerekli koşulları hazırlamayı başardık. Sonunda bir Kürt yönetici ile Moskova'ya gittim ve aynı havaalanında Rus istihbarat ajanları tarafından korunan askeri ofislerin bodrum katında Başkan Öcalan’la buluştum.
Ona İtalya'daki durumu ve İtalya’ya gittiğimizde yaşanacak durumu anlattım. Tutuklanacak ama cezaevine değil, sağlık sorunları nedeniyle bir hastaneye götürülecek. Ardından, birkaç gün içinde, uygulamada olduğu gibi, bir sulh hâkimi Almanya'dan gelecek olası bir iade talebini beklemek üzere onu serbest bırakacaktı.
Açıkçası ona başka alternatifleri varsa bunları değerlendirmesini söyledim çünkü ne kadar uğraşırsak uğraşalım İtalya fiilen sınırlı egemenliğe sahip bir ülke olduğu için Türkiye'nin ABD ve ABD'ye bağlı olduğu bilinen İtalya üzerindeki baskısı her an öngörülemeyen durumlara yol açabilirdi.
Bana başka alternatifleri olsa bile İtalya'ya gelmeye kararlı olduğunu, çünkü İtalya gibi aynı zamanda Vatikan'ın da merkezi olan ve bu nedenle tüm dünyada çok iyi tanınan bir ülkeye gelerek, barış müzakereleri önerisini başlatmak için bir zorluğu fırsata dönüştürmek istediğini söyledi.
Kendisine yöneltilen suçlamaların tamamen asılsız olduğunu ve herhangi bir yargılamada haklı çıkacağını düşündüğü için Almanya'ya iade edilmekle ilgili bir sorunu olmadığını da sözlerine ekledi.
Böylece Roma'ya giden ilk uçağa bindik.
Uçakta politika konuştuk. Ona İtalya'daki yeni durumu, Prodi başkanlığındaki bir önceki hükümetin hükümetle aramızdaki kopukluk nedeniyle düşmesi üzerine D'Alema başkanlığında kurulan hükümeti ve bizim yeni hükümete muhalefetimizi anlattım. Ama aynı zamanda İtalyan ve Türk futbolu gibi daha az önemli ve hoş şeylerden de konuştuk.
Daha sonra varışta ne yapılacağına üzerine konuştuk. En iyisinin şu şekilde olacağını söyledim: Başkan, sekreteri ve bizimle birlikte seyahat eden ve İtalyanca bilen bir Kürt ile birlikte diplomatlar için ayrılmış sınır kapısına gitmeli ve siyasi sığınma talebinde bulunarak kendini tanıtmalıydı. Ona eşlik eden diğer kişiler (toplam 4 ya da 5 kişi) ve ben normal sınır kapısından geçecektik. Bir milletvekili olarak hizmet pasaportum olmasına rağmen Başkan'a diplomatik sınır kapısında eşlik etmeyecektim, çünkü Başkan'ın İtalya'daki varlığının ve barış mesajının İtalyan siyasetinin küçük taşra polemikleri tarafından gölgelenmesini önlemek için, olaydaki taraf olarak tüm rolümüzün gizli kalması gerektiğini düşünmüştük.
Her şey planlandığı gibi gitti. Başkan sığınma talebinde bulundu, tutuklandı ve sekreteri ve çevirmenlik yapan Kürt ile bir polis ordusu tarafından götürüldü. Roma dışında bir hastaneye götürüldü. İki tanınmış Avukat Giuliano Pisapia ve Luigi Saraceni tarafından kendisine yardım edildi ve birkaç gün sonra serbest bırakıldı. İtalya'daki Kürt bürosu, İtalyan istihbarat servislerinin yardımıyla, ortaya çıkacak güvenlik sorunlarını göz önünde bulundurarak, Roma'nın dış mahallelerinde, ayrılana kadar Öcalan'ın ikametgahı olacak küçük bir villa kiraladı ve bu villa, bir füze saldırısını engellemek için aletler bile yerleştiren İtalyan özel birliklerinin azami konuşlandırılmasıyla korundu.
Dönemin İtalya Başbakanı Massimo D'Alema'nın Öcalan'ın İtalya’ya gelmesi karşısındaki tutumu ne oldu? Öcalan’a eşlik ettiğiniz için hakkınızda bir dava da açılmıştı, bu davanın açılma nedeni neydi?
Dönemin İtalyan hükümetinin başkanı Öcalan'a ve daha genel olarak Kürt davasına karşı soğuk ve mesafeli olarak tanımlayabileceğimiz bir tutum sergiledi. İtalya'nın uluslararası konumu ve Türkiye ile özellikle askeri alanda büyük ticari alışverişleri göz önüne alındığında bu anlaşılabilir bir durumdur çünkü İtalya Türkiye'nin önemli bir tedarikçisidir.
Parlamentodaki bir tartışmada, sağcı partilerin saldırılarına yanıt verirken, Öcalan'ı Almanya'nın tutuklama emriyle takip edildiği için tutuklayan ve tutuklandığı sırada formüle edilen sığınma talebini dikkate alan İtalyan kurumlarının eylemlerinin doğruluğunu ve yasallığını savundu.
Ancak birkaç hafta sonra mahkemeden yasadışı girişe yardım ve yataklık suçundan şüpheli olduğuma dair bir tebligat aldığımda öğrendiğimiz bir şeyden hiç bahsetmedi. Öcalan'ın gelişiyle ilgili polis raporu yanlıştı. Raporda Öcalan'ın sahte bir belgeyle sınırı geçmeye çalıştığı ve fark edilince de tutuklandığı yazıyordu. Daha sonra bana yöneltilen bu suçlamadan beraat ettim çünkü Başkan Öcalan'ın havaalanında sekreteri ve İtalya'da yaşayan bir Kürt ile diplomatik pasaport çıkışına gittiğini ve böyle bir davranışın sahte belgelerle sınırı geçmeye çalışmakla kesinlikle bağdaşmadığını anlattım.
Yargıçlardan havaalanının güvenlik kameraları tarafından kaydedilen görüntüleri izleyerek bunu doğrulamalarını istedim. Şaşırtıcı bir şekilde, beni sorgulayan yargıç, havaalanına varış saatimize ilişkin kayıtlar 'gizemli bir şekilde' kaybolduğunu belirterek, bana inandığını söyleyerek sorguyu tamamladı.
Tüm bunlar hükümet başkanı Massimo D'Alema'nın kurumsal açıdan ciddi bir şekilde uygunsuz davrandığını göstermektedir, zira Öcalan'ın geliş kayıtlarının tahrif edilmesi emri, resmi olarak kendisi tarafından verilmemiş olsa bile, kendisi bundan habersiz olamazdı.
Hükümet başkanının böyle bir yasadışılıktan haberi olmasaydı, gerçeği öğrendiğinde, İtalyan Cumhuriyeti'ne sadakatsiz ve yabancı servislere itaatkar olan tüm devlet görevlilerini tespit etmek ve kovuşturmak zorunda kalacaktı. Tabii ki böyle bir şey hiç olmadı.
Abdullah Öcalan'ın İtalya'da kaldığı süre boyunca diplomatik olarak neler yaşandı? Sizce İtalyan hükümeti üzerinde Öcalan'ın İtalya'dan çıkarılması için ciddi bir baskı var mıydı? Ya da hangi ülkeler İtalya üzerinde doğrudan böyle bir siyasi baskı kurdu?
Ecevit yönetimindeki Türkiye hükümeti milyarlarca Euro değerindeki çok sayıda askeri ve sivil sözleşmeyi iptal etti, büyükelçiyi istişareler için geri çağırdı, İtalya'ya ve İtalyan hükümetine karşı bir kampanya başlattı. Ve Öcalan'ın Türkiye'ye iadesini talep etti.
Anladığım kadarıyla D'Alema hem gizli olarak hem de kamuoyu önünde Almanya'dan Öcalan'ın iadesini talep etmesi için çok ısrar etti. Almanya bunu hiçbir zaman yapmadı.
ABD hükümeti, Dışişleri Bakanı Madeleine Albright'ın aracılığıyla İtalya'dan Öcalan'ı Türkiye'ye iade etmesini açıkça istedi. Bu talep, ABD'yi değil sadece İtalya ve Türkiye'yi ilgilendiren konulara çok ciddi bir müdahale olmasının yanı sıra, İtalyan hükümetinden bir tutuklunun ölüm cezasına çarptırılabileceği bir ülkeye iadesini engelleyen kendi ülkesinin yasalarını ihlal etmesinin istenmesi nedeniyle ciddi bir durumdu.
Açıktan böyle bir kamuoyu baskısı yaşanırken, nelerin ve ne kadarının gizli yapıldığını tahmin edebilirsiniz. Bunlardan biri de Başkan Öcalan'ın İtalya ziyareti için çalıştığım haberinin ortaya çıkarılmasıydı. Yunanistan'da Öcalan'la birlikte uçakta bir İtalyan milletvekili ve iki Yunan milletvekili olduğu haberini ortaya çıkaran Amerikan istihbarat servisleriydi. Yanlış haberdi çünkü sadece ben oradaydım ama İtalyan basınının 'suçluyu' bulmak için çılgına dönmesine yetecek kadar işe yaradı. Birkaç ay önce partimin gazetesi Öcalan'la Ortadoğu'da yaptığımız görüşmeleri fotoğraflarıyla birlikte yayınlamıştı ve birçok gazeteci şüphelerini benden ya da partiden teyit ettirmeye çalışmaya başladı.
Dahası, sağcı bir parlamento üyesi Silvio Berlusconi tarafından iç siyasi meselelerle ilgili bir basın toplantısı düzenleyeceği ve bu toplantıda beni bir ‘teröristi’ İtalya'ya 'getirmekten' (PKK o dönemde AB'nin terör örgütleri listesinde bile değildi), ülkeye çok ciddi ekonomik zarar vermekten ve İtalya ile Türkiye gibi iki müttefik ülke arasında ciddi bir diplomatik kriz yaratmaktan 'suçlu' olarak göstereceği konusunda bilgilendirildim.
Bu nedenle 25 Kasım 1998'de Berlusconi'nin huzurunda bir basın toplantısı düzenlemek zorunda kaldım ve bu toplantıda kendisinin isteği üzerine Öcalan'ın İtalya'ya gelip sığınma talep etmesine, tek taraflı ateşkes ilan etmesine ve Türkiye'ye barış görüşmeleri teklif etmesine yardımcı olduğumu söyledim.
Bekleneceği üzere, her zamanki sözde siyasi kavga patlak verdi ve gazetelerin ve televizyon kanallarının büyük çoğunluğu Öcalan'ı İtalya'ya hükümete, ülkeye zarar vermek için 'getirdiğimi' söyledi. D'Alema ilk kez tamamen kabul edilebilir bir şey söyledi. 'Öcalan bana getirilecek bir kişi olarak görünmüyor' dedi. Öcalan’a nasıl böyle yaklaşabilirsiniz ki! Milyonlarca nüfuslu bir halkın lideri, 1980'lerin başından beri ABD ordusundan sonra NATO'nun en güçlü ordusuna karşı koyan bir gerilla savaşının lideri. Ama birçok İtalyan gazeteciye ve sağcı ve hatta merkez sol partilerin ırkçı oldukları kadar cahil temsilcilerine göre, hükümete inat olsun diye Öcalan benim tarafımdan İtalya'ya 'getirilmişti'!
DEVAM EDECEK...